يُؤْتِي الْحِكْمَةَ مَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُو۫تِيَ خَيْراً كَث۪يراًۜ وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يُؤْتِي | verir |
|
2 | الْحِكْمَةَ | Hikmeti |
|
3 | مَنْ | kimseye |
|
4 | يَشَاءُ | dilediği |
|
5 | وَمَنْ | ve kimse |
|
6 | يُؤْتَ | verilen |
|
7 | الْحِكْمَةَ | Hikmet |
|
8 | فَقَدْ | elbette |
|
9 | أُوتِيَ | verilmiştir |
|
10 | خَيْرًا | hayır |
|
11 | كَثِيرًا | çok |
|
12 | وَمَا |
|
|
13 | يَذَّكَّرُ | bunu anlamaz |
|
14 | إِلَّا | başkası |
|
15 | أُولُو | sahiplerinden |
|
16 | الْأَلْبَابِ | akıl |
|
5dk 31 saniyede Muhammed Nablusiden, hikmet nedir videosu
Ayette hikmetten “verilen bir şey “olarak söz edilmektedir. Ancak ayetin sonu bunun herkese değil doğuştan bahşedilen bazı yeteneklerini geliştirenlere verileceğini ihtar eder. İndirilen hükümlere verilen hikmetle bakan biri, bu sayede eylemlerini “salih amel” e dönüştürür.
Hikmet, Hakkı batıldan, doğruyu eğriden, güzeli çirkinden, karı zarardan, iyiyi kötüden ayırabilmek yeteneğidir. Böyle bir muhakeme yeteneğine sahip olabilmek için öncelikle insan Allah ilişkilerinin sağlıklı olması gerekmektedir.
Ayetin sonunda geçen “ülül elbab” yine Ali İmran suresi 7-190 ve 191. ayetlerde detaylandırılmaktadır.
Riyazus Salihin, 164 Nolu Hadis
Ebû Mûsâ el-Eş’arî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah’ın benimle göndermiş olduğu hidâyet ve ilim, yeryüzüne yağan bol yağmura benzer. Yağmurun yağdığı yerin bir bölümü verimli bir topraktır: Yağmur suyunu emer, bol çayır ve ot bitirir. Bir kısmı da suyu emmeyip üstünde tutan çorak bir yerdir. Allah burada biriken sudan insanları faydalandırır. Hem kendileri içer, hem de hayvanlarını sular ve ziraatlarını o su sayesinde yaparlar. Yağmurun yağdığı bir yer daha vardır ki, düz ve hiçbir bitki bitmeyen kaypak arazidir. Ne su tutar, ne de ot bitirir. İşte bu, Allah’ın dininde anlayışlı olan ve Allah’ın benimle gönderdiği hidâyet ve ilim kendisine fayda veren, onu hem öğrenen hem öğreten kimse ile, buna başını kaldırıp kulak vermeyen, Allah’ın benimle gönderdiği hidâyeti kabul etmeyen kimsenin benzeridir.”
Buhârî, İlim 20; Müslim, Fezâil 15
يُؤْتِي الْحِكْمَةَ مَنْ يَشَٓاءُۚ
Fiil cümlesidir. یُؤۡتِی fiili, ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. ٱلۡحِكۡمَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası یَشَاۤءُ ’dur. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُو۫تِيَ خَيْراً كَث۪يراًۜ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ şart ismidir, iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. یُؤۡتَ şart fiili, illet harfinin hazfiyle meczum meçhul muzari fiildir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir. Naib-i faili müstetir هُو zamiridir. ٱلۡحِكۡمَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. أُوتِیَ meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir هُو zamiridir. خَیۡرࣰا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. كَثِیرࣰا kelimesi خَیۡرࣰا ‘ın sıfatıdır.
یُؤۡتِی fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir. İf’al babı fiille ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ
وَ istînâfiyyedir. مَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. یَذَّكَّرُ merfû muzari fiildir. إِلَّاۤ hasr edatıdır. أُو۟لُوا۟ faildir. Ref alameti و ’dir. Çünkü cemi müzekker salime mülhaktır. ٱلۡأَلۡبَـٰبِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
یَذَّكَّرُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
يُؤْتِي الْحِكْمَةَ مَنْ يَشَٓاءُۚ
Ayet istînâfiye olarak fasılla gelmiştir. Müsbet muzari fiil cümlesi, faide-i haber, ibtidaî kelamdır. İkinci mef’ûl olan müşterek ismi mevsûlün sılası da, müsbet muzari fiil cümlesi, faide-i haber, ibtidaî kelamdır.
Hikmetin verilmesi somut bir şeyin verilmesine benzetilmiştir. İstiare vardır.
یُؤۡتِی fiili manevi bir özelliği sahiplendirmek anlamında kullanılmıştır. Cami, alınan (verilen) şeyin gerçekliğidir, (mevcudiyetidir). Bu istiareyle hikmet somut bir şey yerine konarak dikkat çekilmiştir.
Ayette geçen iki مَن arasında cinas vardır. Biri ismi mevsul, diğeri şart ismidir.
ٱلۡحِكۡمَةَ [Hikmet]: Allah’ın emirleri ile şeytanın telkinini ayırt edebilmek ve doğruyu seçme yeteneğidir. Mukatıl b. Süleyman'a (ölm.766) göre, hikmet, Kur’ân'da dört anlamda kullanılmıştır:
1- Öğüt;
2- Sır;
3- Yüksek ilim ve anlayış;
4- Peygamberlik (Ebüssuûd)
İbn Abbas ”hikmet, Kur’an’ı kavramaktır” demiştir.
[Allah hikmeti dilediğine verir.] Yani Allah söz ve amelde doğruluğu, kulları arasından dilediğine bahşeder. Böylece o kişi şeytanın sözlerine kulak asmaz ve Allah’ın kendisine vaad ettiklerine dayanır. Burada Cenâb-ı Hak hikmeti herkese değil dilediğine vereceğini açıklamıştır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُو۫تِيَ خَيْراً كَث۪يراًۜ
وَ istînâfiyedir. Cümle şart üslubunda gelmiş haberi isnaddır. Şart cümlesi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir. مَن ’in haberi فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi, قَدۡ ’la tekid edilmiş faide-i haber talebî kelamdır.
Ayette şartın cevabı dışındaki fiiller muzari gelerek hükmü takviye, hudus ve teceddüt ifade etmişlerdir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Samerrâî, Ala Tarîqi't Tefsîri'l Beyânî, c. 2, s. 88.)
Burada zamir makamında ismin açık olarak zikredilmesi "وَمَن یُؤۡتَ ٱلۡحِكۡمَةَ." buyrulmasi hikmetin önemini açıklamak ve illetini de zımnen bildirmek içindir. (Ebussûud)
یُؤۡتَ - أُوتِیَ - یُؤۡتِی kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, خَیۡرࣰا ve ٱلۡحِكۡمَةَ kelimeleri arasında ise murâât-ı nazîr sanatı vardır.
خَیۡرࣰا كَثِیرࣰاۗ [çok hayır] ifadesindeki nekrelik, tazim ifade eder. Adeta, “o kimseye çok hayır, hem de ne muazzam bir hayır verilmiştir” denilmektedir. “Ancak vicdan sahipleri düşünüp ders çıkarır” ifadesiyle ilmiyle amel eden hikmet sahibi kimseler kastedilmiştir. Burada maksat, ayetin ihtiva ettiği infak ile ilgili hususları uygulamaya teşvik etmektir. (Keşşâf)
Bu ayette infak hakkında gelen hükümleri korumaya yönelik açık bir teşvik vardır.
وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ
وَ istînâfiyedir. Cümle menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. مَا ve إِلَّاۤ ile oluşan kasır cümleyi tekid etmiştir. Kasır, fiille fail arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Kasır ıstılahlarıyla یَذَّكَّرُ sıfat ve maksur, أُو۟لُوا۟ ٱلۡأَلۡبَـٰبِ mevsûf ve maksurun aleyhtir.
Allah’ın nasihatlerinden ancak selim akıllara sahip olan kişiler öğüt alırlar. Bunu akıl sahibi olsa da her mükellef yapamaz. Çünkü aklı hevâsına galip gelmeyen kişi ondan yararlanamaz. O, aklı olmayan kişi gibidir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
Bu âyet-i kerîmede, infak hakkında gelen hükümleri korumaya yönelik açık bir teşvik vardır. (Ebussûud)
Bu cümle infak ayetlerinin kapsadığı öğüt, edeb ve kerim ahlaka bir itiraz ve tezyil olarak gelmiştir. İnfak, infak edenlere amellerini doğruluğunu ve yumuşak huyluluğu kazandırır. (Aşûr)