اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ثُمَّ لَا يُتْبِعُونَ مَٓا اَنْفَقُوا مَناًّ وَلَٓا اَذًۙى لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الَّذِينَ | kimseler |
|
2 | يُنْفِقُونَ | infak eden |
|
3 | أَمْوَالَهُمْ | mallarını |
|
4 | فِي |
|
|
5 | سَبِيلِ | yolunda |
|
6 | اللَّهِ | Allah |
|
7 | ثُمَّ | sonra |
|
8 | لَا |
|
|
9 | يُتْبِعُونَ | ardından |
|
10 | مَا | şeyleri |
|
11 | أَنْفَقُوا | verdikleri |
|
12 | مَنًّا | başa kakmayan |
|
13 | وَلَا |
|
|
14 | أَذًى | ve eziyet etmeyenlerin |
|
15 | لَهُمْ | vardır |
|
16 | أَجْرُهُمْ | ödülleri |
|
17 | عِنْدَ | katında |
|
18 | رَبِّهِمْ | Rableri |
|
19 | وَلَا | yoktur |
|
20 | خَوْفٌ | korku |
|
21 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
22 | وَلَا |
|
|
23 | هُمْ | ve onlar |
|
24 | يَحْزَنُونَ | üzülmeyeceklerdir |
|
Önceki ayette müjdelenen verimin elde edilebilmesi için elbette yalnızca “harcamak“ yetmemektedir. Bu harcamayı ahlaki ilkeleri çiğnemeden yapmak ve harcamadan yararlananları yaralamamak gerekir. Vela ezen ibaresindeki La nın ikinci kez tekrarlanması “başa kalkmak” ve “gönül incitmek “eylemlerinin her birinin ayrı ayrı Allah yolunda yapılan harcamanın sevabını iptal ettiği anlamını vermektedir. Bu durumda amelin iptali için iki olumsuzluktan birinin gerçekleşmesi yeterlidir.
Havf gelecek, hüzn geçmiş için kullanılır.
Bu durumda gelecek endişesi duyan biri olsaydı zaten Allah yolunda servetini harcamaya kıyamazdı. Allah’tan karşılığını kat kat alacağından kuşkusu olsaydı hem verir hem de verdikten sonra telaşa düşerdi. Endişe ve hüzünden arındırılmış olmak eylemin karşılığında kalbe verilen ödüldür.
اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ثُمَّ لَا يُتْبِعُونَ مَٓا اَنْفَقُوا مَناًّ وَلَٓا اَذًۙى لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Cemi müzekker has ism-i mevsûl ٱلَّذِینَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası یُنفِقُونَ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. یُنفِقُونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ‘ı faildir. أَمۡوَ ٰلَ mef’ûlun bih fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. فِی سَبِیلِ car mecruru یُنفِقُونَ fiiline müteallıktır. ٱللَّهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. یُتۡبِعُونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مَا ve masdar-ı müevvel, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. أَنفَقُوا۟ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مَنࣰّا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. وَ atıf harfidir. لَاۤ nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. أَذࣰى kelimesi مَنࣰّا ’e matuftur. أَذࣰى kelimesi elif üzere mukadder fetha ile mansubtur.
لَّهُمۡ أَجۡرُهُمۡ عِندَ رَبِّهِمۡ cümlesi ٱلَّذِینَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَهُمْ car mecruru mahzuf habere müteallıktır. اَجْرُهُمْ muahhar mübtedadır. عِنْدَ mekân zarfı أَجۡرُهُمۡ ’un mahzuf haline müteallıktır. رَبِّ muzâfun ileyhtir. Muttasıl zamir هِمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfi cümleyi öncesindeki لَهُمْ اَجْرُهُمْ cümlesine atfeder. لَا nefy harfi, خَوْفٌ mübtedadır. عَلَيْهِمْ car mecruru, mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ cümlesi atıf harfi وَ ile öncesine atfedilmiştir. لَا zaiddir. Nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَحْزَنُونَ fiili haber olarak mahallen merfûdur. Muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Şayet “Buradaki لَهُمْ اَجْرُهُمْ ayet ifadesi ile daha sonra (274. ayette) geçen فَلَهُمۡ أَجۡرُهُمۡ ifadesi arasında ne fark vardır?” dersen, şöyle derim: Bu ayetteki ifadede mevsūl şart anlamı içermemekte, ancak diğer ifadede içermektedir. Anlam olarak aralarındaki fark ise, başında فَ bulunan ifade, infakın ecri hak eden bir davranış olduğuna delalet etmektedir, oysa فَ olmadığında bu anlam yoktur. (Keşşâf)اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ثُمَّ لَا يُتْبِعُونَ مَٓا اَنْفَقُوا مَناًّ وَلَٓا اَذًۙى
Ayet kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. ٱلَّذِینَ ’nin önceki ayetteki mevsûlden bedel olduğu da söylenmiştir. یُنفِقُونَ şeklindeki sıla cümlesi, müsbet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. ثُمَّ ile atfedilmiş menfi fiil icümlesi ...لَا یُتۡبِعُونَ مَاۤ أَنفَقُوا۟ , faide-i haber talebî kelamdır.
فِی سَبِیلِ ٱللَّهِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyyeye, yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah'ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresinde istiare vardır. سَب۪يلِ kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.
فِی كُلِّ سُنۢبُلَةࣲ ibaresindeki فِی harfinde de istiare-i tebeiyye vardır. سُنۢبُلَةࣲ [başak] zarfiyye özelliğine sahip değildir. Başaktaki verimin çokluğunu ifade etmek için bu harf kullanılmıştır.
سَب۪يلِ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olması سَب۪يلِ için tazim ve şeref ifade eder. Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla, Allah lafzında tecrîd sanatı vardır.
مَنࣰّا - أَذࣰى kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
یُنفِقُونَ - أَنفَقُوا۟ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَنࣰّا , iyilik yapmak ve onu tekrar tekrar anlatmak manalarını taşıyan zıt anlamlı bir kelimedir. Başa kakmak anlamı da vardır.
Minnet etmek, iyilik ettiği kimseye yaptığı iyilikleri sayarak üzerinde hakkı olduğunu göstermektir. Eza etmek ise, iyilik ettiğinden dolayı ona büyüklük taslamaktır. Ayette önce minnet zikredilmiştir. Çünkü bu konuda minnet, ezadan daha çok meydana gelen bir vakıadır. (Ebüssuûd)
مَنࣰّا وَلَاۤ أَذࣰى ifadesi genel mana ifade etmesi için husustan sonra umumun zikri kabilindendir. Çünkü eziyet minneti de içine almaktadır. (Safvetü't Tefâsir)
وَلَاۤ أَذࣰى ibaresinde لَاۤ harfinin tekrarı bunlardan herhangi birinin yapılması durumunda sadakanın boşa gideceğini ifade etmek için tekrarlanmıştır. (Âşûr)
Menn ve minnet; Sözlükte iki anlama gelir. Birisi nimet verme ve nimet anlamındadır ki, dilimizde "memnun olmak" bundan alınmıştır. Diğeri de hakkı eksiltmek, kesmek, kısacası ihsan ettiği kimseye karşı ihsanını bir şey saymak ve az çok ihsanı ile gururlanmaktır ki, gönül bulandırır ve ihsanın değerini eksiltir veya keser. Burada kastedilen budur. Dilimizde minnet (başa kakma) bu anlamdan alınmıştır. (Elmalılı)
Allah yolunda mallarını infak edenlerin, bu infaktan dolayı eziyet ve başa kakma yapmadıkları sürece Allah katında mükafatları vardır. Demek ki infak ettiğimiz şeyi, ‘iyilik yap denize at’ misali unutmalıyız. Biz bunun karşılığını Allah’tan bekliyoruz. Karşımızdakinden bir teşekkür bile beklememeliyiz.
Bu ibtidâ cümlesi temsilde fazileti beyan edilen harcamanın keyfiyetini bildirir.
فِی سَبِیلِ ٱللَّهِ ifadesi sebep-müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürseldir. Allah'a giden sebepler aramaya işaret eder.
ثُمَّ zaman değil, mertebe uzaklığına işaret eder. Bu yüzden istiare vardır. Fiilin vukuu zamanında terahi değil, fiilin vücudunun devamı ve bekası için kullanılmıştır.
لَا یُتۡبِعُونَ ibaresinde istiare vardır. Sanki yapılan infak düşman tarafından çalınmış, o da peşine düşmüştür.
یُنفِقُونَ ve یُتۡبِعُونَ kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. "Ey iman edenler!" şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut - Belagat)
Allah, sıla cümlesinin önemini göstermek için ٱلَّذِینَ یُنفِقُونَ أَمۡوَ ٰلَهُمۡ فِی سَبِیلِ ٱللَّهِ sözünü tekrar etmiştir. (Âşûr)
ثُمَّ burada zaman için değil, sadaka verildiğinde incitme ve başa kakmayı terk etmenin mertebesi içindir. (Âşûr)
أَذࣰى [ezâ / incitme], verilen ihsan sebebiyle sürekli küstahça davranmaktır. ثُمَّ [Sonra] ifadesinin anlamı, infakın başa kakma ve incitmeden büsbütün ayrı olduğunun gösterilmesi ve bu iki davranışın terkedilmesinin bizzat infaktan daha hayırlı olduğunun bildirilmesidir. Bu tıpkı قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا [Rabbimiz Allah’tır” deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya] (Fussilet 41/30) ayetinde imanda istikamet üzere olmanın imana girmekten daha hayırlı olduğunun ifade edilmesine benzemektedir. (Keşşâf)
ثُمَّ [Sonra] kelimesi, terahi, gecikme ve sonralık ifade etmektedir. Buna göre, infaktan sonra olan şeyler de sevabı gerektirir. Çünkü etkilenenin, etki edenden sonra değil de, etki edenin bulunduğu sırada bulunması şarttır.
المَنُّ kelimesi lügatte birkaç manaya gelmektedir:
a) İn'âm etmek, nimet vermek
b) المَنُّ kelimesi, bir hakkı eksiltmek ve noksanlaştırmak manasına da gelir. Nitekim Hak Teâlâ, وَاِنَّ لَكَ لَاَجْرًا غَيْرَ مَمْنُونٍۚ "Senin için muhakkak ki tükenmeyen, yani kesilmeyen ve engellenmeyen bir mükafat vardır" (Kalem, 3) buyurmuştur. Ömürleri eksilttiği ve mazeretleri sona erdirdiği için ölüme de "menûn" denilmiştir. Hoş olmayan "minnet", yani başa kakma da bu babdandır. Çünkü bu tür başa kakma nimeti eksiltir ve onun saflığını bulandırır. "Minnet" insanın başkalarına yapmış olduğu iyiliği açığa vurmasıdır. "Eziyet" ise o kimsenin, onlara vermiş olduğu şey sebebiyle onlardan şikayet etmesidir. (Fahreddin er-Razi)
لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ
Ayetin başındaki mevsûlün haberi olarak gelen cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan bu isim cümlesinde, لَّهُمۡ mahzuf mukaddem habere muteallıktır. أَجۡرُهُمۡ ise muahhar mübtedadır.
Müsnedün ileyhin izafetle marife oluşu, az sözle çok anlam ifade etme amacına matuftur.
عِندَ رَبِّهِمۡ izafetinde, هُمۡ zamirinin رَبِّ ismine muzâfun ileyh olması, zamirin ait olduğu kimseler için ve رَبِّ ismine muzâf olması عِندَ için tazim ve teşrif ifade eder.
لَّهُمۡ أَجۡرُهُمۡ عِندَ رَبِّهِمۡ cümlesinin sebep ifade etmesine rağmen başında فَ harfinin olmaması ‘sebep budur’ denilmesine ihtiyaç olmayacak kadar sebebin açık olması dolayısıyladır.
Hak Teâlâ'nın: لَّهُمۡ أَجۡرُهُمۡ عِندَ رَبِّهِمۡ buyruğunun o kimseden küfrün sadır olmaması şartına bağlandığı hususunda ittifak vardır. Bu da, hususi bir manayı murad etmek için, umumi bir lafızla konuşmanın caiz olduğuna delalet eder. Âmm ifadelerde bu caiz olunca, umumi lafzın "istiğrak"a (umum ifade etmeye) delaleti, kat'i bir delalet olmaz. (Fahreddin er-Razi)
İşte onlar için Allah katında, ayette zikredilen temsil zımnında o büyük mükafatlar vardır. " عِندَ رَبِّهِمۡ [Rableri katında] buyurulması, pek açık bir tekid ve şereflendirme demektir. (Ebüssuûd)
وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Menfi isim cümlesi formunda gelen cümle وَ ’la makabline atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidâi kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. عَلَیۡهِمۡ mahzuf habere müteallıktır.
Müsnedün ileyhin tenkiri taklîl ifade etmektedir. Ayrıca nefy siyakında nekre, umum ifade ettiği için “onlar herhangi bir korku türünü hiç bir şekilde hissetmeyeceklerdir” anlamına gelir.
Ayetin sonunda öncesine matuf olan isim cümlesi وَلَا هُمۡ یَحۡزَنُونَ , faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede müsnedün ileyhin, fiil cümlesi formunda gelen müsnede takdimi ve nefy harfinin de müsnedün ileyhden önce gelmesi tahsis ifade etmiştir. Bu tahsis onların hiçbir şekilde hüzünlenmeyeceğini ifade ederken başkalarının hüzünleneceğini de ifade etmiş olur.
خَوۡفٌ - یَحۡزَنُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Şayet ‘’korku ile hüzün arasında ne fark vardır?’’ dersen, şöyle derim: Korku, vukuu beklenen bir bela ve musibetten dolayı insana arız olan bir gam ve kederdir. Üzüntü ise fiilen vaki olup gerçekleşen ve yaşanan bir olaydan dolayı insana arız olan şeydir. (Keşşâf)
یَحۡزَنُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. "Ey iman edenler!" şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut - Belagat)