يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ ف۪يهِ وَلَا خُلَّةٌ وَلَا شَفَاعَةٌۜ وَالْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | أَنْفِقُوا | infak edin |
|
5 | مِمَّا |
|
|
6 | رَزَقْنَاكُمْ | size verdiğimiz rızıktan |
|
7 | مِنْ |
|
|
8 | قَبْلِ | önce |
|
9 | أَنْ |
|
|
10 | يَأْتِيَ | gelmezden |
|
11 | يَوْمٌ | gün |
|
12 | لَا | olmadığı |
|
13 | بَيْعٌ | alışverişin |
|
14 | فِيهِ | içinde |
|
15 | وَلَا | ve hiçbir |
|
16 | خُلَّةٌ | dostluğun |
|
17 | وَلَا | ve hiçbir |
|
18 | شَفَاعَةٌ | şefaatin |
|
19 | وَالْكَافِرُونَ | ve kafirler |
|
20 | هُمُ | ta kendileridir |
|
21 | الظَّالِمُونَ | zalimlerin |
|
İnfak ettiğimiz şey aslında bize ait değildir. Öyle gibi gözükse de, bunların geçici olarak bizde olduğunu, sahibi olmadığımızı düşünmeli, daha doğrusu anlamalıyız. Böyle düşününce vermek daha kolaydır.
İnfak konusu bir sayfa önce başlamıştı. Araya savaşla ilgili bazı ayetler girdi ama onlar da yine infakla dolaylı yoldan alakalı. Şimdi yine infak konusuna dönüldü. Bu böyle 261. ayete kadar devam edecektir.
Faiz konusu da gelecek. İnfak faizin zıddıdır. İnfak ahirette artan birşey, faiz ise dünyada. Artmak gibi gözükse de faiz aslında insanı tamamen dibe düşürür.
İnsan dünyada istediklerini ya alışverişle, ya dostlukla, ya da şefaatle, rüşvetle elde ediyor. Ahirette bunlar yok. Sahip olduklarımız zaten bize ait değil, o yüzden korkmadan verelim.
İslam alimleri ahirette kafirlere şefaat edilmeyeceği, buna karşılık Allah teala'nın izniyle müminler için şefaatin varlığı konusunda ittifak etmişlerdir. (Kur'ân Tefsirinde Farklı Yorumlar, Muhsin Demirci)
En büyük şefaatçi Kur’ân'dır. Allah'ım diğer çalışmalarımızın yanında bu seferberlik çalışmaları da şefaatçimiz olsun. Amin.
بَيْعٌ. خُلَّةٌ. شَفَاعَةٌ
İçinde alışveriş, dostluk ve şefaatin olmadığı günden bahsediyor. Kelimelerin son harfinde gördüğünüz tenvin istisna için açık kapı olduğunu söyler bize. Nitekim cennet karşılığı nefislerini satanlar, ya da kıyamet gününün azabından kurtulmak için evladını, eşini, kardeşini ve kendini barındıran aşiretini feda etmek isteyeceklerden bahsediyor Mearic suresi 11-12-13.ayetler..
Ve Allah’a dostluk edenlere üzülmek ve korku yoktur diyen ayetler var tekrar..Peygamberimizin hadisinden de kıyamet günü şefaat edilecek,arşın gölgesinde gölgelenecek yedi zümreyi biliyoruz..Allah hepimizi bu yedi zümreden birine dahil etsin inşallah...Ve hemen sonra kafirlerden zalimler olarak bahsediyor.Zalim ,bir şeyi ait olmadığı yere koyan demektir.Sadakati,beklentiyi,öncelikleri,dostluğu ait olmadığı yere koydu kafirler...Beni İsrail peygamberlerinin kendilerine şefaat edeceğine ve seçilmiş ümmet olduklarını düşündükleri için Allah’ın onlara özel davranacağına inanıyor...Allah,o gün dostluk yok diyor...
Hemen bir sonraki ayette اِلٰهَ kelimesinin sonunda tenvin olmayışı, istisnanın olmadığını gösterir. Allah’tan başka ilah yoktur.
İlah kelimesi; içinde hem son noktada bir sevgiyi hem de itaati barındıran bir kelimedir. La ilahe illa Allah şeklindeki tevhid cümlesini gerektiği şekilde anlayamadığımız için müslümanlar olarak bugün bu haldeyiz maalesef. Bazıları Allah’a kulluk ediyor ama sevgiyle değil korkuyla. Bazıları da seviyor ama kulluk etmiyor. Kulluğu, itaat etmeyi ve sevgiyi ayırmışız kafamızda. Oysa ilah kelimesi tam da bu sıfatların karşılığı.
Cahiliye Arapları için sevmek çok zor nefret etmek çok kolaydı. Buna rağmen henüz peygamberlik verilmeden önce Abdulmuttalip oğlu Muhammed'ken çok sevmişlerdi onu...hem de araplardan beklenmeyecek kadar çok. Ama peygamberlikle görevlendirilip “La ilahe illa Allah” deyince bir gecede düşman kesiliverdiler. Çünkü ilah konusunda özgür olmayı seviyorlar, ne yapmak istiyorlarsa ilahlarının onu yapmalarını istediğini söylüyorlardı. İlahlarımızı mutlu ettiğimiz sürece istediğimizi yapabiliriz diyorlardı. Çünkü La ilahe illa Allah’ı anlayamamışlardı ya da sadece dini sebeplerle değil ekonomik sebeplerle de kabul etmek istemediler.
Halle خلَّ :
خَلَلٌ kavramı iki şey arasındaki aralık ve boşluktur, çoğulu خِلالُ şeklinde gelir. خُلَّةٌ meveddet/sevgi demektir. Böyle adlandırılmasının nedeni sevginin nefse tahallul etmesi yani nefsin ortasına, merkezine girmiş ve nüfuz etmiş olması olabilir. Yine خُلَّةٌ sevginin nefse sinmesi ve karışmasıdır. خَلِيلٌ ise dosta veya gerçek/samimi bir dosta denir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 13 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri halel (gelmek), ihlal, ihtilal ve Halil'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ ف۪يهِ وَلَا خُلَّةٌ وَلَا شَفَاعَةٌۜ
یَـٰۤأَ nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. ٱلَّذِینَ münadadan sıfat veya bedeldir.
İsm-i mevsûlun sılası ءَامَنُوا۟ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. ءَامَنُوا۟ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı أَنفِقُوا۟ ‘dur. أَنفِقُوا۟ fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsû ما kelimesi من harfi ceriyle birlikte أَنفِقُوا۟ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası رَزَقۡنَـٰكُم ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. رَزَقۡنَـٰكُم sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُم mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مِّن قَبۡلِ car mecruru أَنفِقُوا۟ fiiline müteallıktır. اَنْ ve masdar-ı müevvel, قَبۡلِ ’nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur. یَأۡتِیَ mansub muzari fiildir. یَوۡمࣱ fail olup lafzen merfûdur. لاَ cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. İsmini nasb haberini ref eder. Tekrar olduğu için burada amel etmemiştir. بَیۡعࣱ mübtedadır. فِیهِ car mecruru mahzuf habere müteallıktır. لَا خُلَّةࣱ cümlesi لَّا بَیۡعࣱ فِیهِ cümlesine matuftur. Aynı şekilde لَا شَفَـٰعَةࣱ cümlesi لَا خُلَّةࣱ cümlesine matuftur.
وَالْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ ف۪يهِ وَلَا خُلَّةٌ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı olan ... أَنفِقُوا۟ cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
یَـٰۤأَیُّهَا ٱلَّذِینَ ءَامَنُوا۟ şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Çeşitli tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra ـٰۤأَیّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir.( Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’ânî, S. 43)
İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez. İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
Müşterek ism-i mevsûl olan مَّا ‘nın sılası, ..رَزَقۡنَـٰكُم مِّن mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar harfi أَن ve akabindeki یَأۡتِیَ یَوۡمࣱ cümlesi masdar teviliyle muzâfun ileyhtir.
لَّا بَیۡعࣱ فِیهِ c ümlesi kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiş olup, یَوۡمࣱ kelimesinin sıfatıdır.
Dolayısıyla ayette ıtnâb sanatı vardır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan bu sıfat cümlesinde فِیهِ ’nin müteallakı olan haber mahzuftur.
لَّا بَیۡعࣱ ifadesine matuf olan وَلَا خُلَّةࣱ ve وَلَا شَفَـٰعَةࣱۗ cümlelerinde de haber mahzuftur. Cümlelerin müsnedlerinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
خلة lafzı meveddet manasında olabilir. Bu; eserinin meydana gelmesini nefyeder. Ya da dostluğun olmaması; lazımının yokluğu manasında kinayedir. (Âşur)
Nefy harfi لَا ‘nın tekrarı olumsuzluğu tekid eder.
Sıfat cümlelerinin birbirine atfı, temasül nedeniyledir.
[Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda harcayın.] Yani Allah yolunda cihad için infak edin. Cenab-ı Hak, وَقَاتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ [Allah yolunda savaşın.] (Bakara, 2/244) ayetinden sonra مَنْ ذَا الَّذ۪ي يُقْرِضُ اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا [Kimdir Allah için güzel bir borç veren!] (Bakara, 2/245) buyurmuştur. Bundan sonra da Tâlût’un Câlût ile savaşını anlatmış ve cihada ve cihad için infak etmeye teşvik etmiştir. [Kendisinde artık alış-veriş, dostluk ve kayırma bulunmayan gün (kıyamet) gelmeden önce] Yani kıyamet günü gelip de elinizdeki mallar alınmadan önce infak edin. O gün kimsede sevap kazanmak üzere iyilik yolunda harcamak için mal mülk, ticaret ve kazanç imkânı kalmayacaktır. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
Allah yolunda harcanması emredilen rızkın Allah (cc) tarafından verildiğinin belirtilmesi, bu harcamayı teşvik içindir. Bu ayetteki harcamadan maksat, vacip olan harcamalardır; çünkü bundan sonra gelen ceza vaîdi bunu göstermektedir.
Yani sizin dünyadaki taksiratınızı telafiye muktedir olamayacağınız o kıyamet günü gelmeden önce, dünyada size verdiğimiz rızıkların bir kısmını Allah yolunda harcayın. Çünkü o kıyamet gününde alım satım yoktur ki, dünyada bu yoldan kaybettiğinizi o gün satın alasınız veya azaptan kurtulmak için o malı fidye veresiniz ve orada dostlar da yoktur ki, can dostlarınız sizi müsamaha ile karşılasınlar. Veya bunun için size yardım etsinler ve Rahmân olan Allah'ın izin verip sözüne razı olduğu kimselerden başkası için bir şefaat de yoktur ki, sizin zimmetinizde bulunanları affettirmeleri için şefaatçilere başvurasınız.
Burada maksat; kıyamet gününde Cenab-ı Allah'ın inayeti dışında hiçbir yardımın olmayacağını beyan etmek iken, anılan üç şeyin (alım-satım, dostluk ve şefaat) olmayacağı belirtilmiş; hakikatte bunlar, "kıyamet günü alım satım veya dostluk veya şefaat var mı?" şeklindeki mukadder sorunun cevabı mahiyetindedir. (Ebüssûd, Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi’l Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, soru:1553)
Burada وانفقوا مما رزقناكم ‘daki من, ba’diyet için gelmiştir. Bundan maksat, infak edenlere kolaylıktır. Allah’ın verdiklerinden bir cüzünü (belirlenen miktar) vermelerinin kâfi olacağını belirtir. Yoksa انفقوا ما رزقناكم denilseydi, Allah’ın onlara verdiği rızkın tamamını vermeleri vacip olacaktı ki, bu da büyük bir zorluk olurdu. (Ebüssûd, Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi’l Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru:1554)
Allahu Teâlâ önceki ayetlerde: وَقَاتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ [Ve, Allah yolunda savaşınız] (Bakara, 244) buyurarak savaşı emretmiş; onun hemen peşinden de, مَنْ ذَا الَّذ۪ي يُقْرِضُ اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا [Kim Allah'a güzel bir borç verirse…] (Bakara, 245) ayetini getirmiştir. Bundan maksadı, cihad hususunda mal harcanmasıdır. Daha sonra Allahu Teâlâ ikinci kez savaşla ilgili emrini tekid etmiş, bu hususta Tâlût kıssasına yer vermiş, yine bunun peşine de cihad hususunda infakta bulunulması emrini getirmiştir ki, bu da Hak Teâlâ'nın, "Ey İman edenler, infak ediniz" buyruğudur. (Fahreddin er-Râzî)
وَلَا شَفَاعَةٌۜ وَالْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ
İstînaf وَ ’ıyla gelen cümle isim cümlesi formundadır. Sübut ifade eder. Fasıl zamiri ve müsnedin ٱل ile gelmesi sebebiyle tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır.
ٱلۡكَـٰفِرُونَ - ٱلظَّـٰلِمُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır.
Burada, küfrün hakiki manasının kastedilmiş olması ihtimali olduğu gibi, mecazî manasının kastedilmiş olması da muhtemeldir. İkinci ihtimale göre kâfirden maksat ‘zekatı vermeyen’dir. Zemahşerî şöyle der: Zekat vermeyenler zalimlerin ta kendileridir. Bunların kâfirler olarak vasıflandırılmaları, bu günahın pek galiz (ağır) olduğunu ifade ve tehdit içindir.
وَٱلۡكَـٰفِرُونَ هُمُ ٱلظَّـٰلِمُونَ Burada sıfat mevsufa tahsis edilmiştir. (Safvetü't Tefâsir)
Âşur, burda kasr-ı kalb veya kasr-ı hakiki iddiai olduğunu söylemiş, kafirleri itikadı olan kimseler menzilesine koymuştur.
Bir de bu ifade, zekat vermemenin kâfirlerin sıfatlarından olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)