وَاِذْ قُلْنَا ادْخُلُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ فَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ رَغَداً وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّداً وَقُولُوا حِطَّةٌ نَغْفِرْ لَكُمْ خَطَايَاكُمْۜ وَسَنَز۪يدُ الْمُحْسِن۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | hani |
|
2 | قُلْنَا | demiştik ki |
|
3 | ادْخُلُوا | girin |
|
4 | هَٰذِهِ | şu |
|
5 | الْقَرْيَةَ | kente |
|
6 | فَكُلُوا | yeyin |
|
7 | مِنْهَا | oradan |
|
8 | حَيْثُ | yerde |
|
9 | شِئْتُمْ | dilediğiniz |
|
10 | رَغَدًا | bol bol |
|
11 | وَادْخُلُوا | girin |
|
12 | الْبَابَ | kapıdan |
|
13 | سُجَّدًا | secde ederek |
|
14 | وَقُولُوا | ve deyin |
|
15 | حِطَّةٌ | hitta (ya Rabbi bizi affet) |
|
16 | نَغْفِرْ | biz de bağışlayalım |
|
17 | لَكُمْ | sizin |
|
18 | خَطَايَاكُمْ | hatalarınızı |
|
19 | وَسَنَزِيدُ | ve daha fazlasını vereceğiz |
|
20 | الْمُحْسِنِينَ | güzel davrananlara |
|
Muhsin ile muslih arasında fark vardır.
Muhsin; hasenat, güzellik, ihsan demektir.
Muslih; salihat demektir, hem kendisini, hem başkasını düzeltme manasındadır. Islahat kelimesi de bu köktendir. Vurgulanmak istenen şey muhsinlik olduğu için meful hazfedilmiştir.
Peygamber Efendimiz s.a.v. Bakara ve Ali İmran surelerini çok okuyun demiştir. Bu surelerin Kur’ân’ın iki zehrası, çiçeği olduğunu söylemiştir. Çünkü insanların genel olarak yaptığı hatalar, onlara verilen nimetler, bunun karşılığında onların sapmaları anlatılmıştır. Bize de diyor ki: Siz böyle yapmayın. Yahudiler kendilerine verilen bu nimetler yüzünden kendilerini üstün ırk zannediyorlar. Bulut onları gölgelendiriyor. Yemekler hazır geliyor. Senelerdir köle olarak yaşamışlar. Gözlerinin önünde bir mucize oluyor, Firavun ve askerleri boğuluyor. Ama yine de sapıyorlar.
Buzağının mecazi manası da vardır: Sen kalbinde en çok neye değer veriyorsan senin taptığın buzapı odur. Bunların öldürülmesi ve kalpten çıkarılması gerekir.)
Şehre girmek, insanların yerleşik bir düzene girmesi ve medeniyet kurmasından kinayedir. (Bu Ayet Maide Suresi 21.Ayetini hatırlatır) Şehre girerken şehir içindekileri rahatsız etmeden alçakgönüllülükle girilmesi kastedilmiştir. Kapıdan usulü ile girmek medeniyettir.
Bir şehre, bir yere, eve, camiye girerken huşû’ içinde ve dua ederek girelim.
Muhsinlere neyin artırılacağı söylenmemiş, mef’ul hazfedilmiştir.
Secede سجد :
سُجُودٌ kelimesinin asıl anlamı boyun eğmek ve aşağıya bükülmektir. Daha sonra bu kelime sadece Allah'a boyun eğmek ve O'na ibadet etmek hakkında kullanılır olmuştur. İnsanı, hayvanları ve cansızları kapsayan genel bir sözcüktür. İki kısma ayrılır:
1- İhtiyari olarak yani isteyerek yapılan secdedir. Bu yalnızca insan için söz konusudur. Bunun sonucunda insan sevabı hak eder.
2- Teshir yoluyla yani isteğe bağlı olmaksızın yapılan secdedir. Bu anlamda insan, hayvan ve bitkiler hakkında kullanılır.
İslam hukukunda سُجُودٌ kavramı namaz anlamında da kullanılmaktadır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil ve üç farklı isim formunda olmak üzere 92 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri secde, mescid, seccade ve Sâcit'tir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاِذْ قُلْنَا ادْخُلُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ فَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ رَغَدًا
وَ atıf harfidir. Zaman zarfı اِذْ, takdiri أذكر (Hatırla, düşün) olan mahzuf fiile mütealliktir. قُلْنَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Fiil cümlesidir. قُلْنَا sükun üzere mebni mazi fiilidir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l kavli, ادْخُلُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ ‘dir. قُلْنَا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
(إِذْ) : Yanlız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ادْخُلُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. İşaret ismi هٰذِهِ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْقَرْيَةَ işaret isminden bedel veya atf-ı beyan olup fetha ile mansubdur.
كُلُوا atıf harfi ف ile ادْخُلُوا cümlesine matuftur.
كُلُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْهَا car mecruru كُلُو fiiline mütealliktir. حَيْثُ mekân zarfı كُلُو fiiline müteallik olup, damme ile mebnidir. شِئْتُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
شِئْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. رَغَدًا sıfatı olan masdardan naib, mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur. Takdiri, أكلا رغدا şeklindedir.
حَيْثُ mekân zarfıdır. Bu edat cümleye muzâf olur. Edattan sonraki cümle isim ve fiil cümlesi olabilir. Edat kendisinden önceki bir fiilin mekân zarfı yani mef‘ûlün fihidir. Sonu damme üzere mebni olduğundan mahallen mansubdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّدًا وَقُولُوا حِطَّةٌ نَغْفِرْ لَكُمْ خَطَايَاكُمْۜ
Cümle, atıf harfi وَ ile birinci ادْخُلُوا cümlesine matuftur.
Fiil cümlesidir. ادْخُلُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الْبَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
سُجَّدًا kelimesi ادْخُلُوا ‘daki failin hali olup fetha ile mansubdur. قُولُوا atıf harfi وَ ile ادْخُلُوا ‘ya matuftur.
قُولُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l kavli, حِطَّةٌ ‘dir. قُولُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. حِطَّةٌ mahzuf mübtedanın haberi olup damme ile merfûdur.Takdiri, سؤالنا أو مسألتنا (sorumuz veya meselemiz) şeklindedir.
فَ karînesi olmadan gelen نَغْفِرْ cümlesi şartın cevabıdır.
نَغْفِرْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. لَكُمْ car mecruru نَغْفِرْ fiiline mütealliktir. خَطَايَاكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَسَنَز۪يدُ الْمُحْسِن۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. نَز۪يدُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
الْمُحْسِن۪ينَ mef’ûlun bih olup, nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanırlar.
الْمُحْسِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذْ قُلْنَا ادْخُلُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ فَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ رَغَدًا
Ayet, atıf harfi وَ ile 47. ayetin ٱذۡكُرُوا۟ نِعۡمَتِیَ ibaresindeki نِعۡمَتِیَ ’ye atfedilmiştir.
Veya cümlenin başında اذكروا fiili mahzuftur. Zaman zarfı اِذْ takdir edilen fiile müteallıktır. Bu durumda vasıl iki cümlenin de lafzen ve manen inşa olması sebebiyledir. Ciheti camia; akliyye ve temasüldür.
Cümlede îcâz-ı hazif vardır.
Zaman ismi olan اِذْ 'in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Âşûr, Hac/26)
Muzâfun ileyh olan قُلْنَا cümlesi müsbet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mekulü’l-kavl cümlesi emir üslubunda gelmiş talebî inşâî isnaddır.
فَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ رَغَدًا cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnad olup mekulü’l-kavl cümlesine matuftur.
رَغَدًا haldir. Hal, konuya açıklık getirmek amacıyla yapılan ıtnâbtır.
وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّدًا
وَادْخُلُوا cümlesi önceki ادْخُلُوا cümlesine matuftur.
الْبَابَ kelimesinin aslı بابُ القَرْيَةِ idi. Muzâfun ileyhin hazfedildiğine işaret olması için muzâfa ال takısı gelmiştir. Muzâfun ileyh hazfedildiği için de îcâz-ı hazif olmuştur. (Âşûr)
İki cümle de lafzen ve manen inşâ cümlesidir. Aralarında temasül nedeniyle vasıl yapılmıştır.
وَقُولُوا حِطَّةٌ نَغْفِرْ لَكُمْ خَطَايَاكُمْۜ
و atıftır. Ciheti camia temasüldür. Cümle emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. قُولُوا fiilinin mef’ûlü olan cümlede îcâz-ı hazif vardır.
حِطَّةٌ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri أمرنا حطة (İşimiz, durumumuz bizi affetmeni istemektir) şeklindedir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsrailoğulları kapıya varıp ulaştıklarında Allah için şükür secdesi yapmakla ve ona karşı tevazularını belirtmek, hiç olduklarını anlamak için af istemekle emrolunmuşlardı. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
نَغْفِرْ cümlesi talebin cevabı olduğu için meczumdur.
وَسَنَز۪يدُ الْمُحْسِن۪ينَ
Ayetin son cümlesindeki و istînâfiyyedir.
س harfi ile tekid edilmiş müsbet fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. س harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.
Allahü teâlâ, "secde ederek kapıdan girme"yi emretmiştir. Bu ise güç bir iştir. Bu sebeple bunu emretmek, bir teklif oldu. Kapıdan secde ederek girmeleri ise kasabaya girmelerine bağlanmıştır. Vacib olan bir işin, ancak kendisi ile tamamlandığı şey de vacibtir. Bu nedenle, kasabaya girme emrinin de mübahlık ifade eden bir emir değil, teklifi (yapılması vacib) bir emir olduğu ortaya çıkmış oldu. (Fahreddin er- Râzî)
Allahü teâlâ kalbin sıfatı olan hudu' (huşu) ile birlikte tevbe ettiklerini gösteren lafzı söylemelerini İsrailoğullarına mecbur etti. Tevbelerini gösteren lafız da, Allah'ın "Hıtta deyiniz" âyetindeki "hıtta" kelimesidir. Buna göre netice olarak diyebiliriz ki Hak teâlâ, İsrailoğullarına hudû ve huşu içinde o kapıdan girmelerini, kalbin pişmanlığı ile azaların hudu ve huşuunu ve dilin istiğfarını biraraya getirmeleri için, lisanları ile günahlarının bağışlanmasını istemelerini emretmiştir.. (Fahreddin er-Râzî)
Hak teâlâ'nın "Biz muhsinlere (iyi amel edenlere), mükâfaatı artıracağız" âyetine gelince; bu âyetteki "muhsin" den murad, ya bu mükellefiyet hususunda Allah'a itaat ederek iyi davranmış olan kimse, ya da diğer mükellefiyetlerde başka taatler yaparak iyi davranmış olan kimse kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Hatt, bir şeyi aşağıya almak ve sırttan yük indirmek demek olduğundan, "hıtta" da bir nevi indiriş demek olur ki, özel bir şekilde yükü yıkmak veya boyunlardaki vebali indirmek karar veya duasını ifade eder ve umuma ait mecaz suretiyle birleştirilmesi de mümkündür. Yani oraya yerleşmek için kararınızı veriniz ve günahlarınıza istiğfar ediniz demek olur. (Elmalılı)
Secde ve dualarınız sebebiyle Biz de sizin hatalarınızı bağışlayalım. Görüldüğü üzere Allah'ın (celle celâlühü) emirlerini yerine getirmek, günahkârlar için tevbe sayılmakta; iyilik edenler (muhsin) için de mükâfatlarının artırılmasına sebep olmaktadır. Bu son cümlenin cevap değil de va'd şeklinde olması da bize bildiriyor ki, muhsınin maksadı hep iyiliktir. O iyilik yaptığı zaman karşılığı kat kat verilir. (Ebus Suud)