Bakara Sûresi 32. Ayet

قَالُوا سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَاۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ  ...

Melekler, “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin” dediler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ki ق و ل
2 سُبْحَانَكَ Seni tesbih ederiz س ب ح
3 لَا yoktur
4 عِلْمَ bilgimiz ع ل م
5 لَنَا bizim
6 إِلَّا başka
7 مَا şeyden
8 عَلَّمْتَنَا bize öğrettiğin ع ل م
9 إِنَّكَ şüphesiz sen
10 أَنْتَ sen
11 الْعَلِيمُ bilensin ع ل م
12 الْحَكِيمُ hakim olansın ح ك م
 

Bu ayetin ders öncesi okunması adet edinilmiştir. Bu gün bunu ezberleyebiliriz.

Melekler bu emir sonucunda Hz. Adem’e verilen bilgi ve becerilerin kendilerinde mevcut olmadığını farkettiler ve Yüce Allah’ın ilim ve hikmetini aynel-yakin olarak tasdik ettiler.

Allahu Teala’nın yaptığı herşeyi ilmi ile kuşatarak bir hikmetle yaptığını bilelim. Bize verdiği kadarına Razı olarak yaşayalım ve onun hertür eksiklikten ve noksanlıktan münezzeh olduğunu aklımızdan çıkarmayalım. Allahı tesbih ve takdis edelim.

 

قَالُوا سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَاۜ

Fiil cümlesidir. سُبْحَانَكَ  mahzuf fiilin mef‘ûlu mutlakı olarak fetha ile mansubdur. Takdiri,  نسبّح  şeklindedir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. سُبْحَانَ kelimesi yücelik anlamında masdar olarak gelmiştir. 

لَا  cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir.  اِنَّ  gibi ismini nasb, haberini ref eder. 

عِلْمَ  kelimesi  لَا ’ nın ismi olup fetha üzere mebni, mahallen mansubdur.  لَنَٓا  car mecruru لَا ’ nın mahzuf haberine mütealliktir. 

اِلَّا  hasr edatıdır. مَا  ve masdar-ı müevvel, لَا ’nın mahzuf haberindeki zamirden bedel olarak mahallen merfûdur.  

عَلَّمْتَنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.  Mütekellim zamir  نَا  mef‘ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:

1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَلَّمْتَنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  علم ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

كَ  muttasıl zamir, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَنْتَ  fasıl zamiridir. الْعَل۪يمُ kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur.  الْحَك۪يمُ  kelimesi  اِنَّ ’nin ikinci haberi olup damme ile merfûdur.  

Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْعَل۪يمُ - الْحَك۪يمُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

قَالُوا سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَاۜ

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Müsbet fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. İtiraziyye olarak gelen cümlede îcâz-ı hazif vardır. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.

سُبْحَانَكَ ifadesi, takdiri نسبّح olan fiilin mef’ûl-ü mutlakıdır. Mekulü’l-kavl menfi fiil cümlesi, lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır. Cümle nefy harfi ve istisna harfi ile oluşmuş kasırla tekid edilmiştir.

Tesbih ile kelama başlanması, mutlak azamet sahibine ve edeb makamına duruştur. (Âşûr)

لَا ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

سُبْحَانَ ismi, masdar yerinde kullanılan bir kelimedir. Bu kelime sadece tamlama olarak kullanılır. (Ruhu’l Beyan)

لَا عِلْمَ - عَلَّمْتَنَاۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.

Burada geçen, عِلْمَ “ilim” ise, “malum / bilinen” manasındadır. Yani, (Senin bize öğrettiklerin dışında bizim bilgimiz dahilinde -malumumuz olan- bir başka bilgi yoktur.) demektir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

Allah Teâlâ meleklere yeryüzünde bir halife yaratacağını haber verince melekler; ‘’Biz seni övüp dururken orada kargaşa çıkaracak kan dökecek birini mi yaratacaksın’’ şeklinde serzenişte bulunmuşlardı. Bunun üzerine Yüce Allah onların bilgilerinin sınırlı olduğunu onlara öğretmek üzere, karşılarına getirdiği birtakım nesnelerin isimlerini onlara sormuş, onlar da bu nesnelerin isimlerini bilememişlerdir. Bu konudaki yetersizlikleri ortaya çıkınca ‘’Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur” ifadesiyle bütün ilmi Allah’a havale ederek O’nu her türlü noksan sıfatlardan tenzih etmiş ve bilgilerinin yalnızca Allah’ın bildirdikleriyle sınırlı olduğunu ikrar ederek acizliklerini açıkça itiraf etmişlerdir. (Kadı Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı/Süleyman Gür)

Ayetteki لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَاۜ [Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur] cümlesi bir haber cümlesidir. Haber cümlesi temelde mütekellimin muhataba bir hükmü bildirmesi (faide-i haber) ya da bir hükmü bildiğini ona haber vermesi (lazım-i haber) için söylenir. Burada muhatap her iki hükmü de bilen Cenabı Hak olduğundan makam gereği haber cümlesi başka bir maksat için söylenmiştir. O maksat da, meleklerin acizlik itirafının ifadesidir. (Kadı Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı/Süleyman Gür)

Ayetteki kasr لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَاۜ [bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur.] ibaresindedir ki, meleklerin ilimlerini Allah’ın öğrettiklerine kasr etmiştir. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuftur. Hakikidir. Zira ilim sıfatına hakiki manada sahip olan Allah Tâlâ’dan başka kimse yoktur. Buradaki kasrın belâgatı ise, Allah’ın kudretini gösterip, kesin bir şekilde pekiştirmektir. (Hatib Kazvini’nin Telhîsu’l - Miftâh Eseri Işığında Klâsik Türk Edebiyatı belagat Terimlerinin Tasnîfi / Mohammed Ali Shareef)

اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisaldir. اِنَّ ve kasırla te’kid edilen cümle lâzım-ı faide-i haber inkarî kelamdır.

Allah Teâlâ’ya hitap ederken sözlerini iki tekid unsuruyla kuvvetlendirmeleri mütekellim olan meleklerin halini yansıtması açısından dikkate değerdir.

Cümledeki اَنْتَ fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükundur.

اِنَّnin haberinin الْ ile marife gelmesi müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın, aralarında vav olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder.

الْحَك۪يمُ - الْعَل۪يمُ kelimeleri arasında muvazene, mürâât-ı nazîr ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Ayette melekler Allah'a hitaben, her şeyi hakkıyla bilen ve hikmetle yapan sensin ifadesini kullanmaktadırlar. Halbuki her şeyi hakkıyla bilen Allah’a bunu bildirmeleri ve sanki -haşa- bu konuda şüphesi söz konusuymuş gibi ifadelerini tekid edatıyla desteklemeleri muktezâ-yı zahire aykırı bir durumdur. Ancak İbn Âşûr’un ifadesine göre buradaki اِنَّ harfi ifadeyi tekid etmek üzere değil, sebep belirtmek üzere gelmiştir. Dolayısıyla melekler, ‘’Her şeyi hakkıyla bilen ve hikmetle yapan sen olduğun için bizim senin bildirdiğinden başka bir bilgimiz yoktur‟ demiş olmaktadırlar. Bu anlamda ayet muktezâ-yı zahire aykırı görünse de muktezâ-yı hale mutabık durumdadır. (İbn Âşûr)

الْعَل۪يم, ilim hususunda tam bir mübalağa ifade eden sıfatlardandır. Tam bir mübalağa ise ancak bütün bilinecek şeyleri çepeçevre kuşatma esnasında mümkün olur. Böyle olan ise sadece Cenabı Allah'dır. Bu sebeple mutlak alîm şüphesiz sadece odur. Melekler de bunu ifade ederek [Alîm ve Hakîm olan şüphesiz ki sensin sen] buyurmuştur. (Fahrettin Razî)

Kul hiçbir zaman eksikliklerinden gaflete düşmemeli, Allah'ın fazlını, ihsan ve ikramını unutmamalıdır. Bilmediği şeyler hakkında ”bilmiyorum" demeyi kendisi için bir küçüklük kabul etmemeli, bildiği bir şeyi de gizlememelidir. Nitekim, bilmiyorum demek ilmin yarısıdır, derler. (Ruhu’l Beyan)