29 Nisan 2024
Bakara Sûresi 275-281 (46. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Bakara Sûresi 275. Ayet

اَلَّذ۪ينَ يَأْكُلُونَ الرِّبٰوا لَا يَقُومُونَ اِلَّا كَمَا يَقُومُ الَّذ۪ي يَتَخَبَّطُهُ الشَّيْطَانُ مِنَ الْمَسِّۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُٓوا اِنَّمَا الْبَيْعُ مِثْلُ الرِّبٰواۢ وَاَحَلَّ اللّٰهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبٰواۜ فَمَنْ جَٓاءَهُ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّه۪ فَانْتَهٰى فَلَهُ مَا سَلَفَۜ وَاَمْرُهُٓ اِلَى اللّٰهِۜ وَمَنْ عَادَ فَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ  ...


Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, “Alışveriş de faiz gibidir” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alışverişi helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak) faizden vazgeçerse, artık önceden aldığı onun olur. Durumu da Allah’a kalmıştır. (Allah, onu affeder.) Kim tekrar (faize) dönerse, işte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalacaklardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ o kimseler ki
2 يَأْكُلُونَ yerler ا ك ل
3 الرِّبَا Riba (faiz) ر ب و
4 لَا
5 يَقُومُونَ kalkamazlar ق و م
6 إِلَّا ancak
7 كَمَا gibi
8 يَقُومُ kalkarlar ق و م
9 الَّذِي kimse
10 يَتَخَبَّطُهُ çarptığı خ ب ط
11 الشَّيْطَانُ şeytanın ش ط ن
12 مِنَ
13 الْمَسِّ dokunup م س س
14 ذَٰلِكَ bu
15 بِأَنَّهُمْ onların
16 قَالُوا demelerindendir ق و ل
17 إِنَّمَا şüphesiz
18 الْبَيْعُ alışveriş de ب ي ع
19 مِثْلُ gibidir م ث ل
20 الرِّبَا riba (faiz) ر ب و
21 وَأَحَلَّ oysa helal kılmıştır ح ل ل
22 اللَّهُ Allah
23 الْبَيْعَ alış-verişi ب ي ع
24 وَحَرَّمَ ve haram kılmıştır ح ر م
25 الرِّبَا ribayı ر ب و
26 فَمَنْ kime
27 جَاءَهُ gelir de ج ي ا
28 مَوْعِظَةٌ bir öğüt و ع ظ
29 مِنْ -nden
30 رَبِّهِ Rabbi- ر ب ب
31 فَانْتَهَىٰ (ribadan) vazgeçerse ن ه ي
32 فَلَهُ kendisinindir
33 مَا ne varsa
34 سَلَفَ geçmişte س ل ف
35 وَأَمْرُهُ ve işi de ا م ر
36 إِلَى kalmıştır
37 اللَّهِ Allah’a
38 وَمَنْ kim
39 عَادَ tekrar (ribaya) dönerse ع و د
40 فَأُولَٰئِكَ onlar
41 أَصْحَابُ halkıdır ص ح ب
42 النَّارِ ateş ن و ر
43 هُمْ onlar
44 فِيهَا orada
45 خَالِدُونَ ebedi kalacaklardır خ ل د

Riba kelimesi “doğal olmayan çoğalma “ manasına gelir ve Araplar çok bekleyen patatesin üzerinde oluşan doğal olmayan filizlere de “riba” diyorlar.

Bir önceki ayette mallarını gece ve gündüz gizli ve açık Allah yolunda sarfedenlerden bahsedilmişti. Şimdi de gece ve gündüz yatarak doğal ve uygun olmayan şekilde malın artışıyla servetine servet katanlardan bahsediliyor.

Büyük düşünür ve müfessir Fahreddin er-Râzî’ye göre faizin haram kılınması şu hikmetlere dayanmaktadır: 1. Faiz, karşılığı bulunmayan, karşılığında bir şey verilmeden alınan maldır. İnsanoğlu ihtiyaçlarını malı sayesinde karşılar. Bu sebeple malın önemi, değeri ve dokunulmazlığı vardır. Karşılığını vermeden kişinin malını almak, mülkiyet hakkının dokunulmazlığına aykırıdır ve haramdır.

İnsanlara iki yönden telkin ve çağrı gelir: Şeytan maddî hazlara, şehvetin doyurulmasına ve hayatı, Allah’tan başka şeylerle doldurmaya çağırır. Melek de dine ve takvâya davet eder. Şeytanın çağrısına uyanlar arasında faiz yiyenler de vardır. Bunlar dünyaya ve geçici nimetlere düşkündürler ve bu düşkünlük içinde ölünce Allah ile aralarında bir perde hâsıl olur. Şeytanın çarpması (telkini, çağrısı, verdiği vesvese) buna uyanları, dünyada Allah’tan uzak kalan, maddî lezzetler peşinde koşarak geçirilen bir hayata mahkûm eder. Ömrünü böyle tamamlayanlar âhirette de Allah’ın eşsiz lutuf ve yakınlığından mahrum olurlar (Râzî, VII, 88-90). İbn Atıyye, bu zalimce kolay kazanma hırsının faizcileri, deliler gibi hareket etmeye sevkettiğini, âyette bu halin deliler ve saralıların haline benzetildiğini (mecazi mânanın kastedildiğini) ifade etmiştir (I, 372). Çağdaş bazı tefsirciler de cin ve şeytan çarpmış gibi hareket etmekten maksadın “dengesiz, düzensiz, bozuk” hareket olduğunu, bunun öldükten sonra değil, dünyada yaşanacağını; fıtrata ve tabii olana aykırı bulunan faizciliğin yaygın olduğu toplumlarda düzenin bozulacağını, sosyal adalet ve dengenin ortadan kalkacağını, ahlâkın fesada uğrayacağını, nihayet çatışmaların iç savaşa dönüşebileceğini söylemişlerdir (Tabâtabâî, II, 434 vd.). 

Faizin mahiyet ve hükmüyle faiz yiyenlerin âkıbetleri konusunda Allah’tan gelen bu açıklama ve öğütlere kulak vererek faizcilikten vazgeçenler, daha önceden almış oldukları faizleri geri ödemeyeceklerdir. 278. âyet de bunu teyit etmektedir. Ancak akid yapıp da henüz teslim almadıkları faizleri almaları câiz değildir. 279. âyet “Tövbe ederseniz artık hakkınız ana paradır…” diyerek bu hükme açıklık getirmiştir.

Kaynak :  Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 429-441

Haksız kazancın engellenmesi için Medine çarşısına getirilen en önemli kural, faiz yasağı idi. Hicrî dördüncü yılda, “Ey iman edenler, kat kat artırılmış olarak faiz yemeyin!”

28 âyeti ile alışverişte faizli muameleler yasaklanarak emek veya mal karşılığı olmayan kazanç kapısı kapandı. Hz. Muhammed, bir devlet başkanı olarak da bu yasağın uygulanmasını kararlılıkla takip etti. Fethedilen yeni beldelere de bu yasağı bildirdi ve devlet kontrolü ile gayri müslimler dâhil herkesin faiz yasağına uyması sağlandı.

29/ Haksız kazancın yoluna set çekmek için başvurulan tedbir, faiz yasağından ibaret değildi. Hz. Peygamber, elindeki malı stoklayarak piyasaya çıkarmayan ve mala olan ihtiyaç arttığında onu piyasaya arz ederek kazancını artırmayı hedefleyen karaborsa zihniyetini engelledi. “Malını satışa arz eden kimse rızıklandırılır, karaborsacı ise lânetlenir.” 30 buyurarak bu iki sınıfın dünya ve âhiretteki durumunun bir olamayacağını bildirdi. Zira tüccar uzak yerlerden tehlikeleri göze alarak mal ve hizmeti tüketicinin ayağına getirirken, karaborsacı hiçbir riske girmeden, insanların ihtiyaçlarını sömürerek kazanç sağlıyordu. Çarşıda spekülasyon yaparak haksız kazanç sağlayan tekellerin oluşmaması için, şehirli tüccarların ticaret kervanlarını çarşıya varmadan yolda karşılayarak mallarını ucuza kapatması 31 ve çarşı fiyatlarını bilmeyen köylü adına satış yapması 32 da yasaklandı. Çarşıya getirilen kurallardan biri de tüccarın henüz eline geçmeyen, akıbeti belirsiz malı bir başkasına satması yasağıydı.33 Zira böyle bir uygulama, gerek malın miktarı, gerekse kalitesi konusunda belirsizlik taşımakta, ayrıca risk almayan ve emek sarf etmeyen aracıların piyasada fiyatları artırmasına sebep oluyordu. (Hadislerle İslâm Cilt 5 Sayfa 113)

اَلَّذ۪ينَ يَأْكُلُونَ الرِّبٰوا لَا يَقُومُونَ اِلَّا كَمَا يَقُومُ الَّذ۪ي يَتَخَبَّطُهُ الشَّيْطَانُ مِنَ الْمَسِّۜ


İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl ٱلَّذِینَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَأْكُلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. يَأْكُلُونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ‘ı faildir. الرِّبٰوا elif üzere mukadder fetha ile mansubtur.

لَا يَقُومُونَ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَقُومُونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اِلَّا hasr edatıdır. كَ harfi cerdir. مثل (gibi) manasındadır. مَا ve masdarı müevvel, كَ harfi ceriyle birlikte mahzuf bir mastara veya hale müteallıktır. Takdiri قياما كقيام الذي أو قائمين كقيام الذي (... nin kıyamı gibi kıyam ederek veya … nın kıyamı gibi kaim olarak) şeklindedir. Müfret müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَتَخَبَّطُهُ ’dur. يَتَخَبَّطُ merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. الشَّيْطَانُ fail olup lafzen merfûdur. مِنَ الْمَسّ car mecruru يَتَخَبَّطُهُ fiiline müteallıktır.  


ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُٓوا اِنَّمَا الْبَيْعُ مِثْلُ الرِّبٰواۢ وَاَحَلَّ اللّٰهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبٰواۜ


İşaret ismi ذَ ٰ⁠لِكَ mübteda olup mahallen merfûdur. ل harfi buud, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir. أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

أَنَّ ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup بِ harfi ceriyle birlikte ذَ ٰ⁠لِكَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. بِ harfi ceri sebebiyyedir. هُمْ muttasıl zamiri أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. قَالُٓوا fiili أَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l kavli اِنَّمَا الْبَيْعُ ’dur. قَالُٓوا fiilinin mef‘ûlü bihi olarak mahallen mansubtur. اِنَّمَا kaffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; meneden alıkoyan anlamında olup, buradaki مَا harfidir, اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اِنَّ ‘ nin ameli ise engellenmiştir, yani mekfûfedir. الْبَيْعُ mübtedadır. مِثْلُ haberdir. الرِّبٰوا elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

وَ istînâfiyyedir. اَحَلَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. الْبَيْعَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. وَ atıf harfidir. حَرَّمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir. الرِّبٰوا elif üzere mukadder fetha ile mansubtur. 


فَمَنْ جَٓاءَهُ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّه۪ فَانْتَهٰى فَلَهُ مَا سَلَفَۜ


فَ istînâfiyyedir. مَنْ şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. جَٓاءَ şart fiilidir. Mahallen meczumdur. Aynı zamanda mübtedanın haberidir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مَوْعِظَةٌ fail olup lafzen merfûdur. مِنْ رَبِّ car mecruru مَوْعِظَةٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ atıf harfidir. انْتَهٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَا , muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası سَلَفَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. سَلَفَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

فَمَنْ جَٓاءَهُ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّه۪ [Bundan sonra kime Rabbinden bir öğüt gelir de…] cümlesinde gelmek fiili جَٓاءَهُ şeklinde [müzekker kullanımla] vârid olmuş; جَاءَتْهُ şeklinde geçmemiştir. Çünkü fiil, müennes olan مَوْعِظَةٌ kelimesinden önce gelmiştir. Ayrıca ayetteki مَوْعِظَةٌ kelimesi [müzekker bir kelime olan] اَلْوَعْظ manasındadır ve müennesliği hakiki değildir. Ayet, “Bu öğüt ve haramlık hükmü her kime ulaşırsa” anlamındadır.  (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) 

 

وَاَمْرُهُٓ اِلَى اللّٰهِۜ 


İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اَمْرُهُٓ mübtedadır. Muttasıl zamir هُٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِلَى اللّٰهِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. 

 

 وَمَنْ عَادَ فَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ


وَ atıf harfidir. مَنْ şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. عَادَ şart fiilidir. Mahallen meczumdur. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.

فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur. اَصْحَابُ haberdir. النَّارِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

 

 هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ


Cümle اُو۬لٰٓئِكَ ’nin ikinci haberi olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamiri هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪يهَا car mecruru خَـٰلِدُونَ kelimesine müteallıktır. خَـٰلِدُونَ kelimesi haberdir. خَـٰلِدُونَ nin ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

اَلَّذ۪ينَ يَأْكُلُونَ الرِّبٰوا لَا يَقُومُونَ اِلَّا كَمَا يَقُومُ الَّذ۪ي يَتَخَبَّطُهُ الشَّيْطَانُ مِنَ الْمَسِّۜ


İstînafiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, isim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelamdır. Mübteda olan has ism-i mevsul  اَلَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  يَأْكُلُونَ الرِّبٰوا  cümlesi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin ismi mevsulle gelmesi bilinen bir grup olduğuna işaret etmenin yanında tahkir ifade eder. 

Mübtedanın haberi olan ... لَا يَقُومُونَ  cümlesi menfi muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber talebî kelamdır.

Nefy harfi  لَا ve istisna harfi  اِلَّا  ile oluşan kasır fiille müteallıkı arasındadır.

مَا , mecrur mahalde masdar harfidir. Masdar tevilindeki ... يَقُومُ الَّذ۪ي  cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müfret has ism-i mevsul  الَّذ۪ي ’nin sılası olan ... يَتَخَبَّطُهُ الشَّيْطَانُ  cümlesi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede fiillerin muzari sıygada gelişi durumun yenilenerek devam ettiğine işaret eder. Ayrıca muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde olay gözümüzün önünde cereyan eder gibi canlanır.

İsm-i mevsûllerde mübhem yapıları nedeniyle tevcîh sanatı vardır.

الْمَسِّۜ ’ye dahil olan  مِنَ  harfi sebebiyyedir.

يَقُومُونَ - يَقُومُ , اَلَّذ۪ينَ - الَّذ۪ي  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetteki teşbihte faiz yiyen insanların hareket tarzı (müşebbeh), şeytanın dokunduğu insanların hareket tarzına (müşebbehün bih) benzetilmiştir. Câmi’, her ikisin ne yaptığını bilmez kötü halidir.

Cümlede cemi ism-i mevsûlden, müfret ism-i mevsûle geçerek iltifat yapılmıştır.

Burada önceki ayetlerde anlatılan infak konusu bitmiş, bunun zıddı olan faiz konusuna girilmiştir. İnfakta karşılık beklentisi olmaksızın vermek varken, faizde karşılıksız olarak kazanma beklentisi vardır.

خَبَّطُ  kelimesinin peşpeşe vurmak, düşüncesizce davranmak, çarpıp sendelemek, yolunu kaybetmek gibi manaları vardır. (Dağarcık) Hem düzenli, hem gelişigüzel vurmaktır. Hayvanın yeri eşelemesi gibidir. (Müfredat) Şeytanın çarptığı kimse gibi kalkmak bu dünyada da, ahirette de olabilir. Faiz yiyenler şeytan çarpmış gibi yaşarlar. Şeytan insanı çarpınca insanın aklı karışır ve doğruyu yanlıştan ayırt edemez, nasıl davranacağını bilemez. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru:1608). 

”Faiz alırlar” yerine  يَأْكُلُونَ الرِّبٰوا [faiz yerler] buyurulması maksadın yemek olmasıdır. Bir de riba yiyeceklerde daha yaygın olduğundandır.

Riba (faiz) ile sadaka arasında zıt yönden bir münasebet vardır. Çünkü sadaka Allah'ın emri sebebiyle kişinin malını noksanlaştırmasıdır. Riba ise, Allah'ın yasakladığı bir şekilde, kişinin malını artırma isteğinden ibarettir. Bu bakımdan, bu iki şey birbirinin zıddıdırlar. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hak, [Allah ribanın bereketini tamamen giderir, sadakaları ise artırır] (Bakara. 276) buyurmuştur. Binaenaleyh riba ile sadaka arasında işte bu yönden bir çeşit ilgi bulunması sebebiyle Cenab-ı Allah sadakanın hükmünden sonra ribanın hükmünü zikretmiştir. (Fahreddin er- Râzî)

ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُٓوا اِنَّمَا الْبَيْعُ مِثْلُ الرِّبٰواۢ

Ta’lil cümlesidir. Şibh-i kemâl-i ittisâl nedeniye fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin uzak için kullanılan işaret ismiyle marife oluşu, işaret edilene dikkat çekmek ve tahkir içindir. (Ebüssuûd)

İşaret ismi ذٰلِكَde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de vücûdun tahakkuku, yani hükmün gerçekleşmesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ‘yi takip eden mecrur mahaldeki isim cümlesi, masdar teviliyle  mahzuf habere müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi …اَنَّهُمْ قَالُٓوا اِنَّمَا , faide-i haber talebî kelamdır.

اَنَّ ’nin haberi olan قَالُٓوا  fiilinin mekulü’l-kavli de  اِنَّمَا  kasr edatıyla tekid edilmiş isim cümlesi formunda, faide-i haber talebî kelamdır. Kasr, mübteda ve haber arasındadır.  الْبَيْعُ  maksur,  مِثْلُ الرِّبٰواۢ  maksurun aleyhtir.

اِنَّمَا  edatı; siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap  konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur, ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meanî İlmi)

Ayet-i kerimede faiz yiyenlerin sözü olarak zikredilen  اِنَّمَا الْبَيْعُ مِثْلُ الرِّبٰواۢ [Alışveriş de faiz gibidir] ifadesinde teşbih ters çevrilerek müşebbeh, müşebbehün bih konumuna konulmak suretiyle teşbih-i maklûb yapılmıştır. 

İfadenin aslı  اَلرِّبَا مِثْلُ الْبَيْعِ (faiz de alışveriş gibidir) denilmesidir. Ancak müşriklerin faizin helal olduğu konusundaki itikatları o dereceye ulaşmıştır ki faizi asıl kabul edip alışverişi ona kıyas etmişlerdir. Müşebbeh müşebbehün bih yerine koyularak yapılan bu teşbih, teşbih mertebelerinin en üst derecesidir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr Adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları, Safvetü't Tefasir)

Alışverişin ribaya benzetilmesi, mübalağa için teşbih-i kalb babındandır. (Celaleyn Tefsiri, Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru: 1610). 

Âşûr, bu ayette kasr-ı izafi olduğunu söyler.

Aslı istiare iken örfi hakikate dönüşmüştür. Buradaki  ذٰلِكَ , zımnen bu sözün çok çirkin olduğunu bildirir.

الرِّبٰواۢ ’nın marife gelişi cins ifade eder. 

Riba  الرِّبٰواۜ , artmak demektir. الرِّبٰواۜ  kelimesinin aslı  ا  ile yazılması iken و  ile yazılması tefhîm, yani  ا ‘i  و ‘a yakın okumak içindir. Arkasına  ا ‘in ziyade edilmesi de cemi و ‘ına benzediği içindir. (Beyzâvî)

10 tane  الرِّبٰواۜ  kelimesinin beşi Bakara Suresinde geçmiştir. Demek ki  الرِّبٰواۜ (faiz), infak ve takva en fazla Bakara Suresinde geçmektedir.

 وَاَحَلَّ اللّٰهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبٰواۜ

وَ  istînâfiyyedir. Müsbet mazi fiil cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve kalplerde haşyet uyandırma amacına matuftur. 

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Aynı üslupla gelmiş حَرَّمَ الرِّبٰواۜ  cümlesi makabline matuftur. Atıfta cihet-i camia tezattır. 

اَحَلَّ  -  حَرَّمَ  arasında tıbak-ı îcab sanatı  الْبَيْعُ - الرِّبٰواۢ  kelimeleri arasında ise tıbak-ı hafiy sanatı vardır.

وَاَحَلَّ اللّٰهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبٰواۜ [Allah alışverişi helal kıldı ve ribayı haram kıldı] sözünde ikili mukabele vardır. 

Bu cümlenin Allahü Teâlâ'nın sözü olduğunda ittifak edilmiştir. Müfessirlere göre Allah, bu farkı belirtmek ve kâfirlerin "alışveriş riba gibidir" iddialarını iptal etmek üzere bunu bildirmiştir. (Fahreddin er-Râzî,  Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru:1611). 

Âşûr,  البيع  ve  لرباع   kelimelerindeki  ال ‘ın için cins olduğunu söyler.

Birinde para, birinde eşya satılıyor, işlem aynı gibi görünse de değildir.

فَمَنْ جَٓاءَهُ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّه۪ فَانْتَهٰى فَلَهُ مَا سَلَفَۜ وَاَمْرُهُٓ اِلَى اللّٰهِۜ

فَ  istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Faide-i haber ibtidaî kelam olan ayette şart cümlesi olan ...جَٓاءَهُ مَوْعِظَةٌ , mazi fiil sıygasındadır. Allah Teâlâ'nın “Rabbinden kendisine bir öğüt gelip de" buyruğunda,  fail olarak gelen  مَوْعِظَةٌ  kelimesinin müennesliği hakiki olmadığı ve "va'z" manasına geldiği için, fiili müzekker olarak getirilmiştir. (Fahreddin er-Râzî, Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru:1611). 

Aynı üsluptaki انْتَهٰى cümlesi جَٓاءَهُ ’ya, tezayüf sebebiyle atfedilmiştir.  فَ harfiyle atfedilmesi terketmenin, yasağı duymanın hemen arkasından gerçekleşmesi gerektiğine işarettir.

مَن ’in haberi فَ karinesiyle فَلَهُ مَا سَلَفَۜ şeklindeki cevap cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cevap cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûlün sılası mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûllerde tevcih sanatı vardır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِۜ ve رَبِّ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Samerrâî, Ala Tarîqi't Tefsîri'l Beyânî, c. 2, s. 88.)

İsim cümlesi formunda gelen  اَمْرُهُٓ اِلَى اللّٰهِۜ  cümlesi makabline وَ ’la atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car-mecrur  اِلَى اللّٰهِۜnin müteallakı olan haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

رَبِّه۪  izafeti muzâfun ileyhe teşrif ifade eder. 

مِنْ رَبِّه۪  sözü bu öğüdün kulun kendi menfaati, terbiyesi için olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

[Geçmişte olan kendisinindir.] Faiz haram kılınmadan önce aldıkları kendisine aittir. Onları geri vermesi gerekmez. Aynı şekilde kâfir iken yaptıkları da affedilmiştir. Cenab-ı Hak:  قُلْ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ يَنْتَهُوا يُغْفَرْ لَهُمْ مَا قَدْ سَلَفَۚ  [İnkâr edenlere de ki: Eğer sakınırlarsa geçmişte yaptıkları affedilir.] (Enfâl 8/38) buyurmuştur. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

وَمَنْ عَادَ فَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ 

Şart üslubunda gelen cümle önceki şart cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından ittifak vardır. Şart cümlesi müsbet mazi sıygada, cevap cümlesi ise isim cümlesi formunda gelmiştir. 

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi aynı zamanda şart ismi  مَنْ ’in haberidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh, bahsi geçenleri tahkir için uzağı işaret etmekte kullanılan işaret ismiyle gelmiştir. (Ebüssuûd)

أَصۡحَـٰبُ ٱلنَّارِۖ [Nâr ashabı] ifadesinde tehekküm istiaresi vardır. Nârda kalışları, arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır. 

Müsnedin  أَصۡحَـٰبُ ٱلنَّارِۖ  şeklinde izafetle marife olması, az sözle çok şey anlatmak ve muzâfı tahkir içindir.

 هُمۡ فِیهَا خَـٰلِدُونَ

Ayetin fasılası hal-i müekkide olarak fasılla gelmiştir. Ateş ashabının halidir. Hal cümleleri ıtnâb sanatıdır. Faide-i haber talebî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur, amiline takdim edilmiştir. Bu takdim, tahsis ifade eder. Onların sonsuza kadar kalışları oraya, ateşe has kılınmıştır.

خَالِدُونَ  lafzı, ism-i faildir. İsmi fail, mef’ûl ve masdar zamandan bağımsızdır. Aslında uzun bir zaman dilimi demektir, ama daha çok çokluktan kinaye olarak “kalıcı” anlamında kullanılır. Üstelik bu kalıp da onun bu anlamını pekiştirmektedir.

Onların ateş halkı ve ebedi kalıcı olma özelliklerinin belirtilmesinde taksim sanatı vardır.

Hal cümlesinin  و ’sız gelmesi, onların ateşte kalışlarının hal-i müekkide olduğunu ifade eder. Yani bu onların sabit bir vasfıdır. Sahibinden ayrılmayan sabit bir vasıf kastedildiği zaman mesela,  هذا اخوك عطوف (Bu, çok şefkatli kardeşindir) cümlesinde olduğu gibi uzunluk, kısalık, esmerlik, sarışınlık vs. sabit vasıfların ifade edildiği hal cümleleri böyledir. Bunlar her zaman و ‘sız gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Meanî İlmi)

Bakara Sûresi 276. Ayet

يَمْحَقُ اللّٰهُ الرِّبٰوا وَيُرْبِي الصَّدَقَاتِۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ كَفَّارٍ اَث۪يمٍ  ...


Allah, faiz malını mahveder, sadakaları ise artırır (bereketlendirir). Allah, hiçbir günahkâr nankörü sevmez.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَمْحَقُ mahveder م ح ق
2 اللَّهُ Allah
3 الرِّبَا ribayı ر ب و
4 وَيُرْبِي ve artırır ر ب و
5 الصَّدَقَاتِ sadakaları ص د ق
6 وَاللَّهُ Allah
7 لَا
8 يُحِبُّ sevmez ح ب ب
9 كُلَّ hiçbir ك ل ل
10 كَفَّارٍ inkarcıları ك ف ر
11 أَثِيمٍ günahkar ا ث م

Câbir b. Abdullah”ın (ra) naklettiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Her iyilik/güzel iş bir sadakadır.”(B6021 Buhârî, Edeb, 33)

Enes b. Mâlik”in naklettiğine göre, Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Kuşkusuz sadaka, Rabbin hoşnutsuzluğunu giderir (Allah”ın kişiye huzurlu bir hayat bağışlamasına vesile olur, işlenen kötülüklere mukabil başa gelebilecek kötülüklere de kefaret olur) ve kötü bir şekilde ölmeyi (Allah”ın izniyle) önler.”(T664 Tirmizî, Zekât, 28)

Adî b. Hâtim”in naklettiğine göre, Rasûlullah (sav) cehennemden bahsetti, ondan Allah”a sığındı ve yüzünü üç defa çevirdikten sonra şöyle buyurdu: “Yarım hurma (sadaka) ile bile olsa cehennemden korunun. Eğer bunu da bulamazsanız güzel bir sözle (korunun).”(M2350 Müslim, Zekât, 68)

Ebû Hüreyre (ra) anlatıyor: “Bir adam Hz. Peygamber”e (sav), “Ey Allah”ın Rasûlü, hangi sadaka en faziletlidir?” diye sordu. Hz. Peygamber, ” Sağlıklı iken ve fakirlik endişesi ve zengin olma hırsı ile hareket ederken tasaddukta bulunabilmendir.(Sadaka vermeyi) can boğaza gelip de (son nefesini yaşadığın âna kadar) erteleme…” buyurdu.” (B2748 Buhârî, Vesâyâ, 7)

Abdullah b. Yezid”in Ebû Mes”ûd el-Bedrî”den işittiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Kişinin ailesi için yaptığı harcama da sadakadır.”(B4006 Buhârî, Meğâzî, 12)

Hadislerle İslâm Cilt 2 Sayfa 485

يَمْحَقُ اللّٰهُ الرِّبٰوا وَيُرْبِي الصَّدَقَاتِۜ


Fiil cümlesidir. يَمْحَقُ merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  الرِّبٰوا elif üzere mukadder fetha ile mansubtur. وَ atıf harfidir. يُرْبِي fiili ي harfine takdir edilen damme ile merfû olmuştur. الصَّدَقَاتِ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

يَمْحَقُ اللّٰهُ الرِّبٰوا [Allah faizi tüketir.] Burada geçen مْحَقُ kelimesi bir şeyin yok olana kadar yavaş yavaş azalmasıdır. Bu hadise dolunayın yavaş yavaş yok olmasına benzer. İşte faiz alanın ayeti böyledir. O bütün malını yitirir ve ondan sonra çocuğu da bu maldan yararlanamaz. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

 

وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ كَفَّارٍ اَث۪يمٍ


İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. ٱللَّهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. Mübtedanın haberi لَا يُحِبُّ كُلَّ كَفَّارٍ cümlesi haber olup mahallen merfûdur. لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. یُحِبُّ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. كُلَّ mef’ûlun bihtir. كَفَّارٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اَث۪يمٍ ise كَفَّارٍ kelimesinin sıfatıdır.

كَفَّار kelimesi mübalağalı ism-i faildir. اَث۪يمٍ ise sıfat-i müşebbehedir.

وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ [Allah sevmez.] Yani hoşlanmaz. كُلَّ كَفَّارٍ اَث۪يمٍ [İnkârda ve günahta ısrar eden kişiyi.]  Burada mübalağa anlamı taşıyan فَعَّالُ formunda kullanılan كَفَّارٍ kelimesi, günahı ikrar edip onda ısrar eden kişi anlamına gelir. اَث۪يم kelimesi, “günahkâr” anlamını آثِم kelimesinden daha etkili ve vurgulu bir şekilde ifade eder. Ayetin manası ise [haram sayıp kâfir olup faizi yiyerek günahkâr] şeklindedir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) 

يَمْحَقُ اللّٰهُ الرِّبٰوا وَيُرْبِي الصَّدَقَاتِۜ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şibh-i kemâl-i ittisâl nedeni ile fasıl yapılmıştır. Ribaya devam eden ve Allah’ın uyarısını dikkate almayanlarla alakalı bir suale karşılık verilen cevap mahiyetinde gelmiştir. Önce zikredilen ayette, ahiret hallerinin kötü durumu açıklanmış iken bu ayette de dünyadaki kötü durumları belirtilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru:1614). 

Müsbet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üslupta gelen  وَيُرْبِي الصَّدَقَاتِۜ  cümlesi tezat nedeniyle makabline وَ ’la atfedilmiştir.

Bütün kemal sıfatlara şamil lafza-i celâlin müsnedün ileyh olması telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak amacına matuftur. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle Allah isminde tecrîd sanatı vardır.

يَمْحَقُيُرْبِي  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

الرِّبٰوا - يُرْبِي  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Faizde görünüşte kazanç vardır ama onun bereketi yoktur. Sadakayı da verince azalmış gibi gözükür ama bereketi olduğu için kazanmış oluruz. İnsan çaba sarfeder, bereketi Allah verir. Zenginlik ve malın emanet olduğunu bilenler, paylaşır.

Riba, her ne kadar o anda bir artış ve fazlalık temin etse de, hakikatte onun bir noksanlaşma sebebi olduğunu; sadakanın ise, görünüşte her ne kadar bir noksanlaşma sebebi olsa dahi, aslında bir artış ve ziyadelik olduğu beyan edilmiştir. Durum böyle olunca akıllı olan bir kimseye yakışan, tabiatının ve hislerinin davet ettiği şeylere iltifat etmeyip, aksine şeriatın teşvik ettiği şeylere dayanmasıdır. İşte ayetin, kendinden önceki ayetlerle olan irtibatının izahı budur. (Fahreddin er- Râzî)

Yine  يمحق  fiilinin kullanılması faiz alanın malındaki bereketin ve malın tamamının yok olmasını ifade eder. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru:1615)

يَمْحَقُ اللّٰهُ الرِّبٰوا [Faizi yok eder,] ve  وَيُرْبِي الصَّدَقَاتِۜ [sadakaları arttırır] cümleleri arasında ikili mukabele vardır. 

 وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ كَفَّارٍ اَث۪يمٍ

Ayetin fasılası وَ ’la öncesine atfedilmiştir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esmayı bünyesinde toplayan اللّٰهَ ismiyle marife oluşu telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Menfi  fiil cümlesi formunda gelen müsned, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de muzari fiil olması, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Lafza-i celâlde tecrîd ve tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Cümle, mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

كَفَّارٍ- اَث۪يمٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Kelimelerdeki tenvin, tahkir içindir. 

Ayetin son cümlesinde zamir yerine Allah isminin zikri kalbe korku salmak içindir. 

اَثِيمٍ  kelimesindeki  ي  harfi bize eylemin durmaksızın, daima, sürekli olduğunu gösterir. Servetleri de faizde durmaksızın, sürekli artar…Kendileri günah işlemese de paraları sürekli günah üretmeye devam eder. Bunun için كَافرٍ  değil  كَفَّارٍ  [azılı kafir] kelimesi kullanılmıştır. 


Bakara Sûresi 277. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتَوُا الزَّكٰوةَ لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ  ...


Şüphesiz iman edip salih ameller işleyen, namazı dosdoğru kılan ve zekâtı verenlerin mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا iman eden ا م ن
4 وَعَمِلُوا ve işler yapanlar ع م ل
5 الصَّالِحَاتِ salih (güzel) ص ل ح
6 وَأَقَامُوا ve kılanlar ق و م
7 الصَّلَاةَ namazı ص ل و
8 وَاتَوُا ve verenler ا ت ي
9 الزَّكَاةَ zekatı ز ك و
10 لَهُمْ işte onların
11 أَجْرُهُمْ ödülleri ا ج ر
12 عِنْدَ yanındadır ع ن د
13 رَبِّهِمْ Rableri ر ب ب
14 وَلَا yoktur
15 خَوْفٌ korku خ و ف
16 عَلَيْهِمْ onlara
17 وَلَا
18 هُمْ ve onlar
19 يَحْزَنُونَ üzülmeyeceklerdir ح ز ن

İman-salih amel-namaz-zekat şeklinde dört temel sayılıyor. İlk ikisi sonraki ikiyi açıklar niteliktedir.Burada dikkat çekici olan ,özünde salih bir amel olan namazın salih amelden ayrıca zikredilmesidir.

İman ve namaz Kur’ânda birbirinin yerine kullanılan kelimelerdir. İman kalptedir ve  dışardan görünen ilk tezahürü de namazdır.

“İşte böylece, siz insanlara şahit olasınız, peygamber de size şahit olsun diye sizi vasat (örnek) bir ümmet yaptık. Biz bu yöneldiğin kıbleyi özellikle rasûle uyanlarla sırt çevirenleri açıkça ayırt edelim diye belirledik. Bu, Allah’ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelecektir. Allah imanınızı asla zayi edecek değildir. Çünkü Allah insanlara karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.”

Bir şeyin salihattan olması için hem kendinize hem de topluma faydalı olması gerekir. Zekat da böyle bir ibadettir. Kişinin malını temizlerken ihtiyaç sahibinin de ihtiyacını giderir.

“Kıyamet günü kulun ilk hesaba çekileceği amel farz namazıdır. Eğer onu tam olarak eda etmişse bu yazılır. Ama tam kılmamışsa; Yüce Allah der ki: “Bakın bakalım, kulumun nafile namazı var mı? Onunla farzları tamamlayın.” Sonra zekâta da böyle bakılır, peşinden diğer amelleri de bu şekilde değerlendirilir.” (HM16731 İbn Hanbel, IV, 65.) Hadislerle İslâm Cilt 2 Sayfa 31

Namaz, insanın, sadece dünyasını değil aynı zamanda âhiretini de kurtarmasının en önemli vesilelerindendir. Bu durum Hz. Peygamber”in hadislerinde farklı lafızlarla ifade edilmiştir:

“Namaz, devam eden kimse için kıyamet gününde nur, delil ve kurtuluş sebebi olur. Namaza devam etmeyenin ise kıyamet günü nuru, delili ve kurtuluşu olmayacaktır.”

“(Kıyamet gününde) kulun ilk önce hesaba çekileceği şey, namazdır.” 

“Cennetin anahtarı namazdır.” 

“Rükûları, secdeleri, abdestleri ve vakitlerine riayet ederek beş vakit namaz(ı kılmay)a devam eden ve bu beş vakit namazın Allah katından gelen bir emr-i hak olduğunu kabul eden kimse cennete girer”

Hz. Peygamber”in bu hadisleri, aslında Kur”an”daki şu âyetlerin değişik ifade ve izahlarıdır:

“İman edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenler var ya, onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler.” 52

“Mümin erkeklerle mümin kadınlar… namazı dosdoğru kılarlar. İşte onlara Allah rahmet edecektir.” 53

“… Namazı kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah için) gizli ve açık sarf edenler, asla zarara uğramayacak bir kazanç umabilirler.” 54   

Hadislerle İslâm Cilt 2 Sayfa 157     

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتَوُا الزَّكٰوةَ لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ 


İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası آمَنُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesi atıf harfi وَ ’la sılaya matuftur. عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الصَّالِحَاتِ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

وَ atıf harfidir. اَقَامُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الصَّلٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

اٰتَوُا الزَّكٰوةَ cümlesi atıf harfi وَ ’la sılaya matuftur. اٰتَوُا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الزَّكٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. اَجْرُ muahhar mübtedadır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عِنْدَ mekân zarfı أَجۡرُهُمۡ ’un mahzuf haline müteallıktır. رَبِّ muzâfun ileyhtir. Muttasıl zamir هِمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.    


وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ


وَ atıf harfi cümleyi öncesindeki لَهُمْ اَجْرُهُمْ cümlesine atfeder. لَا nefy harfi, خَوْفٌ mübtedadır. عَلَيْهِمْ car mecruru, mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.

وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ cümlesi atıf harfi وَ ile öncesine atfedilmiştir. لَا zaidtir. Nefiy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَحْزَنُونَ fiili haber olarak mahallen merfûdur. Muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتَوُا الزَّكٰوةَ


Müstenefe cümlesi olarak fasılla gelen ayet, isim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelamdır.  اِنَّ ’nin ismi olan has ismi mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اٰمَنُوا , mazi fiil cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Akabindeki aynı formda gelen üç cümle sılaya matuftur.

İsm-i  mevsulde cem edilenler, iman edenler, salih amel yapanlar, namaz kılanlar ve zekat verenler şeklinde sayılmıştır. Bu üslup cem' ma’at-taksim sanatıdır. 

Mevsûllerde tevcih sanatı vardır. 

Kur'an-ı Kerim'de, ne zaman bir vaîd ve tehdit zikredilse, bunun peşinden mutlaka bir vaad ve müjde getirmek şeklinde muttarid ve sürekli bir adet bulunmaktadır. Bundan dolayı burada, riba ile alışveriş yapan kişi hakkında, son derece şiddetli bir tehdit ve vaîd getirince, bunun peşinden de vaad-i ilahî ve müjdesini getirmiştir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

Salih amel kavramı, namaz kılmayı ve zekat vermeyi de kapsadığı halde bu ikisinin ayrıca zikredilmesi, bunların diğer salih amellerden üstün olmalarındandır. "Rab" isminin zikri ve bu ismin "Rabbihim" şeklinde ‘onlar’ zamirine izafesi salihler için ziyadesiyle lütuf ve teşrif manası içerir Bu ayetin sırrına mazhar olan salih kullar için gelecekte kötü bir şeyle karşılaşma korkusu yoktur ve onlar sevdikleri bir şeyi elden kaçırdıklarından dolayı mahzun da olmayacaklardır. (Ebüssuûd)

Ayette sayılan işlerde umumdan hususa doğru bir derecelendirme vardır. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru:1616)

 Namaz ve zekat salih amelden olduğu halde ayrıca zikredilmiştir. 

الصَّلٰوةَ - الزَّكٰوةَ  arasında mürâât-ı nazîr vardır. 

Salih amel kendini ve başkasını ıslah eden, düzelten ameldir. Namaz en çok kendimizi, zekat başkasını da düzeltir. ”Salih amel yapanlar” tabiri Kur’an’da 52 kez geçmiş, onlara verilecek mükafatlar sayılmıştır.

 لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ

Ayetin başındaki  اِنَّ ’nin haberi olarak gelen cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan bu isim cümlesinde,  لَّهُمۡ mukaddem habere muteallıktır.  أَجۡرُهُمۡ  ise muahhar mübtedadır.  

Müsnedün ileyhin izafetle marife oluşu, az sözle çok anlam ifade etme amacına matuftur.

عِندَ رَبِّهِمۡ  izafetinde, هُمۡ  zamirinin  رَبِّ  ismine muzâfun ileyh olması, zamirin ait olduğu kimseler için ve  رَبِّ  ismine muzâf olması  عِندَ  için tazim ve teşrif ifade eder. 

لَّهُمۡ أَجۡرُهُمۡ عِندَ رَبِّهِمۡ  cümlesinin sebep ifade etmesine rağmen başında  فَ  harfinin olmaması, “sebep budur” denilmesine ihtiyaç olmayacak kadar sebebin açık olması dolayısıyladır.

وَلَا خَوۡفٌ عَلَیۡهِمۡ وَلَا هُمۡ یَحۡزَنُونَ

Menfi isim cümlesi formunda gelen cümle  وَ ’la makabline atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidâi kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  عَلَیۡهِمۡ  car mecruru mahzuf habere müteallıktır.

Müsnedün ileyhin tenkiri taklîl ifade etmektedir. Ayrıca nefy siyakında nekrenin umum ifade etmesi dolayısıyla “onlar herhangi bir korku türünü hiç bir şekilde hissetmeyeceklerdir” anlamına gelir. 

Ayetin sonunda, öncesine matuf olan  وَلَا هُمۡ یَحۡزَنُونَ  şeklindeki isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede müsnedün ileyhin, fiil cümlesi formunda gelen müsnede takdimi ve nefy harfinin de müsnedün ileyhden önce gelmesi tahsis ifade etmiştir. Bu tahsis, onların hiçbir şekilde hüzünlenmeyeceğini ifade ederken başkalarının da hüzünleneceğini ifade eder.

خَوۡفٌ - یَحۡزَنُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Şayet; ‘’Korku ile hüzün arasında ne fark vardır?’’ dersen, şöyle derim: Korku, vukuu beklenen bir bela ve musibetten dolayı insana arız olan bir gam ve kederdir. Üzüntü ise fiilen vaki olup gerçekleşen ve yaşanan bir olaydan dolayı insana arız olan şeydir. (Keşşâf)

Bakara Sûresi 278. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَذَرُوا مَا بَـقِيَ مِنَ الرِّبٰٓوا اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ  ...


Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve eğer gerçekten iman etmiş kimselerseniz, faizden geriye kalanı bırakın.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا iman eden(ler) ا م ن
4 اتَّقُوا korkun و ق ي
5 اللَّهَ Allah’tan
6 وَذَرُوا ve bırakın (almayın) و ذ ر
7 مَا ne varsa
8 بَقِيَ geri kalan ب ق ي
9 مِنَ -dan
10 الرِّبَا riba- ر ب و
11 إِنْ eğer
12 كُنْتُمْ idiyseniz ك و ن
13 مُؤْمِنِينَ inanıyor ا م ن

Ey iman edenler! Eğer gerçek müminseniz! Allah dan sakının! Bu günaha bulaşmayın! Ayeti gerçekten de bu ünlemlerle okumalı çünkü bir sonraki ayet bunu yapmazsanız Allah ve Rasûlunden size ilan edilen bir savaş (günahın büyüklüğü ve zararını tasvir için uyarı makamında)olduğunu bilin ! diyor. Bu ilahi savaşı kim kazanabilir? 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَذَرُوا مَا بَـقِيَ مِنَ الرِّبٰٓوا اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ

يَٓا nida harfidir. اَيُّ , münada, nekrai maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. ٱلَّذِینَ münadadan sıfat veya bedeldir.

İsm-i mevsûlun sılası ءَامَنُوا۟ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. ءَامَنُوا۟ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.

Nidanın cevabı اتَّقُوا اللّٰهَ ‘dir. اتَّقُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

ذَرُوا مَا بَقِيَ nida cümlesine matuftur. ذَرُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası بَقِيَ مِنَ الرِّبٰٓوا ’dır. بَقِيَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. مِنَ الرِّبٰٓوا car mecruru بَقِيَ fiilinin failine ait mahzuf bir hale müteallıktır.

اِنْ iki muzari fiili cezmeden şart harfidir. كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. 

مُؤْمِن۪ينَ kelimesi كان ’nin haberidir. Nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri اتّقوا الله وذروا ما بقي من الربا (Allaha karşı takvalı olun ve faizin kalanından vazgeçin) şeklindedir.

مُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. Sülâsîsi أمن fiilidir. İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ 


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı olarak gelen ...  اتَّقُوا اللّٰهَ  cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Münada olan has ismi mevsûl  الَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır. İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir. Sılası olan  ءَامَنُوا۟ mazi fiil sıygasında faidei-i haber ibtidai kelamdır.

İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez. İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.

İnfak edileceklerin kazandıklarınızın temizleri ve yeryüzünden sizin için çıkardıklarımız şeklinde ayrıntılanması taksim sanatıdır. 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekit türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekit unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’ânî, S. 43)

Bazı salihler Allah Teâlâ'nın, ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  [Ey iman edenler]  sözünü işitince sanki Allah'ın nidasını işitmiş gibi, لبيك وسعديك “Emret Allah'ım, emrine amadeyim” der. Böyle söylemek Kur’an'ın edebidir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.

Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetü't Tefâsir)

 وَذَرُوا مَا بَقِيَ مِنَ الرِّبٰٓوا 

Ayetin ikinci cümlesi  وَ ’la öncesine atfedilmiştir. İki cümle arasında inşâî olmak yönünde ittifak vardır. Emir üslubunda talebi inşâî isnad olan cümlede ism-i mevsûl olan  مَا ’nın sılası, müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ

Son cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart  üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Takdiri; فذروا (Bırakın) olan cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

[Ey iman edenler! Allah'tan] O'nun cezalandırmasından [korkun] ve kendinizi bundan koruyun. [Eğer inanıyorsanız faizden geri kalan kısmı bırakın.] Faizle birşeyler verdiğiniz kimselerden geriye kalan faiz alacağınızı almayın. Çünkü imanınız, emrolunduğunuz şeye mutlak ve kesin anlamda bağlılık göstermenizi gerektirir. (Ruhu’l Beyan)

Ayetin başında  يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا [Ey iman edenler] buyurulup sonunda  اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ

 [eğer iman ettiyseniz] gelmesi; imanın hakikatine ermek için bir tarizdir.

Ayrıca bu söz,  muhatapları harekete geçirme ve heyecanlandırma babından söylenmiştir. Muhatapları faizle yaptıkları işleri terk etmeye teşvik eder. Faizin tamamını terketmek imanın şartlarındandır, iman ve faiz bir arada bulunmaz. Bunlar faiz yemenin ne kadar nefret edilesi olduğunu ve bunda ısrar edenlere de bir korkutma olduğunu ifade eder. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru:1617)

 اٰمَنُوا ile مُؤْمِن۪ينَ arasında cinas, reddü'l-acüz ale's-sadr, teşâbüh-i etraf vardır.

Bakara Sûresi 279. Ayet

فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا فَأْذَنُوا بِحَرْبٍ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۚ وَاِنْ تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُؤُ۫سُ اَمْوَالِكُمْۚ لَا تَظْلِمُونَ وَلَا تُظْلَمُونَ  ...


Eğer böyle yapmazsanız, Allah ve Resûlüyle savaşa girdiğinizi bilin. Eğer tövbe edecek olursanız, anaparalarınız sizindir. Böylece siz ne başkalarına haksızlık etmiş olursunuz, ne de başkaları size haksızlık etmiş olur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِنْ eğer
2 لَمْ
3 تَفْعَلُوا böyle yapmazsanız ف ع ل
4 فَأْذَنُوا bilin ا ذ ن
5 بِحَرْبٍ savaşa açıldığını ح ر ب
6 مِنَ (tarafından)
7 اللَّهِ Allah
8 وَرَسُولِهِ ve Elçisi ر س ل
9 وَإِنْ ve eğer
10 تُبْتُمْ tevbe ederseniz ت و ب
11 فَلَكُمْ sizindir
12 رُءُوسُ ana ر ا س
13 أَمْوَالِكُمْ malınız م و ل
14 لَا
15 تَظْلِمُونَ ne haksızlık edersiniz ظ ل م
16 وَلَا
17 تُظْلَمُونَ ne de haksızlığa uğratılırsınız ظ ل م
  

Harabe  حرب :  حَرْبٌ kelimesi bildiğimiz savaştır. حَرَبٌ ise harpte yapılan yağmalamadır. Sonradan her tür yağmalamaya da bu isim verilmiştir. مِحْراب الْمَسْجِد Mescidin mihrabı kullanımı buraların şeytanla savaşma yeri olduğundandır. Ayrıca bu adı almasının nedeni insanın burada dünya meşgaleleri ve düşünce dağınıklığından yağma edilircesine soyutlanması gerektiğindendir diyenler de vardır. Öte yandan meclisteki oturma yerinin baş köşesine de bu ad verilmiştir. Çoğulu مَحارِيب şeklindedir. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri harp, harbî, mihrab ve muhârebedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا فَأْذَنُوا بِحَرْبٍ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۚ 


فَ atıf harfidir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezmeder. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. تَفْعَلُوا fiili, نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. 

فَ şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir.فَأْذَنُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِحَرْبٍ car mecruru فَأْذَنُوا fiiline müteallıktır. مِنَ اللّٰهِ car mecruru حَرْبٍ kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır. رَسُولِ atıf harfi وَ ’la اللّٰهِ lafza-i celâline matuftur, ه۪ۚ muzâfun ileyhi olup kesra ile mecrurdur.

فَأْذَنُوا بِحَرْبٍ [Bunu yapmazsanız, Allah ve Resulüne savaş açmış olduğunuzu bilin!] Burada اَذِنَ fiili,  اَذِنَ بِالشَّيْءِ’i kullanımından “bilmek” manasında kullanılmıştır. Bu kelime فَآذِنُوا şeklinde de okunmuştur ki bu durumda manası, “bunu başkalarına da bildirin” şeklindedir ve dinlemek manasındaki اَلْاَذَن kökünden türemiştir. Zira dinlemek ilim elde etmenin yollarından biridir. (Keşşaf)


وَاِنْ تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُؤُ۫سُ اَمْوَالِكُمْۚ لَا تَظْلِمُونَ وَلَا تُظْلَمُونَ


وَ atıf harfidir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezmeder. تُبْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. رُؤُ۫سُ muahhar mübtedadır. اَمْوَالِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَا تَظْلِمُونَ وَلَا تُظْلَمُونَ cümlesi لَكُمْ ’deki zamirin hali olarak mahallen mansubtur. لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَظْلِمُونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. وَ atıf harfidir. لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تُظْلَمُونَ meçhul muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı naibu fail olup mahallen merfûdur.

فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا فَأْذَنُوا بِحَرْبٍ مِنَ اللّٰهِ

 
فَ  atıf harfidir. Ayet şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi menfi muzari fiil cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Rabıta harfi  فَ  ile gelen cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İki fiili cezm eden  اِنْ  şart harfi vukuu kesin olmayan durumlarda müstakbel için kullanılır. Mütekellim, ya iki şey arasında tereddüt ediyordur ya da vuku bulacağına ihtimal vermiyordur. Yani fiilin gerçekleşme ve gerçekleşmeme ihtimali eşitse, ya da gerçekleşmeme ihtimali daha da fazla ise şart için bu harf  kullanılır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’ân Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

Burada  اذ  yerine  ان  kullanılması, faiz almaktan vazgeçmeyi teşvik etmektedir. Eğer  اذ  denilseydi, ribayı terk etme emrine muhatap olan hiç kimsenin uymayacağı teyit edilmiş olurdu ki bu da imanlı olan muhataplar için uygun olmazdı. Bu şart harfi dolayısıyla bazı muhatapların bu emre uymadıklarına delalet etmektedir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru:1620)

فَأْذَنُوا [bilin] demektir,  بِحَرْبٍ 'in nekre olması tazim içindir, bu da faiz yiyenden tövbe etmesi istendikten sonra Allah'ın emrine dönünceye kadar kendisiyle savaşmayı gerektirir, tıpkı âsi gibi; küfrünü icap etmez. (Beyzâvî)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin kalplere korku salmak amacıyla zikredilmesi, tecrîd sanatıdır.

حرب [savaş] kelimesinin nekre (belirsiz) olarak zikredilmesi, tazim içindir. Yani Allah ve Resulü tarafından ilan edilmiş öyle muazzam bir savaş ki, bunun ne kadar çetin bir savaş olduğunu kimse bilemez. (Ebüssuûd, Âşûr, Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru:1618)

Burada muhatap, faiz işinde ısrarcı olan müminlerdir. Bunun delili de bu cümlenin atfedildiği  يا ايها الذين امنوا  cümlesidir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru:1619)

‘’Allah ve Rasulü ile harbe girdiğinizi bilin!’’ ifadesinde istiare-i mekniyye vardır. Faiz yemek, savaşa girmeye benzetilmiştir. Faiz yemek müşebbeh, Allah ve Rasulüyle harp etmek müşebbehün bihtir. Vech-i şebeh her iki durumdaki korkunç haldir.

 

وَاِنْ تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُؤُ۫سُ اَمْوَالِكُمْۚ 

 

Şart üslubunda gelmiş olan cümle önceki şart cümlesine  وَ ’la atfedilmiştir. Şart cümlesi  تُبْتُمْ ‘dür. Cevap cümlesi sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَكُمْ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda  رُؤُ۫سُ اَمْوَالِكُمْۚ  ‘ün izafetle gelmesi az sözle çok anlam ifade etme amacına matuftur. 

 

لَا تَظْلِمُونَ وَلَا تُظْلَمُونَ

 

Peşpeşe gelen iki hal cümlesi menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümleleri ıtnâb babındandır.

Nefy harfi  لَا ’nın tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.

لَا تَظْلِمُونَ - لَا تُظْلَمُونَ  cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.

[Bu şiddetli tehdidi duyduktan sonra faizin haramlığını kabul ederek ve buna inanarak tövbe ederseniz [ana sermayeniz yine sizindir.] Onu olduğu gibi alabilirsiniz. [Ne haksızlık yapmış], alacaklı olduğunuz kimselerden fazla almakla ne onlara haksızlık yapmış, [ne de haksızlığa uğratılmış olursunuz.] Ne de sizler onlar tarafından işin uzatılmasıyla, ya da ana paranızdan bir eksiklik yapılarak bir zararla karşı karşıya bırakılmış olursunuz. (Ruhu’l Beyan)

تَظْلِمُونَ - تُظْلَمُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Bakara Sûresi 280. Ayet

وَاِنْ كَانَ ذُوعُسْرَةٍ فَنَظِرَةٌ اِلٰى مَيْسَرَةٍۜ وَاَنْ تَصَدَّقُوا خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ  ...


Eğer borçlu darlık içindeyse, ona eli genişleyinceye kadar mühlet verin. Eğer bilirseniz, (borcu) sadaka olarak bağışlamanız, sizin için daha hayırlıdır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنْ eğer (borçlu)
2 كَانَ ise ك و ن
3 ذُو (içinde)
4 عُسْرَةٍ darlık ع س ر
5 فَنَظِرَةٌ beklemek (lazımdır) ن ظ ر
6 إِلَىٰ kadar
7 مَيْسَرَةٍ bir kolaylığa ي س ر
8 وَأَنْ ve eğer
9 تَصَدَّقُوا sadaka olarak bağışlarsanız ص د ق
10 خَيْرٌ daha hayırlıdır خ ي ر
11 لَكُمْ sizin için
12 إِنْ eğer
13 كُنْتُمْ ك و ن
14 تَعْلَمُونَ bilirseniz ع ل م

وَاِنْ كَانَ ذُوعُسْرَةٍ فَنَظِرَةٌ اِلٰى مَيْسَرَةٍۜ

 

Ayet atıf harfi وَ ’la فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا cümlesine atfedilmiştir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezmeder. Şart fiili كَانَ mahallen meczumdur. كَانَ tam mazi fiildir. Fail olan ذُو , harfle îrab olan beş isimden biridir. Ref alameti و ’dır. عُسْرَةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

فَ şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir. نَظِرَةٌ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri الواجب (Gereken) şeklindedir. اِلٰى مَيْسَرَةٍ mahzuf olan ismi mecrurla birlikte نَظِرَةٌ kelimesine müteallıktır. Takdiri إلى وقت ميسرة (Kolaylık vaktine kadar) şeklindedir.

وَاِنْ كَانَ ذُو عُسْرَةٍ [Eğer (borçlu) darlık içinde ise.] ifadesinde ذُو  kelimesinin merfû olmasının iki veçhi vardır:

1. Bu kelime burada كَانَ ’nin ismidir. Haberi ise hazfedilmiştir. وَاِنْ كَانَ ذُو عُسْرَةٍ غَرِيمًا لَكُمْ [Eğer darlık içindeki kişi borçlu ise] veya وَاِنْ كَانَ هُنَاكَ ذُو عُسْرَةٍ [Eğer darlık içinde bir kişi var ise] ya da كَانَ فِيكُم وَ مِنْكُمْ [Aranızda veya sizden darlık içinde bir kişi bulunuyorsa] demek istemiştir. Bu durumda haber önce veya sonra takdir edilebilir.

2. كَانَ ismiyle birlikte eksiksiz bir mana oluşturan tam bir fiil olarak kabul edilebilir. Bu durumda هَذَا [Durum şöyledir] şeklinde bir takdir yapılır. وَاِنْ وَقَعَ ذُو عُسْرَةٍ وَاِنْ حَدَثَ ذُو عُسْرَةٍ وَاِنْ وَجَدَ ذُو عُسْرَةٍ  [Eğer darlık sahibi bir kimse olursa, bulunursa] şeklinde anlaşılır. Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Mes‘ûd وَاِنْ كَانَ ذَا عُسْرَةٍ şeklinde okumuşlardır. Bu durumda anlam “Eğer borçlu kişi darlık içerisinde ise” şeklindedir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)  


وَاَنْ تَصَدَّقُوا خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ


وَ istînâfiyyedir. اَنْ ve masdarı müevvel mübteda olarak mahallen merfûdur. Takdiri تصدّقكم خير لكم (Tasadduk etmeniz sizin için daha hayırlıdır.) şeklindedir. تَصَدَّقُوا fiili نَ ’un hazfiyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. خَيْرٌ haber olup lafzen merfûdur. لَكُمْ car mecruru خَيْرٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır. 

اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. تَعْلَمُونَ fiili كُنْتُمْ ‘ün haberi olarak mahallen mansubtur. تَعْلَمُونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ‘ı faildir.

وَاِنْ كَانَ ذُوعُسْرَةٍ فَنَظِرَةٌ اِلٰى مَيْسَرَةٍۜ


وَ  atıftır. Ayet  şart üslubunda haberî isnaddır. Şart, fiil cümlesi sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam, cevap ise isim cümlesi formunda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır. Rabıta harfi  فَ  ile gelen cevap cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.  نَظِرَةٌ , takdiri  الواجب  olan mahzuf mübtedanın haberidir. 

نَظِرَةٌ  kelimesi ‘bekleme’ demektir, göz ile bekleme arasında bir ilişki kurulmuştur. Yoldan gelecek birini bekleyen kişi sürekli yola bakar. Bu kelimenin kullanımında tecsîm sanatı vardır.

 عُسْرَةٍ - مَيْسَرَةٍۜ  arasında tıbâk-ı îcab vardır.

 

وَاَنْ تَصَدَّقُوا خَيْرٌ لَكُمْ 

 

وَ  istînafiyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelen cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar  harfi  اَنْ  ve akabindeki muzari fiil masdar teviliyle mübtedadır. 

[Sâd harfinin şeddesiyle تَصَّدَّقُوا  kıraati esas alınmak üzere] “Sadaka olarak bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır” ifadesi ana mallarını ya da bunun bir kısmını zor durumda olan borçlularına sadaka olarak bırakmaları konusunda bir teşviktir. Yine  وَاَنْ تَعْفُٓوا اَقْرَبُ لِلتَّقْوٰىۜ [affetmeniz takvaya daha yakındır] (Bakara 2/237)] ayeti de bu yönde bir teşviktir. Bir görüşe göre; burada “tasaddukta bulunmak” ifadesi ile süre vermek, beklemek kastedilmiştir. (Keşşâf, Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

 

اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ

 

Son cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi كان ‘nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. كان ‘nin haberinin muzari fiil formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder.

Takdiri;  إن كنتم تعلمون فضل التصدّق فتصدّقكم خير لكم (Eğer sadaka vermenin faziletini biliyorsanız, sadaka vermeniz sizin için daha hayırlıdır.) olan cevap cümlesinin öncesinin delaletiyle hazfedilmesi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ  ِyani, bunun sizin için daha iyi olduğunu bilseniz ve bununla amel etseniz. Burada bilgisiyle amel etmeyen kimse, bilgi sahibi olsa da, bilgisizmiş gibi değerlendirilmiştir. (Keşşâf)


Bakara Sûresi 281. Ayet

وَاتَّقُوا يَوْماً تُرْجَعُونَ ف۪يهِ اِلَى اللّٰهِ ثُمَّ تُوَفّٰى كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ۟  ...


Öyle bir günden sakının ki, o gün hepiniz Allah’a döndürülüp götürüleceksiniz. Sonra herkese kazandığı amellerin karşılığı verilecek ve onlara asla haksızlık yapılmayacaktır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاتَّقُوا sakının و ق ي
2 يَوْمًا şu günden ي و م
3 تُرْجَعُونَ döndürüleceğiniz ر ج ع
4 فِيهِ onda
5 إِلَى
6 اللَّهِ Allah’a
7 ثُمَّ sonra
8 تُوَفَّىٰ tastamam verilecektir و ف ي
9 كُلُّ her ك ل ل
10 نَفْسٍ kişiye ن ف س
11 مَا ne
12 كَسَبَتْ kazandıysa ك س ب
13 وَهُمْ ve onlara
14 لَا
15 يُظْلَمُونَ haksızlık edilmeyecektir ظ ل م

Bu ayetin en son nazil olan ayet olduğu iddia edilmiştir.

وَاتَّقُوا يَوْماً تُرْجَعُونَ ف۪يهِ اِلَى اللّٰهِ ثُمَّ تُوَفّٰى كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ

 

Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اتَّقُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. يَوْمًا mef'ûlun bih olup fetha ile mansubtur. تُرْجَعُونَ fiili يَوْمًا ’in sıfatı olarak mahallen mansubtur. تُرْجَعُونَ meçhul mebni muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ‘ı naibu faildir. ف۪يهِ car mecruru تُرْجَعُونَ fiiline müteallıktır. اِلَى اللّٰهِ car mecruru aynı şekilde تُرْجَعُونَ filine müteallıktır. ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. تُوَفّٰى elif üzere mukadder damme ile meçhul muzari fiildir. كُلُّ naibu faildir. نَفْسٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası كَسَبَتْ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. كَسَبَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. Aid zamiri mahzuftur. Takdiri كسبته şeklindedir.

تُرْجَعُونَ fiili hem mâlûm / etken, hem de meçhul / edilgen olarak okunmuştur. (Keşşaf)  

اتَّقُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.


 وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ۟


İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَا يُظْلَمُونَ۟ haber olarak mahallen merfûdur. لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُظْلَمُونَ۟ meçhul muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَاتَّقُوا يَوْماً تُرْجَعُونَ ف۪يهِ اِلَى اللّٰهِ


 

وَ  istînâfiyye veya atıftır. Ayet emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

تُرْجَعُونَ ف۪يهِ اِلَى اللّٰهِ  cümlesi nasb mahallinde  يَوْمًا  için sıfattır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede muzari fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi, tecrîd sanatıdır.

Bu ayet-i kerime riba ile alışveriş yapan zengin, kudretli ve etrafı çok olan ekâbirler hakkındadır. Genel olarak bu kimseler, servetleri ile insanlara hükümran olmak istemişlerdir. Bu sebeple riba (faiz)'den ve insanların mallarını diğer batıl yollarla alıp yemekten vazgeçsinler diye, bunlar için çok şiddetli bir tehdit ve vaîd gerekmiştir. İşte Allahu Teâlâ bu ayetle onları tehdit etmiş ve onları en şiddetli bir biçimde korkutmuştur.  İbn Abbas (radıyallahü anh), bu ayetin Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e en son inen ayet olduğunu söylemiştir. Çünkü Hazret-i Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) haccederken, Kelâle ayeti diye bilinen (Nisa, 176) ayeti nazil olmuştur. Daha sonra O, Arafatta vakfede iken "Bugün sizin dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım" (Mâide.3) ayeti, daha sonra da (tefsir ettiğimiz) bu ayet nazil olmuş ve Cebrail (aleyhisselam), "Ya Muhammed, bu ayeti Bakara sûresinin 280. ayetinin peşine koy" demiştir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bu ayetin nüzulünden sonra ancak seksen bir gün yaşamıştır. Bu müddetin yirmi bir gün, veya yedi gün, veyahut da üç saat olduğu da söylenmiştir. (Fahreddin er- Râzî, Âşûr)

يَوْمًا ’deki tenvin tazim ifade eder. O günden maksat kıyamet günüdür. Günün nekre (belirsiz) olarak zikredilmesi, vehamet ve büyüklüğünü ihsas ettirmek içindir. Sakınma (ittika) nın kıyamet günü ile alakalandırılmasi, onun şiddetli ve korkunç hallerinden sakındırmak (tahzir) içindir. (Ebüssuûd, Âdil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, soru:1622)

 

 ثُمَّ تُوَفّٰى كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ

 

ثُمَّ  ile makabline atfedilen  تُوَفّٰى كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ  cümlesi müsbet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası, müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كُلُّ نَفْسٍ [her nefs, herkes] genellemesi, kıyamet gününün korkunçluğunu ziyadesiyle ifade etmek içindir. Yani kıyamet günü herkese hayır veya şer her ne yaptıysa, bütün yaptıklarının karşılığı tam olarak verilecek ve hiç kimse haksızlığa uğratılmayacaktır. (Ebüssûd, Fahreddin er- Râzî)

 

 وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ۟

 

Hal  وَ’ı ile gelen son cümle faide-i haber talebî kelamdır. Sübut ifade eden cümle kasrla tekid edilmiştir. İsim cümlesinde müsned, menfi olup müsnedün ileyh takdim edilmişse bu terkip, hükmü takviye ifade eder. 

Bu cümle, 272. ayetin fasılasına benzer.  لَا يُظْلَمُونَ۟  ifadeleri arasında tekrir ve reddü’l acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetin başındaki muhatap zamirinden, gaib zamirine iltifat vardır.

تُوَفّٰى   يُظْلَمُونَ۟  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.


Günün Mesajı
Burada önceki ayetlerde anlatılan infak konusu bitmiş, bunun zıddı olan faiz konusuna girilmiştir. İnfakta karşılık beklentisi olmaksızın vermek varken, faizde karşılıksız olarak kazanma beklentisi vardır. Faizde görünüşte kazanç vardır ama onun bereketi yoktur. Sadakayı da verince azalmış gibi gözükür ama bereketi olduğu için kazanmış oluruz. İnsan kazanır, bereketi Allah verir. Zenginlik ve malın emanet olduğunu bilenler, paylaşır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Her manada dengesizliğin ve ondan kaynaklanan bereketsizliğin giderek arttığı bir dönemde yaşıyoruz. Zaman elimizden akıp gidiyor. Bugünlerimiz hızla dünlere dönüşerek, yarınlarımızı tüketiyor. Dünyada iki uç hayat yaşayan insanların sayısı çoğalıyor. Yemekten veya açlıktan ölenler. Zulüm altında ezilenler veya rahatlıktan gaflete düşenler. Reklam, film ve diziler, gerçekleşmesi mümkün olmayan hayat tarzlarına özendiriyor. İnsanlar, devamlı ellerinde olmayan paralarıyla harcamaya teşvik ediliyor. Her tatil ve bayram öncesi, kredi fırsatları sunuluyor. Ve bu oyuna gelenler adeta borç bataklığından çıkmak için çırpınıyor. Geçici eğlencelerin ardından, maddi manevi ağır bedeller ödeniyor. Allahım! Bizi ve toplumumuzu faiz illetinden kurtar. Faizin ve her türlü haksız kazancın, hayatımıza ve toplumumuza getirdiği bereketsizliğin bilincini zihinlerimize ve kalplerimize yerleştir. Faize bulaşmadan, helal rızıklı bir ömür yaşamamızı. Ve bizler için gönderdiğin her kuralın, sağladığı kolaylığa ve rahmete iman edenlerden olmamızı nasip et. Allahım! Her türlü şart karşısında, emir ve yasaklarına sıkı sıkı sarılan kullarından olmamızda yardımcımız ol. Emir ve yasaklarını hatırlatan kullarına karşı bilmişlik taslamaktan ve günahlarımıza kılıf uydurmaktan. Senin ayetlerine ve Rasulullah’ın sünnetine meydan okuyanlardan olmaktan. Geçici dünyanın, geçici zevkleri için öteki dünyamızı mahvetmekten bizleri koru.

Allahım! Bizi affet. Kur’an ve sünnet ışığında gönüllerimizi ve yollarımızı aydınlat. Hem dünyasını, hem de ahiretini kazananlardan olmak duasıyla.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji