بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَمَٓا اَنْفَقْتُمْ مِنْ نَفَقَةٍ اَوْ نَذَرْتُمْ مِنْ نَذْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُهُۜ وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ اَنْصَارٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve ne |
|
2 | أَنْفَقْتُمْ | infak ederseniz |
|
3 | مِنْ |
|
|
4 | نَفَقَةٍ | nafaka olarak |
|
5 | أَوْ | veya |
|
6 | نَذَرْتُمْ | (ne) adarsanız |
|
7 | مِنْ |
|
|
8 | نَذْرٍ | adak olarak |
|
9 | فَإِنَّ | şüphesiz |
|
10 | اللَّهَ | Allah |
|
11 | يَعْلَمُهُ | onu bilir |
|
12 | وَمَا | yoktur |
|
13 | لِلظَّالِمِينَ | zalimler için |
|
14 | مِنْ | hiçbir |
|
15 | أَنْصَارٍ | yardımcı |
|
وَمَٓا اَنْفَقْتُمْ مِنْ نَفَقَةٍ اَوْ نَذَرْتُمْ مِنْ نَذْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُهُۜ
وَ atıf harfidir. مَاۤ iki fiili cezmeden şart ismidir. Umum ifade eder. Yani “her şekilde her şey” demektir. Mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. أَنفَقۡتُم şart fiili, fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. مِّن نَّفَقَةٍ car mecruru مَا ’nın mahzuf haline müteallıktır. مِنْ beyaniyyedir.
أَوۡ atıf harfidir. نَذَرۡتُم sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. مِّن نَّذۡرࣲ car mecruru نَذَرۡتُم fiiline müteallıktır.
فَ şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir. إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ٱللَّهَ lafza-i celâli إِنَّ ’nin ismidir. یَعۡلَمُ fiili إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
إِنَّ ٱللَّهَ یَعۡلَمُهُۥۗ [Muhakkak ki Allah onu bilmektedir.] Şartın cevabıdır. هُ zamiri, مَاۤ edatına aittir. Bu sebeple harcama ve adaktan bahsedildiği halde tesniye yapılmamıştır. Çünkü مَاۤ bir şeydir, zamir de ona aittir. Böyle bir kullanım daha önce geçtiği üzere gayet beliğ bir vaat ve tehdit şeklidir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ اَنْصَارٍ
وَمَٓا اَنْفَقْتُمْ مِنْ نَفَقَةٍ اَوْ نَذَرْتُمْ مِنْ نَذْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُهُۜ
Ayet وَ ’la önceki ayetteki مَن یُؤۡتَ ٱلۡحِكۡمَةَ cümlesine atfedilmiştir. İlk cümle şart üslubunda gelmiş haberi isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetinde isti’nafi beyani vardır. (Âşûr)
Mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan şart cümlesi أَنفَقۡتُم ve ona atfedilen نَذَرۡتُم cümleleri mef’ul-ü mutlakla tekid edilmiştir.
Rabıta harfi فَ ile gelen cevap cümlesi إِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber talebî kelam olan cümlede إِنَّ ’nin isminin bütün kemâl sıfatları cami olan ism-i celâlle gelmesi, telezüz, teberrük ve muhabbeti artırmak içindir.
إِنَّ ’nin haberinin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudus ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek etkili olur.
Cümlede نَّفَقَةٍ , نَّذۡرࣲ kelimelerine dahil olan مِّن harfi beyaniyedir. (Mahmut Sâfî)
أَنفَقۡتُم - نَّفَقَةٍ , نَذَرۡتُم - نَّذۡرࣲ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
نَّفَقَةٍ - نَّذۡرࣲ kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.
نَّفَقَةٍ ve نَّذۡرࣲ kelimelerinin nekre gelişi tazim, teksir, taklil, neviyet, umum bildirir.
İstiğrak manasını kuvvetlendiren مِّن harfi cerinin deliliyle نَّذۡرࣲ kelimesindeki tenvin; tafsil ve ta'mim için gelmiştir. Yani gizli ya da açık; az ya da çok ne infak ettiniz ya da adak adadınız Allah onu bilir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru:1599)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde ”Ben bilirim” yerine إِنَّ ٱللَّهَ یَعۡلَمُهُۥۗ [Allah bilir] buyurulması, tecrîd sanatıdır.
Bu ifadede ceza ya da mükafattan kinaye vardır. (Âşûr)
Allah Teâlâ, infak ettiklerinizi O’nun rızası uğruna mı yoksa gösteriş amacıyla mı verdiğinizi ve yine adaklarınızı ibadet-tâat uğruna mı yoksa isyan amacıyla mı adadığınızı bilir. Ayet bu yoruma göre hem vaad hem de tehdit içerir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) Lazım-melzum alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ اَنْصَارٍ
وَ istînâfiyedir. Faide-i haber, talebî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لِلظَّـٰلِمِینَ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
Muahhar mübtedaya dahil olan zaid مِنۡ harfi cümleyi tekid etmiştir.
أَنصَارٍ ’deki nekrelik tazim ve kıllet ifade eder.
İnfak etmeyenler zalimdir. Zalim, bir şeyi hak ettiği yere vermeyen, adil herşeyi hak ettiği yere koyandır. Maddi – manevi konularda olabilir.
Cümle muhatab zamiriyle başlayıp zalimler isminin zikriyle bittiği için iltifat sanatı vardır. Târiz için böyle gelmiştir.
أَنصَارٍ kelimesinin nefyinde yardımdan kinaye vardır. (Âşûr)
اِنْ تُبْدُوا الصَّدَقَاتِ فَنِعِمَّا هِيَۚ وَاِنْ تُخْفُوهَا وَتُؤْتُوهَا الْفُقَـرَٓاءَ فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۜ وَيُكَفِّرُ عَنْكُمْ مِنْ سَيِّـَٔاتِكُمْۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنْ | eğer |
|
2 | تُبْدُوا | açıktan verirseniz |
|
3 | الصَّدَقَاتِ | sadakaları |
|
4 | فَنِعِمَّا | ne güzeldir |
|
5 | هِيَ | bu |
|
6 | وَإِنْ | eğer |
|
7 | تُخْفُوهَا | onları gizler |
|
8 | وَتُؤْتُوهَا | ve verirseniz |
|
9 | الْفُقَرَاءَ | fakirlere |
|
10 | فَهُوَ | bu |
|
11 | خَيْرٌ | daha iyidir |
|
12 | لَكُمْ | sizin için |
|
13 | وَيُكَفِّرُ | ve kapatır |
|
14 | عَنْكُمْ | sizden |
|
15 | مِنْ | bir kısmını |
|
16 | سَيِّئَاتِكُمْ | günahlarınızın |
|
17 | وَاللَّهُ | Allah |
|
18 | بِمَا | şeylerden |
|
19 | تَعْمَلُونَ | yaptıklarınız |
|
20 | خَبِيرٌ | haberdardır |
|
Riyazus Salihin, 377 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Başka bir gölgenin bulunmadığı Kıyamet gününde Allah Teâlâ, yedi insanı, arşının gölgesinde barındıracaktır:
Âdil devlet başkanı,
Rabbine kulluk ederek temiz bir hayat içinde serpilip büyüyen genç,
Kalbi mescidlere bağlı müslüman,
Birbirlerini Allah için sevip buluşmaları da ayrılmaları da Allah için olan iki insan,
Güzel ve mevki sahibi bir kadının beraber olma isteğine “Ben Allah’tan korkarım” diye yaklaşmayan yiğit,
Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka veren kimse,
Tenhâda Allah’ı anıp gözyaşı döken kişi.”
Buhâri, Ezan 36, Zekât 16, Rikak 24, Hudûd 19; Müslim, Zekât 91. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 53; Nesâî, Kudât 2
اِنْ تُبْدُوا الصَّدَقَاتِ فَنِعِمَّا هِيَۚ وَاِنْ تُخْفُوهَا وَتُؤْتُوهَا الْفُقَـرَٓاءَ فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۜ
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezmeder. تُبۡدُوا۟ fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. ٱلصَّدَقَـٰتِ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
فَ şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir. نِعِمَّا medih fiilidir.
نِعِمَّا ifadesindeki مَا nekre olup, ism-i mevsūl ya da mevsuf değildir. فَنِعِمَّا هِیَ [Ne âlâ, ne güzel!] demektir. (Keşşaf) نِعِمَّا kelimesi هِیَ ’nin mukaddem haberidir. Munfasıl zamir هِیَ muahhar mübtedadır.
إِن تُبۡدُوا۟ ٱلصَّدَقَـٰتِ فَنِعِمَّا هِیَۖ [Eğer sadakaları açıktan verirseniz ne âlâ!] Yani sadakaları gizlemeden açıktan verirseniz ne güzel iş yapmış olursunuz. نِعِمَّا övgü için kullanılan bir kelimedir. Aslı نِعْمَ مَا şeklindedir. Daha sonra iki مَ birbirine idgam edilmiştir. İbn Kesîr, Hafs rivayetine göre Âsım, Verş rivayetine göre Nâfi ن ve ع harflerini kesreyle okumuştur. نِعْمَ ’deki ن önceden de kesreliydi. Birinci مَ ‘in ikincisi ile idgam edilmesinden dolayı iki sâkin harf [ عِ ve idgam edilen مَ ] yan yana gelince عِ harfinin harekelenmesi gerekmiş ve ن ’un harekesini [kesre] almıştır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezmeder. تُخۡفُو fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. وَ atıf harfidir. تُؤۡتُو fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. ٱلۡفُقَرَاۤءَ ikinci mef’ûlun bihtir. Bu kelime فَقِيرٌ lafzının çoğulu olup فُعَلاَء veznindendir.
فَ şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. خَیۡرࣱ haberdir. لَّكُمۡ car mecruru خَیۡرࣱ ’e veya خَیۡرࣱ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır.
ٱلصَّدَقَـٰتِ kelimesindeki lamı tarif cins içindir.
وَيُكَفِّرُ عَنْكُمْ مِنْ سَيِّـَٔاتِكُمْۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. یُكَفِّرُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. عَنكُم car mecruru یُكَفِّرُ fiiline müteallıktır. مِّن سَیِّـَٔاتِ car mecruru aynı şekilde یُكَفِّرُ fiiline müteallıktır. Cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradir. Muttasıl zamir كُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِّن harfi ba'diyet ifade eder.
وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ
اِنْ تُبْدُوا الصَّدَقَاتِ فَنِعِمَّا هِيَۚ
İstînâfiye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, şart üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
Müsbet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan تُبۡدُوا۟ şart fiilidir. Müsbet muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudus ve teceddüt ifade etmiştir. Medih makamı olduğu için istimrar da ifade eder.
Rabıta harfi فَ ile gelen cevap cümlesi فَنِعِمَّا هِیَۖ , isim cümlesi formunda, gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Camid fiil نِعِمَّا , mukaddem haber, هِیَۖ muahhar mübtedadır. Mübteda olan هِیَۖ ‘nin muzafı hazfedilmiştir. Takdiri ابداؤها ’dır. (Mahmut Sâfî)
Medh fiili olan نِعِمَّا’nin mahsûsu, mahzuftur.
وَاِنْ تُخْفُوهَا وَتُؤْتُوهَا الْفُقَـرَٓاءَ فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۜ
Ayetteki ikinci şart cümlesi, mâkabline matuftur.
Şart üslubunda gelmiş olan bu cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart fiilinin müsbet muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudus ve teceddüt ifade eder. Cümledeki muzari fiiller, olayın gözönünde canlanmasını sağlamıştır.
Cevap cümlesi isim cümlesi formunda gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Yani sadakalarınızı fakirlere bu halde gizli olarak verirseniz [daha iyidir]... Zira sadakayı gizlice vermek, açıkça vermekten daha iyidir. Çünkü onu açıkça verirken riyaya düşmekten endişe edilebilir. Gizlice vermekte ise böyle bir endişeye mahal yoktur. Önceden hem gizleme hem de açıktan verme şeklinde iki durumdan bahsedildiği halde فَهُوَ [işte o] işaret lafzı tekil olarak kullanılmıştır. Çünkü burada kastedilen anlam tektir o da sadakayı gizliden vermektir.
إِن تُخۡفُوهَا ifadesi söylemezseniz manasında gelmiştir, bunun için istiare vardır.
تُخۡفُو- تُبۡدُوا۟ [aleni-sır] kelimeleri arasında tıbakı icab vardır.
Vacip sadakaları açıktan, nafile sadakaları gizli vermek daha güzeldir.
وَيُكَفِّرُ عَنْكُمْ مِنْ سَيِّـَٔاتِكُمْۜ
وَ istînâfiyedir. Müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümledeki iki car-mecrur fiile muteallıktır.
سَیِّـَٔاتِكُمۡۗ ifadesindeki مِّن harfi, ba’diyet içindir.
یُكَفِّرُ fiili tef’îl babında gelerek, örtmede mübalağa ifade etmiştir. Muzari sıygada oluşu da hükmü takviye, hudus ve teceddüt anlamı katmıştır.
وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ
Ayetin son cümlesi istînâfiyedir. Lafza-i celal mübteda, خَبِیرࣱ haberidir. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı vecelâl sıfatları bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu, telezzüz, teberrük ve teşvik içindir.
Cümle faide-i haber talebî kelamdır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâl’de tecrîd sanatı vardır.
Cümlede car mecrur, amilinin önüne geçmiştir. Bu takdim, tahsis ifade eder. Yani, ‘’O yaptıklarınızdan haberdardır. Haberdar olmadığı hiçbir şey yoktur.’’ demektir. Bu cümle, mamulun amiline kasrını, başka bir deyişle de olumlu mananın yanında bir de olumsuz mana ifade eder.
Müşterek ism-i mevsûl مَا ’da tevcih sanatı vardır. Sıla cümlesi تَعۡمَلُونَ , müsbet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
وَٱللَّهُ بِمَا تَعۡمَلُونَ خَبِیر sözü, lafzen sarih olarak Allah'ın bütün yapılanlardan haberdar olduğuna delalet eder. Ama maksat bu yapılanlara karşılık ahirette verilecek sevap ve cezayı hatırlatmaktır. Buna, lazım melzum alakasıyla mecaz-ı mürsel denir.
Allah yaptıklarınız bilir buyurulmuş ama Allah yapmadıklarımızı da bilir. Bu mana da meskûtun anhdır. (Fıkıh Usûlu)
لَيْسَ عَلَيْكَ هُدٰيهُمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَلِاَنْفُسِكُمْۜ وَمَا تُنْفِقُونَ اِلَّا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ اللّٰهِۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ يُوَفَّ اِلَيْكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تُظْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَيْسَ | değildir |
|
2 | عَلَيْكَ | senin üzerine |
|
3 | هُدَاهُمْ | onları hidayet etmek |
|
4 | وَلَٰكِنَّ | fakat |
|
5 | اللَّهَ | Allah’tır |
|
6 | يَهْدِي | doğru yola ileten |
|
7 | مَنْ | kimseyi |
|
8 | يَشَاءُ | dilediği |
|
9 | وَمَا |
|
|
10 | تُنْفِقُوا | verdiğiniz |
|
11 | مِنْ | her |
|
12 | خَيْرٍ | hayır |
|
13 | فَلِأَنْفُسِكُمْ | kendiniz içindir |
|
14 | وَمَا |
|
|
15 | تُنْفِقُونَ | infak edemezsiniz |
|
16 | إِلَّا | dışında |
|
17 | ابْتِغَاءَ | kazanmak için |
|
18 | وَجْهِ | (yüzü) rızasını |
|
19 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
20 | وَمَا | ve ne |
|
21 | تُنْفِقُوا | verseniz |
|
22 | مِنْ | -dan |
|
23 | خَيْرٍ | hayır- |
|
24 | يُوَفَّ | tastamam verilir |
|
25 | إِلَيْكُمْ | size |
|
26 | وَأَنْتُمْ | ve siz |
|
27 | لَا | asla |
|
28 | تُظْلَمُونَ | zulmedilmezsiniz |
|
لَيْسَ عَلَيْكَ هُدٰيهُمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ
لَّیۡسَ nakıs camid fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder. عَلَیۡكَ car mecruru لَّیۡسَ ’nin mahzuf mukadden haberine müteallıktır. هُدَىٰ kelimesi لَّیۡسَ ’nin muahhar ismidir. هُدَىٰ elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لَـٰكِنَّ istidrak harfidir. لَـٰكِنَّ harfi اِنَّ gibi ismini nasb, haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre لَـٰكِنَّ de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder. ٱللَّهَ lafza-i celâli لَـٰكِنَّ ’nin ismidir. یَهۡدِی fiili لَـٰكِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası یَشَاۤءُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. یَشَاۤءُ muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
لَّیۡسَ عَلَیۡكَ هُدَىٰهُمۡ وَلَـٰكِنَّ ٱللَّهَ یَهۡدِی مَن یَشَاۤءُ [Onları doğru yola iletmek sana ait değildir.] Yani ey Muhammed! Kâfirleri doğru yola erdirmek senin yükümlülüğün değildir. Allah dilediğini doğru yola iletir. Hitap özel, kasıt ise umumidir. Bütün ehl-i İslâm’ı kapsar. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَلِاَنْفُسِكُمْۜ وَمَا تُنْفِقُونَ اِلَّا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ اللّٰهِۜ
وَ istînâfiyyedir. مَاۤ iki fiili cezmeden şart ismidir. تُنفِقُوا۟ fiilinin mukaddem mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. تُنفِقُوا۟ şart fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. مِنۡ خَیۡرࣲ car mecruru مَا ’nın mahzuf haline müteallıktır.
فَ şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir. لِأَنفُسِ car mecruru mukadder mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Takdiri هو (o) şeklindedir. Muttasıl zamir كُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ itiraziyyedir. مَاۤ nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تُنفِقُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzaridir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. إِلَّا hasr edatıdır. ٱبۡتِغَاۤءَ sebebiyet bildiren mefulün lieclihtir. Aynı zamanda muzâftır. وَجۡهِ muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur. ٱللَّهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَمَا تُنفِقُونَ إِلَّا ٱبۡتِغَاۤءَ وَجۡهِ ٱللَّهِۚ [Sadaka olarak verdiklerinizi yalnızca Allah rızası için verin.] Âlimler bu ifade hakkında sonuç olarak üç vecihte özetlenebilecek pek çok yorumda bulunmuşlardır:
1. Buradaki مَا nefiy, تُنفِقُونَ fiili ise ispat için getirilmiştir. إِلَّا kelimesi de istisna edatıdır. Bu ifade, tamamlanmış bir sözdür. Kâfir akrabalarına verdikleri sadakalar konusunda Müslümanlara mazeret sunmaktadır. Buna göre ayetin anlamı şöyle takdir edilebilir: Sizler, kâfirlerden olan akrabalarınıza ancak Allah’ın emriyle O’nun rızasını umarak tasadduk etmekteydiniz/edersiniz.
2. Burada وَ harfi, ayet vâvıdır. مَا ise nefiy için kullanılmıştır ve لاَ manasındadır. Bu ibare, ayette geçen bir önceki ifade ile ilgilidir. Takdiri şöyledir: وَمَا تُنفِقُوا۟ مِنۡ خَیۡرࣲ وَأَنتُمۡ لاَ تُنفِقُونَ ذَلِكَ إِلَّا ٱبۡتِغَاۤءَ وَجۡهِ ٱللَّهِ فَلِأَنفُسِكُمۡ ثَوَابَ ذَلِكَ [Sadaka olarak verdiğiniz malları sadece Allah rızası için veriyorsanız bunun karşılığını alırsınız.]
3. Bu ifade nehiy manasında bir nefiydir [yasaklama anlamına gelen olumsuz fiil cümlesidir]. Yasaklamanın olumsuzlama şeklinde geldiği pek çok cümle vardır. “Kişi kardeşinin pazarlığı üzerine pazarlık etmez.” hadisi de böyledir. Ayetin anlamı şudur: Ancak Allah’ın rızası için sadaka verin. Allah’ın veçhini arzulamak ifadesinin anlamı O’nun rızasını talep etmektir. Bu, dilde bilinen bir kullanım şeklidir. “Bunu Zeyd’in yüzü için yapıyorum.” denildiğinde onun hatırı için demek istenir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ يُوَفَّ اِلَيْكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تُظْلَمُونَ
وَ istînâfiyyedir. مَاۤ iki fiili cezmeden şart ismidir. تُنفِقُوا۟ fiilinin mukaddem mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. تُنفِقُوا۟ şart fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. مِنۡ خَیۡرࣲ car mecruru مَا ’nın mahzuf haline müteallıktır.
Şartın cevabı یُوَفَّ إِلَیۡكُمۡ ’dir. یُوَفَّ illet harfinin hazfiyle meczum meçhul muzari fiildir. Naibu faili ayetin siyakından anlaşılır. Takdiri جزاؤه (karşılığı) şeklindedir. إِلَیۡكُمۡ car mecruru یُوَفَّ fiiline müteallıktır. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir أَنتُمۡ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَا تُظۡلَمُونَ haber olarak mahallen merfûdur. لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تُظۡلَمُونَ meçhul muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
یُوَفَّ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi وفي ’dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.İstînâfiye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi لَّیۡسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَّیۡسَ , عَلَیۡكَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. هُدَىٰهُمۡ ise muahhar mübtedadır.
وَ ’la mâkabline atfedilen isim cümlesinde لَـٰكِنَّ ’nin ismi lafza-i celalle gelmiştir. Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya şamil ٱللَّهَ ismiyle gelmesi, telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.
لَـٰكِنَّ ’nin haberinin muzari fiille gelmesi ise hükmü takviye, hudus ve teceddüt ifade eder. Cümle faide-i haber talebî kelamdır.
Mef’ul konumundaki müşterek ism-i mevsûlün sılası muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûllerde tevcîh sanatı vardır.
Burada hitap özel, kasıt ise umumidir. Bütün ehl-i İslâm’ı kapsar. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
Hitap, Peygamberimize yönelerek muhatapları emre uymaya daha kuvvetle sevketmek murad edilmiştir.
İnfak konusu anlatılırken ‘’Onların hidayeti sana ait değil’’ buyurulmuştur. Demek ki hidayete ermemiş kimselere de infak edilebilir. Ayrıca insanları davet etmekle bizim görevimiz biter. Hidayete ermelerinden biz sorumlu değiliz.
هُدَىٰهُمۡ - یَهۡدِی kelimeleri arasında cinas, reddü'l-acüz ale's-sadri vardır.
Ayetteki وَلَـٰكِنَّ ٱللَّهَ یَهۡدِی مَن یَشَاۤءُۗ cümlesi peygambere söylenen bir haber olup tekitsiz gelmesi gerekirken muktezayı zahirin dışına çıkılarak peygamber inkar eden konumuna konulmuş olup لَـٰكِنَّ ve fail olan kelimenin mübteda yapılması ile pekiştirilmiş inkari haberdir. (Belagat İlminde Haber Ve İnşa (Bakara Suresi Örneği) / Elif Yavuz)
وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَلِاَنْفُسِكُمْۜ
وَ istînâfiyedir. Atıf olduğu da söylenmiştir. Cümle şart üslubunda gelmiş haberi isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan تُنفِقُوا۟ şart cümlesidir. Cümlede mef’ul olan مَا ’nın takdimi söz konusudur.
Rabıta harfi فَ ile gelen cevap cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لِأَنفُسِكُمۡۚ mukadder mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
وَمَا تُنْفِقُونَ اِلَّا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ اللّٰهِۜ
وَ ’la öncesine atfedilen cümle faide-i haber talebî kelamdır. Menfi fiil cümlesi formunda gelen cümle إِلَّا ve مَا ile oluşan kasırla, olumsuz mananın yanında bir de olumlu mana ifade etmiştir. İnfak Allah’ın rızasını gözetmeye kasredilmiştir.
Allah’ın yüzü ifadesinde mecaz vardır. وَجۡهِ [Yüz] kelimesi rıza, anlamında kullanılmıştır. Cüziyet alakasıyla mecâz-ı mürsel veya rıza manasında kinayedir. Çünkü insanın hoşnutluğu veya hoşnutsuzluğu yüzüne yansır.
وَجۡهِ ٱللَّهِۚ izafeti muzafın şanı içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde bütün esma-i hüsnaya şamil ٱللَّهَ isminin zikri tecrîd sanatıdır.
تُنفِقُوا۟ - تُنفِقُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
[Yalnızca Allah rızası için infak ediniz.] Yani yaptığınız hayırları sadece bu gaye ile yapınız. Âlimler bu ifade hakkında pek çok yorumda bulunmuşlardır. Bu ifade nehiy manasında bir nefiydir. Yasaklama anlamına gelen olumsuz fiil cümlesidir. Ayetin anlamı şudur: Ancak Allah’ın rızası için sadaka verin. Allah’ın veçhini arzulamak ifadesinin anlamı O’nun rızasını talep etmektir. Bu, dilde bilinen bir kullanım şeklidir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ يُوَفَّ اِلَيْكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تُظْلَمُونَ
Şart üslubunda haberi isnad olan bu cümle önceki şart cümlesine matuftur. Faide-i haber, ibtidaî kelamdır. Şart fiili تُنفِقُوا۟ ve cevap fiili یُوَفَّ müsbet muzari sıygadadır.
مِنۡ خَیۡرࣲ ’deki مِنۡ harfi beyaniyyedir. Kelimedeki tenvin tazim ve kıllet ifade eder.
Hal وَ ’ıyla gelen son cümle faide-i haber talebî kelamdır. وَ ’ın istînâfiye olması da caizdir.
Cümle kasırla tekid edilmiştir. İsim cümlesinde müsned menfi olup, müsnedün ileyh takdim edilmişse bu terkip hükmü takviye ifade eder.
خَیۡرࣲ- تُظۡلَمُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.
وَأَنتُمۡ لَا تُظۡلَمُونَ [Size eksik ödenmez.] Bu cümlede itnâb sanatı vardır. Çünkü eksiksiz tam olarak size ulaşır manasına gelen یُوَفَّ إِلَیۡكُمۡ cümlesinden sonra gelmiştir. (Safvetü't Tefâsir).
[Hayır olarak ne verirseniz, size fazlasıyla ödenir.] Zimmet ehline veya başkalarına, hayır olarak ne verirseniz, bunun karşılığı size fazlasıyla, kat kat verilir. O halde bunu en güzel bir şekilde vermeniz için başka bir yola başvurmanıza, cimrilik etmenize gerek yoktur. En güzel yol varken, kötü yola girmeyin. [Siz haksızlığa uğratılmayacaksınız.] Size kat kat verilmesi vaad olunan sevap ve ecrinizden herhangi bir eksiltmeye gidilmeyecektir. Bu konuda size zulmedilmeyecek, haksızlık da yapılmayacaktır. (Ruhu’l-Beyan)
O halde infak ettiğimiz kişiden bir beklentide bulunmayalım.
لِلْفُقَـرَٓاءِ الَّذ۪ينَ اُحْصِرُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ لَا يَسْتَط۪يعُونَ ضَـرْباً فِي الْاَرْضِۘ يَحْسَبُهُمُ الْجَاهِلُ اَغْنِيَٓاءَ مِنَ التَّعَفُّفِۚ تَعْرِفُهُمْ بِس۪يمٰيهُمْۚ لَا يَسْـَٔلُونَ النَّاسَ اِلْحَافاًۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لِلْفُقَرَاءِ | (Sadakalar) fakirler içindir |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler (için) |
|
3 | أُحْصِرُوا | kapanıp kalan |
|
4 | فِي |
|
|
5 | سَبِيلِ | yolunda |
|
6 | اللَّهِ | Allah |
|
7 | لَا | yoktur |
|
8 | يَسْتَطِيعُونَ | güçleri |
|
9 | ضَرْبًا | gezmeye |
|
10 | فِي | -nde |
|
11 | الْأَرْضِ | yeryüzü- |
|
12 | يَحْسَبُهُمُ | onları sanırlar |
|
13 | الْجَاهِلُ | bilmeyenler |
|
14 | أَغْنِيَاءَ | zengin |
|
15 | مِنَ | dolayı |
|
16 | التَّعَفُّفِ | utangaçlıklarından |
|
17 | تَعْرِفُهُمْ | onları tanırsın |
|
18 | بِسِيمَاهُمْ | simalarından |
|
19 | لَا |
|
|
20 | يَسْأَلُونَ | istemezler |
|
21 | النَّاسَ | insanlardan |
|
22 | إِلْحَافًا | ısrarla |
|
23 | وَمَا | ne varsa |
|
24 | تُنْفِقُوا | yaptığınız |
|
25 | مِنْ | -dan |
|
26 | خَيْرٍ | hayır- |
|
27 | فَإِنَّ | şüphesiz |
|
28 | اللَّهَ | Allah |
|
29 | بِهِ | onu |
|
30 | عَلِيمٌ | bilir |
|
Riyazus Salihin, 266 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir iki hurma veya bir iki lokmayla savuşturulan kimse yoksul değildir. Asıl yoksul, muhtaç olduğu hâlde dilenmeyen kimsedir.”
Buhârî, Tefsîru sûre (2), 48; Müslim, Zekât 102. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 24; Nesâî, Zekât 76
Sahîh-i Buhârî ve Sahîh-i Müslim’deki diğer bir rivayete göre ise Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kapı kapı dolaşıp bir iki lokma, bir iki hurma ile savuşturulan kimse yoksul değildir. Asıl yoksul, kendisine yetecek malı bulunmayan, muhtaç olduğu bilinip de kendisine sadaka verilmeyen ve kimseden bir şey dilenmeyen kimsedir.”
Buhârî, Zekât 53; Müslim, Zekât 101. Ayrıca bk. Nesâî, Zekât 76
Affe عفف :
İffet عِفَّةٌ, nefiste şehvetin galip gelmesini engelleyen bir hâlin meydana gelmesidir. İstif'al babı formundaki türevi olan إسْتِعْفافٌ 'a gelince iffetli olmayı isteme ya da buna çalışma anlamındadır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de bir fiil ve bir isim formunda 4 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri iffet ve Afife'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Darabe kelimesinin sözlük manası bir şeyi başka bir şeye vurmaktır. Ne var ki Arapça’da çok farklı manalara gelen, kullanıldığı edata (harfi cer) göre manası değişebilen bir fiildir. Aşağıda çeşitli harfi cerlerle (edatlarla) birlikte kullanıldığında oluşan manaların bir kısmı verilmiştir:
– Bi (بِ) harfi ceriyle birlikte kullanıldığında birşeye birşeyle vurma manası vardır.
– Alâ (عَلَى) harfi ceriyle birlikte kullanıldığında müzik aleti çalmak veya daktilo gibi tuşlu bir cihaz ile yazı yazmak veya akrebin sokması için kullanılır. Ayrıca bir şeyi empoze etmek, zorla kabul ettirmek manalarına gelir.
– Beyne (بَيْنَ) ile kullanıldığında insanların arasını ayırmak, bölmek manasına gelir.
– An (عَنْ) ile kullanıldığında terk etme, yüz çevirme, umursamama manası vardır.
– Fî (فِي) ile kullanıldığında gezinmek, dolaşmak, sefere çıkmak, göç etmek manaları vardır.
– İlâ (إِلَى) ile kullanıldığında bir renge çalmak manası vardır.
Ayeti Kerime'de فِي ile gelmiş olup, manası dolaşmak, gezmektir.
İlhâfen إلْحافٌ kelimesi Kur’ân-ı Kerim'de yalnızca bu ayette geçmiş olup yüzsüzlük yapmak, rahatsızlık vermek demektir.
لِلْفُقَـرَٓاءِ الَّذ۪ينَ اُحْصِرُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ لَا يَسْتَط۪يعُونَ ضَـرْباً فِي الْاَرْضِۘ يَحْسَبُهُمُ الْجَاهِلُ اَغْنِيَٓاءَ مِنَ التَّعَفُّفِۚ
لِلۡفُقَرَاۤءِ car mecruru mahzuf habere müteallıktır. Mübteda mahzuftur. Takdiri الصدقات (sadakalar) şeklindedir. ٱلَّذِینَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, لِلۡفُقَرَاۤءِ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası أُحۡصِرُوا۟ ‘dur. Damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naibu fail olup mahallen merfûdur. فِی سَبِیلِ car mecruru أُحۡصِرُوا۟ fiiline müteallıktır. ٱللَّهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَا یَسۡتَطِیعُونَ cümlesi أُحۡصِرُوا۟ fiilinin failinden hal olarak mahallen mansubtur. لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. یَسۡتَطِیعُونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. ضَرۡبࣰا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. فِی ٱلۡأَرۡضِ car mecruru ضَرۡبࣰا ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
یَحۡسَبُهُمُ ٱلۡجَاهِلُ cümlesi أُحۡصِرُوا۟ fiilinin failinden hal olarak mahallen mansubtur. یَحۡسَبُ merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. ٱلۡجَاهِلُ fail olup lafzen merfûdur. أَغۡنِیَاۤءَ ikinci mef’ûlun bihtir. Sonunda zaid, yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir. مِنَ ٱلتَّعَفُّف car mecruru یَحۡسَبُ fiiline müteallıktır. مِنَ sebebiyyedir.
تَعْرِفُهُمْ بِس۪يمٰيهُمْۚ لَا يَسْـَٔلُونَ النَّاسَ اِلْحَافاًۜ
Cümle أُحۡصِرُوا۟ fiilinin failinden hal olarak mahallen mansubtur. تَعۡرِفُ muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ‘dir. Muttasıl zamir هُم mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. بِسِیمَـٰهُمۡ car mecruru تَعۡرِفُ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَا یَسۡـَٔلُونَ ٱلنَّاسَ إِلۡحَافࣰا cümlesi أُحۡصِرُوا۟ fiilinin failinden hal olarak mahallen mansubtur. لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. یَسۡـَٔلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzaridir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. ٱلنَّاسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. İkinci mef’ûlun bih mukadderdir. Takdiri أموالا أو صدقة (Mallar veya sadaka) şeklindedir. إِلۡحَافࣰا mef’ûlu mutlaktan naibtir. Takdiri لا يلحّون بالسؤال إلحافا (Zorla istemiyorlar) şeklindedir. Veya hal yerinde masdardır.
تَعۡرِفُهُم بِسِیمَـٰهُمۡ [Onları simalarından tanırsın.] Bir görüşe göre burada hitap Hz. Peygamber aleyhisselâmadır. Bir görüşe göre ise onları tanımak isteyen herkesedir. Onların fakirlikleri yüzlerindeki açlık ve ihtiyaç izlerinden belli olur.
Lisân-ı hal, konuşmaktan daha çok şey anlatır derler. تَعۡرِفُهُم بِسِیمَـٰهُمۡ [Onları simalarından tanırsın.] ifadesi ile ayetin başı arasındaki ilgi şöyledir: Onların hallerini sorarak öğrenmek isteyen kişi buna ulaşamaz. Çünkü onlar bir şey istemezler. Ancak onların yüzlerine bakan onların hallerini anlar.
Bir görüşe göre تَعۡرِفُهُم بِسِیمَـٰهُمۡ [Onları simalarından tanırsın.] ifadesinin anlamı onların fakirliklerini simalarından anlarsın demek değil, bilakis onların huşûlarını ve geceleyin çokça namaz kıldıklarını yüzlerinin, uykusuz kalmaktan gelen sarılığından ve gece namazı kılmaktan gelen nûrundan anlarsın demektir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ۟
وَ istînâfiyyedir. مَاۤ iki fiili cezmeden şart ismidir. تُنفِقُوا۟ fiilinin mukaddem mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. تُنفِقُوا۟ şart fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. مِنۡ خَیۡرࣲ car mecruru مَا ’nın mahzuf haline müteallıktır.
Şartın cevabı فَإِنَّ ٱللَّهَ بِهِۦ عَلِیمٌ ’dur. إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنَّ ’nin ismidir. بِهِ car mecruru عَلِیمٌ ’e müteallıktır. عَلِیمٌ ise اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.لِلْفُقَـرَٓاءِ الَّذ۪ينَ اُحْصِرُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ
Şibh-i kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiş ayetin ilk cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. لِلۡفُقَرَاۤءِ , mukadder mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. لِلۡفُقَرَاۤءِ ’nin sıfatı olan has ismi mevsûl ٱلَّذِینَ ’de tevcih sanatı vardır. Sıla cümlesi ...أُحۡصِرُوا۟ mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şimdi, bu ayette sadakanın kimlere verileceği ifade edilmiştir.
ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiarei tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakîkî manada zarfiyyeye, yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah'ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Cami, her ikisindeki mutlak irtibattır.
سَب۪يلِ اللّٰهِ izafetinde lafzâ-i celâle muzâf olması سَب۪يلِ için tazim ve şeref ifade eder.
سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresinde istiare vardır. سَب۪يلِ kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.
Allah yolu sıfatlı kinayedir. Cihad ve din hizmeti kastedilir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)
أُحۡصِرُوا۟ fiilinde istiare vardır. Allah yolunda çalışıp başka hiç bir işle ilgilenmediklerini ifade eder. Cami; boş vakit bulamamaktır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)
[Kendilerini Allah yoluna adamış fakirler için.] Bakara 2/271 ayetinde [Sadakayı gizlice fakirlere verseniz.] buyrulmuştu. Sanki Müslümanlar “Hangi fakirlere?” diye sordular ve bu sorularına karşılık olarak “Allah yoluna kendini adamış fakirlere” şeklinde cevap verildi. فِی سَبِیلِ ٱللَّهِ [Allah yolunda] ifadesi Allah’ın rızasının yolunda anlamındadır. Burada kastedilenler ashâb-ı suffadır. Onlar dört yüz kişiydiler. Medine’de kalacak yerleri ve akrabaları yoktu. Hz. Peygamber aleyhisselâmın gönderdiği seriyyelere katılıp Mescid-i Nebevî’ye geri dönüyorlardı. “Allah yolunda adanmış olmalarının” anlamı Allah’a itaatle, onun rızasını talep etmekle ve Resûlü’nün sohbetiyle meşgul olmalarıdır. Hz. Peygamber aleyhisselâm onları Medine’de mescidine yerleştirmiştir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
لَا يَسْتَط۪يعُونَ ضَـرْباً فِي الْاَرْضِۘ
Müstenefe olarak fasılla gelmiş hal cümlesidir. Menfi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ضَرۡبࣰا ’deki tenvin kıllet ifade eder.
ضَرۡبࣰ , yürümek, dolaşmak, çalışmak gibi pek çok manası olan bir kelimedir.
O fakirler Allah yolunda hapsolmuşlardır, yeryüzünde dolaşmaya güçleri yetmez. لَا یَسۡتَطِیعُونَ ضَرۡبࣰا فِی ٱلۡأَرۡضِ [Yeryüzünde dolaşmaya güç yetirmezler] ibaresi lazım, ticaret yapıp ekmek peşinde koşmaya zaman ayıramazlar melzumdur. Lazım söylenmiş, melzum manası kastedilmiştir. Mecazı mürsel mürekkep vardır.
Âşûr da bu ifadede kinaye olduğu görüşündedir.
يَحْسَبُهُمُ الْجَاهِلُ اَغْنِيَٓاءَ مِنَ التَّعَفُّفِۚ تَعْرِفُهُمْ بِس۪يمٰيهُمْۚ لَا يَسْـَٔلُونَ النَّاسَ اِلْحَافاًۜ
Fasılla gelen cümle müsbet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لِلۡفُقَرَاۤءِ için و ‘sız gelen ikinci müekked hal cümlesidir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Yine fasılla gelen aynı formdaki üçüncü hal cümlesi ... تَعۡرِفُهُم بِسِیمَـٰهُمۡ ve dördüncü hal cümlesi olan لَا یَسۡـَٔلُونَ ٱلنَّاسَ إِلۡحَافࣰاۗ faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sadaka verilmesi gereken fakirlerin bütün özelliklerinin sayılması taksim sanatıdır.
إِلۡحَافࣰاۗ ; dilencinin dilendiği kimseden sadaka alıncaya kadar peşini bırakmaması, ısrarcı ve sırnaşık olmasıdır.
لِلۡفُقَرَاۤءِ - أَغۡنِیَاۤءَ ve ٱلۡجَاهِلُ - عَلِیمٌ ve یَحۡسَبُهُمُ - عَلِیمٌ kelime grupları arasında tıbak-ı îcâb vardır.
یَحۡسَبُهُمُ - تَعۡرِفُهُم - عَلِیمٌ kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.
یَحۡسَبُهُمُ ٱلۡجَاهِلُ أَغۡنِیَاۤءَ مِنَ ٱلتَّعَفُّفِ [Onları tanımayanlar, iffetli ayetlerinden dolayı onları zengin zannederler.] Yani kanaatleri, insanlara el açmamaları ve onlara hallerini anlatmamaları sebebiyle durumlarını bilmeyenler onları zengin zannederler. تَعۡرِفُهُم بِسِیمَـٰهُمۡ [Onları simalarından tanırsın.] Bir görüşe göre burada hitap Hz. Peygamber aleyhisselâmadır. Bir görüşe göre ise onların halini bilmek isteyen herkesedir. Onların fakirlikleri yüzlerindeki açlık ve ihtiyaç izlerinden belli olur. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
لَا یَسۡـَٔلُونَ ٱلنَّاسَ إِلۡحَافࣰاۗ ifadesinin manası, “istedikleri zaman nezaketle isterler, ısrarcı olmazlar” şeklindedir. Bir görüşe göre ise bu ifade onların hem istemedikleri hem de ısrar etmedikleri anlamındadır. (Keşşâf)
وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ۟
Şart üslubunda haberî isnad olan bu cümle önceki cümleye matuftur. Faidei haber ibtidaî kelamdır. Şart fiili تُنفِقُوا۟ müsbet muzari olarak gelmiştir. Cevap cümlesi إِنَّ ile tekid edilmiş faidei haber talebî kelamdır.
إِنَّ ’nin isminin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması ve ayette tekrarlanması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Car-mecrur önemine binaen amili olan عَلِیمٌ ’a takdim edilmiştir.
مِنۡ خَیۡرࣲ ’deki مِنۡ harfi beyaniyyedir. Kelimedeki tenvin tazim ve kıllet ifade eder.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyildir. Tezyil cümleleri ıtnâb babındandır.
[Hayır olarak her ne verirseniz, şüphesiz Allah onu bilir.] Bu cümle, şart ve cevaptan oluşmaktadır. مَا تُنفِقُوا۟ مِنۡ خَیۡرࣲ [Her ne infak ederseniz] ifadesinin ayetlerde defalarca tekrarlanması vurgu ve pekiştirme amaçlıdır. Ayrıca bu tekrarlardan her biri ayrı bir cevap cümlesi, sebep bildirici bir mana, hak edilen bir karşılık yahut bir ayet ifadesi ile tahsis edilmiştir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
فَإِنَّ ٱللَّهَ بِهِۦ عَلِیمٌ cümlesi verilecek karşılıktan kinayedir.اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ سِراًّ وَعَلَانِيَةً فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الَّذِينَ | o kimseler ki |
|
2 | يُنْفِقُونَ | infak edenler |
|
3 | أَمْوَالَهُمْ | mallarını |
|
4 | بِاللَّيْلِ | gece |
|
5 | وَالنَّهَارِ | ve gündüz |
|
6 | سِرًّا | gizli |
|
7 | وَعَلَانِيَةً | ve açık |
|
8 | فَلَهُمْ | vardır |
|
9 | أَجْرُهُمْ | ödülü |
|
10 | عِنْدَ | yanında |
|
11 | رَبِّهِمْ | Rableri |
|
12 | وَلَا | yoktur |
|
13 | خَوْفٌ | korku |
|
14 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
15 | وَلَا |
|
|
16 | هُمْ | ve onlar |
|
17 | يَحْزَنُونَ | üzülmeyeceklerdir |
|
Serra سرّ :
إسْرارٌ ilan etmenin aksidir. سِرٌّ Nefiste, içte saklanan sözdür. أسْرَرْتُ إلَى فُلانٍ falan kişiye bir sır verdim ifadesi izhar etmek anlamında da tercüme edilmiştir. Çünkü bir başkasına gizlice bildirmek demek, her ne kadar başkalarından gizlenmiş olduğu anlamına gelse de, diğer taraftan kendsine gizlice bildirilen kimseye o sırrın izhar edildiği manasına gelir. Dolayısıyla Arapların أسْرَرْتُ إلَى فُلانٍ sözleri bir yönden izhar/ifşa bir yönden gizleme anlamı taşır. سُرُورٌ ise içte ketmedilen/gizlenen sevinçtir. سَرِيرٌ sürurdan dolayı üzerine oturulan döşektir. Zira bu nimet sahibi olanlara aittir. Çoğulu سُرُرٌ şeklinde gelir. Son olarak hem şekil olarak döşeğe benzemesi hem ölen kişinin Rabb'ine kavuştuğunda elde edeceği mutluluk temennisinden hem de Hz. Peygamber'in sözünde işaret edilen zindandan kurtuluşu nedeniyle ölünün naaşına da سَرِيرٌ denmiştir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 44 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri Sır, esrar, sürur, mesrur, meserret ve Serra'dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ سِراًّ وَعَلَانِيَةً فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl ٱلَّذِینَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası یُنفِقُونَ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. یُنفِقُونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ‘ı faildir. أَمۡوَ ٰلَهُم mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِٱلَّیۡلِ car mecruru یُنفِقُونَ fiiline müteallıktır. ٱلنَّهَارِ kelimesi بِٱلَّیۡلِ ’ye matuftur. سِرࣰّا hal olup fetha ile mansubtur. عَلَانِیَةࣰ kelimesi atıf harfi وَ ’la سِرࣰّا ’e matuftur.
فَلَهُمۡ أَجۡرُهُمۡ عِندَ رَبِّهِمۡ cümlesi ٱلَّذِینَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. فَ zaidtir. لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. أَجۡرُهُمۡ muahhar mübtedadır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عِنْدَ mekân zarfı أَجۡرُهُمۡ ’un mahzuf haline müteallıktır. رَبِّ muzâfun ileyhtir. Muttasıl zamir هِمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfi cümleyi öncesindeki لَهُمْ اَجْرُهُمْ cümlesine atfeder. لَا nefy harfi, خَوْفٌ mübtedadır. عَلَيْهِمْ car mecruru, mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ cümlesi atıf harfi وَ ile öncesine atfedilmiştir. لَا zaidtir. Nefiy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَحْزَنُونَ fiili haber olarak mahallen merfûdur. Muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ سِراًّ وَعَلَانِيَةً
İstînâfiye olarak fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. یُنفِقُونَ , mübteda olan mevsûlün sıla cümlesi, müsbet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlenin isimle başlaması infakın devamlılığına, sılanın muzari oluşu yenilenip tazelenmesine işaret eder.
بِٱلَّیۡلِ - ٱلنَّهَارِ ve سِرࣰّا - عَلَانِیَةࣰ kelime grupları arasında tıbakı icab ve murâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu ifadelerden cüz-kül alakasıyla her zaman infak ettikleri anlaşılır.
Gecenin gündüzden, gizlinin açıktan önce zikredilmesi; gizli sadakanın açık sadakadan daha üstün olduğunu zımnen bildirmek içindir. Buna muvafık olarak da eşyayı örten gece, herşeyi gösteren gündüzden önce zikredilmiştir.
[Mallarını gece gündüz ve gizli-açık infak edenler] yani hayır yapma hırsları sebebiyle bütün zaman ve durumları sadaka vermek için değerlendirenler demektir. Her ne zaman bir muhtacın ihtiyacı ile karşılaşsalar, hiç ertelemeden, zamanı ya da hali bahane etmeden bir an önce o ihtiyacı gidermeye çalışırlar. (Keşşâf)
فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ
ف harfi öncesinde zikredilenlerin, arkasından gelenlerin sebebi olduğuna delalet eden rabıta harfidir.
Ayetin başındaki mevsûlün haberi olarak gelen cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan bu isim cümlesinde, لَّهُمۡ mukaddem habere muteallıktır. أَجۡرُهُمۡ ise muahhar mübtedadır.
Müsnedün ileyhin izafetle marife oluşu, az sözle çok anlam ifade etme amacına matuftur.
عِندَ رَبِّهِمۡ izafetinde, هُمۡ zamirinin رَبِّ ismine muzafun ileyh olması, zamirin aid olduğu kimseler için ve رَبِّ ismine muzaf olması عِندَ için tazim ve teşrif ifade eder.
رَبِّهِمۡ izafeti, muzafun ileyhi, yani onları şereflendirirken diğerlerini tahkir ifade eder. Allah teala bütün alemlerin Rabbi olduğu halde onlara aitmiş gibi ifade edilmiştir.
لَّهُمۡ أَجۡرُهُمۡ عِندَ رَبِّهِمۡ cümlesinin sebep ifade etmesine rağmen başında فَ harfinin olmaması sebep budur denilmesine ihtiyaç olmayacak kadar sebebin açık olması dolayısıyladır.
262. Ayette infak edenler 274. ayete göre daha yüksek vasıflarla vasıflanmıştır. Orada ف harfi zikredilmeksizin لَهُمۡ أَجۡرُهُمۡ عِندَ رَبِّهِمۡ buyurulmuştur. Bu ayette ise aynı ibare başında ف harfiyle gelmiştir. Onların ihlası فِی سَبِیلِ ٱللَّهِ ibaresiyle ifade edilirken bu ayette infak edenlerin infakının çokluğu ve çeşitliliği gizli ve açıktan olmasıyla ifade edilmiştir. Önceki ayette sadakayı iptal eden eziyet ve minnetin olmadığı zikredilmiştir ki bu; cömertlik ve infakta en yüksek mertebedir. Buna ilaveten 262. Ayetteki ثُمّ harfi rütbe açısından terahi ifade eder. Kanaatle, hoşgörü ve rızayla yapılan infakın arkasından eziyet gelmeyeceğine de işaret eder. Dolayısıyla burada mükafatlarını almak için önceden zikredilenlerin yapılması gerektiğini ifade eden ف harfinin gelmesine de gerek kalmamıştır. Bu ayette ise infak edenler hakkında mübalağalı bir ifade olmadığı için infak edenlerin zikrettiğimiz ücretlerini hak ettiklerine işaret eden fa'üs sebebiye gelmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru:1605)
وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Menfi isim cümlesi formunda gelen cümle وَ ’la mâkabline atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidâi kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. عَلَیۡهِمۡ mahzuf habere müteallıktır.
Müsnedün ileyhin tenkiri taklîl ifade etmektedir. Ayrıca nefiy siyakında nekre umum ifade ettiği için, “onlar herhangi bir korku türünü hiç bir şekilde hissetmeyeceklerdir” anlamına gelir.
Ayetin sonunda, öncesine matuf olan isim cümlesi وَلَا هُمۡ یَحۡزَنُونَ , faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede müsnedün ileyhin, fiil cümlesi formunda gelen müsnede takdimi ve nefiy harfinin de müsnedün ileyhden önce gelmesi tahsis ifade etmiştir. Bu tahsis onların hiçbir şekilde hüzünlenmeyeceğini ifade ederken başkalarının hüzünleneceğini de ifade etmiş olur.
خَوۡفٌ - یَحۡزَنُونَ kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.
Şayet korku ile hüzün arasında ne fark vardır? dersen şöyle derim: Korku, vukuu beklenen bir bela ve musibetten dolayı insana ârız olan bir gam ve kederdir. Üzüntü ise fiilen vâki olup gerçekleşen ve yaşanan bir olaydan dolayı insana ârız olan şeydir. (Keşşâf)
وَلَا خَوۡفٌ عَلَیۡهِمۡ وَلَا هُمۡ یَحۡزَنُونَ [Onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar, üzülmezler] ifadesi Kur’ân’da 16 kere geçmiştir. Bunların altısı Bakara Suresinde, ikisi (262 ve 274) infakla ilgilidir.
Bu cümle 270. Ayetin sonundaki وَمَا لِلظَّـٰلِمِینَ مِنۡ أَنصَارٍ cümlesine mukabildir. (Âşûr)
274. Ayet, infakın faziletleriyle ilgili umum ifade eden bir istinaf cümlesidir. (Âşûr)
Sevgili Nefs;
Tek bir kişiyle bile konuşmadan önce sözlerin üzerinde düşünmek gerekirken, sosyal medyada paylaştıklarının ve yazdıklarının olası etkilerini hesaba katmıyorsun. Paylaşılan herhangi bir fikri ve hareketi tasdik edecek insanları bulmak fazlasıyla kolaylaştı. Her şeyin reklamının yapıldığı bir zamanda yaşıyorsun. Sanki bu gidişat, bir yönden yaşamayı zorlaştırıyordu çünkü insan uhrevi yerine dünyevi hesaplarla yaşamaya önem veriyordu.
Geçenlerde, farklı niyetlerle paylaşılan yardım ya da iyilik görüntülerinin amacı tartışılıyordu. İçimizden biri şöyle bir anısını anlattı: “Yolda yürürken, yerde yüklü miktarda para buldum. Etrafta hiç kimse yoktu. Parayı cebime atma fikrini değerlendirirken, aklıma daha önce izlediğim sosyal deney videoları geldi. Kamera vardır korkusuyla, fikrimi değiştirdim. Nefsimin bu tartışması karşısında şaşkına döndüm çünkü asıl korkmam ve ilk aklıma gelmesi gereken: Allah’ın beni her an gördüğü olmalıydı.”
Bunun üzerine konunun akışı değişti ve nefsin en önemli kusurlarından biri hakkında konuşulmaya başlandı. Sonunda, ‘elalem ne der?’ sorusuna tatmin edici cevabı verme çabasında olan nefsin bu kusurlu alışkanlığına, sosyal medyanın yanlış yani tamamen nefsin isteklerine göre kullanılmasının iyi gelmediği kararına varıldı. Zira, bu sorunun cevabı kalpteki niyetlere ciddi bir darbe vurduğu gibi nefsani hastalıkların şiddetlenmesine kapı açıyordu.
Ey Allahım! Bizi sadece Senin rızan için amel işleyenlerden ve Sana kulluk edenlerden eyle. Yalnız kaldığımızda ya da başkalarıyla beraberliğimizde; amellerimizin, hallerimizin ve niyetlerimizin değişmesinden; başkalarının ne diyeceğinden daha fazla korkarak hatalı hareket etmekten ya da yanlış karar almaktan Sana sığınırız. Bizi içi ve dışı, yalnız ve sosyal hali bir olan doğru ve dürüst kullarından eyle. Niyetlerimizi, kalplerimizi ve amellerimizi nefsani hastalıklardan arındır. Razı olduğun salih kulların arasına kat ve canımızı müslüman olarak al.
Amin.
***
Allah, kulları için gönderdiği İslam dinindeki her detayıyla, her kuluna sahip çıkmaktadır. Koruyup kollamaktadır. Şeriatıyla, imtihan dünyasında, mümin kullarının hem kendi hallerini muhafaza etmeleri, hem müminlerin birbirlerine destek olmaları, hem de insanlığın geri kalanının haklarını gözetmeleri için teşvik etmektedir. İnfak konusu, bunun en canlı örneklerinden biridir. Ayet ve hadislerde üzerinde ısrarla durulan ve önemi vurgulanan konulardan biridir.
İnfak eden kul, öncelikle kendisine verilen rızık için Rabbine olan şükrünü ve yine O’na olan itaatini fiilen göstermiş olur. Kendisine, geçici bir dünyada yaşadığını, her malına geçici olarak sahip olduğunu ve bu yüzden, aslında hiçbir malının asıl sahibi olmadığını hatırlatır. İnfak etsin veya etmesin, o mal illa ki bir gün elinden çıkacaktır. Böylelikle infak etmek, Allah’ın izniyle, kendini beğenmişliğinin ve kibrinin tedavisi olur. Yani ekonomik olarak kendisinden daha zayıf olanlara yukarıdan bakamaz hale gelir. Toplumla olan ilişkilerini kuvvetlendirir. Halden anlar. Merhamet duygusunu diri tutar ve besler. Ve yine Allah’ın izniyle, yürüdüğü hakikat yolunda adımlarını sağlamlaştırır. Dünyayla olan bağlarını zayıflatırken, ahirete olanlarınkini de güçlendirir. Görüldüğü üzere iki cihanda da, kazançlı çıkar. Kendini bir çok hastalık ve beladan korumuş olur.
Allahım! Yalnız Senin emrine itaat etmek ve rızanı kazanmak için malından infak eden kullarından. İnfak etmekte gizlenmiş her türlü maddi manevi bereket ve şifadan nimetlenenlerden. Gönlü zengin ve gözü toklardan olmamızı nasip et. İnfak etmemize mani olan her hastalıktan kalbimizi ve bedenimizi muhafaza buyur. İbadetlerimizi kabul buyur. Dualarımızı hayırla gerçekleştir.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji