25 Nisan 2024
Bakara Sûresi 265-269 (44. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Bakara Sûresi 265. Ayet

وَمَثَلُ الَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمُ ابْتِغَٓاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِ وَتَثْب۪يتاً مِنْ اَنْفُسِهِمْ كَمَثَلِ جَنَّةٍ بِرَبْوَةٍ اَصَابَهَا وَابِلٌ فَاٰتَتْ اُكُلَهَا ضِعْفَيْنِۚ فَاِنْ لَمْ يُصِبْهَا وَابِلٌ فَطَلٌّۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ  ...


Allah’ın rızasını kazanmak arzusuyla ve kalben mutmain olarak mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yüksekçe bir yerdeki güzel bir bahçenin durumu gibidir ki, bol yağmur alınca iki kat ürün verir. Bol yağmur almasa bile ona çiseleme yeter. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَثَلُ durumu da م ث ل
2 الَّذِينَ kimselerin
3 يُنْفِقُونَ infak eden ن ف ق
4 أَمْوَالَهُمُ mallarını م و ل
5 ابْتِغَاءَ kazanmak ب غ ي
6 مَرْضَاتِ rızasını ر ض و
7 اللَّهِ Allah’ın
8 وَتَثْبِيتًا ve kökleştirmek için ث ب ت
9 مِنْ
10 أَنْفُسِهِمْ kendilerindekini (imanı) ن ف س
11 كَمَثَلِ benzer م ث ل
12 جَنَّةٍ bir bahçeye ج ن ن
13 بِرَبْوَةٍ tepe üzerinde bulunan ر ب و
14 أَصَابَهَا değince ص و ب
15 وَابِلٌ bol yağmur و ب ل
16 فَاتَتْ veren ا ت ي
17 أُكُلَهَا ürününü ا ك ل
18 ضِعْفَيْنِ iki kat ض ع ف
19 فَإِنْ eğer
20 لَمْ
21 يُصِبْهَا değmese bile ص و ب
22 وَابِلٌ yağmur و ب ل
23 فَطَلٌّ çisinti olur ط ل ل
24 وَاللَّهُ Allah
25 بِمَا şeyleri
26 تَعْمَلُونَ yaptıklarınız ع م ل
27 بَصِيرٌ görmektedir ب ص ر

“Meyveyi iki misli vermek” ifadesini ,zor zamanlarda infak edenlere iki kat ecir vardır şeklinde de okuyabiliriz.

Hadid suresi 10.ayet de bunu destekler niteliktedir.Fetihten önce harcayanlarla,sonra harcayanların derecesinin bir olmadığını söyler…

“Size ne oluyor da, Allah yolunda harcama yapmıyorsunuz? Hâlbuki göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. İçinizden, fetihten (Mekke fethinden) önce harcayanlar ve savaşanlar, (diğerleri ile) bir değildir. Onların derecesi, sonradan harcayan ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah, hepsine de en güzel olanı (cenneti) va’detmiştir. Allah, bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”

Kuranda;

Vallahu bima tamelune basir

Vallahu habirun bima tamelun

Vallahu basirun bima tamelun

Vallahu habirun bima yamelun

ifadelerini tekraren görürsünüz..Kalple ilgili hususlarda yani takva,samimiyet,iman dan bahsediliyorsa önce Allahın basir (görücü) veya habir (haberdar) olduğu önce sizin yaptıklarınız ve amelleriniz sonra gelir. Fiiliyat ile ilgili hususlarda, infak, sadaka, hicret, savaş vb. de önce yaptıklarımız ve amellerimiz gelir aynı bu ayetteki gibi “bima teamelune basir”

وَمَثَلُ الَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمُ ابْتِغَٓاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِ وَتَثْب۪يتاً مِنْ اَنْفُسِهِمْ كَمَثَلِ جَنَّةٍ بِرَبْوَةٍ اَصَابَهَا وَابِلٌ فَاٰتَتْ اُكُلَهَا ضِعْفَيْنِۚ


İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. مَثَلُ  kelimesi mübteda olup aynı zamanda muzâftır. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  ٱلَّذِینَ  mahallen mecrur olup, muzâfun ileyhtir. İsm-i mevsûlun sılası  یُنفِقُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

یُنفِقُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. أَمۡوَ ٰ⁠لَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمۡ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ٱبۡتِغَاۤءَ sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclih olup fetha ile mansubdur  مَرۡضَاتِ  kelimesi muzâfun ileyh olup cer alameti kesradır. Çünkü cemi müennes salim kelimeler kesra ile nasb ve cer olurlar.  ٱللَّهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.

وَ  atıf harfidir. تَثۡبِیتࣰا  kelimesi  ٱبۡتِغَاۤءَ ’ye matuftur. مِّنۡ أَنفُسِ  car mecruru  تَثۡبِیتࣰا ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. Takdiri;  تثبيتا كائنا من أنفسهم  şeklindedir. Muttasıl zamir  هُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

 كَ  harfi  مِثْلِ  (gibi) manasındadır. كَمَثَلِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.  مَثَلِ  muzâfun ileyhtir.  جَنَّةِۭ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  بِرَبۡوَةٍ  car mecruru  رَبۡوَةٍ ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir.

أَصَابَهَا  cümlesi  جَنَّةِۭ  kelimesinin hali olarak mahallen mansubtur.  أَصَابَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. وَابِلࣱ fail olup lafzen merfûdur. 

فَ  atıf harfidir.  اٰتَتْ   fiili iki sakin harfin birleşmesi dolayısıyla hazfedilmiş elif üzerine mukadder fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.  أُكُلَ  mef’ûlun bih fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ضِعۡفَیۡنِ hal olup olup müsenna olduğu için  ي  ile mansubdur. İkinci mef’ûl mahzuftur. Takdiri;  صاحبها  şeklindedir.

مِّنۡ أَنفُسِهِمۡ  ifadesindeki  مِنْ, birinci yoruma göre tebîz(kısmîlik) ifade eder. Bu durumda bu harf tıpkı  هَزَّ مِنْ عِطْفِهِ [bir tarafı titredi] ve  حَرَكَ مِنْ نَشَاطِهِ [canlılığını kısmen harekete geçirdi] ifadelerindeki  مِنْ  gibidir. İkinci yoruma göre ise, ibtidaiyyedir, başlangıç / kaynak ifade eder ki  حَسَدًا مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِهِمْ [hasetlerinden dolayı (Bakara 2/109)] ayetinde bunun bir örneği söz konusudur. Ayrıca anlamın,  تَثْبِيتًا مِنْ اَنْفُسِهِمْ عِنْدَ الْمُؤْمِن۪ينَ [kendilerini müminlere ihlaslı gerçek birer mümin olarak göstermek için] şeklinde olması da mümkündür. Mücâhid b. Cebr ’in [v.103/721] bu ifadeyi,  تَبْيِينًا مِنْ اَنْفُسِهِمْ  kendilerinden bir beyan olmak üzere] şeklinde okumuş olması bu manayı teyit eder.

Şayet مِنْ ’in tebyîd (kısmîlik) ifade etmesi ne manaya gelir?” dersen, şöyle derim: Bunun manası şudur: Allah rızası için malından harcama yapan kimse, nefsinin bir kısmını sabit kılmış olur; hem malını hem canını veren ise nefsinin tamamını sabit kılmış olur. Bu durum  وَتُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْۜ [Siz Allah ve Resûlüne iman edersiniz; mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz.” [Saff 61/11] ayetinde de ifade edilmiştir. (Keşşâf)

 

 فَاِنْ لَمْ يُصِبْهَا وَابِلٌ فَطَلٌّۜ

 

فَ  atıf harfidir. اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezmeder. Şart fiilidir.  لَمۡ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. یُصِبۡهَا  şart fiilidir. Meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  وَابِلࣱ  fail olup lafzen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  طَلࣱّ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri;  مصيبها (Musibeti) veya  الذي يصيبها (İsabet eden şey) şeklindedir.    


 وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ


İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. ٱللَّهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. مَا müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harfi ceriyle بَصِیرٌ’e müteallıktır.

İsm-i mevsûlun sılası  تَعْمَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. بَصِیرٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. 

وَمَثَلُ الَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمُ ابْتِغَٓاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِ وَتَثْب۪يتاً مِنْ اَنْفُسِهِمْ كَمَثَلِ جَنَّةٍ بِرَبْوَةٍ اَصَابَهَا وَابِلٌ فَاٰتَتْ اُكُلَهَا ضِعْفَيْنِۚ


Ayet önceki ayete atfedilmiştir. Cihet-i camiâ tezattır. 

Sübut ifade eden isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan  ٱلَّذِینَ ’nin muzâfı mahzuftur. Takdiri; ... نفقة الذين (...ların nafakası) şeklindedir.

Muzari fiil sıygasıyla gelen sıla cümlesi ... یُنفِقُونَ أَمۡوَ ٰ⁠لَهُمۡ , faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ٱبۡتِغَاۤءَ مَرۡضَاتِ ٱللَّهِ  ibaresi izafet şeklinde gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir. مَرۡضَاتِ , lafza-i celâle muzaf olması sebebiyle şan ve şeref kazanmıştır.Nefis ne kadar serbest bırakılırsa o kadar şımarır. Sonuçta tembelliğe, cimriliğe alışır. Mala düşkün olur, hayır yerlere sarf etmez. Oysa nefse, bedenî ve malî ibadetleri yükleyip ve çeşitli görevler verildiği takdirde, boyun eğer ve daha önceki bu alışkanlıklarından vazgeçer. Ayetteki (tespit) ”kökleştirip sağlamlaştırmak" anlamı, bir şeyi doğru kılmak, gerçekleştirmek ve sabit kılmak şeklinde de olabilir. Buna göre ayetin anlamı: ”Nefislerinin aslından kaynaklanan İslam'ı tasdik etmek için..." şeklinde olur. Çünkü Allah yolunda harcamak kişinin, nefsin aslından, kalbin derinliğinden kaynaklanan bir İslami anlayışa sahip olduğunun belirtisidir. (Ruhu’l-Beyan)

Allah'ın rızasını kazanmak ve kalplerini iman üzerinde sebat ettirmek için mallarını harcayanların durumlarına gelince; bilindiği gibi mal, canın yongasıdır. Bu itibarla malını Allah'ın rızası uğruna harcayan kimse, kısmen de olsa kalbini iman üzerinde tespit etmiş olur. Eğer bir kimse Allah yolunda hem malını, hem de canını verebiliyorsa o takdirde, kalbini iman üzerinde tamamen kararlaştırmış olur. (Ebüssuûd)


Tespit; bir şeyin yerleşmesi ve sağlam olması demektir. Kişiyi şüphecilik ve tereddütten alıkoymak için bir temsil olarak gelmiştir. Yani hayır şekillerinden biri olan infak konusunda tereddüt etmelerini engellemek ve cimrilik düşüncelerini kovmak gerekir. Tereddüt etmedi ve caymadı manasındaki  ثَبَتَ قَدَمُهُ  sözü de böyledir. Nefsin zor olan bir şeyi yapması, tamamen yerleşinceye ve alışkanlık haline gelinceye kadar yapmasıyla olur. Malı infak, nefiste itaati tesis eden en önemli şeylerden biridir. Çünkü mal insan için çok değerlidir. Buradaki  مِّنۡ  tebîz ifade eder. Ancak haller açısından bakımından mecazî bir tebîzdir, yani nefsin bazı hallerinin tespiti kastedilmiştir. (Âşûr) 

تَثۡبِیتࣰا  kelimesinde istiare vardır. Nefsimiz de kaygan bir zemin gibidir. İmanımızı kuvvetlendirmek, istikametten kaymamak için kuvvetlenmesi gereklidir.

كَمَثَلِ جَنَّةِۭ  mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.

جَنَّةِۭ ’in  sıfatı olan cer mahallindeki  أَصَابَهَا وَابِلࣱ  cümlesi müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

جَنَّةِۭ ’deki tenvin taklil,  وَابِلࣱ ’daki tenvin ise tazim ve kesret ifade eder.

Müsbet mazi fiil cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelam olan  فَـَٔاتَتۡ أُكُلَهَا ضِعۡفَیۡنِ  cümlesi makabline  فَ  ile atfedilmiştir.  فَـَٔاتَتۡ  fiili iki mef’ûle müteaddidir. Takdiri أصحابها  (Ona isabet etti) olan ilk mef’ûl mahzuftur.

فَـَٔاتَتۡ  fiili  انبت  manasında kullanılmıştır. İstiare vardır.  انبت [yetişme] fiili,  اتي [verme] fiiline benzetilmiştir. Vech-i şebeh, her ikisinde mevcut olan bir şeyi sunma, arz etmedir. Tasrihî istiaredir.

أُكُلَهَا ’nın hali olan  ضِعۡفَیۡنِ , anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Ayette Allah’ın rızasını gözeterek, nefislerindeki imanı sabitlemek için infak edenlerin hali, yüksek bir tepede az ya da çok yağmurla bol bol ürün veren bahçeye benzetilmiştir. İnfak eden müşebbeh, bahçe müşebbehün bihtir. Taraflar mürekkeb, vech-i şebeh aklî olduğu için temsilî teşbihdir.

Bu ayet, 264.ayetteki teşbihin mukabilidir. İki ayet arasında mukabele sanatı vardır.

Tepe manasındaki  رَبۡوَةٍ , riba’dan gelir. En görkemli yer diye tercüme edilmiş, 2tepede’ demektir.

261-271 arasındaki ayetlerde infak anlatılmış ve infak konusu ile ilgili üç misal verilmiştir. Verilen infakın nasıl kat kat artırıldığı anlatılmıştır. Bunlar gözle görebileceğimiz misallerdir. Böylece konu iyice hafızamıza yerleşir.

İnfak toplumsal sevgiyi, birliği sağlayan bir şeydir. Îsar’a, yani başkasını kendisine tercih etmeye teşvik eder. Gönlü geniş olmak öyle bir şeydir ki elindeki malla sınırlı değildir. Bazen sadece muhatabı dinlemek onun maddi bir ihtiyacını karşılamaktan daha değerlidir.

 وَابِلࣱ , sağanak yağmurdur. Vebal kelimesi de bu köktendir. Bu yağmur zarara da neden olabilir.

Yağmurun çeşitleri vardır. Kur’an’da geçen şekilleri:

صيّب : Yağmur bulutu. Olumsuz bir manzara tasvirinde geçmiştir. (Bakara, 2/19.)

ماء : Su. Bakara 2/22. Hem olumlu hem olumsuz manada gelmiştir. (Kur’ân’da çok geçmiştir.)

وابل : Yoğun, sağanak yağmur. Bolca ve şiddetle düşen yağmur. Olumlu manada gelmiştir. (Bakara 2/264-265.)

طلّ : Çiseleme. Olumlu manada gelmiştir. (Bakara 2/265.)

مطر : Yağmur. Nisâ 4/102. Hepsinde olumsuz manada gelmiştir. (Kur’an’da 5 kere geçmiştir. A’râf 7/84, Furkân 25/40, Şuarâ 26/173, Neml 27/58)

مدرار : Fışkırtan, önüne geleni sürükleyen yağmur. در kökündeki inci gibi, sütünü bol veren hayvan ve cömertlik gibi manalar düşünülebilir. Kur’an’da En’âm sûresi’nde olumsuz, diğer iki ayette olumlu manada gelmiştir. (En’âm 6/6, Hûd 11/52, Nûh 71/11.)

ودق : Şiddetli yağmur. Olumlu manada gelmiştir. (Nûr 24/43, Rûm 30/48.)

غيث : Faydalı, bereketli yağmur. Kur’an’da hep olumlu manada gelmiştir. (Lokmân 31/34, Şûrâ 42/28, Hadîd 57/20.)

Bahçe / gönül, verimli / imanlı olunca yağmur bol da olsa az da olsa ürününü verir. Ayette ifade edilen amaçla yapılan infak da Allah katında bereketli olur. Mükafatı kişinin hallerine göre değişir, ama hiç bir zaman zayi olmaz.

 فَاِنْ لَمْ يُصِبْهَا وَابِلٌ فَطَلٌّۜ


فَ  istînâfiyye, cümle şart üslubunda haberî isnaddır.

Şart cümlesi menfi fiil sıygasıyla faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَ karinesiyle gelen cevap cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Haber olan  طَلࣱّ ’un mübtedası mahzuftur.

Müsnedün ileyh cümlenin asıl rüknü olduğu için zikri asıldır. Bununla beraber hazfedildiği durumlar da vardır. Müsnedün ileyh, şartın cevabının başına gelen  ف harfinden sonra hazf edilebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فَطَلࣱّ  ibaresinde mübteda fazla sözden sakınmak için hazf olmuştur.

وَابِلࣱ ’daki tazim ifade eder. 

وَابِلࣱ - طَلࣱّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Bu bahçeye çok yağmur yağmasa bile taneleri küçük hafif bir yağmur yağar. Bir rivayete göre  طَلࣱّ , çiğ anlamına gelir. Ayrıca yerin üstünü ıslatacak miktardaki yağmur manasına geldiği de söylenmiştir. Bu ayet-i kerime şu üç şekilde anlaşılabilir: 

1. Tepeye yağmur bol da yağsa az da yağsa oradaki bostan her durumda iki kat ürün verir. Bulunduğu mevkiin güzelliği/elverişliliği sebebiyle bostandaki verim hiç azalmaz. 

2. Eğer oraya bol yağmur yağarsa tepede olmayan bahçelerin verdiği ürünün iki katını verir. Eğer hafif yağmur çiselerse hafif yağmurla diğer bahçelerin vereceği ürünün iki katını verir. 

3. Eğer bol yağmur yağarsa iki kat ürün verir. Hafif yağmur yağarsa miktarınca ürün verir. Asla verimsiz kalmaz. Allah için sadaka veren kişi -riya ile infak edenin aksine- az olsun çok olsun mutlaka kazancını alacaktır. Riya ile sadaka veren kişinin ise yaptıkları boşa gider, umutları boşa çıkar. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

 

وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ


Ayetin son cümlesi istînâfiyyedir. Lafza-i celal mübteda, بَص۪يرٌ  haberidir. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve celâl sıfatları bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu, teşvik ve heybet uyandırmak içindir.

Cümle, faide-i haber talebî kelamdır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâl’de tecrîd sanatı vardır. 

Cümlede car mecrur, amilinin önüne geçmiştir. Bu takdim, tahsis ifade eder. Yani, ‘’O yaptıklarınızı görür. Görmediği hiçbir şey yoktur.’’ Bu cümle, mamulun amiline kasrını, başka bir deyişle de olumlu mananın yanında bir de olumsuz mana ifade eder. 

Sıla cümlesi  تَعۡمَلُونَ , müsbet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

[Allah, yapmakta olduklarınızı görür.] Yani O, eda ettiğiniz amellerin az veya çok olduğunu bilmektedir. Niyetlerinizin nasıl olduğundan, riya ile mi yoksa ihlas ile mi hareket ettiğinizden haberdardır. O halde ihlaslı davranın ki Allah Teâlâ size muhlislere vereceği karşılığı versin. Çok infakta bulunun ki Allah Teâlâ size çok infakta bulunanların ecrini versin. Bu ifade itaat / ibadetlere karşı vaad, günahlara karşı da en etkili şekilde yapılmış bir tehdittir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) Lazım-melzum alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkeptir.


Bakara Sûresi 266. Ayet

اَيَوَدُّ اَحَدُكُمْ اَنْ تَكُونَ لَهُ جَنَّةٌ مِنْ نَخ۪يلٍ وَاَعْنَابٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ لَهُ ف۪يهَا مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۙ وَاَصَابَهُ الْكِبَرُ وَلَهُ ذُرِّيَّةٌ ضُعَفَٓاءُۖ فَاَصَابَهَٓا اِعْصَارٌ ف۪يهِ نَارٌ فَاحْتَرَقَتْۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَ۟  ...


Herhangi biriniz ister mi ki, içerisinde her türlü meyveye sahip bulunduğu, içinden ırmaklar akan, hurma ve üzüm ağaçlarından oluşan bir bahçesi olsun; himayeye muhtaç çocukları var iken ihtiyarlık gelip kendisine çatsın; derken bağı ateşli (yıldırımlı) bir kasırga vursun da orası yanıversin? Allah, düşünesiniz diye size âyetlerini böyle açıklıyor.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَيَوَدُّ ister mi ki? و د د
2 أَحَدُكُمْ biriniz ا ح د
3 أَنْ
4 تَكُونَ olmasını ك و ن
5 لَهُ kendisinin
6 جَنَّةٌ bir bahçesi ج ن ن
7 مِنْ -dan
8 نَخِيلٍ hurmalar- ن خ ل
9 وَأَعْنَابٍ ve üzümler(den) ع ن ب
10 تَجْرِي akan ج ر ي
11 مِنْ
12 تَحْتِهَا altından ت ح ت
13 الْأَنْهَارُ ırmaklar ن ه ر
14 لَهُ bulunan
15 فِيهَا içinde
16 مِنْ
17 كُلِّ her çeşit ك ل ل
18 الثَّمَرَاتِ meyvası ث م ر
19 وَأَصَابَهُ ve kendisine geldiğinde ص و ب
20 الْكِبَرُ ihtiyarlık ك ب ر
21 ذُرِّيَّةٌ ve çocuklarının bulunduğu ذ ر ر
22 ضُعَفَاءُ aciz ض ع ف
23 فَأَصَابَهَا isabet etsin ص و ب
24 إِعْصَارٌ birden bir kasırga ع ص ر
25 فِيهِ onlara
26 نَارٌ ateşli ن و ر
27 فَاحْتَرَقَتْ yakıp kül etsin ح ر ق
28 كَذَٰلِكَ böylece
29 يُبَيِّنُ açıklıyor ب ي ن
30 اللَّهُ Allah
31 لَكُمُ size
32 الْايَاتِ ayetleri ا ي ي
33 لَعَلَّكُمْ umulurki
34 تَتَفَكَّرُونَ düşünürsünüz ف ك ر

 Kelefe كلف :

  الكَلَف Bir şeyin yükünü yüklenmektir. التَّكَلُّف  Bir insanın bir işi yaparken çektiği zorluğu dışa yansıtmasıdır. الكُلْفَة kavramı literatürde, zorluğun bir adı şeklinde kullanılmaktır.  (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de 8 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri külfet, teklif, tekellüf ve mükelleftir.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

اَيَوَدُّ اَحَدُكُمْ اَنْ تَكُونَ لَهُ جَنَّةٌ مِنْ نَخ۪يلٍ وَاَعْنَابٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ لَهُ ف۪يهَا مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۙ وَاَصَابَهُ الْكِبَرُ وَلَهُ ذُرِّيَّةٌ ضُعَفَٓاءُۖ فَاَصَابَهَٓا اِعْصَارٌ ف۪يهِ نَارٌ فَاحْتَرَقَتْۜ


Hemze istifham harfidir.  یَوَدُّ  merfû muzari fiildir.  أَحَدُكُمۡ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمۡ  muzâfun ileyh olarak mahallen mansubtur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  یَوَدُّ  fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubtur.  تَكُونَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

لَهُ  car mecruru  تَكُونَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  جَنَّةࣱ  kelimesi تَكُونَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur.  مِّن نَّخِیلࣲ  car mecruru  جَنَّةࣱ ‘ ün mahzuf sıfatına müteallıktır.  أَعۡنَابࣲ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  نَّخِیلࣲ  kelimesine matuftur.

تَجۡرِی  cümlesi جَنَّةࣱ  kelimesinin hali veya sıfatı olarak mahallen merfûdur.  مِن تَحۡتِهَا  car mecruru تَجۡرِی ’ye müteallıktır. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri;  تجري من تحت أشجارها  (Ağaçlarının altından akar) şeklindedir. ٱلۡأَنۡهَـٰرُ  kelimesi  تَجۡرِی  fiilinin muahhar failidir.

لَهُۥ فِیهَا مِن كُلِّ ٱلثَّمَرَ ٰ⁠تِ  cümlesi  جَنَّةࣱ  kelimesinin ikinci hali olarak mahallen mansubtur. لَهُۥ ve  فِیهَا  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  مِن كُلِّ  car mecruru mukadder mübtedanın sıfatına müteallıktır. Takdiri; له فيها ثمر  (Orada onun meyvesi vardır) şeklindedir.  ٱلثَّمَرَ ٰ⁠تِ  muzâfun ileyhtir. Cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.

وَ  harfi  قَدْ  harfinin takdiriyle haliyyedir.  أَصَابَ  kelimesi fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. ٱلۡكِبَرُ  fail olup lafzen merfûdur.

لَهُۥ ذُرِّیَّةࣱ ضُعَفَاۤءُ  cümlesi  أصابهdeki zamirden hal olarak mahallen mansubtur.  لَهُ mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  ذُرِّیَّةࣱ  muahhar mübtedadır.  ضُعَفَاۤءُ  kelimesi ذُرِّیَّةࣱ ’un sıfatıdır.

فَ  atıf harfidir.  أَصَاب  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. إِعۡصَارࣱ  fail olup lafzen merfûdur.  فِیهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  نَارࣱ  muahhar mübtedadır.  فَ  atıf harfidir. ٱحۡتَرَقَتۡ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تۡ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.

إِعۡصَارࣱ  yerde dairevi bir şekilde hareket eden, sonra da bir sütun gibi göğe doğru yükselen rüzgardır. Bu, güzel ameller işleyen fakat Allah rızasını gözetmeyen kimse hakkında verilmiş bir örnektir. Bu kimse kıyamet günü geldiğinde amellerinin boşa çıkmış olduğunu görünce, işte o zaman bahçelerin en güzeli ve meyvelerin cümlesini içinde barındıran bir bahçeye sahip, yaşını başını almış, korumaya muhtaç çocukları olan ve bu bahçe ile geçimini sağlayan kimsenin, bir yıldırımla bahçesi helâk olduğunda yaşadığı hüsran ve perişanlığı yaşayacaktır. (Keşşâf)


فَٱحۡتَرَقَتۡۗ  [bir anda yansın mahvolsun…] Böyle felaketi kim ister? İşte iman ile iyiliklerin karşılığı ve sevabı böyle bahçeler (cennetler), bunların ihlasına ve Allah rızası için olmasına engel olan imansızlık, riyakârlık, başa kakma ve eziyet etme ve diğer kötü amaçlar gibi kötülükler de kıyamet gününde o ateşli boran gibidir. Ahiret cennetlerinin bir yolu, ebedi, sonsuz nimetlerin tarlası olan ve içinde zorlamasız yaşanması gereken İslam yurdu da böyle güzel infak (harcama) ve salih amellerin meyvesi bir bağa, bir cennete; cebbar (zorba), zorlayıcı, kâfir, zalim düşmanların ve bunun gibi fasıklığın, günahkârlığın, ahlaksızlığın, gayretsizliğin çabasızlığın onu kuşatması da bu ateşli boranlara ve kasırgalara benzer; hem dünyayı yakar, hem ahireti. (Elmalılı Hamdi Yazır) 


 كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَ۟


كَ , harf-i cerdir.  مثل  (gibi) manasındadır. Amiline takdim edilmiş mahzuf masdarın sıfatı olarak mahallen mansubtur. Takdiri;  يبيّن  (Açıklığa kavuşmuş) şeklindedir. ذا işaret ismi sükun üzere mebni mahallen mecrur, muzâfun ileyhtir.  ل  harfi buud, yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.  يُبَيِّنُ  muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  لَكُمُ  car mecruru  یُبَیِّنُ  fiiline müteallıktır.  ٱلۡـَٔایَـٰتِ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır. 

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.  كُمۡ  muttasıl zamir,  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  تَتَفَكَّرُونَ  fiili  لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

تَتَفَكَّرُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  فكر’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

Fikir, belli işleri tertip ve düzene koymakla bilinenden bilinmeyeni bulmaktır. (Elmalılı Hamdi Yazır)

اَيَوَدُّ اَحَدُكُمْ اَنْ تَكُونَ لَهُ جَنَّةٌ مِنْ نَخ۪يلٍ وَاَعْنَابٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ لَهُ ف۪يهَا مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۙ وَاَصَابَهُ الْكِبَرُ وَلَهُ ذُرِّيَّةٌ ضُعَفَٓاءُۖ فَاَصَابَهَٓا اِعْصَارٌ ف۪يهِ نَارٌ فَاحْتَرَقَتْۜ


İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Fakat cümle gerçek anlamda soru manası taşımamaktadır. Sorunun asıl maksadı teşviktir. Bu nedenle vaz edildiği anlamın dışında mana ifade ettiği için mecâz-ı mürsel mürekkebtir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Onun soru sorup cevap beklemesi muhal olduğundan soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Bu soru inkârî bir sorudur. Yani; ”Ben yalan söyler miyim?” gibi bir sorudur. Cevap olumsuz olarak verilir. ‘’Hayır, söylemezsin’’ denir. Burada da ‘’sen malını infak etmeden kullanırsan ve başına böyle bir şey gelirse ne olur?’’ diye sorulmaktadır.

یَوَدُّ  fiilinin mef’ûlü yerinde olan masdar-ı müevvel mahallen mansubtur.  كأَنَ ’nin dahil olduğu cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  لَهُۥ  car mecruru, كأَنَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. Muahhar mübteda olan  جَنَّةࣱ ’in hurma ve üzüm şeklinde ayrıntılanması taksim sanatıdır.

جَنَّةࣱ  için sıfat veya hal olan تَجۡرِی مِن تَحۡتِهَا ٱلۡأَنۡهَـٰرُ  cümlesi müsbet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cennet, dalları birbirlerine dolanmış sık ağaçlar anlamına geldiği gibi, bu ağaçların bulunduğu arazi (bahçe) anlamına da gelir. (Ebüssuûd)


İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelam olan  لَهُۥ فِیهَا مِن كُلِّ ٱلثَّمَرَ ٰ⁠تِ cümlesinde, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُۥ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

Hususun zikrinden sonra umumun zikri babında, tetmîm ıtnâbı olan  مِن كُلِّ ٱلثَّمَرَ ٰ⁠تِ mahzuf mübtedanın mahzuf sıfatına müteallıktır.

وَ ‘la gelen  أَصَابَهُ ٱلۡكِبَرُ  şeklindeki fiil cümlesi  لَهُ ’daki zamirin,  لَهُۥ ذُرِّیَّةࣱ ضُعَفَاۤءُ  cümlesi ise  أَصَابَهُ ’daki zamirin halidir. Hal cümleleri ıtnâb babındandır.

جَنَّةࣱ ‘ün sıfatına  فَ  ile atfedilen müsbet fiil cümlesi  فَأَصَابَهَاۤ إِعۡصَارࣱ , faide-i haber ibtidai kelamdır.

فِیهِ نَارࣱ  şeklindeki faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesinde, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Bu bahçenin altından su akması fazla bakım istemediğini, kendi kendine sulandığını, verimli olduğunu gösterir. Sahibi böyle bir bahçenin zarar görmesini ister mi?

Sadece hurma ve üzümün zikredilmesi bunların asıl, diğerlerinin fer’ olması sebebiyledir.

إِعۡصَارࣱ  yerde dairevi bir şekilde hareket eden, sonra da bir sütun gibi göğe doğru yükselen rüzgardır. Bu, güzel ameller işleyen fakat Allah rızasını gözetmeyen kimse hakkında verilmiş bir örnektir. Bu kimse kıyamet günü geldiğinde amellerinin boşa çıkmış olduğunu görünce işte o zaman bahçelerin en güzeli ve meyvelerin cümlesini içinde barındıran bir bahçeye sahip, yaşını başını almış, korumaya muhtaç çocukları olan ve bu bahçe ile geçimini sağlayan kimsenin, bir yıldırımla bahçesi helâk olduğunda yaşadığı hüsran ve perişanlığı yaşayacaktır.

Üzüm ve hurma, ağaçların en değerli ve en faydalıları olduğu için hususen zikredilmiş, bahçenin bunlardan olduğu söylenmiştir. Bahçede başka ağaçlar olsa da tağlîb sanatı gereği bu ikisi bahçenin adı olarak ifade edilmiş, ardından diğer bütün meyveler zikredilmiştir. Ayrıca burada “meyveler” ifadesiyle bu bahçeden elde edilen faydaların kastedilmiş olması da mümkündür. (Keşşâf)

İnfak bahçeye, onu yakıp kavuran fırtına da başa kakmaya benzetilmiştir. 

Güzel meyve veren bahçe, ihlaslı amele benzetilmiştir.

Ateşin bahçeyi yakması, riyanın sevapları yok etmesine benzetilmiştir.

Yaşlılık ahirete, bahçesi yanan çocuklu ihtiyar da ahirette amellere muhtaç kula benzetilmiştir.

Bu ayette müşebbeh ile teşbih edatı zikredilmemiştir. Edebiyatçılar bu tür sanata "İstiâre-i temsiliyye" derler. İstiâre-i temsiliyye, bir durumun başka bir duruma benzetilmesidir. Bu benzetmede müşebbehün bihin dışında teşbihin diğer unsurları zikredilmez. Ancak benzetme yapıldığını gösteren karîneler bulunur. Ayetteki hemze, istifham için olup uzaklık ve olumsuzluk ifade eder. "Hiç kimse bunu iste­mez" demektir. (Safvetü't Tefâsir)

Ayette istiksa sanatı vardır. Bir konuyu anlatırken onunla ilgili her şeyi teferruatıyla anlatma sanatıdır. Dikkat edilirse ayette bahçeleri olan bir kişinin sahip olduğu güzelliklerin hepsi sayılmıştır ki; insan bunları kaybettiği için şiddetli bir üzüntü duysun. Sonra yaşlılıktan bahsetmiş, bunu da duyguları yoğunlaştıracak şekilde önce zürriyeti olduğundan sonra da zürriyetin zayıflığını belirterek, kısa zaman içinde bir fırtınanın geleceğini ve bu bahçelerin yok olacağını zikretmiştir. Sadece fırtınadan bahsedip bırakabilirdi ama sahip olduklarının süratle helak olacağını ilave ederek, fırtınanın içinde ateş olmayabileceği, ya da zayıf olup suyla söndürülebileceği ihtimalini ortadan kaldırmak istemiştir. İşte böylece anlatılmak istenen mana tam olarak yerine gelmiştir.

Bu ayette  الجنة  lafzı ifade edilseydi de yeterli olurdu. Fakat bu daraltmaya gidilmeyerek bahçenin tasviri, Arapların nezdinde en değerli iki ağaç olan hurma ve üzüm ağaçlarıyla dolu olduğu ifadesiyle yapılarak bu şekildeki bir bahçenin yanıp kül olmasını sıradan bir bahçeden daha büyük bir olay olduğu ortaya konulmak istenmiştir.

Daha sonra bahçenin bu eklemeyle ve  تَجۡرِی مِن تَحۡتِهَا ٱلۡأَنۡهَـٰرُ  ibaresiyle, sahibinin gözünde ne kadar değerli olduğu tasvir edilmektedir. Ardından  لَهُۥ فِیهَا مِن كُلِّ ٱلثَّمَرَ ٰ⁠تِ ifadesi ile de bahçede her türlü meyvenin bulunduğu, yakıp kül eden bir kasırganın gelme durumunda sahibini ne kadar büyük bir üzüntü kaplayacağını gözler önüne sermektedir.

Bu ifadeden sonra da وَأَصَابَهُ ٱلۡكِبَرُ  cümlesiyle, sahibinin yaşlandığı, her yaşlanan insan gibi bahçesine olan düşkünlüğünün artacağı, ağaçların yetişmesi ve bakımı için gecesini gündüzüne katacağı ortaya konmuştur. Ardından  وَلَهُۥ ذُرِّیَّةࣱ ضُعَفَاۤءُ  ifadesi ile bakıma muhtaç çoluk çocuğunun olduğu, dolayısıyla da muhtaç ailesi için bu bahçenin üstüne titreyeceği anlaşılmaktadır.

Bahçe ve sahibi hakkında yapılan bu istiksadan sonra فَأَصَابَهَاۤ إِعۡصَارࣱ  ile ifadesi ile bahçeler için en kötü afet olan kasırga; bununla yetinilmeyip فِیهِ نَارࣱ  ifadesiyle en şiddetli hale dönüşmesi tasvir edilmiş, son olarak da  فَٱحۡتَرَقَتۡ  ifadesiyle birbiriyle bağlantılı olan bu üzücü olaylarla bahçenin yanıp kül olduğu dile getirilmiştir. (Arap Dili Ve Belâgatı’nda Itnâb Üslûbu /Ömer Özbek) 

Cennetin ikinci manasına göre, ayetteki yanma fiilinin araziye isnadının da mecazî olması gerekir. (Çünkü yanan arazi değil, üzerindeki ağaçlardır.) (Ebüssuûd)


كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِ


Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müsbet fiil cümlesi formunda, faidei haber ibtidaî kelamdır.  كَذَ ٰ⁠لِكَ ’nin muteallakının hazfı îcâz-ı hazif sanatıdır.

Takdiri;  تبيينًا مثل ذلك يبين الله آياته  (İşte Allah böyle bir açıklama gibi ayetlerini açıklar) şeklindedir.

كَذَ ٰ⁠لِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذَأَ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/28, S.101)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet uyandırma amacına matuftur. 

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.


لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَ۟


Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Gayrı talebî inşa cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.

‘’Umulur ki’’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘’...olsun diye, ...olması için’’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşa formundan çıktığı için, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

لَعَلَّ  edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki, her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyh de bu görüştedir. Ancak Kutrub (v. 106/724) ise; لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır diyor. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.


Bakara Sûresi 267. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْفِقُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا كَسَبْتُمْ وَمِمَّٓا اَخْرَجْنَا لَكُمْ مِنَ الْاَرْضِۖ وَلَا تَيَمَّمُوا الْخَب۪يثَ مِنْهُ تُنْفِقُونَ وَلَسْتُمْ بِاٰخِذ۪يهِ اِلَّٓا اَنْ تُغْمِضُوا ف۪يهِۜ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ حَم۪يدٌ  ...


Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan Allah yolunda harcayın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki Allah, her bakımdan zengindir, övülmeye lâyıktır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا iman eden(ler) ا م ن
4 أَنْفِقُوا infak edin ن ف ق
5 مِنْ -nden
6 طَيِّبَاتِ iyileri- ط ي ب
7 مَا şeylerin
8 كَسَبْتُمْ kazandıklarınız ك س ب
9 وَمِمَّا ve şeylerden
10 أَخْرَجْنَا çıkardığımız خ ر ج
11 لَكُمْ sizin için
12 مِنَ -den
13 الْأَرْضِ yer- ا ر ض
14 وَلَا
15 تَيَمَّمُوا kalkışmayın ي م م
16 الْخَبِيثَ kötü şeyleri خ ب ث
17 مِنْهُ
18 تُنْفِقُونَ sadaka vermeye ن ف ق
19 وَلَسْتُمْ ل ي س
20 بِاخِذِيهِ kendinize alamayacağınız ا خ ذ
21 إِلَّا başka şekilde
22 أَنْ
23 تُغْمِضُوا göz yummadan غ م ض
24 فِيهِ ondan
25 وَاعْلَمُوا bilin ki ع ل م
26 أَنَّ şüphesiz
27 اللَّهَ Allah
28 غَنِيٌّ zengindir غ ن ي
29 حَمِيدٌ övülmüştür ح م د

Bakara suresinde açılan bazı konuların Ali İmran suresinde detaylandığını göreceksiniz. Bu da o ayetlerden biridir.

Ali İmran 92. Ayette konu detaylandırılır ve kapatılır.

“Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça «iyi»ye eremezsiniz. Her ne harcarsanız, Allah onu hakkıyla bilir.”Ali imran 92

  Kesebe كسب :

  (mal, para, savaş , dostluk, sevgi) kazanmak, kazanç ve kar anlamına gelen kesb الكسْب kavramı, insanın mal kazanmak gibi bir fayda elde edeceğini bir pay alacağını düşündüğü şeyleri elde etmesi anlamına gelir. Bu kelime aynı zamanda insanın bir fayda sağlayacağını, bir menfaat elde edeceğini düşünürken bununla kendine zarar verecek bir şeye yol açması için de kullanılır.

  Yine الكسْب  kelimesi insanın hem kendi kazancı için hem de başkası için kazandıkları hakkında kullanılır. Onun için bu kökten olan fiilin bazen iki meful aldığı gözlenmektedir. 
 Aynı kökten gelen الاِكتساب   fiili ise ancak insanın kendisi için kazandıkları hakkında kullanılır. Buna göre her الكسْب  aynı zamanda bir الاِكتساب sayılabilir ama her الاِكتساب bir الكسْب sayılamaz. Bu kavram Kuran ı Kerim de hem güzel işlerin yapılmasında hem de günahların işlenmesinde kullanılmıştır.
   الاِكتساب  sözcüğü de bazen her ikisi için kullanılır. 
  كسب-خلق  Farkı: Kesb zararı ve faydasıyla sahibine ait bir fiildir. Bazıları kesb girişim ve çözüm bulma yoluyla gerçekleşen bir kazançtır demişlerdir. Diğerleri ise kesb, uzuv ile yapılan fiildir demişlerdir. Bu sebeple Yüce Allah müktesib diye isimlendirilmez. Müktesibin tanımı ister bizzat ister bir başkası sebebi ile bir şeyi kendi kazancı durumuna getirendir. 
Kelimenin asıl anlamı maddi ya da manevi olan bir şeyi tahsil etmektir.(Müfredat-Furuq -Tahqiq -Bursevi)

Kuran’ı Kerim’de iki farklı fiil kalıbında 67 kere geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri kesb, iktisab ve mükteseb(at)tır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْفِقُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا كَسَبْتُمْ وَمِمَّٓا اَخْرَجْنَا لَكُمْ مِنَ الْاَرْضِۖ


يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  ٱلَّذِینَ  münadadan sıfat veya bedeldir.

İsm-i mevsûlun sılası  ءَامَنُوا۟ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.  ءَامَنُوا۟  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.

Nidanın cevabı  أَنفِقُوا۟ ‘dur.  أَنفِقُوا۟  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  مِن طَیِّبَـٰتِ  car mecruru  أَنفِقُوا۟  fiiline müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَا, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَسَبۡتُمۡ ’dur. Muttasıl zamir  تُمۡ  fail olarak mahallen merfûdur.

وَ  atıf harfidir. Müşterek ism-i mevsûl  ما  kelimesi  من  harf-i ceri ile birlikte  أَنفِقُوا۟ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  أَخۡرَجۡنَا ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. Kelamda muzâf hazfedilmiştir. Takdiri;  من طيّبات ما أخرجنا  (Çıkardığımız şeylerin tayyib olanlarından) şeklindedir.  أَخۡرَجۡنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا fail olup mahallen merfûdur.  لَكُم  car mecruru  أَخۡرَجۡنَا  fiiline müteallıktır.  مِّنَ ٱلۡأَرۡضِ  car mecruru aynı şekilde  أَخۡرَجۡنَا  fiiline müteallıktır.   


وَلَا تَيَمَّمُوا الْخَب۪يثَ مِنْهُ تُنْفِقُونَ وَلَسْتُمْ بِاٰخِذ۪يهِ اِلَّٓا اَنْ تُغْمِضُوا ف۪يهِۜ


لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَیَمَّمُوا۟  fiili  ن ‘un hazfi ile meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

تَیَمَّمُوا۟  fiilinin aslı  تَتَيَمَّمُوا   şeklindedir. Muzari fiili ifade eden  ت  harfi hazfedilmiştir. (Âşûr)

ٱلۡخَبِیثَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  مِنۡهُ  car mecruru  تُنفِقُونَ  fiiline veya ٱلۡخَبِیثَ  kelimesinin mahzuf haline müteallıktır.  تُنفِقُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzaridir.

وَ  istînâfiyyedir. Haliyye olması da caizdir.  لَسۡتُم بِـَٔاخِذِیهِ  cümlesi  تُنفِقُونَ  fiilinin failinin hali olarak mahallen mansubtur.  لَسۡتُم  nakıs camid fiildir.  كَانَ  gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  لَيْسَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  بِ  zaiddir.  بِـَٔاخِذِیهِ  car mecruru  لَيْسَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.  اٰخِذ۪ي  kelimesinin sonundaki  نَ, izafetten dolayı hazfedilmiştir. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  إِلَّاۤ  hasr edatıdır.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf  ب  harf-i ceri ile birlikte  اٰخِذ۪ي ’ye müteallıktır. Takdiri;  إلّا بأن تغمضوا فيه  (Gözlerinizi yummadıkça) şeklindedir.  تُغۡمِضُوا۟  fiili  نَ ‘un hazfi ile mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  فِیهِ  car mecruru  تُغۡمِضُوا۟  fiiline müteallıktır.

تُغۡمِضُوا۟  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  غمض dir. İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.


 وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ حَم۪يدٌ


وَ  istînâfiyyedir.  ٱعۡلَمُوۤا۟  fiili  نَ ’un hazfi ile mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنّ  ve masdar-ı müevvel,  اعْلَمُٓوا  fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubtur. اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ lafza-i celâli  اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur.  غَنِیٌّ  haberdir.  حَمِیدٌ  ise ikinci haberdir.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْفِقُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا كَسَبْتُمْ وَمِمَّٓا اَخْرَجْنَا لَكُمْ مِنَ الْاَرْضِۖ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı ... أَنفِقُوا۟ مِن  cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir. Sılası  ءَامَنُوا۟ şeklinde mazi fiil sıygasında faidei-i haber ibtidai kelamdır.

İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez. İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.

İnfak edileceklerin; kazandıklarınızın temizleri ve yeryüzünden sizin için çıkardıklarımız şeklinde ayrıntılanması taksim sanatıdır. 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’anı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekit türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekit unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’ânî, S. 43)

Bazı salihler Allah Teâlâ'nın, ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  [Ey iman edenler]  sözünü işitince sanki Allah'ın nidasını işitmiş gibi, لبيك وسعديك (Emret Allah'ım, emrine amadeyim) der. Böyle söylemek Kur’an'ın edebidir.

Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabıyle Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetü't Tefâsir)

Bu ayette muhatabdan gaibe dönüldüğü için iltifat sanatı vardır. Bize dikkatli olun uyarısı yapar.

 

 وَلَا تَيَمَّمُوا الْخَب۪يثَ مِنْهُ تُنْفِقُونَ


Nehiy üslubunda inşâî isnad olan cümle وَ ’la  أَنفِقُوا۟  cümlesine atfedilmiştir. İki cümle arasında inşaî olmak bakımından ittifak vardır. 

Müsbet muzari fiil sıygasıyla gelmiş  تُنفِقُونَ  cümlesi,  تَیَمَّمُوا۟  fiilinin failinden veya mef’ûl olan  ٱلۡخَبِیثَ ’den haldir. تَیَمَّم , kastetmek ve yönelmek demektir.


 وَلَسْتُمْ بِاٰخِذ۪يهِ اِلَّٓا اَنْ تُغْمِضُوا ف۪يهِۜ


وَ  istînâfiyyedir. Cümlenin  تُنفِقُونَ  fiilinin failinden hal olmasına da cevaz vardır. Nakıs fiil  ليس ‘nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasr ve zaid harf olmak üzere iki unsurla tekid edilmiştir. 

Müsbet muzari fiil sıygasındaki  تُغۡمِضُوا۟ فِیهِۚ  cümlesi  أَن  sebebiyle masdar tevilindedir. Masdar-ı müevvel, takdir edilen  بِ  harfi ile birlikte  بِـَٔاخِذِیهِ ’ye müteallıktır.  بِ  harfinin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazîf sanatıdır.

ليس  ve  إِلَّاۤ  ile oluşan kasr,  ليس ‘nin haberi ile müteallıkı arasındadır.

Gözünüzü kapatmadan almayacağınız, pis olan şeyi infak etmeyin. إِلَّاۤ أَن تُغۡمِضُو ibaresi, kinaye veya istiare yoluyla müsamaha anlamında böyle yapanları kınamak için gelmiştir.

طَیِّبَـٰتِ - ٱلۡخَبِیثَ  arasında tıbâk-ı icab vardır.  طَیِّبَـٰ  (temiz) helal , خَبِیثَ (bayağı) haram manasında istiaredir.

إِلَّاۤ أَن تُغۡمِضُوا۟ فِیهِۚ [Göz yummadıkça....] Bunun buradaki manası, “hakkınızdan vazgeçip hoşgörü ile davranmadıkça” şeklindedir. Çünkü in­san, hoşuna gitmeyen bir şeyi gördüğü zaman onu görmemek için gözlerini yumar. Bu sözde de mecâz-ı mürsel vaya istiare vardır. (Safvetü't Tefâsir)

أَنفِقُوا۟ - تُنفِقُونَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

[ayet bu ki gözünüzü yummadan onu almazsınız.] Yani siz, alacaklı olduğunuz kişiden bahsi geçen cinsten bir metayı, iyice mütesahil davranmadan ve o kişinin lehine olarak detayları incelemeyi bırakıp gözünüzü yummadan alamazsınız. Müsamahakâr davranan kişi için “gözünü yumdu” denilir. Ayetteki [Gözünüzü yummadan] ifadesinin “Hayâ etmeden, utanmadan [onu almazsınız]” anlamına geldiği de söylenmiştir. Dilde bu kullanım yaygın olarak vardır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)  

 

وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ حَم۪يدٌ


İstînâfiyye olarak fasılla gelen  ...اعْلَمُٓوا  cümlesi emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Tekid ifade eden masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu cümle faide-i haber talebî kelamdır. Masdar tevilindeki cümle, اعْلَمُٓوا  fiilinin iki mefulü yerindedir. 

أَنَّ ’nin isminin bütün esma-i hüsnaya ve kemal sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

Allah'ın غَنِیٌّ , حَمِیدٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında وَ olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşabüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

أَنَّ ٱللَّهَ غَنِیٌّ [Bilin ki Allah zengindir.] Yani Allah, sizin sadakalarınızdan müstağnidir. Çok sadaka vermeniz Allah’ı zengin etmez. Vermezseniz de onun mülkünden bir şey azalmaz. [Övgüye layıktır.] Yani Allah Teâlâ hamde layıktır.  حَمِیدٌ  [Hamîd’dir]; zira ihtiyacı olmamasına rağmen, sırf sizleri iki cihanda faydalandırmak için bunu, tayyib olanı infak etmeyi emretmiştir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)   Cenab-ı Allah bu ayette, Allah yolunda infak edilmesini emrettiği malın nasıl bir mal olması gerektiğini belirtmiştir. (Fahreddin er-Razi)
Bakara Sûresi 268. Ayet

اَلشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ وَيَأْمُرُكُمْ بِالْفَحْشَٓاءِۚ وَاللّٰهُ يَعِدُكُمْ مَغْفِرَةً مِنْهُ وَفَضْلاًۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌۚ  ...


Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size, çirkinliği ve hayâsızlığı emreder. Allah ise size kendi katından mağfiret ve bol nimet va’dediyor. Şüphesiz Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الشَّيْطَانُ şeytan ش ط ن
2 يَعِدُكُمُ size vaad eder و ع د
3 الْفَقْرَ fakirliği ف ق ر
4 وَيَأْمُرُكُمْ ve size emreder ا م ر
5 بِالْفَحْشَاءِ çirkin şeyleri yapmayı ف ح ش
6 وَاللَّهُ Allah ise
7 يَعِدُكُمْ size va’adediyor و ع د
8 مَغْفِرَةً bağışlama غ ف ر
9 مِنْهُ kendi tarafından
10 وَفَضْلًا ve lutuf ف ض ل
11 وَاللَّهُ şüphesiz Allah’ın
12 وَاسِعٌ (lutfu) geniştir و س ع
13 عَلِيمٌ (O) bilendir ع ل م

Seytan sana ozel calisiyor’   7 dakika 17 sn

Allah yolunda infakın en büyük engeli insandaki açlık ve yoksulluk korkusudur açlık çekeni bir ekmek doyurur. Açlık korkusu çekeni dünya doyuramaz. Cimrilik işte bu korkunun sonucudur. Bu korkunun kaynağında ise Allah’a güvensizlik yatar.

Rasul-i Ekrem insana hem şeytanın hem de meleğin etkili olduğunu, şeytanın kötülüğü ve hakkı yalanlamayı telkin ettiğini, meleğin ise insana hayırlı işler yapmayı ve gerçeği kabul etmeyi tavsiye ettiğini belirtmiş, gönlünde iyi duygular hisseden kimsenin onun Allah’tan olduğunu bilip hamdetmesini, kötü duygular hissedenin de şeytandan Allah’a sığınmasını öğütlemiştir. (Tırmizi)

اَلشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ وَيَأْمُرُكُمْ بِالْفَحْشَٓاءِۚ 


İsim cümlesidir.  ٱلشَّیۡطَـٰنُ  mübteda olup lafzen merfûdur. یَعِدُكُمُ ٱلۡفَقۡرَ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  یَعِدُكُمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. ٱلۡفَقۡرَ  ikinci mef’ûlun bih olarak fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  یَأۡمُرُكُم  merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  بِٱلۡفَحۡشَاۤءِ  car mecruru یَأۡمُرُ  fiiline müteallıktır. 


وَاللّٰهُ يَعِدُكُمْ مَغْفِرَةً مِنْهُ وَفَضْلاًۜ


وَ  atıf harfidir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.  یَعِدُكُم  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  مَّغۡفِرَةࣰ  ikinci mef’ûlun bih olarak fetha ile mansubtur.  مِّنۡهُ  car mecruru  مَّغۡفِرَةࣰ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. فَضۡلࣰا  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  مَّغۡفِرَةࣰ ‘e matuftur. 

ٱلشَّیۡطَـٰنُ یَعِدُكُمُ ٱلۡفَقۡرَ [Şeytan sizi fakirlikte tehdit eder.] Yani sizi korkutur. Genelde iyi bir şeyi vaad etmek için  وَعَدَهُ,  kötü bir şeyle tehdit etmek için  اَوْعَدَهُ  fiili kullanılır. Ancak  وَعَدَ  fiilinin kötü bir akıbetle tehdit etmek manasında kullanılması da mümkündür. Bu tür fiiller başka ifadelerle kayıtlanırlar. Mesela: müjdeleme fiili genelde iyi bir haber vermek anlamında kullanılsa da ayette بَشَّرَهُ بِالنَّارِ [Onu cehennemle müjdele.] buyurulmuştur. İşte bu gibi kullanımlar takyide (sınırlandırmaya) dayalı ifadelerdir. Buna göre ayetin anlamı şudur: ‘’Sizi infak etmekten alıkoyan veya kötü şeyleri vermeyi size salık veren şeytandır. Zira o sizi, infak etmeniz veya iyi mallarınızdan vermeniz halinde fakir kalmakla korkutur.’’ (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

یَأۡمُرُكُم بِٱلۡفَحۡشَاۤءِۖ  [Size kötülüğü emreder.] Yani kötü işi emreder. Burada kötü iş cimriliktir. Fahiş, cimri kişileri anlatmak için kullanılan bir kelimedir. Çünkü onun yaptığı iş çok çirkindir. Kelbî ve Mukātil şöyle demiştir: Burada kullanılan hariç, Kur’an’daki her fahşa kelimesi zina anlamında kullanılır. Buradaki manası ise zekat vermemektir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) 

      

وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌۚ


İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli, mübteda olup merfûdur.  وَ ٰ⁠سِعٌ  haber olup merfûdur.  عَلِیمࣱ  ise ikinci haberdir.


اَلشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ وَيَأْمُرُكُمْ بِالْفَحْشَٓاءِۚ


Fasılla gelen ayet istînâfiyyedir. İlk cümle faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir.  Cümlede müsned, müsbet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiilin tecessüm özelliği muhayyileyi harekete geçirerek muhatabı etkiler. 

Akabindeki aynı üslupla gelen ve bu cümleye atfedilen  یَأۡمُرُكُم  بِٱلۡفَحۡشَاۤءِۖ  fiil cümlesi de faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Şeytan size fakirlik vaad eder, yani bununla korkutur. 

Size fahşayı emreder. Bu ifadede de istiare vardır.  ٱلۡفَحۡشَاۤءِۖ , burada cimrilik manasındadır. Şeytan cimriliği emreder, cimriliğin sebebi açlık korkusudur. Açlık korkusu da Allah’a güvensizlik ifade eder.

[Şeytan sizi fakirlikle tehdit eder.] Yani sizi korkutur. Genelde iyi bir şeyi vaad etmek için  وعده, kötü bir şeyle tehdit etmek için  اوعد  fiili kullanılır. Ancak  وعد  fiilinin kötü bir akıbetle tehdit etmek manasında kullanılması da mümkündür. Bu tür fiiller başka ifadelerle kayıtlanırlar. Mesela müjdeleme fiili genelde iyi bir haber vermek anlamında kullanılsa da ayette “Onu cehennemle müjdele.” buyrulmuştur. İşte bu gibi kullanımlar takyide (sınırlandırmaya) dayalı ifadelerdir. Buna göre ayetin anlamı şudur: Sizi infak etmekten alıkoyan veya kötü şeyleri vermeyi size salık veren şeytandır. Zira o sizi, infak etmeniz veya iyi mallarınızdan vermeniz halinde fakir kalmakla korkutur. [Size kötülüğü emreder.] Yani kötü işi emreder. Burada kötü iş cimriliktir. Fahiş, cimri kişileri anlatmak için kullanılan bir kelimedir. Çünkü onun yaptığı iş çok çirkindir. Kelbî ve Mukātil şöyle demişlerdir: Burada geçen dışında Kur’an’daki her  ٱلۡفَحۡشَاۤءِ  kelimesi zina anlamında kullanılır. Buradaki manası ise zekat vermemektir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

Ayette şeytanın fakirliği vaad etmesine va'd ile karşılık verilmekle kalmamış, fuhşiyat mağfirete mukabil bir konumda getirilmiştir ki bu, fuhşiyatın cezayı gerektirmesindendir. Ceza da mağfiretin zıddıdır. (Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları  / Hasan Uçar)


 وَاللّٰهُ يَعِدُكُمْ مَغْفِرَةً مِنْهُ وَفَضْلاًۜ


Öncesine وَ ‘la atfedilen cümlede cihet-i camiâ, tezattır. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidâi kelamdır. Cümlede müsned, müsbet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudus ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiilin tecessüm özelliği muhayyileyi harekete geçirerek muhatabı etkiler. 

مَّغۡفِرَةࣰ - فَضۡلࣰاۗ kelimelerindeki tenvin tazim ve kesret ifade eder. Bu iki kelime arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.

ٱلشَّیۡطَـٰنُ یَعِدُكُمُ ٱلۡفَقۡرَ وَیَأۡمُرُكُم بِٱلۡفَحۡشَاۤءِۖ cümlesi ile  وَٱللَّهُ یَعِدُكُم مَّغۡفِرَةࣰ مِّنۡهُ وَفَضۡلࣰاۗ  cümlesi arasında  üçlü mukabele vardır. (Fatma SErap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri, Bedii İlmi, S. 40)

Bu cümlede یَعِدُكُم kelimesinde tehekküm istiaresi vardır. وعد fiili aslında güzel şeyler için kullanılır.

[Allah size katından mağfiret ve bir lutuf vaad eder.] Yani verdiğiniz sadakalar ve zekâtlar sebebiyle günahlarınızı affedeceğini müjdeler. Yine sizleri, verdiklerinizin yerine daha dünyadayken başka nimetler, âhirette de sevap vermek suretiyle lutuflandırmakla müjdeler. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)


وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌۚ


Ayetin son cümlesindeki وَ istînâfiyedir. Cümlenin mâkabline matuf olduğu da söylenmiştir. Subut ifade eden isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla, Allah lafzında tecrîd sanatı vardır. Müsnedin ileyhin tüm esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde barındıran lafza-i celâlle marife olması tazim, telezzüz, teberrük ve ikaz içindir.

İki haber olan, Allah'ın وَ ٰ⁠سِعٌ ,عَلِیمࣱ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâda varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında وَ olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşabüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetin fasılası 247. ayetin fasılasıyla aynıdır. İki ayet arasında tekrir ve  reddü’l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

Bütün sıfatları cami olan ism-i celâlin yani Allah adının zamir ile değil zahir olarak zikredilmesi; telezzüz, teberrük ve muhabbeti artırmak içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır.

Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve te’kîd etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekit etmektedir. (Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) -Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme ar. gör. Ömer Kara)

Yani Allah zengindir, ihsanı boldur. Verdiklerinizin yerine dünyada başka nimetler, âhirette de sevap vermeye kādirdir. O, sizin fiillerinizi ve niyetlerinizi bilmektedir.  (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
Bakara Sûresi 269. Ayet

يُؤْتِي الْحِكْمَةَ مَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُو۫تِيَ خَيْراً كَث۪يراًۜ وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ  ...


Allah, hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiş demektir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يُؤْتِي verir ا ت ي
2 الْحِكْمَةَ Hikmeti ح ك م
3 مَنْ kimseye
4 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
5 وَمَنْ ve kimse
6 يُؤْتَ verilen ا ت ي
7 الْحِكْمَةَ Hikmet ح ك م
8 فَقَدْ elbette
9 أُوتِيَ verilmiştir ا ت ي
10 خَيْرًا hayır خ ي ر
11 كَثِيرًا çok ك ث ر
12 وَمَا
13 يَذَّكَّرُ bunu anlamaz ذ ك ر
14 إِلَّا başkası
15 أُولُو sahiplerinden ا و ل
16 الْأَلْبَابِ akıl ل ب ب

5dk 31 saniyede Muhammed Nablusiden, hikmet nedir videosu

Ayette hikmetten “verilen bir şey “olarak söz edilmektedir. Ancak ayetin sonu bunun herkese değil doğuştan bahşedilen bazı yeteneklerini geliştirenlere verileceğini ihtar eder. İndirilen hükümlere verilen hikmetle bakan biri, bu sayede eylemlerini “salih amel” e dönüştürür.

Hikmet, Hakkı batıldan, doğruyu eğriden, güzeli çirkinden, karı zarardan, iyiyi kötüden ayırabilmek yeteneğidir. Böyle bir muhakeme yeteneğine sahip olabilmek için öncelikle insan Allah ilişkilerinin sağlıklı olması gerekmektedir.

Ayetin sonunda geçen “ülül elbab” yine Ali İmran suresi 7-190 ve 191. ayetlerde detaylandırılmaktadır.

Riyazus Salihin, 164 Nolu Hadis

Ebû Mûsâ el-Eş’arî  radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu:

“Allah’ın benimle göndermiş olduğu hidâyet ve ilim, yeryüzüne yağan bol yağmura benzer. Yağmurun yağdığı yerin bir bölümü verimli bir topraktır: Yağmur suyunu emer, bol çayır ve ot bitirir. Bir kısmı da suyu emmeyip üstünde tutan çorak bir yerdir. Allah burada biriken sudan insanları faydalandırır. Hem kendileri içer, hem de hayvanlarını sular ve ziraatlarını o su sayesinde yaparlar. Yağmurun yağdığı bir yer daha vardır ki, düz ve hiçbir bitki bitmeyen kaypak arazidir. Ne su tutar, ne de ot bitirir. İşte bu, Allah’ın dininde anlayışlı olan ve Allah’ın benimle gönderdiği hidâyet ve ilim kendisine fayda veren, onu hem öğrenen hem öğreten kimse ile, buna başını kaldırıp kulak vermeyen, Allah’ın benimle gönderdiği hidâyeti kabul etmeyen kimsenin benzeridir.” 

Buhârî, İlim 20; Müslim, Fezâil 15

يُؤْتِي الْحِكْمَةَ مَنْ يَشَٓاءُۚ


Fiil cümlesidir. یُؤۡتِی fiili, ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  ٱلۡحِكۡمَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası یَشَاۤءُ ’dur. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.


وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُو۫تِيَ خَيْراً كَث۪يراًۜ


وَ istînâfiyyedir. مَنْ şart ismidir, iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  یُؤۡتَ şart fiili, illet harfinin hazfiyle meczum meçhul muzari fiildir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir. Naib-i faili müstetir هُو zamiridir. ٱلۡحِكۡمَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 

فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. أُوتِیَ meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir هُو zamiridir. خَیۡرࣰا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. كَثِیرࣰا kelimesi خَیۡرࣰا ‘ın sıfatıdır. 

یُؤۡتِی fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir. İf’al babı fiille ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.


وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ


وَ istînâfiyyedir. مَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. یَذَّكَّرُ merfû muzari fiildir.  إِلَّاۤ hasr edatıdır. أُو۟لُوا۟ faildir. Ref alameti و ’dir. Çünkü cemi müzekker salime mülhaktır. ٱلۡأَلۡبَـٰبِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

یَذَّكَّرُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.


يُؤْتِي الْحِكْمَةَ مَنْ يَشَٓاءُۚ

Ayet istînâfiye olarak fasılla gelmiştir. Müsbet muzari fiil cümlesi, faide-i haber, ibtidaî kelamdır. İkinci mef’ûl olan müşterek ismi mevsûlün sılası da, müsbet muzari fiil cümlesi, faide-i haber, ibtidaî kelamdır. 

Hikmetin verilmesi somut bir şeyin verilmesine benzetilmiştir. İstiare vardır.

یُؤۡتِی fiili manevi bir özelliği sahiplendirmek anlamında kullanılmıştır. Cami, alınan (verilen) şeyin gerçekliğidir, (mevcudiyetidir). Bu istiareyle hikmet somut bir şey yerine konarak dikkat çekilmiştir. 

Ayette geçen iki مَن arasında cinas vardır. Biri ismi mevsul, diğeri şart ismidir. 

 ٱلۡحِكۡمَةَ [Hikmet]: Allah’ın emirleri ile şeytanın telkinini ayırt edebilmek ve doğruyu seçme yeteneğidir.  Mukatıl b. Süleyman'a (ölm.766) göre, hikmet, Kur’ân'da dört anlamda kullanılmıştır:

1- Öğüt;

2- Sır;

3- Yüksek ilim ve anlayış;

4- Peygamberlik (Ebüssuûd)

 

İbn Abbas ”hikmet, Kur’an’ı kavramaktır” demiştir.

[Allah hikmeti dilediğine verir.] Yani Allah söz ve amelde doğruluğu, kulları arasından dilediğine bahşeder. Böylece o kişi şeytanın sözlerine kulak asmaz ve Allah’ın kendisine vaad ettiklerine dayanır. Burada  Cenâb-ı Hak hikmeti herkese değil dilediğine vereceğini açıklamıştır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

 

وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُو۫تِيَ خَيْراً كَث۪يراًۜ

 

وَ istînâfiyedir. Cümle şart üslubunda gelmiş haberi isnaddır. Şart cümlesi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir. مَن ’in haberi فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi, قَدۡ ’la tekid edilmiş faide-i haber talebî kelamdır. 

Ayette şartın cevabı dışındaki fiiller muzari gelerek hükmü takviye, hudus ve teceddüt ifade etmişlerdir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Samerrâî, Ala Tarîqi't Tefsîri'l Beyânî, c. 2, s. 88.)

Burada zamir makamında ismin açık olarak zikredilmesi "وَمَن یُؤۡتَ ٱلۡحِكۡمَةَ." buyrulmasi hikmetin önemini açıklamak ve illetini de zımnen bildirmek içindir. (Ebussûud)

یُؤۡتَ - أُوتِیَ - یُؤۡتِی kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, خَیۡرࣰا ve ٱلۡحِكۡمَةَ kelimeleri arasında ise murâât-ı nazîr sanatı vardır. 

خَیۡرࣰا كَثِیرࣰاۗ [çok hayır] ifadesindeki nekrelik, tazim ifade eder. Adeta, “o kimseye çok hayır, hem de ne muazzam bir hayır verilmiştir” denilmektedir. “Ancak vicdan sahipleri düşünüp ders çıkarır” ifadesiyle ilmiyle amel eden hikmet sahibi kimseler kastedilmiştir. Burada maksat, ayetin ihtiva ettiği infak ile ilgili hususları uygulamaya teşvik etmektir. (Keşşâf)

Bu ayette infak hakkında gelen hükümleri korumaya yönelik açık bir teşvik vardır. 

 

 وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ


وَ istînâfiyedir. Cümle menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. مَا ve إِلَّاۤ ile oluşan kasır cümleyi tekid etmiştir. Kasır, fiille fail arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Kasır ıstılahlarıyla یَذَّكَّرُ sıfat ve maksur, أُو۟لُوا۟ ٱلۡأَلۡبَـٰبِ mevsûf ve maksurun aleyhtir.

Allah’ın nasihatlerinden ancak selim akıllara sahip olan kişiler öğüt alırlar. Bunu akıl sahibi olsa da her mükellef yapamaz. Çünkü aklı hevâsına galip gelmeyen kişi ondan yararlanamaz. O, aklı olmayan kişi gibidir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

Bu âyet-i kerîmede, infak hakkında gelen hükümleri korumaya yönelik açık bir teşvik vardır. (Ebussûud)

Bu cümle infak ayetlerinin kapsadığı öğüt, edeb ve kerim ahlaka bir itiraz ve tezyil olarak gelmiştir. İnfak, infak edenlere amellerini doğruluğunu ve yumuşak huyluluğu kazandırır. (Aşûr)  


Günün Mesajı
İnfak toplumsal sevgiyi, birliği sağlayan bir şeydir. İsar’a, yani başkasını kendisine tercih etmeye teşvik eder. Gönlü geniş olmak öyle bir şeydir ki elindeki malla sınırlı değildir. Bazen sadece muhatabı dinlemek onun maddi bir ihtiyacını karşılamaktan daha değerlidir. Bahçe-gönül, verimli-imanlı olunca bol yağmur da az yağmur da gelse ürününü verir. Ayette ifade edilen amaçla yapılan infak da Allah katında bereketli olur. Mükafatı kişinin hallerine göre değişir, ama hiç bir zaman zayi olmaz.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Bazen bir an gelir. İç dünyandaki dengeler değişir. Saf bir niyet belirir ufukta. Uzanıp onu gerçekleştirme isteğiyle dolar taşarsın. 

O niyet bekletildikçe zayıflar. Bazen dışarıdan kontrol dışı gelen sebepler, ona ulaşılmasına mani olur. Bazen de insanın kendi nefsi, niyetiyle arasına girer ve şüphe, hırs, öfke gibilerle tanıştırarak niyetin saflığını bulandırır. Bazen nefsi sadece “şunu yapalım da sonra yaparız” der ve niyeti unutulmaya terk eder çünkü bilir ki dünyaya dalmak, oldukça kolaydır. 

O yüzden namaza kalkmak isteyen bedenini geri oturtma. Allah’ın emrini ileride yaparım diye erteleme. Büyüğünü aramak için uzanan elini geri tutma. Yardım etmek istediğinden yardımını esirgeme. İnfak edeceğin mal için kötü olanı seçme veya ayırdığının iyisini vermekten vazgeçme. Bir tartışmada susmanı tavsiye eden niyetini kenara itip nefsin için mücadeleye devam etme. Merhametinden korkma. Teşekkür etmesini, gerektiğinde özür dilemesini bil. Haklılığını kanıtlamak için küslükleri devam ettirme. Devamlı “karşılığını almalısın” diyen veya dünyalık korkularını besleyen nefsinin, saf niyetlerini susturmasına göz yumma. 

Uykudan uyandığında, rüyalarının detayları elinden kayıp gider ya hani. Belki geriye sadece ana hatları kalır. Bütün gece gördüğünü sandığın rüyayı anlatman, kelimelerle ne kadar süslersen süsle, bir iki dakikayı geçmez. 

İşte belki, diriliş günü nefsinin saf niyetlerini gerçekleştirmekten alıkoymak için bahane ettiği sebeplerin hepsi anlamsız gelecek. Dünyadaki yılların sanki bir günün içine sıkışıp kalacak. Yaşadığın hayatın, dünyadayken gördüğün rüyalardan bir farkı olmadığını anlayacaksın. Belki nefsini dinleyip görmezden geldiğin, ertelediğin ve gerçekleştirmediğin niyetlerin çokluğunu gördüğünde “ne gerek vardı” diye pişmanlıkla soracaksın. “Ne gerek vardı?”

Allah saf niyetlerimize bereket versin. Onları hayırla gerçekleştirmemizde ve her amelimizde elimizden gelenin iyisini yapmamızda yar ve yardımcımız olsun. ()

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji