هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ لَكُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاً ثُمَّ اسْتَوٰٓى اِلَى السَّمَٓاءِ فَسَوّٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍۜ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | هُوَ | O |
|
2 | الَّذِي | ki |
|
3 | خَلَقَ | yarattı |
|
4 | لَكُمْ | sizin için |
|
5 | مَا | ne |
|
6 | فِي | varsa |
|
7 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
8 | جَمِيعًا | hepsini |
|
9 | ثُمَّ | sonra |
|
10 | اسْتَوَىٰ | yöneldi |
|
11 | إِلَى | -e |
|
12 | السَّمَاءِ | gök- |
|
13 | فَسَوَّاهُنَّ | onları düzenledi |
|
14 | سَبْعَ | yedi |
|
15 | سَمَاوَاتٍ | gök (olarak) |
|
16 | وَهُوَ | ve O |
|
17 | بِكُلِّ | her |
|
18 | شَيْءٍ | şeyi |
|
19 | عَلِيمٌ | bilir |
|
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ لَكُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası خَلَقَ ‘ dir. Îrabtan mahalli yoktur.
خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لَكُمْ car mecruru خَلَقَ fiiline mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef‘ûlün bih olarak mahallen mansubdur. فِي الْاَرْضِ car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf sılasına mütealliktir. جَم۪يعًا kelimesi ism-i mevsûl مَا ‘dan hal olarak fetha ile mansubdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ اسْتَوٰٓى اِلَى السَّمَٓاءِ فَسَوّٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍۜ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.
Fiil cümlesidir. اسْتَوٰٓى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اِلَى السَّمَٓاءِ car mecruru اسْتَوٰٓى fiiline mütealliktir.
فَ atıf harfidir. سَوّٰي elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُنَّ mef‘ûlün bih olarak mahallen mansubdur. سَبْعَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. سَمٰوَاتٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
3 ile 10 arası sayıların temyizinde, önce sayı, sonra temyiz gelir. Sayı muzaf, temyiz muzafun ileyh olur. Muzafun harekesi cümledeki konumuna göre değişir. Muzafun ileyh daima mecrurdur. Bu yüzden sayı muzaf olduğu için cümledeki konumuna göre irabını alır, temyiz muzafun ileyh olduğu için daima mecrurdur. Temyiz çoğul ve belirsiz olur. Sayı ile temyiz cinsiyet yönünden birbirinin zıttı olur. (Temyiz çoğul olduğu için eril veya dişil olduğunu anlamak için tekiline bakılır.) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَوٰٓى fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi سوي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
سَوّٰي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سوي ’ dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ۟
وَ atıf harfidir. Haliyye olmasıda caizdir. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. بِكُلِّ car mecruru عَل۪يمٌ۟ ‘e mütealliktir.
عَل۪يمٌ۟ mübtedanın haberi olup damme ile merfûdur.
عَل۪يمٌ۟ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ لَكُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Öncesi ile arasında Kemal'i ittisal olduğu için fasılla gelmiştir. Çünkü öncesindeki ayetin neticesidir. Semavatı, Arzı ve aralarındaki her şeyi yaratmak beşer'in menfaati içindir. İnsan yokluktan yaratıldıktan sonra hayatını burada yaşayacaktır. Hayata geldikten sonra Arzdan ve sema'dan faydalanacaktır. Bunun için Allah Teala önceki ayette ilk olarak hayattan bahsetmiş sonra da sema'yı ve arzı zikretmiştir. Zira insan varlığı boyunca burada yaşayacaktır. (Min Ğarîbi Belâğati'l Kur'âni'l Kerim, Ruveyni)
Haberidir. İki taraf da, yani mübteda da haber de marife olduğu için kasır ifade eder. Kasrı sıfat alel mevsuf babında hakiki kasırdır. Yeryüzünde olan şeyleri sizin için Allah yaratmıştır, putlarınız yaratmamıştır demektir. (Min Ğarîbi Belâğati'l Kur'âni'l Kerim, Ruveyni)
مَا ’nın sılasının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
مَا - الَّذ۪ي kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
لَكُم sizin için, “sizin dünyevî ve dinî menfaatiniz için” demektir. Sözü edilen şeylerin (yeryüzündeki her şeyin yaratılmasının) dünyevî faydası açıktır. Dinî faydası ise şunlardır: bu yaratılanlar üzerinde, bunların kudret ve hikmet sahibi bir yaratıcıya delalet eden muazzam yaratılışları üzerinde gözlemde bulunmak dinî bir faydadır. (Keşşâf)
ل harfi talil içindir. Yani lieclihim (onlar için) demektir. Yeryüzünde yaratılan şeyler insanlar içindir, bu mahlukatın sebebiyle demektir. Faydasını ve neticesini beyan eder. (Min Ğarîbi Belâğati'l Kur'âni'l Kerim, Ruveyni)
جَم۪يعًا haldir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
ثُمَّ اسْتَوٰٓى اِلَى السَّمَٓاءِ فَسَوّٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍۜ
Ayet atıfla gelmiştir. ثُمَّ atıf harfi اسْتَوٰٓى fiilini خَلَقَ لَكُمْ cümlesine atfeder. Rütbeten terahi ifade eder. Cümlelerin atfında bu mana muteberdir. Atfedilen mananın atfedildiği manadan rütbe ve menzil bakımından daha yüce olduğuna delalet eder. Zamandaki terahi rütbedeki terahi manasında müstear olmuştur. Şüphe yok ki semadaki mahlukat matufun aleyh olan yeryüzündeki mahlukattan daha meziyetli ve faziletlidir.
Müsbet fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الْاَرْضِ - السَّمَٓاءِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
السَّمَٓاءِ - سَمٰوَاتٍ ve اسْتَوٰٓى - سَوّٰيهُنَّ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette tevriye sanatı vardır. اسْتَوٰٓى kelimesinin yakın anlamı yerleşmek değil, Rahman olan Allah için kelimenin uzak anlamları olan kuşatmak ve mülkü altında tutmak manası kastedilmiş, yakın ve uzak anlamlarından herhangi birine dair bir işaret de belirtilmemiştir. (Kur’an -ı Kerim’deki Anlamsal Bedî Sanatları/ Hasan Uçar)
Tevriye; biri yakın diğeri uzak iki manası olan bir kelimenin uzak manasının kastedilmesidir.
سَوَى - اسْتَوٰٓى ; aynı köktendir. Kelimeler arasında cinas-ı muharref sanatı vardır. ('Âşûr)
Allah Teâlâ semaya istiva etmiş, onları yedi sema halinde düzenlemiştir. O halde sema kelimesi semavattan daha umumidir. (Hâlidî, Vakafât Düşündüren ayetler)
سَبْعَ سَمٰوَاتٍۜ (Yedi gök) ibaresindeki yedi kelimesi çokluktan kinaye olan bir rakamdır.
Semanın yani dünya atmosferinin yedi tabakası vardır. Yedi semanın paralel evrenler olduğu da söylenir. Birincisi dünya seması, diğer altı tanesi ahiret semasıdır.
Sema kelimesi tekil ve belirli olunca bizim gördüğümüz sema, dünya seması anlaşılır.
Bütün uzayı kaplayan, esir denen bir madde vardır. Isı ve ışığı taşıyıp yayar. Bilim hâla ispatlamaya çalışmaktadır. Bu maddeden yaratılan farklı oluşumların her birine sema denmektedir.
Kur’an bilimsel gerçeklere sadece işaret eder, avamın da bir şeyler anlayabileceği ifadeler kullanır, bilimi teşvik eder, araştırmaya kapı açar. Esas amacı iman esaslarını kalplere yerleştirmektir.
Burada Yüce yaratıcının اسْتَوٰٓى , ''Allah semaya yöneldi'' sözü, “(Semayı) yaratmaya yöneldi'' demek olup istiaredir. Çünkü اسْتَوٰٓى 'nın gerçek anlamı, ''noksan iken tamam olmak veya eğri iken doğru ve düzgün olmak'' demektir. Bu ise cisimlerin niteliklerinden, sonradan olan varlıkların (muhdesat) alametlerindendir. (Kur'an Mecazları Şerîf er-Radî)
وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ۟
Müstenefe cümlesidir. Cümle faide-i haber talebî kelamdır.
شَيْء ’deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.
بِكُلِّ شَيْءٍ amiline takdim edilmiştir. Bu takdim, isnadın Allah Teâlâ’ya olması karînesiyle hasr ifade eder.Yâni o, her şeyi bilir, bilmediği hiçbir şey yoktur. Mamulun amiline kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. بِكُلِّ شَيْءٍ maksûrun aleyh, عَل۪يمٌ۟ ise maksûrdur.
عَل۪يمٌ۟ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Ayette teşâbüh-i-etrâf sanatı vardır. Burada ilk bakışta ayetin وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ (O, herşeye kâdirdir) şeklinde bitmesi uygunmuş gibi düşünülebilir. Ama biraz dikkat edilince siyakta zikredilen arzın ve semanın yaratılışı, ulvî ve suflî âlemlerdeki tasarrufu, ölüleri diriltmesi sonra öldürüp tekrar diriltmesi, bütün bunların her şeyi kuşatan kâmil bir ilmi gerektirmesi dolayısıyla ayetin kudret değil ilimle bitmesinin daha münasip olduğu anlaşılır.
Ebu Hayyân şöyle der; Yüce Allah kendini "عَلَّام" , "عَلِيم" , "عَالِم" vasıflarıyla vasıflandırdı. Bu son iki vasıf mübalağa ifade eder. Araplar, aşırılığı pekiştirmek için "عَلَّام" kelimesinin sonuna "ة" ilave ederek "عَلَّامة" derler. Kelimenin bu şekliyle Allah için kullanılması caiz değildir. (Safvetü't Tefâsir)
Allah’ın nimetleri, kevni ayetlerin içine gizlenerek insanlara hatırlatılmaktadır. Ayet, Allah’ın sonsuz kudretinin eşsiz olduğu, yoktan var etmenin sadece onun elinde olduğu anlamlarını da içererek tevhide ve ibrete delil teşkil etmektedir. Bütün bu anlamlara ilaveten ayetin, insanın hesaba çekileceği gerçeğine de işaret etmesi, “bir mana için gelen kelâmın içine başka bir mana daha sokmak” şeklinde tarif edilen idmâc sanatıdır.
Sayfadaki ayetlerin fasılalarındaki و ve ى ,ن ve ن harfleriyle oluşan ahenk, muhatabın sanat zevkine hitap etmektedir.