24 Nisan 2024
Bakara Sûresi 260-264 (43. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Bakara Sûresi 260. Ayet

وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّ اَرِن۪ي كَيْفَ تُحْـيِ الْمَوْتٰىۜ قَالَ اَوَلَمْ تُؤْمِنْۜ قَالَ بَلٰى وَلٰكِنْ لِيَطْمَئِنَّ قَلْب۪يۜ قَالَ فَخُذْ اَرْبَعَةً مِنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ اِلَيْكَ ثُمَّ اجْعَلْ عَلٰى كُلِّ جَبَلٍ مِنْهُنَّ جُزْءاً ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَأْت۪ينَكَ سَعْياًۜ وَاعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟  ...


Hani İbrahim, “Rabbim! Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster” demişti. (Allah ona) “İnanmıyor musun?” deyince, “Hayır (inandım) ancak kalbimin tatmin olması için” demişti. “Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır. Sonra onları parçalayıp her bir parçasını bir dağın üzerine bırak. Sonra da onları çağır. Sana uçarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذْ ve bir zaman
2 قَالَ demişti ق و ل
3 إِبْرَاهِيمُ İbrahim
4 رَبِّ Rabbim ر ب ب
5 أَرِنِي bana göster ر ا ي
6 كَيْفَ nasıl ك ي ف
7 تُحْيِي dirilttiğini ح ي ي
8 الْمَوْتَىٰ ölüleri م و ت
9 قَالَ (Allah) dedi ق و ل
10 أَوَلَمْ yoksa
11 تُؤْمِنْ inanmadın mı ا م ن
12 قَالَ (İbrahim) dedi ki ق و ل
13 بَلَىٰ Hayır (inandım)
14 وَلَٰكِنْ fakat
15 لِيَطْمَئِنَّ tatmin olması için ط م ن
16 قَلْبِي kalbimin ق ل ب
17 قَالَ dedi ق و ل
18 فَخُذْ o halde tut ا خ ذ
19 أَرْبَعَةً dördünü ر ب ع
20 مِنَ -dan
21 الطَّيْرِ kuşlar- ط ي ر
22 فَصُرْهُنَّ onları alıştır ص و ر
23 إِلَيْكَ kendine
24 ثُمَّ sonra
25 اجْعَلْ koy ج ع ل
26 عَلَىٰ üzerine
27 كُلِّ her ك ل ل
28 جَبَلٍ dağın ج ب ل
29 مِنْهُنَّ onlardan
30 جُزْءًا bir parça ج ز ا
31 ثُمَّ sonra
32 ادْعُهُنَّ onları (kendine) çağır د ع و
33 يَأْتِينَكَ sana gelecekler ا ت ي
34 سَعْيًا koşarak س ع ي
35 وَاعْلَمْ bil ki ع ل م
36 أَنَّ şüphesiz
37 اللَّهَ Allah
38 عَزِيزٌ daima üstün ع ز ز
39 حَكِيمٌ hüküm ve hikmet sahibidir ح ك م

Bununla Hazreti İbrahim’e söylenmek istenen “sen çağırınca terbiye ettiğin kuşlar nasıl uçarak sana geliyorlarsa Allah da ruhları çağırdığında onlar da kuşlar gibi uçarak kendilerini terbiye eden Rabbe varacaklar” manasıdır.

 Ceze'e جزأ :

  Cüz' جُزْءٌ bir şeyin bütününü oluşturan parçaların herbiridir. Bu kelimenin nasip/pay anlamı da vardır ki aslında bu da bir şeyin cüzü/parçasıdır. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de isim formunda 3 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri cüz, cüz'i eczâ, eczane ve cüz(dan)dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

 

 

 

Ayeti Kerime'de geçen fesurhunne (فَصُرْهُنَّ) kelimesi dört şekilde kıraat edilmiştir:

1.    fesurhunne (فَصُرْهُنَّ)

2.    fesırhunne (فَصِرْهُنَّ)

3.    fesurrahunne (فَصُرَّهُنَّ)

4.    fesırrahunne (فَصِرَّهُنَّ)

İlk durumda kök savera (صور) dır. Savera maddi varlıkların şekillendiği ve onunla başkasından ayrıldığı şeydir. Bu da duyularla hissedilenler (insan, at veya eşeğin sureti gibi) ve akılla idrak edilenler (havas ilmi) olmak üzere iki bölümdür. Kimisine göre Yüce Allah, kıyamet günü üfürülecek olan sûru, sûret ve ruhların kendi bedenlerine dönmesi için sebep kılar. Savr aynı zamanda meyletmek manasındadır. Ayette mana ‘onları kendine alıştır, meylettir’ dir. Kimisine göre ise anlam şöyledir: Kuşları sûret sûret kes. Bu kökten Türkçe’de suret, surat, tasvir, tasavvur ve sûr kelimeleri vardır.

İkinci ihtimalde kök sayera (صير) olur. Sayr yarmak demektir. ‘Onları parçalara ayır’ manasındadır. صار bir halden başka hale geçiştir.

Fesurrahunne kıraatında ise anlam ‘onları bağla’ dır. Bu görüşe göre ayette geçen fiil bağlamak manasındaki sarra (صرّ) kökündendir. Bu kökten dilimize geçen ısrar kelimesinde mana bir fikir veya meşru davadan dönmemek, sebat etmektir (Türk’ün Dili Kur’ân Sözü). 

Son kıraat olan fesırrahunne’de de mana ses manasındaki sarîr (صَرِير) den gelmektedir. Çağrıldığında gelen kuşa usfûrun savvârun (عُصْفُورٌ صَوَّارٌ) denir. Yani ’onlara seslen’.

(Müfredat)

وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّ اَرِن۪ي كَيْفَ تُحْـيِ الْمَوْتٰىۜ قَالَ اَوَلَمْ تُؤْمِنْۜ


وَ  istînâfiyyedir.  اِذْ , zaman zarfı takdiri  اذكروا  olan mahzuf fiile müteallıktır.  قَالَ  fiili muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اِبْرٰه۪يمُ  kelimesi  قَالَ  fiilinin failidir. Gayrı munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Mekulü’l-kavl,  رَبِّ  ile başlayan cümledir.  قَالَ  fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubtur. Nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur.  رَبِّ  kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır.

Nidanın cevabı  أَرِنِی ’dir. أَرِ  illet harfinin hazfi ile mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ‘dir. Sonundaki  ن۪  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  ise mef’ûlun bih olup mahallen mansubtur. İstifham ismi  كَیۡفَ  hal olarak mahallen mansubtur.  تُحۡیِ  fiili أَرِنِی  fiilinin ikinci mef’ûlu olarak mahallen mansubtur.  تُحۡیِ  mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ‘dir. ٱلۡمَوۡتَىٰ  elif üzere mukadder fetha ile mansubtur. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Mekulü’l-kavl,  أَوَلَمۡ تُؤۡمِن ’dir. Mukadder cümleye matuftur. Takdiri; أتسأل ولم تؤمن؟ (İman etmediğin halde soruyor musun?) şeklindedir.

Hemze, istifham harfidir. وَ  atıf harfidir.  لَمۡ , muzariyi cezm ederek anlamını olumsuz maziye çeviren edattır.  تُؤْمِنْ  meczum muzari fiildir.

وَإِذۡ قَالَ إِبۡرَ ٰ⁠هِـۧمُ رَبِّ أَرِنِی كَیۡفَ تُحۡیِ ٱلۡمَوۡتَىٰ  [İbrahim Rabbine ‘Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster.] demişti. Buradaki  إِذۡ  kelimesi zarftır ve şu anlama gelir: Ey Muhammed! Halîl İbrahim’in  رَبِّ [Rabbim!] diye nida ettiği anı hatırla. Rabbim ifadesi “Ey Rabbim!” anlamındadır. Nida harfinin  يُوسُفُ اَعْرِضْ عَنْ هٰذَا [Yûsuf! Sen bu meseleden yüz çevir.” [Yûsuf 12/29] ayetinde olduğu gibi hazfedildiği vakidir. Aynı şekilde [birinci şahıs zamiri olan] izafet yâsı da -nidada yaygın olarak kullanılması sebebiyle- dilde hafifliği sağlamak üzere hazfedilir.  يَا نَفْسِ  (Ey nefsim!) ve  يَا قَوْمِ  (Ey kavmim!) ifadeleri böyledir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)


 قَالَ بَلٰى وَلٰكِنْ لِيَطْمَئِنَّ قَلْب۪يۜ قَالَ فَخُذْ اَرْبَعَةً مِنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ اِلَيْكَ 


Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Mekulü’l-kavli  بَلَىٰ وَلَـٰكِن لِّیَطۡمَىِٕنَّ’dir.  بَلَىٰ  nefyi iptal için gelen cevap harfidir.

بَلٰى , soru olumsuz cevap olumlu olduğunda cevap cümlesinin başına getirilen tasdik edatıdır. Yani olumsuz soruya verilen olumlu cevaba has bir edattır ve olumsuz soru cümleleri ile olumsuz cümlelerin anlamını olumluya çevirir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

وَ  atıf harfidir. لٰكِنْ  istidrak harfidir. لِ  harfi,  یَطۡمَىِٕنَّ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ceriyle birlikte mahzuf  أسأل  fiiline müteallıktır. قَلۡبِی  faildir. Mütekellim zamiri  ي ise muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;  إذا أردت معرفة ذلك عيانًا فخذ  (Bunu gözlerinle görmek istiyorsan … al) şeklindedir.  خُذۡ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ‘dir.  أَرۡبَعَةࣰ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. مِّنَ ٱلطَّیۡرِ  car mecruru  أَرۡبَعَةࣰ ’nin mahzuf sıfatına müteallıktır. Veya temyizdir.  فَ  atıf harfidir.  صُرۡهُنَّ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ‘dir. Muttasıl zamir  هُنَّ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  إِلَیۡكَ  car mecruru mahzuf hale müteallıktır. Takdiri;  مضمومات إليك (İçindekileri sana…) şeklindedir.    

Bunun üzerine Allah Teâlâ: فَخُذۡ أَرۡبَعَةࣰ مِّنَ ٱلطَّیۡرِ [Öyleyse dört tane kuş yakala] buyurdu. Kuş cins isimdir. Tekil anlamında da çoğul anlamında da kullanılması caizdir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)


 ثُمَّ اجْعَلْ عَلٰى كُلِّ جَبَلٍ مِنْهُنَّ جُزْءاً


ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ٱجۡعَلۡ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ‘dir.  عَلَىٰ كُلِّ  car mecruru  ٱجۡعَلۡ  fiiline müteallıktır.  جَبَلࣲ  muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.  مِّنۡهُنَّ  car mecruru  ٱجۡعَلۡ  fiiline müteallıktır.  جُزۡءࣰا  mef’ûlun bih olarak fetha ile mansubtur.  


 ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَأْت۪ينَكَ سَعْياًۜ


ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  ٱدۡعُ  illet harfinin hazfiyle mebni emir fiildir. Fail müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Muttasıl zamir  هُنَّ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  یَأۡتِینَ  fiili talebin cevabı olduğu için mahallen meczumdur.  یَأۡتِینَ  fiili, (نَ) nûnu’n-nisve bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Nûnu’n-nisve, fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  سَعۡیࣰا  hal olarak mansubtur veya mef’ûlü mutlaktan naibtir. Takdiri; مشيًا سريعًا (hızla yürüyerek) şeklindedir.

 

وَاعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟


وَ  istînâfiyyedir.  ٱعۡلَمۡ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail müstetir olup takdiri  أنت dir.  اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, ٱعۡلَمۡ  fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubtur. اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli  اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur. عَزِیزٌ  ise  اَنَّ ’nin haberidir.  حَكِیمࣱ  lafzı  اَنَّ ’nin ikinci haberidir.


وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّ اَرِن۪ي كَيْفَ تُحْـيِ الْمَوْتٰىۜ


وَ  istînâfiyedir. Zaman zarfı  إِذۡ, mahzuf fiile muteallıktır. Takdiri; اذكر ‘dur.

Ayetin başındaki  إِذۡ ; ‘’hani, hatırlayın veya düşünün o zamanı ki, bir zamanlar" şeklindeki mukadder bir fiilin yerini tutar. Nitekim bu fiil, A'raf (7) sûresinin 69 ve 74. Ayetlerinde,  وَاذْكُرُٓوا  [düşünün, hatırlayın] şeklinde sarahaten zikredilir. Şöyle ki:

وَاذْكُرُٓوا اِذْ جَعَلَكُمْ خُلَفَٓاءَ مِنْ بَعْدِ قَوْمِ نُوحٍ  [Düşünün ki Allah sizi Nuh kavminden sonra halifeler yaptı…] (7/69)

وَاذْكُرُٓوا اِذْ جَعَلَكُمْ خُلَفَٓاءَ مِنْ بَعْدِ عَادٍ  [Düşünün ki Allah sizi Ad kavminden sonra halifeler yaptı …] (7/74)


Bu, Allah'ın (celle celâlühü) meydana getirdiği o garip olayları hatırlayın ki, Allah'ın müminlere olan velayet ve hidayetine vakıf olasınız; demek olur.

Bu ve benzeri yerlerde hatırlatma emri vakte tevcih edilmiş, "Hatırlayın o zamanı ki.." denmiştir. Oysa asıl hatırlanması istenen o zamanda vuku bulmuş olan olaylardır. Bunun sebebi vaktin hatırlanmasının mananın daha kuvvetli idrakini mümkün kılmasıdır. Çünkü vaktin hatırlanması, burhani olarak (hüccet yoluyla), o vakitte vuku bulmuş olan hadiselerin hatırlanmasını gerektirir. Aynı zamanda vakit, hadiseleri tafsilatıyla içerir. Bu itibarla düşünülen vakitte hadiseler bütün tafsilatıyla zihinde canlanır. Öyle ki, olaylar hikaye edilirken zikri geçsin veya geçmesin açıkça müşahede ediliyormuş gibi zihnî tasavvurda tam olarak yerlerini bulur. (Ebüssuûd)


Muzâfun ileyh olan ... قَالَ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin mekulü’l-kavl cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Talebî inşâî isnad olan nidanın cevap cümlesi olan  أَرِنِی  ise, emir üslubunda gelmiştir. 

رَبِّ  izafetinde mütekellim zamiri olan  ی ’nin hazfi mütekellimin münadaya yakın olma isteğini işaret ediyor olabilir. Bu izafet, muzâfun ileyh için şeref ifade eder.

Kur’an-ı Kerim ayetlerinde çoğunlukla  رَبّ  kelimesinden önce nida harfi hazf olur. Lafza-i celâlden önceki nida harfi ise  م 'e dönüşür. (Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)


رَبِّ  [Ey Rabbim!] ; merhamet dileme ifadesidir. Duadan önce kullanılması, mübalağa ile icabet dilemek içindir. Yani; "Ey Rabbim! Ben ölüye bakarken onu dirilt, ölüleri nasıl dirilttiğini bu şekilde bana göster!" demektir. (Ebüssuûd)


Cümle emir üslubunda gelse de vaz edildiği emir anlamından çıkarak dua manası taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkebtir.

Cümleye muzâf olan  إِذۡ ’in müteallakının ve nida harfi ile mütekellim zamirinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

أَرِنِی  fiilinin ikinci mef’ûlü olan  كَیۡفَ تُحۡیِ ٱلۡمَوۡتَىٰۖ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

تُحۡیِ - ٱلۡمَوۡتَىٰۖ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi, S.23)


قَالَ اَوَلَمْ تُؤْمِنْۜ 


Fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Bu cümle de benzerleri gibi bir istînâf cümlesi olup mukadder bir sualin cevabıdır. Yani Rabbi ona demişti ki " Ey İbrahim! Yoksa sen benim, dilediğim gibi diriltmeye kâdir olduğumu bilmiyor musun ve buna inanmıyor musun ki, bunu sana göstermemi istiyorsun?" Elbette Yüce Allah, İbrahim'in (aleyhisselâm), o devrin bütün müminlerinden daha sağlam bir imana ve daha kuvvetli yakîn bir bilgiye sahip olduğunu biliyordu. Böyleyken bunu İbrahim'e sorması, onun vereceği cevabın bütün müminlere bir ilâhî lütuf olması içindir. (Ebüssuûd)

Yüce Allah'ın: "İnanmadın mı yoksa" ayetindeki  أَ  istifham için değildir. Bu, olumluluk ve takrir (yani gerçeği karşı tarafa söyletip kabul ettirme) hemzesidir. Nitekim Cerir şöyle demektedir:  ألستم خير من ركب المطايا  "Sizler bineklere binenlerin hayırlıları değil misiniz?"  أَوَلَمۡ تُؤۡمِنۖ  derken hemzeden sonra gelen وَ  ise hal içindir. Ayette:  "İnanmadın mı?" lafzıyla anlatılmak istenen, mutlak bir imandır. Ve bunun kapsamına ölülerin diriltilmesinin üstünlüğü de dahildir. (Kurtubî)

 

Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli ise istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Bu cümle, takdiri  أتسأل  olan cümleye  وَ ’la atfedilmiştir. Matufun aleyh’in hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Allah Teâlâ’nın “inanmadın mı?” sorusu tecâhül-i ârif kabilindendir.

[Bana göster], yani doğrudan gözümle görmemi sağla. Şayet “İbrahim (a.s.)’ın insanlar içerisinde imanı en sabit olan kişi olduğunu bildiği halde Allah Teâlâ İbrahim (as)’a nasıl [Yoksa iman etmiyor musun?!] demiştir? dersen, şöyle derim: Verdiği cevabı almak için böyle demiştir ki, bu cevapta da dinleyenler için çok büyük faydalar bulunmaktadır. (Keşşâf)


 قَالَ بَلٰى وَلٰكِنْ لِيَطْمَئِنَّ قَلْب۪يۜ


Fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli  بَلَىٰ , olumsuz soruya verilen olumlu cevaptır.

... وَلَـٰكِن لِّیَطۡمَىِٕنَّ  cümlesi bir mahzufa matuftur. Takdiri;  آمنت  [İman ettim] olabilir.

Lam-ı ta’lilin dahil olduğu  لِّیَطۡمَىِٕنَّ قَلۡبِیۖ  cümlesi masdar teviliyle takdiri  سألت (Sordum) olan mahzuf bir fiile müteallıktır.

بَلَىٰ  kelimesi, olumsuz sorudan sonra verilen olumlu yanıttır. ‘’Elbette inanıyorum’’ manasındadır.  وَلَـٰكِن لِّیَطۡمَىِٕنَّ قَلۡبِیۖ  [Ama kalbim iyice mutmain olsun diye] yani; ‘’akıl yürütme ile elde edilen bilginin yanı sıra zaruri ilme de sahip olmak suretiyle kalbim daha çok sükunet ve itminan bulsun diye istiyorum.’’ Delillerin birbirini destekleyerek birikmesi kalplerin daha fazla sükun bulmasına, basiret ve yakînin artmasına sebep olur. Ayrıca akıl yürütme / istidlâl, şüpheye konu olabilir; zaruri ilim ise olmaz. Bu sebeple İbrahim (as) şüpheye konu olmayan zaruri ilim ile kalbinin mutmain olmasını istemiştir. (Keşşâf)

‘’Kalbim mutmain olsun’’ ibaresinde alet alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır.

 

قَالَ فَخُذْ اَرْبَعَةً مِنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ اِلَيْكَ ثُمَّ اجْعَلْ عَلٰى كُلِّ جَبَلٍ مِنْهُنَّ جُزْءاً ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَأْت۪ينَكَ سَعْياًۜ


Fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Mahzuf şartın cevabı, rabıta veya fasiha harfi olan  فَ  ile gelen ...خُذۡ أَرۡبَعَةࣰ مِّنَ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

مِّنَ  harfi ceri ba’z manasındadır. 

ٱلطَّیۡرِ  kelimesindeki elif-lam ahd için olmak üzere kuşlardan dördünü; tavus, horoz, karga, güvercin veya kartal tut da bunları çevir yani kendine meylettir, kendine bağla anlamındadır. (Elmalılı)

Emir üslubunda gelmiş,  فَ  ve  ثُمَّ  ile makabline atfedilen cümleler talebî inşâî isnaddır. 

Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  یَأۡتِینَكَ سَعۡیࣰاۚ  talebin cevabıdır.

جُزۡءࣰا ’deki tenvin kesret ifade eder.

ٱجۡعَلۡ - جَبَلࣲ  arasında cinas-ı nakıs vardır.

صُرۡ  kelimesinin alıştır, kes , parçala anlamları vardır.

Sana koşarak gelirler ibaresindeki  سَعۡیࣰاۚ  kelimesi uçmak manasında kullanılmıştır. İstiare vardır. Burada koşmak fiili  سَعۡیࣰاۚ , hızla uçmak manasında istiare olmuştur. Kuşun alıştığı kişiye hızla uçarak gelmesi koşan bir insana benzetilmiştir. Câmi’, hedefe ulaşmadaki sürattir.

Cenab-ı Allah'ın, "Sonra da onları çağır, koşarak sana geleceklerdir" emrine gelince; buradaki  سَعۡیࣰاۚ  kelimesinin "koşarak ve ayakları üzerinde yürüyerek" manasında olduğu, çünkü bunun daha kuvvetli bir hüccet olduğu söylenmiştir. Yine bu kelimenin, "uçarak" manasında olduğu da söylenmiştir. Fakat bu mana doğru değildir. Çünkü kuşun uçmasını ifade etmek için  سَعى  fiili kullanılmaz. İkinci görüşte olanlardan bazıları "Buradaki  سَعۡیࣰاۚ  kelimesinden murad çabuk hareket edip gitmektir, diyerek cevap vermişlerdir. Binaenaleyh eğer hareket, uçma şeklinde olur ise, bundaki çabuk ve hızlı oluş da "سعْي" olarak ifade edilir. (Fahreddin er-Razi)

Bir görüşe göre buradaki  عَلَىٰ كُلِّ جَبَلࣲ [her dağın başına] ifadesi, kendisi ile hususi anlam kastedilmiş umumi bir ifadedir. Yani anlam: ‘’bazı tepelerin başına koy’’ şeklindedir. Bir görüşe göre ise mana: ‘’ulaşabildiğin her dağa, sana yakın olan her dağa’’ şeklindedir. Bir görüşe göre: ‘’yedi dağa koy’’ anlamındadır. Bir görüşe göre: ‘’dört dağa koy’’ demektir. Doğru olan da budur. Hasan-ı Basrî rivayetinde rüzgarların ve dünya üzerindeki ufukların dörde ayrıldığı açıklanmıştır. Kuşeyrî şöyle demiştir: 

Allah Teâlâ Hz. İbrahim’e [Ellerinle bu kuşları parçala ve parçalarını dağıt. Sonra onları çağır ki koşarak sana gelsinler.] buyurdu. İşte dostluğa (hulle) mazhar olmuş zatın (yani Halil İbrahim’in) eliyle boğazlanmış, kesilmiş ve dağıtılmış olan kuş, o nida edince nasıl dağılıp gitmiş her zerresiyle ona icabet ediyorsa, bizzat Hakk Teâlâ’nın paramparça ve un ufak ettiği kul da O nida buyurunca öyle icabet edip koşacaktır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

 

وَاعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟


وَ  istînâfiyye veya atıftır. Ayetin son cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. ٱعۡلَمۡ  fiilinin iki mef’ûlü yerindeki masdar-ı müevvel cümlesi, faide-i haber talebi kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesinde  أَنَّ ’nin isminin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi kalplerde haşyet duygusu uyandırmak içindir. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla  ٱللَّهَ  lafzında tecrîd sanatı vardır.

Allah'ın عَز۪يزٌ ve  حَك۪يمٌ۟  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın, aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu  sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

عَز۪يزٌ -  حَك۪يمٌ۟  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

عَز۪يزٌ [Azîz] çok ihtiyaç duyulur, zor ulaşılır, alternatifi yoktur. (İmam Gazali).

Ayetin fasılası 228 ve 209. ayetlerin fasılası ile aynıdır. Bu cümleler arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 

Allah Azîzdir, kullarının zillete düşmesini istemez. Hakîmdir, hikmeti ile koyduğu bu kurallara uyulduğu zaman kimse zelil olmaz.

"O'nun gücü yeter." icmal (kapalı anlatım), ve "çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir" ifadesi ise tafsildir (açıklamadır). (Elmalılı)

Bu ayet, ölülerin nasıl diriltildiğini aynel yakîn görmek isteyen İbrahim peygamberle Rabbi arasında geçen bir diyalogdur. Ayette bir mucizenin gerçekleşmesi anlatılır. 

Bu ayette İbrahim (as) ölülerin nasıl diriltileceğini görmek istemektedir. Bunun için sorusunu da  كَيْفَ  edatı ile sormuştur. Allah’ın İbrahim peygambere, ‘’inanmadın mı?’’ sorusunu tevcih etmesinden, onun, Allah’ın kudretinden şüphe içerisinde olduğunu anlamak yanlıştır. Çünkü  كَيْفَ  edatı, keyfiyetten sual için geldiği gibi aciz görmek (isti’caz) anlamında da kullanılır. Mesela: Birisi ağır bir yükü kaldırabileceğini iddia etmektedir. Sen de onun o yükü kesinlikle kaldıramayacağını biliyorsun ve söz konusu yükü kaldıramayacağını ima ederek ona diyorsun ki: أرني كَيْفَ محمل هَذَا Bunu kaldırmak nasıldır? Göster bakalım! Yukarıdaki ayette de Allah Teâlâ, Hz. İbrahim’in (as) sorduğu soru ile böyle bir manayı kastetmiş olma şaibesinden onu kurtarmak ve ona بَلَى اَمِنْتُ [Hayır! İnandım.] sözünü söylettirmek için “inanmadın mı?” sorusunu sormuştur. Dolayısıyla Hz. İbrahim (as) Allah’ın kudreti konusunda şüphe içerisinde olduğundan bu soru kendisine yöneltilmiş bir sual değildir. (Kur’an’da İstifhâm Üslûbu / Sahip Aktaş)




Bakara Sûresi 261. Ayet

مَثَلُ الَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ اَنْبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ ف۪ي كُلِّ سُنْبُلَةٍ مِائَةُ حَبَّةٍۜ وَاللّٰهُ يُضَاعِفُ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ  ...


Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir. Allah, dilediğine kat kat verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَثَلُ durumu م ث ل
2 الَّذِينَ kimselerin
3 يُنْفِقُونَ infak edenler(in) ن ف ق
4 أَمْوَالَهُمْ mallarını م و ل
5 فِي
6 سَبِيلِ yolunda س ب ل
7 اللَّهِ Allah
8 كَمَثَلِ durumu gibidir م ث ل
9 حَبَّةٍ bir tohumun ح ب ب
10 أَنْبَتَتْ veren ن ب ت
11 سَبْعَ yedi س ب ع
12 سَنَابِلَ başak س ن ب ل
13 فِي
14 كُلِّ her ك ل ل
15 سُنْبُلَةٍ başağında س ن ب ل
16 مِائَةُ yüz م ا ي
17 حَبَّةٍ tohum ح ب ب
18 وَاللَّهُ Allah
19 يُضَاعِفُ kat kat verir ض ع ف
20 لِمَنْ kimseye
21 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
22 وَاللَّهُ Allah(ın)
23 وَاسِعٌ (lutfu) geniştir و س ع
24 عَلِيمٌ (O) bilendir ع ل م

Öldükten sonra dirilmeyi Hazreti İbrahim’in şahsında öğreten Kur’ân, sözü ruhların dirilişinden eylemlerin dirilişine getiriyor tıpkı fiziki alemde ölüp metafizik alemde dirilen insan gibi Allah yolunda harcanan servetin de madde aleminde bir çıktı olmakla birlikte manevi alemde kat kat bereketlenmiş bir girdi olduğunu misallerle açıklıyor.

“Allah dilediğine kat kat verir” cümlesinin sadece mecazi değil bir de hakiki boyutunun olduğunu, çiftçilikle geçinenlerin yaptığı bir uygulama teyit etmektedir. Buna göre ekilen bir buğday tanesinden çıkan çimler çatallandıktan ve çoğaldıktan sonra ayrılmakta ve fide olarak dikilmektedir. Bu yöntemle bir buğday tanesinden ikibin taneden fazla ürün elde edilebilmektedir. Cennet Allah yolunda harcanmış bir değerin azami getirisini ifade eder. Bunun tohumu ise insanın bu dünyada yaptıklarıdır. İşte bu yüzden dünya ahiretin tarlasıdır.

سنبل Senbele : سُنْبُلَة ekinin üst kısmında bulunan başaktır. Çoğulu سَنابِل şeklinde gelir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de isim kalıbında 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli sümbüldür. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

مَثَلُ الَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ اَنْبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ ف۪ي كُلِّ سُنْبُلَةٍ مِائَةُ حَبَّةٍۜ


مَثَلُ  kelimesi mübteda olup aynı zamanda muzâftır. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  ٱلَّذِینَ  mahallen mecrur olup, muzâfun ileyhtir. İsm-i mevsûlun sılası  یُنفِقُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.  یُنفِقُونَ  muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul  و ‘ı faildir.  أَمۡوَ ٰ⁠لَ  mef’ûlun bih fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمۡ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  فِی سَبِیلِ  car mecruru  یُنفِقُونَ  fiiline müteallıktır.  ٱللَّهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.

كَ  teşbih ve cer harfidir.  كَمَثَلِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.  حَبَّةٍ  muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.  أَنۢبَتَتۡ  fiili  حَبَّةٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur. Fetha üzere mebni mazi fiildir.  تۡ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.  سَبۡعَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  سَنَابِلَ  muzâfun ileyhtir. Müntehe’l cümu sigasında olduğu için gayri munsariftir. Cer alameti fethadır.  فِی كُلِّ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  سُنۢبُلَةࣲ  muzâfun ileyhtir.  مِّا۟ئَةُ  muahhar mübtedadır.  حَبَّةࣲ  muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur. 

 

وَاللّٰهُ يُضَاعِفُ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ


İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli, mübteda olarak lafzen merfûdur.  یُضَـٰعِفُ  haber olarak mahallen merfûdur. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu,  لِ  harfi ceriyle birlikte  یُضَـٰعِفُ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  یَشَاۤءُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

Son cümle isim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.  وَ ٰ⁠سِعٌ  haber olup lafzen merfûdur.  عَلِیمࣱ  ise ikinci haberdir.  


مَثَلُ الَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ اَنْبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ ف۪ي كُلِّ سُنْبُلَةٍ مِائَةُ حَبَّةٍۜ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan  ٱلَّذِینَ ’nin muzâfı mahzuftur. Takdiri; ... نفقة الذين  (... ların nafakası) şeklindedir. Ayrıca mübtedanın haberi de mahzuftur.

Muzari fiil sıygasıyla gelen sıla cümlesi ... یُنفِقُونَ أَمۡوَ ٰ⁠لَهُمۡ , faide-i haber ibtidaî kelamdır.

یُنفِقُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. "Ey iman edenler!" şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut - Belagat)

فِی سَبِیلِ ٱللَّهِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyyeye, yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah'ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. Ayrıca  سَب۪يلِ اللّٰهِ  ibaresinde de istiare vardır.  سَب۪يلِ  kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.

فِی كُلِّ سُنۢبُلَةࣲ  ibaresindeki  فِی  harfinde de istiare-i tebeiyye vardır.  سُنۢبُلَةࣲ  [başak] kelimesi zarfiyye özelliğine sahip değildir. Başaktaki verimin çokluğunu ifade etmek için bu harf kullanılmıştır.

سَب۪يلِ اللّٰهِ  izafetinde lafzâ-i celâle muzâf olması  سَب۪يلِ  için tazim ve şeref ifade eder.

كَمَثَلِ حَبَّةٍ , mahzuf habere müteallıktır. 

Cer mahallinde  حَبَّةٍ ’in sıfatı olan  أَنۢبَتَتۡ سَبۡعَ سَنَابِلَ  cümlesi müsbet mazi fiil sıygasında, faide-i haber, ibtidaî kelamdır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâbdır.

أَنۢبَتَتۡ [bitirmiştir] fiilinin daneye izafe edilmesi mecazîdir. Tıpkı bitirmek fiilinin toprağa ve su arkına izafesi gibi. (Ebüssuûd)

Bu temsil, bereketin tasviri ve adeta gözler önünde canlandırılmasıdır.

حَبَّةٍ  kelimesinde reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

سَنَابِلَ - سُنۢبُلَةࣲ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

سَنَابِلَ - حَبَّةࣲۗ  ve  سَبۡعَ - مِّا۟ئَةُ  kelime grupları arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu ayetle 245. ayet arasında, “aralarındaki münasebet sebebiyle bir manadan diğerine geçmek, sonra ilk manaya geri dönmek” olarak tarif edilen istitrat sanatı vardır. Önceki ayette varlıkların dirilişinden bahsediliyordu, burada da bir amelin dirilişinden, çoğalmasından bahsedilmektedir.

أَنۢبَتَتۡ  yetiştirdi demektir. Mecazî isnad vardır. Fail aslında  حَبَّةࣲۗ  (tohum) değil, Allah Teâlâ’dır.

Yüce Allah'ın: "Tek bir tohum gibidir" ayetinde geçen (ve "tohum" diye meali verilen): el-habbe kelimesi Âdemoğlunun ektiği ve gıdası için kullandığı her bir tane için bir cins isimdir. Bu tanelerin en ünlüleri ise buğdaydır. O bakımdan çoğunlukla  حَبَّةٍ  ile kastedilen odur. Habbetu’l-Kalb, kalpteki küçük siyah bir noktanın adıdır. Kalbin semeresi olduğu da söylenir. Doğrusu da budur. (Kurtubî)

 

حَبَّةٍ , buğday ve arpa gibi hem tohumu, hem meyvesi aynı olan nimetlere denir. Muhabbet, artan sevgiyi ifade eder.

حَبَّةٍ  kelimesinin nekre olarak gelmesi azlık ifadesi içindir. Verenin verdiğini büyütmemesine işaret eder. Nekrenin tazim anlamıyla da, alanın bu infakı küçümsemeyip değerini bilmesine işaret eder.

 كَمَثَلِ حَبَّةٍ  [bir tane gibi....] Yüce Allah kendi uğrunda verilen sadakayı toprağa ekilmiş ve mevlanın bereketi ile yedi yüz dane haline gelmiş bir tohuma benzetti. Teşbih edatı zikredilip vech-i şebeh hazf edildiği için burada mürsel ve mücmel teşbih vardır. Ebu Hayyan şöyle der: Bu temsil, kat kat verme olayını bir tasvirdir. Sanki kişinin gözleri önünde şekillenmiş du­rumdadır. (Safvetü't Tefâsir)

Burada geçen ‘yedi başak’ çokluktan kinayedir.  سَنَابِلَ  cemi kesret kalıbıdır. 

Ayette, Allahu Teâlâ kendi yolunda mallarını harcayanların durumunu (müşebbeh), her başakta yüz tane tohum bulunan başağın durumuna (müşebbehün bih) benzetmiştir. Vech-i şebeh ise hazfedilmiştir. Hazfedilen özellik ise “az bir hayrın birçok faydayı peşinden getirme”si durumudur. Ancak görüldüğü üzere vech-i şebeh kapalı olduğu için ilk bakışta anlaşılmamaktadır. Zira müşebbehten müşebbehün bihe geçiş ancak zihnin derin bir tefekkür ve araştırması sonucunda mümkün olmaktadır. (Arap Dili Ve Belâgatında Teşbih / Sara Çınar)

Şu an incelemekte olduğumuz ayette Allah yolunda infaktan; daha önce geçen ayette (245. ayet) ise karşılığının kat kat verileceğinden bahsedilmektedir. İşte oradaki “kat kat karşılık” ifadesi bu ayet ile açıklanmıştır; ayetler arasındaki bağlantı budur. İki ayet arasına şu konular girmiştir: 

a) Allah yolunda savaşanlara vaad edilen nusret, 

b) Hz. İbrahim’in kıssası, 

c) Üzeyir’in kıssası ile Hz. İbrahim’in kuşlarla ilgili kıssası ve bu iki kıssa üzerinden dinî hüccetlerin beyanı. Sanki tüm bağlamda bu özetle şöyle denilmektedir: Allah’ın yardımına güvenin, O’nun yolunda savaşın ve O’nun rızası için infak edin. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

Daneyi bitiren Allah’tır, ancak bitirme, verme fiili daneye isnat edildiği gibi “yer”e (toprağa) ve suya da isnat edilir. Yedi başak vermesinin anlamı ise, bir filiz boy vermesi ve ondan yedi ayrı dalın çıkması, her bir dalda da yedi başağın olmasıdır. Bu temsil, kat kat vermenin anlatıldığı bir tasvirdir ve tasvirde olay, adeta gözle görünür hale getirilmektedir. (Keşşâf)


 وَاللّٰهُ يُضَاعِفُ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ


وَ  istînâfiyyedir. Cümle sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin, tüm esma-i hüsnayı ve kemal sıfatları bünyesinde barındıran lafza-i celâlle marife olması ve ayette tekrar edilmesi tazim, telezzüz, teberrük ve ikaz içindir. Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla, Allah lafzında tecrîd sanatı vardır. 

Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  یُضَـٰعِفُ  cümlesi müsneddir.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَن ‘in sılası  یَشَاۤءُۚ , faide-i haber ibtidaî kelam olan fiil cümlesidir. 

Müphem yapıya sahip mevsûllerde tevcih sanatı vardır.

[Allah, dilediğine kat kat verir.] Yani her infak edene değil, sadece dilediği kişilere böyle kat kat verir, çünkü infak eden kimselerin halleri birbirinden farklıdır. Ya da yedi yüz kat verir ve hak edene de bundan daha fazlasını kat be kat verir. (Keşşâf)


وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ


Ayetin son cümlesi makabline matuftur. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda, faide-i haber tibtidaî kelamdır.

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır.

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla, Allah lafzında tecrîd sanatı vardır. 

Müsnedün ileyhin, tüm esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde barındıran lafza-i celâlle marife olması ve tekrar edilmesi tazim, telezzüz, teberrük ve ikaz içindir.

Allah'ın وَ ٰ⁠سِعٌ ,عَلِیمࣱ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında وَ olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

[Allah vâsi'dir,] verdiği şeyler dolayısıyla sıkıntıya girmez. [Her şeyi iyi bilendir.] Harcamada bulunan kimsenin niyetini, harcadığı miktarı, bunu nasıl elde ettiğini bilir. Şu halde Allah yolunda harcamada bulunan kimsenin durumu, tıpkı çiftçinin durumuna benzer. Buna göre nasıl ki, çiftçinin işinde dikkatli olması, tohumunu iyi seçmesi ve toprağı iyi işlemesi durumunda daha fazla ürün elde ederse, aynı şekilde Allah yolunda harcamada bulunan kimse de, salih olur, malın helalini seçer ve yerli yerinde harcarsa sevabı da bu oranda artar. (Ruhu’l-Beyan)

Bu ayet-i kerimenin lafzı Allah yolunda infakın şerefini ve güzelliğini beyan etmek için verilmiş bir misaldir. Ayrıca bu ayet-i kerime bu yolda teşvik de ihtiva etmektedir. ٱلَّذِینَ ’nin muzâfı mahzuftur. Takdiri; ... نفقة الذين  (... ların nafakası) şeklindedir. ‘’Allah yolunda mallarını infak edenlerin bu infaklarının misali... bir tohum gibidir," şeklindedir. Bir diğer takdir yolu da şöyle olur: Mallarını infak edenlerin misali, yere tek bir tohum ekip de ektiği tohum yedi başak bitiren çiftçinin misali gibidir. Yani, her birinde yüz dane bulunan yedi tane başak bitirmiş gibidir. Sadaka veren kimse çiftçiye, sadaka ise tohuma benzetilmiştir. İşte Allah onun verdiği her bir sadakaya karşılık yedi yüz hasene verir. (Kurtubî)
Bakara Sûresi 262. Ayet

اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ثُمَّ لَا يُتْبِعُونَ مَٓا اَنْفَقُوا مَناًّ وَلَٓا اَذًۙى لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ  ...


Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da harcadıklarının peşinden (bunları) başa kakmayan ve gönül incitmeyenlerin, Rab’leri katında mükâfatları vardır. Onlar için korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ kimseler
2 يُنْفِقُونَ infak eden ن ف ق
3 أَمْوَالَهُمْ mallarını م و ل
4 فِي
5 سَبِيلِ yolunda س ب ل
6 اللَّهِ Allah
7 ثُمَّ sonra
8 لَا
9 يُتْبِعُونَ ardından ت ب ع
10 مَا şeyleri
11 أَنْفَقُوا verdikleri ن ف ق
12 مَنًّا başa kakmayan م ن ن
13 وَلَا
14 أَذًى ve eziyet etmeyenlerin ا ذ ي
15 لَهُمْ vardır
16 أَجْرُهُمْ ödülleri ا ج ر
17 عِنْدَ katında ع ن د
18 رَبِّهِمْ Rableri ر ب ب
19 وَلَا yoktur
20 خَوْفٌ korku خ و ف
21 عَلَيْهِمْ onlara
22 وَلَا
23 هُمْ ve onlar
24 يَحْزَنُونَ üzülmeyeceklerdir ح ز ن

Önceki ayette müjdelenen verimin elde edilebilmesi için elbette yalnızca “harcamak“ yetmemektedir. Bu harcamayı ahlaki ilkeleri çiğnemeden yapmak ve harcamadan yararlananları yaralamamak gerekir. Vela ezen ibaresindeki La nın ikinci kez tekrarlanması “başa kalkmak” ve “gönül incitmek “eylemlerinin her birinin ayrı ayrı Allah yolunda yapılan harcamanın sevabını iptal ettiği anlamını vermektedir. Bu durumda amelin iptali için iki olumsuzluktan birinin gerçekleşmesi yeterlidir.

Havf gelecek, hüzn geçmiş için kullanılır.

Bu durumda gelecek endişesi duyan biri olsaydı zaten Allah yolunda servetini harcamaya kıyamazdı. Allah’tan karşılığını kat kat alacağından kuşkusu olsaydı hem verir hem de verdikten sonra telaşa düşerdi. Endişe ve hüzünden arındırılmış olmak eylemin karşılığında kalbe verilen ödüldür.

اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ثُمَّ لَا يُتْبِعُونَ مَٓا اَنْفَقُوا مَناًّ وَلَٓا اَذًۙى لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ


Cemi müzekker has ism-i mevsûl  ٱلَّذِینَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  یُنفِقُونَ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.  یُنفِقُونَ  muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul  و ‘ı faildir.  أَمۡوَ ٰ⁠لَ  mef’ûlun bih fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمۡ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  فِی سَبِیلِ  car mecruru  یُنفِقُونَ  fiiline müteallıktır.  ٱللَّهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  یُتۡبِعُونَ  muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  مَا  ve masdar-ı müevvel, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  أَنفَقُوا۟  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  مَنࣰّا  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  وَ  atıf harfidir.  لَاۤ  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.  أَذࣰى  kelimesi  مَنࣰّا ’e matuftur.  أَذࣰى  kelimesi elif üzere mukadder fetha ile mansubtur.

لَّهُمۡ أَجۡرُهُمۡ عِندَ رَبِّهِمۡ  cümlesi  ٱلَّذِینَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  لَهُمْ  car mecruru mahzuf habere müteallıktır.  اَجْرُهُمْ  muahhar mübtedadır.  عِنْدَ  mekân zarfı  أَجۡرُهُمۡ ’un mahzuf haline müteallıktır.  رَبِّ  muzâfun ileyhtir. Muttasıl zamir  هِمۡ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَ  atıf harfi cümleyi öncesindeki  لَهُمْ اَجْرُهُمْ  cümlesine atfeder.  لَا  nefy harfi,  خَوْفٌ  mübtedadır.  عَلَيْهِمْ  car mecruru, mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.

وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ  cümlesi atıf harfi  وَ  ile öncesine atfedilmiştir.  لَا  zaiddir. Nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَحْزَنُونَ  fiili haber olarak mahallen merfûdur. Muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Şayet “Buradaki  لَهُمْ اَجْرُهُمْ  ayet ifadesi ile daha sonra (274. ayette) geçen  فَلَهُمۡ أَجۡرُهُمۡ   ifadesi arasında ne fark vardır?” dersen, şöyle derim: Bu ayetteki ifadede mevsūl şart anlamı içermemekte, ancak diğer ifadede içermektedir. Anlam olarak aralarındaki fark ise, başında  فَ  bulunan ifade, infakın ecri hak eden bir davranış olduğuna delalet etmektedir, oysa  فَ  olmadığında bu anlam yoktur. (Keşşâf)

اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ثُمَّ لَا يُتْبِعُونَ مَٓا اَنْفَقُوا مَناًّ وَلَٓا اَذًۙى


Ayet kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  ٱلَّذِینَ ’nin önceki ayetteki mevsûlden bedel olduğu da söylenmiştir. یُنفِقُونَ  şeklindeki sıla cümlesi, müsbet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  ثُمَّ  ile atfedilmiş menfi fiil icümlesi ...لَا یُتۡبِعُونَ مَاۤ أَنفَقُوا۟ , faide-i haber talebî kelamdır.

فِی سَبِیلِ ٱللَّهِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyyeye, yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah'ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. 

سَب۪يلِ اللّٰهِ  ibaresinde istiare vardır.  سَب۪يلِ  kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.

فِی كُلِّ سُنۢبُلَةࣲ  ibaresindeki  فِی  harfinde de istiare-i tebeiyye vardır.  سُنۢبُلَةࣲ  [başak] zarfiyye özelliğine sahip değildir. Başaktaki verimin çokluğunu ifade etmek için bu harf kullanılmıştır.

سَب۪يلِ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olması  سَب۪يلِ  için tazim ve şeref ifade eder. Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla, Allah lafzında tecrîd sanatı vardır. 

مَنࣰّا - أَذࣰى  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

یُنفِقُونَ - أَنفَقُوا۟  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مَنࣰّا , iyilik yapmak ve onu tekrar tekrar anlatmak manalarını taşıyan zıt anlamlı bir kelimedir. Başa kakmak anlamı da vardır.

Minnet etmek, iyilik ettiği kimseye yaptığı iyilikleri sayarak üzerinde hakkı olduğunu göstermektir. Eza etmek ise, iyilik ettiğinden dolayı ona büyüklük taslamaktır. Ayette önce minnet zikredilmiştir. Çünkü bu konuda minnet, ezadan daha çok meydana gelen bir vakıadır. (Ebüssuûd)

 

مَنࣰّا وَلَاۤ أَذࣰى  ifadesi genel mana ifade etmesi için husustan sonra umu­mun zikri kabilindendir. Çünkü eziyet minneti de içine almaktadır. (Safvetü't Tefâsir)

وَلَاۤ أَذࣰى  ibaresinde  لَاۤ  harfinin tekrarı bunlardan herhangi birinin yapılması durumunda sadakanın boşa gideceğini ifade etmek için tekrarlanmıştır. (Âşûr)

Menn ve minnet; Sözlükte iki anlama gelir. Birisi nimet verme ve nimet anlamındadır ki, dilimizde "memnun olmak" bundan alınmıştır. Diğeri de hakkı eksiltmek, kesmek, kısacası ihsan ettiği kimseye karşı ihsanını bir şey saymak ve az çok ihsanı ile gururlanmaktır ki, gönül bulandırır ve ihsanın değerini eksiltir veya keser. Burada kastedilen budur. Dilimizde minnet (başa kakma) bu anlamdan alınmıştır. (Elmalılı)

Allah yolunda mallarını infak edenlerin, bu infaktan dolayı eziyet ve başa kakma yapmadıkları sürece Allah katında mükafatları vardır. Demek ki infak ettiğimiz şeyi, ‘iyilik yap denize at’ misali unutmalıyız. Biz bunun karşılığını Allah’tan bekliyoruz. Karşımızdakinden bir teşekkür bile beklememeliyiz.

Bu ibtidâ cümlesi temsilde fazileti beyan edilen harcamanın keyfiyetini bildirir.

فِی سَبِیلِ ٱللَّهِ  ifadesi sebep-müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürseldir. Allah'a giden sebepler aramaya işaret eder. 

 ثُمَّ  zaman değil, mertebe uzaklığına işaret eder. Bu yüzden istiare vardır. Fiilin vukuu zamanında terahi değil, fiilin vücudunun devamı ve bekası için kullanılmıştır.

لَا یُتۡبِعُونَ  ibaresinde istiare vardır. Sanki yapılan infak düşman tarafından çalınmış, o da peşine düşmüştür.

یُنفِقُونَ  ve  یُتۡبِعُونَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. "Ey iman edenler!" şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut - Belagat)

Allah, sıla cümlesinin önemini göstermek için  ٱلَّذِینَ یُنفِقُونَ أَمۡوَ ٰ⁠لَهُمۡ فِی سَبِیلِ ٱللَّهِ  sözünü tekrar etmiştir. (Âşûr)

ثُمَّ  burada zaman için değil, sadaka verildiğinde incitme ve başa kakmayı terk etmenin mertebesi içindir. (Âşûr)

أَذࣰى  [ezâ / incitme], verilen ihsan sebebiyle sürekli küstahça davranmaktır.  ثُمَّ  [Sonra] ifadesinin anlamı, infakın başa kakma ve incitmeden büsbütün ayrı olduğunun gösterilmesi ve bu iki davranışın terkedilmesinin bizzat infaktan daha hayırlı olduğunun bildirilmesidir. Bu tıpkı  قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا  [Rabbimiz Allah’tır” deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya] (Fussilet 41/30) ayetinde imanda istikamet üzere olmanın imana girmekten daha hayırlı olduğunun ifade edilmesine benzemektedir. (Keşşâf)

ثُمَّ  [Sonra] kelimesi, terahi, gecikme ve sonralık ifade etmektedir. Buna göre, infaktan sonra olan şeyler de sevabı gerektirir. Çünkü etkilenenin, etki edenden sonra değil de, etki edenin bulunduğu sırada bulunması şarttır.

المَنُّ  kelimesi lügatte birkaç manaya gelmektedir:

a) İn'âm etmek, nimet vermek 

b) المَنُّ kelimesi, bir hakkı eksiltmek ve noksanlaştırmak manasına da gelir. Nitekim Hak Teâlâ,  وَاِنَّ لَكَ لَاَجْرًا غَيْرَ مَمْنُونٍۚ  "Senin için muhakkak ki tükenmeyen, yani kesilmeyen ve engellenmeyen bir mükafat vardır" (Kalem, 3) buyurmuştur. Ömürleri eksilttiği ve mazeretleri sona erdirdiği için ölüme de "menûn" denilmiştir. Hoş olmayan "minnet", yani başa kakma da bu babdandır. Çünkü bu tür başa kakma nimeti eksiltir ve onun saflığını bulandırır. "Minnet" insanın başkalarına yapmış olduğu iyiliği açığa vurmasıdır. "Eziyet" ise o kimsenin, onlara vermiş olduğu şey sebebiyle onlardan şikayet etmesidir. (Fahreddin er-Razi)


 لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ 


Ayetin başındaki mevsûlün haberi olarak gelen cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan bu isim cümlesinde,  لَّهُمۡ mahzuf mukaddem habere muteallıktır.  أَجۡرُهُمۡ  ise muahhar mübtedadır.  

Müsnedün ileyhin izafetle marife oluşu, az sözle çok anlam ifade etme amacına matuftur.

عِندَ رَبِّهِمۡ  izafetinde,  هُمۡ  zamirinin  رَبِّ  ismine muzâfun ileyh olması, zamirin ait olduğu kimseler için ve  رَبِّ  ismine muzâf olması  عِندَ  için tazim ve teşrif ifade eder. 

لَّهُمۡ أَجۡرُهُمۡ عِندَ رَبِّهِمۡ  cümlesinin sebep ifade etmesine rağmen başında  فَ  harfinin olmaması ‘sebep budur’ denilmesine ihtiyaç olmayacak kadar sebebin açık olması dolayısıyladır.

Hak Teâlâ'nın:  لَّهُمۡ أَجۡرُهُمۡ عِندَ رَبِّهِمۡ  buyruğunun o kimseden küfrün sadır olmaması şartına bağlandığı hususunda ittifak vardır. Bu da, hususi bir manayı murad etmek için, umumi bir lafızla konuşmanın caiz olduğuna delalet eder. Âmm ifadelerde bu caiz olunca, umumi lafzın "istiğrak"a (umum ifade etmeye) delaleti, kat'i bir delalet olmaz. (Fahreddin er-Razi)

İşte onlar için Allah katında, ayette zikredilen temsil zımnında o büyük mükafatlar vardır. " عِندَ رَبِّهِمۡ [Rableri katında] buyurulması, pek açık bir tekid ve şereflendirme demektir. (Ebüssuûd)

وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

 

Menfi isim cümlesi formunda gelen cümle  وَ ’la makabline atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidâi kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  عَلَیۡهِمۡ  mahzuf habere müteallıktır.

Müsnedün ileyhin tenkiri taklîl ifade etmektedir. Ayrıca nefy siyakında nekre, umum ifade ettiği için “onlar herhangi bir korku türünü hiç bir şekilde hissetmeyeceklerdir” anlamına gelir. 

Ayetin sonunda öncesine matuf olan isim cümlesi  وَلَا هُمۡ یَحۡزَنُونَ , faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede müsnedün ileyhin, fiil cümlesi formunda gelen müsnede takdimi ve nefy harfinin de müsnedün ileyhden önce gelmesi tahsis ifade etmiştir. Bu tahsis onların hiçbir şekilde hüzünlenmeyeceğini ifade ederken başkalarının hüzünleneceğini de ifade etmiş olur.

خَوۡفٌ - یَحۡزَنُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Şayet ‘’korku ile hüzün arasında ne fark vardır?’’ dersen, şöyle derim: Korku, vukuu beklenen bir bela ve musibetten dolayı insana arız olan bir gam ve kederdir. Üzüntü ise fiilen vaki olup gerçekleşen ve yaşanan bir olaydan dolayı insana arız olan şeydir. (Keşşâf)

یَحۡزَنُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. "Ey iman edenler!" şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut - Belagat)

Bakara Sûresi 263. Ayet

قَوْلٌ مَعْرُوفٌ وَمَغْفِرَةٌ خَيْرٌ مِنْ صَدَقَةٍ يَتْبَعُهَٓا اَذًىۜ وَاللّٰهُ غَنِيٌّ حَل۪يمٌ  ...


Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden gönül kırma gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah, her bakımdan sınırsız zengindir, halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir).

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَوْلٌ bir söz (söylemek) ق و ل
2 مَعْرُوفٌ güzel ع ر ف
3 وَمَغْفِرَةٌ ve affetmek غ ف ر
4 خَيْرٌ iyidir خ ي ر
5 مِنْ -dan
6 صَدَقَةٍ sadaka- ص د ق
7 يَتْبَعُهَا peşinden gelen ت ب ع
8 أَذًى eziyet ا ذ ي
9 وَاللَّهُ Allah
10 غَنِيٌّ zengindir غ ن ي
11 حَلِيمٌ halimdir ح ل م

Sadakaya bakış açınızı değiştirecek 7 dakikalık bir video:

“Allah rizasi icin vermek…”

https://youtu.be/-hgpRDj8Bsc

قَوْلٌ مَعْرُوفٌ وَمَغْفِرَةٌ خَيْرٌ مِنْ صَدَقَةٍ يَتْبَعُهَٓا اَذًىۜ


İsim cümlesidir.  قَوۡلࣱ  mübteda olup lafzen merfûdur.  مَّعۡرُوفࣱ  kelimesi  قَوۡلࣱ ’un sıfatıdır.  مَغۡفِرَةٌ  ise atıf harfi  وَ ’la  مَّعۡرُوفࣱ ’a matuftur.  خَیۡرࣱ  haber olup lafzen merfûdur.  مِّن صَدَقَةࣲ  car mecruru  خَیۡرࣱ ’e müteallıktır.  یَتۡبَعُهَاۤ أَذࣰى  cümlesi  صَدَقَةࣲ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  یَتۡبَعُ  merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هَاۤ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  أَذࣰى  elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

خَیۡرࣱ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındadır. İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh’’ denir.  مِنْ  harfi ceriyle kullanılırsa karşılaştırma ifade eder. “Daha” manası verir. Burada  قَوۡلࣱ مَّعۡرُوفࣱ وَمَغۡفِرَةٌ  mufaddalun aleyh,  مِّن صَدَقَةࣲ  ise mufaddaldır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَاللّٰهُ غَنِيٌّ حَل۪يمٌ


İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.  غَنِیٌّ  haberdir.  حَل۪يمٌ  ise ikinci haberdir.  غَنِیٌّ  sıfat-ı müşebbehedir.

قَوْلٌ مَعْرُوفٌ وَمَغْفِرَةٌ خَيْرٌ مِنْ صَدَقَةٍ يَتْبَعُهَٓا اَذًىۜ


Ayet istînafiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin nekre gelişi tazim ifade eder. 

مَغۡفِرَةٌ  mübtedaya matuftur. 

قَوۡلࣱ مَّعۡرُوفࣱ  kelimelerindeki tenkir taklil içindir. Yani; azıcık güzel bir söz eziyet edilerek yapılan sadakadan daha hayırlıdır. (Âşûr)

Sıfatlanmış olduğunda nekrenin mübteda olmasına izin verilir. (İ’râbu’l Müyesser)

یَتۡبَعُهَاۤ أَذࣰىۗ  cümlesi  صَدَقَةࣲ  için sıfattır. Müsbet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidai kelamdır. Cümlede sıfatlar dolayısıyla ıtnâb sanatı vardır.

صَدَقَةࣲ - مَّعۡرُوفࣱ - مَغۡفِرَةٌ - خَیۡرࣱ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

یَتۡبَعُهَاۤ أَذࣰىۗ  ibaresinde tecessüm sanatı vardır. Sanki eziyet sadakanın ardına takılmış gitmektedir.

[Güzel söz söyleme…] Yani senden sadaka isteyen kişiye güzelce söz söylemen, onu hoş bir lisanla karşılaman, ona [ilerisi için] vaatte bulunman, onun için dua etmendir. [Bağışlama…] Yani uygunsuz bir şekilde senden yardım isterse ona müsamaha göstermen veya onun bu davranışını setretmen, onu fakirliği sebebiyle kötülememen, insanların içinde onun ayıbını yüzüne vurmaman ve onu kınamaman demektir. [Arkasından incitme gelen sadakadan daha iyidir.] Yani güzel söz ve bağışlama, önce sadaka verip sonra da başa kakıp eziyet etmenden daha iyidir. Bir görüşe göre “güzel söz ve bağışlama” fakirlere karşı muameleyle ilgili değildir. Ayetin manası şöyledir: Eğer fakirlere yardım etmeniz mümkün olmuyorsa sizler için daha hafif olan bir ameli eda edin. Ki bu da kavl-i ma’rûftur. Kavl-i ma’rûf insanlara güzel söz söylemek, iyiliği emretmek ve hata yapanları affetmektir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)


 وَاللّٰهُ غَنِيٌّ حَل۪يمٌ


Müstenefe cümlesidir. Lafza-i celâl mübteda,  غَنِیٌّ  haberdir.  حَلِیمࣱ  ikinci haberdir. İsme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemal sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet hissettirme kastına matuftur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Allah'ın  غَنِیٌّ  ve  حَلِیمࣱ  şeklindeki haberlerinin tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

غَنِیٌّ - حَلِیمࣱ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.  

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

وَٱللَّهُ غَنِیٌّ حَلِیمࣱ  cümlesi müminleri bu iki sıfatla ahlaklandırmak için Allah’ın bu iki sıfatını hatırlatmak için gelmiş tezyildir. (Âşûr)

وَٱللَّهُ غَنِیٌّ  [Allah zengindir.] Yani Allah sizin sadakalarınıza ihtiyaç duymaz. Allah size sadakayı kendi ihtiyacı için değil, sizin menfaatiniz için emretmiştir.  حَلِیمࣱ  [Halîmdir.] Yani Allah, sadaka verip ardından eziyet ettiniz diye size hemen ceza vermez. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

Allah zengindir, yani sensiz de onun ihtiyacını karşılar ve Halîmdir (sana mühlet verir, teenni eder).  غَنِیٌّ  ismi, zengine zenginliğiyle faydalandırmasını, fakire de ihtiyacını gizleyip müstağni olmasını bildirir.  حَلِیمࣱ  sıfatı da zengine infak ettiği kişiye saygılı olmasını, fakire de zengine kızmamasını bildirir.


Bakara Sûresi 264. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَالْاَذٰىۙ كَالَّذ۪ي يُنْفِقُ مَالَهُ رِئَٓاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ فَاَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْداًۜ لَا يَقْدِرُونَ عَلٰى شَيْءٍ مِمَّا كَسَبُواۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ  ...


Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı hâlde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir. Onlar kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا iman edenler ا م ن
4 لَا
5 تُبْطِلُوا boşa çıkarmayın ب ط ل
6 صَدَقَاتِكُمْ sadakalarınızı ص د ق
7 بِالْمَنِّ başa kakmakla م ن ن
8 وَالْأَذَىٰ ve eziyet etmekle ا ذ ي
9 كَالَّذِي gibi
10 يُنْفِقُ infak eden ن ف ق
11 مَالَهُ malını م و ل
12 رِئَاءَ gösteriş için ر ا ي
13 النَّاسِ insanlara ن و س
14 وَلَا
15 يُؤْمِنُ inanmayan ا م ن
16 بِاللَّهِ Allah’a
17 وَالْيَوْمِ ve gününe ي و م
18 الْاخِرِ ahiret ا خ ر
19 فَمَثَلُهُ öylesinin durumu م ث ل
20 كَمَثَلِ benzer ki م ث ل
21 صَفْوَانٍ şu kayaya ص ف و
22 عَلَيْهِ üzerinde bulunan
23 تُرَابٌ toprak ت ر ب
24 فَأَصَابَهُ ona isabet etttiğinde ص و ب
25 وَابِلٌ bir sağnak (yağmur) و ب ل
26 فَتَرَكَهُ onu bırakır ت ر ك
27 صَلْدًا sert bir taş halinde ص ل د
28 لَا
29 يَقْدِرُونَ (Böyleleri) elde edemezler ق د ر
30 عَلَىٰ hiçbir
31 شَيْءٍ şey ش ي ا
32 مِمَّا şeylerden
33 كَسَبُوا kazandıkları ك س ب
34 وَاللَّهُ Allah
35 لَا
36 يَهْدِي doğru yola iletmez ه د ي
37 الْقَوْمَ toplumunu ق و م
38 الْكَافِرِينَ kafirler ك ف ر

Ahlaki temelden ve samimiyetten yoksun olan her davranış, gerçekte oldukça yüzeyseldir. Tıpkı üzeri ince bir toprak tabakası ile örtülmüş bir kaya gibi. Aslında ideal bir bahçe ya da tarla görünümü veren bu yerin toprağını sıyırdığınızda altından katı ve gerçek yüzü çıkar. Meğerse o hiçbir şeyin ekilemeyeceği, ekilse dahi bitemeyeceği bir kaya değil miymiş!

Özetle: Allah kendisine karşı kullanacağınız her maskeyi kayanın toprağını yağmurla sıyırdığı gibi sıyırıp atar.

Riyazus Salihin, 795 Nolu Hadis

Ebû Zer radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Üç sınıf insan vardır ki,  Allah Teâlâ kıyamet gününde onlarla konuşmaz, onların yüzüne bakmaz ve kendilerini temize de çıkarmaz. Onlar için can yakıcı bir azâb vardır.”

Hadisin râvisi diyor ki:

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu sözünü üç defa tekrarladı. Bunun üzerine Ebû Zer :

– Ziyana uğradılar ve zarar ettiler; onlar kimlerdir yâ Rasûlallah? dedi. Rasûl-i Ekrem şöyle buyurdu:

“Elbisesinin eteğini yerde sürüyen, yaptığı iyiliği başa kakan ve  ticaret malını yalan yere yeminle satmaya çalışan kimsedir.”

Müslim’in bir başka rivayetinde: “Kaftanını sürüyen” denilmiştir. (Aynı numaralı hadisin, aynı yerde bir başka tarikidir)

Müslim, Îmân l71. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 25; Nesâî, Büyû 5

Ayeti Kerimedeki safvân kelimesi düz kaya parçası manasında kullanılmıştır.

Vâbil iri taneli sağanak yağmur demektir. Ağırlık manası düşünülerek zararından korkulan şeye vebâl denmiştir. 

Saldâ kelimesi Kur’ân’da yalnızca bu Ayeti Kerimede geçmiştir. Bitki bitirmeyen sert bir kaya manasındadır. Bir şey bitirmeyen her şeye Arapça'da sald denir. (Müfredat)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَالْاَذٰىۙ كَالَّذ۪ي يُنْفِقُ مَالَهُ رِئَٓاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ


يَٓا  nida harfidir. اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  ٱلَّذِینَ  münadadan sıfat veya bedeldir.

İsm-i mevsûlun sılası  ءَامَنُوا۟ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. ءَامَنُوا۟  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.

Nidanın cevabı  لَا تُبۡطِلُوا۟ صَدَقَـٰتِكُم ’dur.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُبۡطِلُوا۟  fiili  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. صَدَقَاتِ  mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesredir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِٱلۡمَنِّ car mecruru  تُبۡطِلُوا۟  fiiline müteallıktır.  بِ  harfi ceri sebebiyyedir.  ٱلۡأَذَىٰ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  ٱلۡمَنِّ ’ya matuftur.  أَذࣰى  elif üzere mukadder kesre ile mecrurdur

كَ , harfi cerdir.  مثل  (gibi) manasındadır. Mahzuf masdarın sıfatı olarak mahallen mansubtur. Takdiri;  إبطالا مثل إبطال الذي ينفق (İnfak edilen şeyin iptali gibi iptal ederek) şeklindedir. Veya  تبطلوا  fiilindeki  و ‘dan haldir. Takdiri; لا تبطلوا صدقاتكم مشابهين الذي ينفق ماله رئاء الناس  (Malını insanlara gösteriş için harcayan kimse gibi, sadakanızı boşa çıkarmayın) şeklindedir. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  ٱلَّذِی , mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  یُنفِقُ مَالَهُۥ ’dır.  یُنفِقُ  muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  مَالَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  رِئَاۤءَ  sebebiyet bildiren mefulün lieclihtir.  ٱلنَّاسِ muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.

Mef’ûlün lieclih izafet terkibi halinde gelirse harfi cerli veya harfi cersiz gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

و  atıf harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. یُؤۡمِنُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  بِاللّٰهِ  car mecruru  يُؤْمِنُ  fiiline müteallıktır. الْيَوْمِ  atıf harfi  وَ ’la  اللّٰهِ  lafzına matuftur. الْاٰخِرِ  kelimesi  الْيَوْمِ ’nin sıfatıdır. Cümle olarak kendinden önceki sıla cümlesine matuftur.

Şayet “Nasıl oluyor da önce  كَٱلَّذِی یُنفِقُ [gösteriş için infak eden kişi] diyor, daha sonra da  لَّا یَقۡدِرُونَ [hiçbir şey elde edemezler’ diyor?]  dersen, şöyle derim: “İnfak eden kişi” ifadesi ile cins ya da grup kastedilmiştir. Zira  مَنْ  ve  اَلَّذِي  ifadeleri birbirlerinin yerine kullanılırlar; dolayısıyla burada sanki  اَلَّذِي يُنْفِقُ  ifadesi ile  مَنْ يُنْفِقُ ifadesi kastedilmiştir. [Bu da tekil formun ardından çoğul form kullanımını mümkün kılar.] (Keşşâf)

فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ فَاَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْداًۜ


İsim cümlesidir.  فَ  ta’liliyyedir. İstînâfiyye olması da caizdir. مَثَلُهُۥ  mübtedadır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

كَ  teşbih ve cer harfidir. كَمَثَلِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. صَفۡوَانٍ  muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.  عَلَیۡهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. تُرَابࣱ  muahhar mübtedadır. عَلَیۡهِ تُرَابࣱ  cümlesi  صَفۡوَانٍ  kelimesinin sıfatı olup mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir. أَصَابَهُۥ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. وَابِلࣱ  fail olarak merfûdur. فَ  atıf harfidir. تَرَكَهُۥ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. صَلۡدࣰا  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.    

 

 لَا يَقْدِرُونَ عَلٰى شَيْءٍ مِمَّا كَسَبُواۜ


Cümle istînâfiyye olarak gelen fiil cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. یَقۡدِرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzaridir. عَلَىٰ شَیۡءࣲ  car mecruru یَقۡدِرُونَ  fiiline müteallıktır.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  مِنْ  harfi ceriyle birlikte  شَیۡءࣲ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  كَسَبُوا۟ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur. كَسَبُوا۟  damme üzere mebni mazi fiildir. 

Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.


وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ


İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.
لَا يَهْدِي  haber olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَهْدِي  fiili,  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. الْقَوْمَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. ٱلۡكَـٰفِرِینَ  kelimesi  الْقَوْمَ ’nin sıfatı olup nasb alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْكَافِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كفر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَالْاَذٰىۙ كَالَّذ۪ي يُنْفِقُ مَالَهُ رِئَٓاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı olan ... لَا تُبۡطِلُوا۟ صَدَقَـٰتِكُم  cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

ٱلَّذِینَ  münadadır. Sılası  ءَامَنُوا۟  mazi fiil sıygasında faidei-i haber ibtidai kelamdır.

İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez. İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır. 

Has ism-i mevsûl  ٱلَّذِی , teşbih harfi  كَ  sebebiyle mecrur mahalde mahzuf hale mütellıktır. Mevsûlün sıla cümlesi, müsbet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette, sadakalarını eza ve başa kakmak suretiyle geçersiz hale getirenler,  insanlara gösteriş yaparak infak eden, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan kimselere benzetilmiştir. Temsilî bir teşbihtir.

Teşbihin anlamı, sadakaları sevap arayarak veren ve sadakalarının peşinden eziyet ve zarar veren bazı Müslüman hayırseverleri, ahiret sevabını istemeyen paralarını sadece gösteriş ve övgü için harcayan inkarcılara benzetmektir. (Âşûr) 

Vech-i şebeh; kendilerine verilen şeylerden infak ederek nefislerinde olan ve ahirette telafi edilemeyecek zayıfları aşağılama ve eziyet etme sevgisini tedavi etmeyerek faydalanmamaktır. (Âşûr)  


Şayet “Nasıl oluyor da önce  كَٱلَّذِی یُنفِقُ  [gösteriş için infak eden ayet kişi] diyor, daha sonra da  لَّا یَقۡدِرُونَ [hiçbir şey elde edemezler’ diyor?]  dersen, şöyle derim: “İnfak eden kişi” ifadesi ile cins ya da grup kastedilmiştir. Zira  مَنْ  ve  اَلَّذِي  ifadeleri birbirlerinin yerine kullanılırlar; dolayısıyla burada sanki  اَلَّذِي يُنْفِقُ  ifadesi ile  مَنْ يُنْفِقُ ifadesi kastedilmiştir. (Bu da tekil formun ardından çoğul form kullanımını mümkün kılar.) (Keşşâf ve Âşûr)

ٱلۡمَنِّ - ٱلۡأَذَىٰ  ve  صَدَقَـٰتِكُم - یُنفِقُ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

یَـٰۤأَیُّهَا ٱلَّذِینَ ءَامَنُوا۟  şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Çeşitli tekit türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  أَیُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’ânî, S. 43)

ءَامَنُوا۟  ve  لَا یُؤۡمِنُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb vardır.

‘’Ey iman edenler!’’ nidasından sonra önemli bir konunun gelmesi beklenir.

Burada iltifat vardır. Gıyabi üsluptan muhataba dönülmüştür. Bu yasağı yerine getirmenin lüzumunu mübalağalı olarak ifade etmek içindir. (Ebüssuûd)

261. ayette infakın bire yüz verdiğini söylemişti, burada da yapılan infakın niyete ve arkadan yapılan davranışlara bağlı olarak tamamen yok olduğu söylenmiş, tam tersi bir durum ifade edilmiştir. Bu ayet adeta 261. ayetin mukabili gibidir. Orada, bir habbenin nasıl arttığı anlatılmıştı. Burada da nasıl yok olduğu anlatılmıştır. Mukabele vardır. 

Sadaka verip başa kakan veya eziyet eden kimse fayda görmeme bakımından Allah’a iman etmeyen, yeniden dirilmeyi ve ahireti tasdik etmeyen kâfir gibidir. O sadece insanlara gösteriş yapmak için sadaka verir ve bundan da bir yarar görmez. Gösteriş yapmak; sevaptan mahrum kalmak için yeterli bir vasıftır. Bu ayetteki  لَا یُؤۡمِنُ [İman etmez.] ifadesi gibi münafıklar hakkında da şöyle buyrulmuştur:  قُلْ اَنْفِقُوا طَوْعًا اَوْ كَرْهًا لَنْ يُتَقَبَّلَ مِنْكُمْۜ  [De ki: İster kendi iradenizle ister zorla infak edin sizden kabul edilmez.] (Tevbe 9/53) Kâfirler hakkında ise şöyle buyrulmuştur:  وَمَا مَنَعَهُمْ اَنْ تُقْبَلَ مِنْهُمْ نَفَقَاتُهُمْ اِلَّٓا اَنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللّٰهِ وَبِرَسُولِه۪ [Onların sadakalarının kabul edilmemesinin sebebi Allah’ı ve peygamberi inkâr etmeleridir.] (Tevbe 9/54) Bu iki vasıf bir araya geldiğinde o kişi mahrum kalmaya daha ziyade müstahaktır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

 

فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ فَاَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْداًۜ 


فَ  istînâfiyyedir. Cümle isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مَثَلُهُ  mübtedadır. Car-mecrur  كَمَثَلِ  mahzuf habere müteallıktır. 

عَلَیۡهِ تُرَابࣱ  cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrurun müteallakı olan mukaddem haber, mahzuftur. 

فَ  ile makabline atfedilen mazi fiil cümlesi  فَأَصَابَهُۥ وَابِلࣱ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Yine  فَ  ile atfedilmiş müteakip  فَتَرَكَهُۥ صَلۡدࣰاۖ  cümlesi de aynı formda gelmiş fiil cümlesidir.

كَمَثَلِ صَفۡوَانٍ عَلَیۡهِ تُرَابࣱ [Üzerinde toprak bulunan düz taş gibi.....] Burada temsilî teşbih vardır. Çünkü vech-i şebeh birkaç tanedir. Bu teşbihi şöyle açıklayabiliriz: 

Görünen amel=Toprak.

Başa kakan ve inciterek veren münafık=Sert kaya.

Eziyetli ve riyalı, minnetle verilen sadaka= Altı taş olan toprağa ekilen ekin.

Kıyamet günü=Şiddetli yağmur.

Kıyamet günü geldiğinde bütün bu sadakalar şiddetli yağmurun pürüzsüz bir taş üzerindeki toprağı giderdiği gibi kaybolur ve boşa çıkar. İnsanlar zahiren kayanın üzerinde görünen toprak gibi bu insanların amelini de güzel görürler. O gün bu amellerin Allah’ın rızası için yapılmadığı ortaya çıkar.

Malını insanlara gösteriş için infak eden kâfirin hali üzerinde toprak olan bir kayaya benzetilmektedir. Yani bakan onu ekime uygun verimli toprak olarak düşünür. Kelamın takdiri:  عَلَيْهِ تُرابٌ صالِحٌ لِلزَّرْعِ  üzerinde ekime uygun toprak olan şeklindedir. Toprağın sıfatı îcaz için hazfedilmiştir. İnsanlar toprak deyince yağmuru görünce içindeki tohumu yeşertip büyüteceğini düşünür. Çiftçi böyle bir kaya üzerindeki toprağa ekini eker ve toprağa sağanak yağmur yağarsa çiftçi mahsulünün artacağını umarken su kayanın üzerindeki toprağı silip süpürür ve geride hiçbir şey bırakmaz. Cascavlak bir kaya kalır ve çiftçinin hayalleri yıkılır gider. (Âşûr)

فَمَثَلُهُۥ  sözündeki  هُ  zamiri hususunda iki görüş vardır:

1) Bu zamir, münafığa racidir. Buna göre mana şöyle olur: "Allahu Teâlâ başa kakıp inciterek sadaka veren kimseyi, münafığa; münafığı da o taşa benzeterek, ‘’...bir taşın hali gibi." buyurmuştur. 

2) Kaffâl (rh) şöyle demiştir: "Bunda bir ihtimal daha bulunur, o da şu manadır: Kulların amelleri, kıyamet günü onların azıklarıdır. Binaenaleyh kim ihlas ile amel ederse, sanki kat kat verecek olan bir toprağa tohum ekmiş, vakti gelince biçeceği ve ihtiyaç duyduğu zaman yanında bulacağı şekilde o tohum bitmiş gibi olur. Münafığın ektiği yer ise, çıplak kayadır. Malumdur ki, onun üzerinde hiçbir şey bitmez ve o kayanın üzerinde tohumu kabul edecek bir şey bulunmaz. (Fahreddin er-Razi)

 لَا يَقْدِرُونَ عَلٰى شَيْءٍ مِمَّا كَسَبُواۜ 


İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

شَیۡءࣲ ’deki tenvin, kıllet içindir. Olumsuz siyakta nekre, umum ifade ederek kazanç olarak hiçbir şey elde edemediklerini belirtir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûlün başındaki harf-i cerle birlikte muteallakı, شَیۡءࣲ ’in mahzuf sıfatıdır.

Mevsûlün sılası olan  كَسَبُوا۟ۗ ; faide-i haber ibtidaî kelam olan mazi fiil cümlesidir.

ٱلَّذِی ’deki müfred zamirden  یَقۡدِرُونَ ‘de cemi zamire iltifat edilmiştir.

Allahu Teâlâ'nın  لَّا یَقۡدِرُونَ عَلَىٰ شَیۡءࣲ مِّمَّا كَسَبُوا۟ۗ  [(Onlar) kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler] buyruğuna gelince, buradaki "onlar" zamirinin nereye raci olduğu hususunda iki görüş vardır:

1) Bu, zikredilmeyen bir maluma racidir. Yani, mahlukattan hiç kimse o dümdüz taş üzerinde bulunan toprağa atılmış olan tohuma güç yetiremez. Çünkü toprak kayadan kayıp gitmiştir ve orada tohum da kalmamıştır. Böylece de hiç kimse o tohumdan istifade edememiştir. Başa kakarak inciten münafık kimselerin hiçbiri de kıyamet gününde, yapmış olduğu amelden istifade edemez.

2) Bu zamirin, Hak Teâlâ'nın ifadesine raci olmasıdır. Bu ifadenin gelmesi, bu manadan dolayıdır. Çünkü Hak Teâlâ'nın ifadesi ile, ancak cins olan şeye işaret edilmektedir. Cins ise, umum hükmündedir. Kaffâl (ra) burada bir üçüncü vechin bulunduğunu söylemiştir ki, o da bu ifadenin, "Sadakalarınızı başa kakmak ve incitmek suretiyle heder etmeyin" ayetiyle ilgili olmasıdır. Çünkü siz böyle yaptığınızda, kazandığınız şeylerden hiçbir şey elde edemezsiniz. Böylece muhataptan gaibe dönülmüş olur. Bu, Hak Teâlâ'nın tıpkı  حَتّٰٓى اِذَا كُنْتُمْ فِي الْفُلْكِۚ  [Güzel bir rüzgarla gemiler onları kaydırıp götürdüğü zaman] (Yunus, 22) ayeti gibidir. (Burada da muhataptan, gaibe geçilmiştir.) (Fahreddin er-Razi)


وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ


وَ  istînâfiyyedir. Menfi fiile isnad edilmiş isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Allah Teâlâ kâfir kavmi hidayete erdirmeyeceğini isim cümlesi formuyla bildirmiştir. İsim cümlesi sübut ifade eder.

ٱلۡقَوۡمَ  , ٱلۡكَـٰفِرِینَ ‘in sıfatıdır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması ve tekrarlanması, kalplere telezzüz, teberrük ve korku duyguları salmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler. 

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. 

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

Bu tezyîl inkar edenlerin hallerinin kendi amellerine nüfuz etmesinden müminleri uyarmak içindir. Çünkü onların (kâfirlerin) hallerinde infak ettiklerini başa kakma ve eziyet verme vardır. (Âşûr)

ٱلۡكَـٰفِرِینَ - ءَامَنُوا۟  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

ٱلَّذِینَ - ٱلَّذِی ,  یُؤۡمِنُ -  ءَامَنُوا۟  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

[Allah kâfirler kavmine hidayet etmez] sözü söylenmiş, bu sözün melzumu olan “Onların sadakalarını kabul etmez” manası kastedilmiştir.


Günün Mesajı
Bu ayet ölülerin nasıl diriltildiğini aynel yakîn görmek isteyen İbrahim peygamberle Rabbi arasında geçen bir diyalogdur. Ayette bir mucizenin gerçekleşmesi anlatılır. Bu ayette İbrahim (as) ölüleri nasıl diriltileceğini görmek istemektedir. Bunun için sorusunu da nasıl manasındaki كَيْفَ (nasıl) edatı ile sormuştur. Allah’ın kendisine inanmadın mı? sorusunu tevcih etmesinden, O’nun, Allah’ın kudretinden şüphe içerisinde olduğunu anlamak yanlıştır. Çünkü كَيْفَ (nasıl) edatı, keyfiyetten sual için geldiği gibi aciz görmek anlamında da kullanılır. Bu ayette de Allah Teala, Hz. İbrahim’in (as) sorduğu soru ile böyle bir manayı kast etmiş olma şaibesinden onu kurtarmak ve ona ''İnandım'' sözünü söylettirmek için “inanmadın mı?” sorusunu sormuştur. Yakîn, yani kesin bilgi üç mertebedir: ilme'l yakîn, ayne'l yakîn, hakke'l yakîn. Her akıl sahibi ölümün ne olduğunu bilir. Fakat bu bilgi ilme'l yakîn düzeyindedir. Son nefeste ölüm meleğini gördüğü zaman, bilgi ayne'l yakîn olur. Nihayet ölümü tattığı zaman, hakke'l yakîn hâline gelir. (Ebüssuûd) Âyetin işari tefsiriyle alakalı şu izah yapılabilir. Hz. İbrâhim, bu sualiyle Allahtan kalbinin ihyasını istemiştir. Allah Teâlâ da ona, gönlünün başka yere olan bağlantılarını kesmesi gerektiğini haber vermiştir. Buna göre dört kuş ile nefiste bulunan dört kötü sıfata işaret edilmiştir. Tavus zineti, karga uzun emeli, horoz şehveti ve kartal da hırsı temsil etmektedir. Dolayısıyla mücâhedeyle ve riyazatla nefsinin bu mezmüm sıfatlarını boğazlayamayanlar, müşâhedeyle kalbini diriltme imkânı bulamazlar. (Kuşeyri, Letaifül İşarat 1, S. 121) Nefsin her türlü kötü sıfatlarını temizleyerek kalb-i selim ve iman-ı kâmile ulaşabilmek, böylece Allah'ın yaratmak, diriltmek, öldürmek gibi kainattaki ilâhi kudret akışlarını seyredebilmek için en güzel çare Allah yolunda cömertçe infakta bulunmaktır. Nitekim bu ayetin devamında gelen ayetler bu hususu pek etkili ve dikkat çekici örneklerle anlatır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Dünyanın en sakin köşelerinden birine düşünmek için çekiliyorum. Düşüncelerim kendi iç alemimden, dış aleme doğru akarken her adım başı, muhabbetle karşılaşıyorum. 

Yaratılmış her düzenin, kendi içindekilerle ve dışındaki diğer düzenlerle bir muhabbeti var. Muhabbetle yaratılmış her düzen, muhabbetle sürdürüyor yaşamını.

Mü’minin ulaşabileceği en güzel mertebe: baktığı her şeyde ve yaptığı her amelde Rabbini hatırlatan muhabbeti görebilmek. Bunu bilen kul, yaptığı her işin karşılığını – olması gerektiği gibi – yalnız Allah’tan bekler. Çünkü muhabbetlerin en güzeli, O’na olandır ve O’ndan gelendir. 

Her amelde olduğu gibi infak etmekte de muhabbet gizlidir. Sevdiğin bir şeyi, sevdiğin ve sevgisini umduğun Rabbin için severek vermektir. Bunu yapabilenin kalp gözleri, malını infak ettiği kulun tepkisini irdelemez. Belki en fazla dile getirmeden, hissettirmeden ve incitmeden, o kişinin halinin değişmesi için dua eder. Çünkü yapılanı görüp dua ile teşekkür etmekte de muhabbet vardır. 

Rabbim! Muhabbetle doldur kalplerimizi. Muhabbetsizlikten uzak tut hallerimizi. Muhabbet duyduklarınla karşılaştır bizleri.

Muhabbetle yarattığın alemde, muhabbetini hissederek yaşayanlardan, 

Baktığı her noktada ve yaptığı her amelde muhabbetini keşfedenlerden,

Her şeyin sonunda, Senin muhabbetine ve muhabbet ettiklerine kavuşanlardan olmamızı nasip et. ()

***

Boş ya da dolu, zararlı ya da faydalı, önemsiz ya da gerekli farketmez; insan düşünen bir varlıktır. Yapılan araştırmalara göre, gün içerisinde, bir insanın aklından ortalama 50 bin civarı düşünce geçip gitmektedir. Bu sayının 70 binlere ulaşabildiği gibi 20 binlere kadar düşebildiği de söylenir.


Yalnız, insanın düşündüklerinin %80’i olumsuz ve %95’i tekrarlayan düşüncelerden oluşur. Yani ne yazık ki, zamanının çoğu faydasız düşüncelere harcanır. Bu hal, kontrol edilmediğinde ya da daha doğru bir ifade ile düşünce akışına doğru bir yön verilmediğinde zihinsel, bedensel ve ruhsal yorgunluklara sebep olur.

Kişi, hayatının her yönünü, İslam’a uygun yaşasa, olumsuzların çoğundan arınır. Yasak oluşundan dolayı gıybetten sakınan bir kul, anlatamayacağı için birçok yükten arınır. Allah’ın rızasını gözeterek devamlı bulunduğu ana dönüş yapmak için geçmişin keşkelerini tövbelere ve geleceğin endişelerini dualara sararak zararlıyı faydalıya çevirir. Dili ile kalbini, zikre ve şükre alıştırınca, zahmetteki rahmeti görmeye ve her yerde Rabbini hatırlamaya başlar.

Bu mücadele ölene kadar devam eder. Zira, yeryüzü belirsizliklerle doludur ve her bilginin delilini görmek ya da şahsen deneyimlemek mümkün değildir. Bu yüzden vesveselerle uğraşmak, imtihan dünyasının bir parçasıdır. Kalbin, tam anlamıyla mutmain olmasını beklemek ya da dünyalıklara uymayan bir huzurun peşinden koşmak anlamsızdır. Kalbin tatmin derecesini arttırmak için doğru bilgilerle (Kur’an ve sünnet) donanmak gerekir.

Hz. İbrahim (ra)’ın, Allah’tan, ölüleri nasıl dirilttiğini göstermesini talep edişini buyuran ayeti bilen bir müslüman, şunu da öğrenmiş olur: kalbin inandıklarını ve aklın kabul ettiklerini dünya bedeniyle hissedemeyen veya yaşayamayan insana gelen düşünceler; belki kalbinin huzurunu kaçırır ve zihnini yorar ama aslında inanmaya ve bilmeye zararı yoktur. Böylece, insan aklına her gelen düşünceden korkmamayı öğrenir, gelip gitmesine izin verir ve ardından hakikat ile meşgul olmaya yönelir.

Ey Allahım! Hayatımızı kolaylık, ferahlık ve huzur sebebi olacak hayırlarla doldur. Bizi, iki cihanda da, hayrımıza ve selametimize vesile olacak hayırlı duygu, düşünce ve amellerle meşgul eyle. Benliklerimizi, vesveselere yenik düşmekten ve ayağımızı kaydıracak hallerden muhafaza buyur. Zikrinle ve kelamınla, kalplerimizi mutmain ve imanlarımızı sağlam kıl. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji