بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَاِذْ قُلْنَا ادْخُلُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ فَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ رَغَداً وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّداً وَقُولُوا حِطَّةٌ نَغْفِرْ لَكُمْ خَطَايَاكُمْۜ وَسَنَز۪يدُ الْمُحْسِن۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | hani |
|
2 | قُلْنَا | demiştik ki |
|
3 | ادْخُلُوا | girin |
|
4 | هَٰذِهِ | şu |
|
5 | الْقَرْيَةَ | kente |
|
6 | فَكُلُوا | yeyin |
|
7 | مِنْهَا | oradan |
|
8 | حَيْثُ | yerde |
|
9 | شِئْتُمْ | dilediğiniz |
|
10 | رَغَدًا | bol bol |
|
11 | وَادْخُلُوا | girin |
|
12 | الْبَابَ | kapıdan |
|
13 | سُجَّدًا | secde ederek |
|
14 | وَقُولُوا | ve deyin |
|
15 | حِطَّةٌ | hitta (ya Rabbi bizi affet) |
|
16 | نَغْفِرْ | biz de bağışlayalım |
|
17 | لَكُمْ | sizin |
|
18 | خَطَايَاكُمْ | hatalarınızı |
|
19 | وَسَنَزِيدُ | ve daha fazlasını vereceğiz |
|
20 | الْمُحْسِنِينَ | güzel davrananlara |
|
Muhsin ile muslih arasında fark vardır.
Muhsin; hasenat, güzellik, ihsan demektir.
Muslih; salihat demektir, hem kendisini, hem başkasını düzeltme manasındadır. Islahat kelimesi de bu köktendir. Vurgulanmak istenen şey muhsinlik olduğu için meful hazfedilmiştir.
Peygamber Efendimiz s.a.v. Bakara ve Ali İmran surelerini çok okuyun demiştir. Bu surelerin Kur’ân’ın iki zehrası, çiçeği olduğunu söylemiştir. Çünkü insanların genel olarak yaptığı hatalar, onlara verilen nimetler, bunun karşılığında onların sapmaları anlatılmıştır. Bize de diyor ki: Siz böyle yapmayın. Yahudiler kendilerine verilen bu nimetler yüzünden kendilerini üstün ırk zannediyorlar. Bulut onları gölgelendiriyor. Yemekler hazır geliyor. Senelerdir köle olarak yaşamışlar. Gözlerinin önünde bir mucize oluyor, Firavun ve askerleri boğuluyor. Ama yine de sapıyorlar.
Buzağının mecazi manası da vardır: Sen kalbinde en çok neye değer veriyorsan senin taptığın buzapı odur. Bunların öldürülmesi ve kalpten çıkarılması gerekir.)
Şehre girmek, insanların yerleşik bir düzene girmesi ve medeniyet kurmasından kinayedir. (Bu Ayet Maide Suresi 21.Ayetini hatırlatır) Şehre girerken şehir içindekileri rahatsız etmeden alçakgönüllülükle girilmesi kastedilmiştir. Kapıdan usulü ile girmek medeniyettir.
Bir şehre, bir yere, eve, camiye girerken huşû’ içinde ve dua ederek girelim.
Muhsinlere neyin artırılacağı söylenmemiş, mef’ul hazfedilmiştir.
Secede سجد :
سُجُودٌ kelimesinin asıl anlamı boyun eğmek ve aşağıya bükülmektir. Daha sonra bu kelime sadece Allah'a boyun eğmek ve O'na ibadet etmek hakkında kullanılır olmuştur. İnsanı, hayvanları ve cansızları kapsayan genel bir sözcüktür. İki kısma ayrılır:
1- İhtiyari olarak yani isteyerek yapılan secdedir. Bu yalnızca insan için söz konusudur. Bunun sonucunda insan sevabı hak eder.
2- Teshir yoluyla yani isteğe bağlı olmaksızın yapılan secdedir. Bu anlamda insan, hayvan ve bitkiler hakkında kullanılır.
İslam hukukunda سُجُودٌ kavramı namaz anlamında da kullanılmaktadır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil ve üç farklı isim formunda olmak üzere 92 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri secde, mescid, seccade ve Sâcit'tir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاِذْ قُلْنَا ادْخُلُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ فَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ رَغَدًا
وَ atıf harfidir. Zaman zarfı اِذْ, takdiri أذكر (Hatırla, düşün) olan mahzuf fiile mütealliktir. قُلْنَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Fiil cümlesidir. قُلْنَا sükun üzere mebni mazi fiilidir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l kavli, ادْخُلُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ ‘dir. قُلْنَا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
(إِذْ) : Yanlız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ادْخُلُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. İşaret ismi هٰذِهِ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْقَرْيَةَ işaret isminden bedel veya atf-ı beyan olup fetha ile mansubdur.
كُلُوا atıf harfi ف ile ادْخُلُوا cümlesine matuftur.
كُلُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْهَا car mecruru كُلُو fiiline mütealliktir. حَيْثُ mekân zarfı كُلُو fiiline müteallik olup, damme ile mebnidir. شِئْتُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
شِئْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. رَغَدًا sıfatı olan masdardan naib, mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur. Takdiri, أكلا رغدا şeklindedir.
حَيْثُ mekân zarfıdır. Bu edat cümleye muzâf olur. Edattan sonraki cümle isim ve fiil cümlesi olabilir. Edat kendisinden önceki bir fiilin mekân zarfı yani mef‘ûlün fihidir. Sonu damme üzere mebni olduğundan mahallen mansubdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّدًا وَقُولُوا حِطَّةٌ نَغْفِرْ لَكُمْ خَطَايَاكُمْۜ
Cümle, atıf harfi وَ ile birinci ادْخُلُوا cümlesine matuftur.
Fiil cümlesidir. ادْخُلُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الْبَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
سُجَّدًا kelimesi ادْخُلُوا ‘daki failin hali olup fetha ile mansubdur. قُولُوا atıf harfi وَ ile ادْخُلُوا ‘ya matuftur.
قُولُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l kavli, حِطَّةٌ ‘dir. قُولُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. حِطَّةٌ mahzuf mübtedanın haberi olup damme ile merfûdur.Takdiri, سؤالنا أو مسألتنا (sorumuz veya meselemiz) şeklindedir.
فَ karînesi olmadan gelen نَغْفِرْ cümlesi şartın cevabıdır.
نَغْفِرْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. لَكُمْ car mecruru نَغْفِرْ fiiline mütealliktir. خَطَايَاكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَسَنَز۪يدُ الْمُحْسِن۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. نَز۪يدُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
الْمُحْسِن۪ينَ mef’ûlun bih olup, nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanırlar.
الْمُحْسِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذْ قُلْنَا ادْخُلُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ فَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ رَغَدًا
Ayet, atıf harfi وَ ile 47. ayetin ٱذۡكُرُوا۟ نِعۡمَتِیَ ibaresindeki نِعۡمَتِیَ ’ye atfedilmiştir.
Veya cümlenin başında اذكروا fiili mahzuftur. Zaman zarfı اِذْ takdir edilen fiile müteallıktır. Bu durumda vasıl iki cümlenin de lafzen ve manen inşa olması sebebiyledir. Ciheti camia; akliyye ve temasüldür.
Cümlede îcâz-ı hazif vardır.
Zaman ismi olan اِذْ 'in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Âşûr, Hac/26)
Muzâfun ileyh olan قُلْنَا cümlesi müsbet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mekulü’l-kavl cümlesi emir üslubunda gelmiş talebî inşâî isnaddır.
فَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ رَغَدًا cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnad olup mekulü’l-kavl cümlesine matuftur.
رَغَدًا haldir. Hal, konuya açıklık getirmek amacıyla yapılan ıtnâbtır.
وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّدًا
وَادْخُلُوا cümlesi önceki ادْخُلُوا cümlesine matuftur.
الْبَابَ kelimesinin aslı بابُ القَرْيَةِ idi. Muzâfun ileyhin hazfedildiğine işaret olması için muzâfa ال takısı gelmiştir. Muzâfun ileyh hazfedildiği için de îcâz-ı hazif olmuştur. (Âşûr)
İki cümle de lafzen ve manen inşâ cümlesidir. Aralarında temasül nedeniyle vasıl yapılmıştır.
وَقُولُوا حِطَّةٌ نَغْفِرْ لَكُمْ خَطَايَاكُمْۜ
و atıftır. Ciheti camia temasüldür. Cümle emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. قُولُوا fiilinin mef’ûlü olan cümlede îcâz-ı hazif vardır.
حِطَّةٌ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri أمرنا حطة (İşimiz, durumumuz bizi affetmeni istemektir) şeklindedir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsrailoğulları kapıya varıp ulaştıklarında Allah için şükür secdesi yapmakla ve ona karşı tevazularını belirtmek, hiç olduklarını anlamak için af istemekle emrolunmuşlardı. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
نَغْفِرْ cümlesi talebin cevabı olduğu için meczumdur.
وَسَنَز۪يدُ الْمُحْسِن۪ينَ
Ayetin son cümlesindeki و istînâfiyyedir.
س harfi ile tekid edilmiş müsbet fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. س harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.
Allahü teâlâ, "secde ederek kapıdan girme"yi emretmiştir. Bu ise güç bir iştir. Bu sebeple bunu emretmek, bir teklif oldu. Kapıdan secde ederek girmeleri ise kasabaya girmelerine bağlanmıştır. Vacib olan bir işin, ancak kendisi ile tamamlandığı şey de vacibtir. Bu nedenle, kasabaya girme emrinin de mübahlık ifade eden bir emir değil, teklifi (yapılması vacib) bir emir olduğu ortaya çıkmış oldu. (Fahreddin er- Râzî)
Allahü teâlâ kalbin sıfatı olan hudu' (huşu) ile birlikte tevbe ettiklerini gösteren lafzı söylemelerini İsrailoğullarına mecbur etti. Tevbelerini gösteren lafız da, Allah'ın "Hıtta deyiniz" âyetindeki "hıtta" kelimesidir. Buna göre netice olarak diyebiliriz ki Hak teâlâ, İsrailoğullarına hudû ve huşu içinde o kapıdan girmelerini, kalbin pişmanlığı ile azaların hudu ve huşuunu ve dilin istiğfarını biraraya getirmeleri için, lisanları ile günahlarının bağışlanmasını istemelerini emretmiştir.. (Fahreddin er-Râzî)
Hak teâlâ'nın "Biz muhsinlere (iyi amel edenlere), mükâfaatı artıracağız" âyetine gelince; bu âyetteki "muhsin" den murad, ya bu mükellefiyet hususunda Allah'a itaat ederek iyi davranmış olan kimse, ya da diğer mükellefiyetlerde başka taatler yaparak iyi davranmış olan kimse kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Hatt, bir şeyi aşağıya almak ve sırttan yük indirmek demek olduğundan, "hıtta" da bir nevi indiriş demek olur ki, özel bir şekilde yükü yıkmak veya boyunlardaki vebali indirmek karar veya duasını ifade eder ve umuma ait mecaz suretiyle birleştirilmesi de mümkündür. Yani oraya yerleşmek için kararınızı veriniz ve günahlarınıza istiğfar ediniz demek olur. (Elmalılı)
Secde ve dualarınız sebebiyle Biz de sizin hatalarınızı bağışlayalım. Görüldüğü üzere Allah'ın (celle celâlühü) emirlerini yerine getirmek, günahkârlar için tevbe sayılmakta; iyilik edenler (muhsin) için de mükâfatlarının artırılmasına sebep olmaktadır. Bu son cümlenin cevap değil de va'd şeklinde olması da bize bildiriyor ki, muhsınin maksadı hep iyiliktir. O iyilik yaptığı zaman karşılığı kat kat verilir. (Ebus Suud)
فَبَدَّلَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا قَوْلاً غَيْرَ الَّذ۪ي ق۪يلَ لَهُمْ فَاَنْزَلْنَا عَلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا رِجْزاً مِنَ السَّمَٓاءِ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَبَدَّلَ | fakat değiştirdiler |
|
2 | الَّذِينَ | onlar ki |
|
3 | ظَلَمُوا | zalimler |
|
4 | قَوْلًا | bir sözle |
|
5 | غَيْرَ | başka |
|
6 | الَّذِي |
|
|
7 | قِيلَ | söylenenden |
|
8 | لَهُمْ | kendilerine |
|
9 | فَأَنْزَلْنَا | biz de indirdik |
|
10 | عَلَى | üzerine |
|
11 | الَّذِينَ |
|
|
12 | ظَلَمُوا | zulmedenlerin |
|
13 | رِجْزًا | bir azab |
|
14 | مِنَ | -ten |
|
15 | السَّمَاءِ | gök- |
|
16 | بِمَا | dolayı |
|
17 | كَانُوا | yaptıkları |
|
18 | يَفْسُقُونَ | kötülüklerden |
|
Burada şunu düşünmek gerekir. Peygamber Efendimiz s.a.v. Mekke’yi terk etti, Medine’ye hicret etti, kaç sene Mekke’nin hasreti ile yaşadı. Mekke’nin fethi ile oraya girerken, üstelik ezici bir galibiyetle ve savaşmadan girerken tevazu ile şehre giriyordu. Neredeyse tevazudan yere düşecekti. Allah’ı tesbih ederek şehre giriyordu.
Yahudiler ise o şehre azgınlıkla, etraftaki tarlaları talan ederek giriyorlar. Hinta demeleri o yüzdendir. Etraftaki tarlalara saldırarak talan etmeleri ve azgınlıkla girmelerini ifade eder.
Ricz ve rics kelimeleri pislik manasındadır. Birinin maddi, diğerinin manevi olduğu söylenmiştir.
Ricz; maddi pisliktir, buradaki öyledir. Bununla ilgili bir veba salgınından bahsedilir.
Demek ki Allah’ın kendilerine söylediği sözü başkası ile değiştirdikleri için onlara gökten bir bela inmiş. Yaptıkları fısk sebebiyle.
Fısk büyük günahtır. Bu değiştirdikleri sözü sadece lafzen değiştirmiyorlar, fiilen de değiştiriyorlar, azgınlık yapıyorlar.
Ricz kelimesinin asıl anlamı titremektir. Birbirine yakın adım atıp güçsüzlükten dolayı titreyen deveye, deve titredi denir. (Müfredat)
Ayette bu kelimenin maddi pislik şeklinde (hatta titremeye sebep olan veba salgını) bir azab olduğu anlaşılmaktadır. Ala harfi ise bu azabın zulmü yapan kişiler aleyhinde olduğuna delalet eder. Aslında fasıklık etmeye devam eden (geniş zamanı ifade eden muzari fiili kullanılmıştır) kişiler yaptıkları iş sebebiyle (be harfi ceri ile bağlantı yapılmış) bunu hak etmişlerdir.
Ricz kelimesinin asıl anlamı titremektir. Birbirine yakın adım atıp güçsüzlükten dolayı titreyen deveye, deve titredi anlamında bu fiil kullanılır. (Müfredat)
فَبَدَّلَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا قَوْلاً غَيْرَ الَّذ۪ي ق۪يلَ لَهُمْ فَاَنْزَلْنَا عَلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا رِجْزاً مِنَ السَّمَٓاءِ بِمَا كَانُوايَفْسُقُونَ۟
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. بَدَّلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası ظَلَمُوا ’ dur. Îrabtan mahalli yoktur.
ظَلَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. قَوْلًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. غَيْرَ kelimesi قَوْلًا ‘ nin sıfatı olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.
Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası ق۪يلَ ‘ dir. Îrabtan mahalli yoktur.
ق۪يلَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir. لَهُمْ car mecruru ق۪يلَ fiiline mütealliktir. اَنْزَلْنَا atıf harfi فَ ile بَدَّلَ cümlesine matuftur.
فَ atıf harfidir. اَنْزَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl عَلَى harf-i ceriyle اَنْزَلْنَا ’ya mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası ظَلَمُوا fiilidir. Îrabtan mahalli yoktur.
ظَلَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. رِجْزًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنَ السَّمَٓاء car mecruru اَنْزَلْنَا fiiline mütealliktir. بِ harfi ceri sebebiyyedir. مَا ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle اَنْزَلْنَا fiiline mütealliktir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَفْسُقُونَ۟ cümlesi كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَفْسُقُونَ۟ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
بَدَّلَ fiili, herhangi bir edat almaksızın tek mef‘ûl alır yani bir mef‘ûle müteaddidir. İkinci bir mef‘ûlü ise ancak بِ cer edatıyla alabilir. Burada بِ edatıyla alacağı mef‘ûl terk olunmuştur. بِ harfi olmaksızın aldığı mef‘ûl ise mevcuttur. Yani İsrailoğulları burada حطّة yerine bir başka söz (ifade) koydular demektir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
بَدَّلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi, بدل ’ dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, birşeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اَنْزَلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَبَدَّلَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا قَوْلًا غَيْرَ الَّذ۪ي ق۪يلَ لَهُمْ
Ayet, فَ harfi ile önceki ayetteki قُلْنَا fiiline atfedilmiştir. Cihet-i camia temasüldür. Müsbet fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ق۪يلَ - قَوْلًا kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.
فَاَنْزَلْنَا عَلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا رِجْزًا مِنَ السَّمَٓاءِ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ۟
Ayetin ikinci cümlesi de فَ ile öncesine atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ظَلَمُوا fiilinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
الَّذ۪ينَ - الَّذ۪ي - مَا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tevcih sanatı vardır.
رِجْزًا kelimesindeki tenvin nev ve kesret ifade eder.
Ayet-i kerimede فَاَنْزَلْنَا عَلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا buyurulup فَاَنْزَلْنَا عَلَىهمْ buyrulmaması durumun son derece çirkin olduğunu göstermek ve zamir yerine zahir isim kullanarak yerme ve kınama hususunda mübalağa yapmak içindir. فَاَنْزَلْنَا kelimesindeki نَا azamet zamiri ve رِجْزًا kelimesinin nekre olarak gelmesi korkutma ve azabın büyüklüğünü ifade etmek içindir. (Zuhaylî, Safvetü't Tefâsir, Tefsirul Munir)
Zemahşerî de burada الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ifadesinin tekrar edilmesi, onların durumunun son derece çirkin olduğunu ortaya koymak ve üzerlerine inecek olan azabın kendi zulümleri sebebiyle olduğunu bildirmek içindir, demektedir. (Zemahşerî)
رِجْزًا kelimesinin asıl anlamı titremektir. Birbirine yakın adım atıp güçsüzlükten dolayı titreyen deveye denir. (Müfredat)
Ayette bu kelimenin maddi pislik şeklinde (hatta titremeye sebep olan veba salgını) bir azab olduğu anlaşılmaktadır. عَلَى harfi ise bu azabın zulmü yapan kişiler aleyhinde olduğuna delalet eder. Aslında fasıklık etmeye devam eden (geniş zamanı ifade eden muzari fiili kullanılmıştır) kişiler yaptıkları iş sebebiyle (بِ harfi ceri ile bağlantı yapılmış) bunu hak etmişlerdir.
كَان ’nin haberinin muzari fiil gelmesi bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (hâlidi, Vakafat s. 112) Müsnedin muzari fiil oluşu, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhayyileyi canlandırarak, muhatabın konuyu kavramasında etkili olur.
Allahü Teâlâ'nın الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا “zulmedenler” ifadesine gelince, burada Allah onları "zalim" diye nitelendirmiştir. Onlar ya dinî ve dünyevî hususlardaki hayırların eksilmesine gayret ettikleri için, veyahutta kendilerine haksızlık ettikleri için zalim olmuşlardır. insanın kendisine haksızlık etmesi de zulümdür.
بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ۟ Zulüm bazan küçük günahları, bazan büyük günahları işlemekten dolayı olur. İşte bu sebepten ötürü, Allahü teâlâ, peygamberlerini:
"Ey Rabbimiz, Biz kendimize zulmettik" رَبَّـنَا ظَلَمْنَٓا اَنْفُسَنَا (A'raf, 23) âyetinde, zulüm etme vasfı ile nitelemiştir. Bir de yine Allahü teâlâ: "Hiç şüphesiz şirk büyük bir zulümdür" اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظٖيمٌ (Lokman, 13) buyurmuştur. Şayet zulüm sadece, büyük günah işlemek olsaydı, bu durumda âyette عَظٖيمٌ lafzının geçmesi gereksiz bir tekrar olurdu. Halbuki "fısk"ın da büyük günahlardan olması gerekir. Buna göre Allahü Teâlâ, onları ilk önce "zulüm" ile tavsif edince, bu zulümlerinin küçük günahlardan dolayı değil de büyük günahlardan dolayı olduğu bilinsin diye ikinci olarak "fâsık" diye vasıflandırmıştır.. (Fahreddin er-Râzî)
O zalimler kapıdan girer girmez, dünya derdine düşerek Allah'ın emrini değiştirmeye ve bozmaya kalkıştılar. فَاَنْزَلْنَا عَلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا رِجْزًا مِنَ السَّمَٓاءِ Bunun üzerine biz de sözü değiştiren zâlimlerin başlarına yukarıdan korkunç ve iğrenç bir azap indiriverdik,بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ۟ çünkü fısk içinde yüzüp gidiyorlardı, günah işliyor ve çığırdan çıkıyorlardı. Bunu yapanlar ve bu azaba uğratılanların, Mûsa kavminden bir güruh olduğu anlaşılıyor. Çünkü bütünü için فَبَدَّلُوا "değiştirdiler" buyurulmayıp, فَبَدَّلَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا "O zulmedenler değiştirdiler" buyurulmuştur ki, içlerinden bir kısmı demek oluyor. Nitekim A'râf sûresinde فَبَدَّلَ الَّذٖينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ (A'râf, 7/162) "minhum" kaydı vardır ki, onlardan bir kısmı demektir. Burada âyet siyak icabı olarak bundan müstağni olmuştur.
Rics, esasen "rics" gibi tiksinilen pis ve murdar şey demek olup, bundan dolayı azap ve ukûbet mânâsına da kullanılmıştır. Tenvin tehvil (korkutmak) içindir. Fısku fücur işlemenin akıbeti işte böyle murdar azaplarla mahvolup gitmektir. (Elmalılı)
وَاِذِ اسْتَسْقٰى مُوسٰى لِقَوْمِه۪ فَقُلْنَا اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَۜ فَانْفَجَرَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْناًۜ قَدْ عَلِمَ كُلُّ اُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْۜ كُلُوا وَاشْرَبُوا مِنْ رِزْقِ اللّٰهِ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذِ | hani |
|
2 | اسْتَسْقَىٰ | su istemişti |
|
3 | مُوسَىٰ | Musa |
|
4 | لِقَوْمِهِ | kavmi için |
|
5 | فَقُلْنَا | demiştik |
|
6 | اضْرِبْ | vur |
|
7 | بِعَصَاكَ | asanla |
|
8 | الْحَجَرَ | taşa |
|
9 | فَانْفَجَرَتْ | fışkırmıştı |
|
10 | مِنْهُ | ondan |
|
11 | اثْنَتَا |
|
|
12 | عَشْرَةَ | on iki |
|
13 | عَيْنًا | göze (pınar) |
|
14 | قَدْ | elbette |
|
15 | عَلِمَ | bilmişti |
|
16 | كُلُّ | bütün |
|
17 | أُنَاسٍ | insanlar |
|
18 | مَشْرَبَهُمْ | kendi içecekleri yeri |
|
19 | كُلُوا | yeyin |
|
20 | وَاشْرَبُوا | ve için |
|
21 | مِنْ | -ından |
|
22 | رِزْقِ | rızk- |
|
23 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
24 | وَلَا | -mayın |
|
25 | تَعْثَوْا | ve (başkalarına) saldır- |
|
26 | فِي | -nde |
|
27 | الْأَرْضِ | yeryüzü- |
|
28 | مُفْسِدِينَ | bozgunculuk yaparak |
|
İsteska fiilinde “sin” harfi dolayısıyla insana sevinç veren bir yön vardır. Musa, İsa, surur, vb kelimeleri de böyledir..
A’sâ fiili: Ayn-se-ye veya ayn-ye-se harfleriyle yazılan iki fiil de: ikisi bozgunculuk yapmak demektir. A’seye: fiziksel olarak fark edilmeyen, a’yese fiziksel olarak fark edilen bozgunculuktur.
Musa as’ın kavmine su fışkırttığı taş bugün hala duruyor. Sina Yarımadası’nda, Tur dağına giden yolda. Taşın üzerinde hala o 12 kabile için olan 12 yarık duruyormuş.
Taşa asa ile vurmak Muhsin Demirci tarafından şöyle açıklanmıştır: Taş maddeyi, asa ise bilgi ve yeteneği temsil eder. Fışkıran su; bilimsel ve teknolojik keşiflerdir. İnsana düşen görev bu yönde çalışmaya devam etmektir.
‘Onun kavmi’ isim tamlamasında kavim kelimesi muzaf, hi zamiri muzafun ileyhidir. Burada kavminin; Hz. Musa’nın şanından dolayı değer kazanması sözkonusudur. (Kur’ân Işığında Belağat Dersleri, Meânî İlmi)
Fışkırdı, manası veren infeceret fiili; infial babında kullanılmış bir fiildir.
Genellikle bu babda gelen fiiller lazım fiil olup hissi ve maddi bir oluş bildirirler.
Hz. Musa kavli olarak dua edip kavmi için su isterken, Yüce Allah onun fiili duasını da yapmasını emretmiş, ‘taşa vur’ demiştir. Demek ki sonuç almak için az da olsa bir fiili dua yapma gerekliliği vardır.
Ayet aynı zamanda Allahu Teala’nın kudretinin delili olup kullarının acziyetine işaret etmektedir.
Aslında burada olan taştan oniki pınar fışkırması; olağanüstü bir durumdur. Ayet bize Allahu Teala’nın birşeyin olmasını irade ettiğinde ona sadece ‘Ol’ demesinin yeterli olduğunu ifade eden Yasin Suresi 82. ayetini hatırlatmaktadır.
Fesad ‘hikmetin gerektirdiği ölçüyü değiştirmek’ demektir. Bunun delili ‘hikmetin gerektirdiği doğru yol anlamına gelen ‘salah’ kelimesinin zıttı olmasıdır.
عثو kelimesinde fesadda ileri gitme söz konusudur. Aseve fiili (عثو) Kur’ân’da yalnızca 5 yerde geçmiş olup tamamında ‘ve lâ ta’sev fil ardi mufsidîn’ olarak gelmiştir.
وَاِذِ اسْتَسْقٰى مُوسٰى لِقَوْمِه۪ فَقُلْنَا اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَۜ
وَ atıf harfidir. Zaman zarfı اِذْ, takdiri أذكر olan mahzuf fiile mütealliktir. اسْتَسْقٰى ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اسْتَسْقٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. مُوسٰى fail olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. مُوسٰى gayri munsarifdir.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِقَوْمِه۪ car mecruru اسْتَسْقٰى fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَقُلْنَا اضْرِبْ cümlesi atıf harfi فَ ile اسْتَسْقٰى ‘ya matuftur.
(إِذْ) : Yanlız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl, اضْرِبْ ’dir. قُلْنَا fiilinin mef‘ûlü bihi olarak mahallen mansubdur.
اضْرِبْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. بِعَصَا car mecruru اضْرِبْ fiiline müteallik olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْحَجَرَ kelimesi mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اسْتَسْقٰى fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi, سقي ‘dir.
Bu bab fiile taleb,tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamlar katar.
فَانْفَجَرَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْنًاۜ قَدْ عَلِمَ كُلُّ اُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْۜ
Fiil cümlesidir. فَانْفَجَرَتْ cümlesi, atıf harfi فَ ile mukadder cümleye matuftur. Takdiri, فضرب فانفجرت (o vurdu ve fışkırdı.) şeklindedir.
انْفَجَرَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. مِنْهُ car mecruru انْفَجَرَتْ fiiline mütealliktir. اثْنَتَا kelimesi faili olup, müsennaya mülhak olduğu için ref alameti tesniye elifidir.
اثْنَتَا عَشْرَةَ mürekkep bir kelimedir. Şibhi izafetten dolayı نْ harfi hazfedilmiştir. عَشْرَةَ ukûd (Onluk sayılar) feth üzere mebnidir. عَيْنًا temyizi olup fetha ile mansubdur.
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. عَلِمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. كُلُّ fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. اُنَاسٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَشْرَبَهُمْ mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olup mahallen mecrurdur.
انْفَجَرَتْ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi فجر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, mücerred yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar.
كُلُوا وَاشْرَبُوا مِنْ رِزْقِ اللّٰهِ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ
Fiil cümlesidir. كُلُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اشْرَبُوا atıf harfi وَ ile makabline matuftur. مِنْ رِزْقِ car mecruru اشْرَبُوا fiiline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir.Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعْثَوْا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. فِي الْاَرْضِ car mecruru تَعْثَوْا fiiline mütealliktir.
مُفْسِد۪ينَ hal olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُفْسِد۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذِ اسْتَسْقٰى مُوسٰى لِقَوْمِه۪ فَقُلْنَا اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَۜ
Ayet, 47.ayetteki ٱذۡكُرُوا۟ نِعۡمَتِیَ ibaresine matuftur veya cümlenin başında اذكروا fiili mahzuftur. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır.
Muzâfun ileyh olan .. اسْتَسْقٰى cümlesi ise, müsbet fiil cümlesi faideî haber ibtidâî kelamdır. Cer mahallindedir.
فَقُلْنَا , mahallen mecrur olarak اسْتَسْقٰى cümlesine matuftur. قُلْنَا fiilinin mef’ûlü olan mekulü’l-kavl, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
بِعَصَاكَ kelimesinde muzâfın şanı vardır. Kavim, قَوْمِه۪ izafetinde Musa (as)’a ait zamire muzâf olarak şeref kazanmıştır.
الْحَجَرَۜ kelimesinin başında yer alan harf-i tarif “ahd” ifade eder. Bununla, bilinen bir taşa işaret olunmaktadır. Ya da kelimenin başında yer alan Jl harfi, cins manasındadır. Dolayısıyla bunun anlamı, “Elindeki asa ile adına taş denen herhangi bir maddeye vur." olur. İşte bu, delil olma açısından daha doğru ve en büyük bir mucize olduğu gerçeğini gösteriyor. Bir de ilâhî kudretin kemâl derecesine işaret ediyor. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
فَانْفَجَرَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْنًاۜ
Mahzufa فَ, ile atfedilen cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَانْفَجَرَتْ kelimesindeki فَ , hazfedilmiş bir ضرب kelimesine taalluk eder, yani cümle فضرب فنفجرت şeklindedir. Ya da “vuracak olursan fışkırır” şeklindedir. Bu durumda bu فَ , ancak çok üst düzey edebî ifadelerde yer alan fasih bir kullanımdır
Musa’nın (a.s) Rabbinin emrine süratle cevap vermesine işaret etmek üzere bu cümle hazfedilmiştir.
Bu ayetle Araf 160. ayet karşılaştırıldığında, iki ayet benzer olmakla beraber on iki pınarla ilgili iki farklı fiilin kullanıldığı görülür. Su isteyen Musa (as) olduğu zaman pınarların fışkırdığı انفجر fiiliyle ifade edilirken; su isteyen Musa (as) değil de kavmi olduğu zaman suların usul usul aktığını ifade eden انبجس fiili tercih edilmiştir. Musa’nın kavmini sulamak istediği zamanki durum daha mübâlağalı bir şekilde anlatılmıştır. Bu iki ayette bahsedilen konu aynı olmasına rağmen son kısımları farklıdır. Burada Allah Teâlâ’nın nimetlerinden bahsedilmektedir. Araf suresinde ise konu Allah Teâlâ’dır. Mürâât-ı nazîr sanatı (lafız mana uyumu), bu iki ayette gözler önüne serilmiştir.
قَدْ عَلِمَ كُلُّ اُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْۜ
Fasılla gelen cümle istînâfiyedir. قَدْ tekid harfidir. Faide-i haber talebî kelamdır.
اُنَاسٍ kelimesi burada kabile demektir. مَشْرَبَهُمْ “su alıp içecekleri pınar" demektir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl) Nekre gelişi teksir ve tazim içindir.
Yani onların her bir kolunun kendisine ait olarak bildiği bir pınarı vardı. Başkasından içmiyordu. مَشْرَبَ kelimesi su alacak yer demektir. İçilen şey anlamı olduğu da söylenmiştir. İsrailoğullarındaki kollar (Esbât), Arapların kabileleri gibidir. Bunlar, Hz Yakub'un on iki oğlunun soyundan gelenlerdir. Her bir kola ait bu pınarlardan bir pınar vardı ve ondan başkasından su almazdı. (Kurtubi)
كُلُوا وَاشْرَبُوا مِنْ رِزْقِ اللّٰهِ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ
İstînâf cümlesi olarak fasılla gelen cümlede icâz-ı hazif vardır. Takdir edilen قلنا fiiliyle birlikte cümle müsbet fiil formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mekulü’l-kavl cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir üslubunda olmasına rağmen cümle gerçek emir anlamı içermeyip ibaha manası taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkeptir.
مِنْ رِزْقِ اللّٰهِ [ِAllah’ın sizlere rızık olarak verdiği yiyecekler] demektir ki bu da kudret helvası, bıldırcın ve kayadan çıkan sudur. (Keşşâf)
'كُلُوا وَاشْرَبُوا مِنْ رِزْقِ اللّٰهِ [Allah'ın rızkından yiyin ve için] cümlesinde, rızkın Allah'tan olduğunun bildirilmesi nimet ve ihsanının büyüklüğünü göstermekte ve bu rızkın yorulmadan ve meşakkat çekmeden elde edilen bir rızık olduğuna işaret etmektedir. (Safvetü't Tefâsir)
وَاشْرَبُوا ifadesindeki vasıl sebebi iki cümlenin de lafzen ve manen inşâ olmasıdır. Yani, cihet-i camia akliyye ve temasüldür.
رِزْقِ اللّٰهِ izafetinde muzâfın şanı vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafzı celâlde tecrîd sanatı vardır.
رِزْقِ- كُلُوا - اشْرَبُو ve تَعْثَوْا - مُفْسِد۪ينَ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَلَا تَعْثَوْا cümlesi, her ikisi de inşâ cümlesi olması nedeniyle öncesine atfedilmiştir. Ciheti camia tezayüf ve akliyyedir.
وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ [Yeryüzünde fesat çıkarmayın] ifadesinde arz kelimesinin açıkça zikredilmesi, fesadın çirkinliğini göstermekte mübalağa ifade eder. مُفْسِد۪ينَ kelimesi hâl-i müekkidedir. Bu üslubun fesahat yönü şöyledir:
مُفْسِد۪ينَ lafzı fesadı yasaklamayı pekiştirir ve o yasağa karşı gafil davranma ve onu unutma gibi mahzurları da ortadan kaldırır. (Safvetü't Tefâsir)
Asânın ve taşın hakikatlerini tayin ile meşgul olmaksızın ayetten şunu anlarız ki; Cenab-ı Hak, burada hayatın mayası büyük bir dünya nimetiyle, hidayet sermayesi olan büyük bir rahmanî mucizeyi anmış ve hatırlatmıştır. Hazret-i Mûsa, susuzluktan ve kuraklıktan yanıp kavrulan kavmi için Cenab-ı Hak'tan su diliyor, yağmur duasına çıkıyor. Cenab-ı Allah da bu duayı kabul ile istenilenden daha büyük harikulâde bir nimet ihsan ediyor. Gelip geçici bir yağmur yerine, İsrailoğulları'nın on iki boyundan her birine mahsus ayrı ayrı on iki pınar fışkırtıyor ve bununla yüce varlığına ve ilahî inayetine açık bir belge bahşediyor. Öylesine bahşediyor ki, duanın arkasından fiilî bir teşebbüsün lüzumunu emrediyor, "asân ile taşa vur!" diyor. Demek ki, o sırada Hazret-i Mûsa, farzedelim bu ilahî emre derhal uymayıp da "asâyı taşa vurmanın suyla ne ilgisi var?" gibi aklî ve indî bir kıyas yapmaya ve kendi kendine fikir yürütmeye kalkışsaydı, bu nimet tecellî etmeyecekti, dualar ve yapılan araştırmalar belki de boşa çıkacaktı. O halde harikanın en büyük sırrı, bu sebebin ilhamında ve bu büyük nimetin o sebebe bağlanmış olmasındandır: Kuru taşları yarıp pınarlar fışkırtmaya kadir olan Allahü teâlâ, istenen suları doğrudan doğruya ihsan etmiyor da bir manevî sebeple bir maddî sebebe teşebbüs üzerine ihsan ediyor. Esasen manevi sebep olan dua, maddî sebebin ilhamına da vesile oluyor. İlham olunan maddi sebebin teşebbüse dönüşmesi, yani asânın taşa vurulması ile de sular fışkırıyor. Böylece hidayet bürhanı tamamiyle tecellî ediyor. Bunu da "yiyin, için, fesat çıkarmayın" irşad ve ikazı takip ediyor.
Hakikaten Allah, bir şeyi murad edince sebeplerini kolaylaştırır ve sebepler o kadar çeşitli ve sonsuz boyuttadır ki, beşer aklı ne kadar yükselse bunları ayrıntılarıyla kavrayamaz. Bunun için açıklamanın esas faydası, asâ ile taşın özelliklerini anlatmakta değil, olayın akışındaki incelikleri idrak etmektedir. Hazret-i Mûsa gibi bir şanlı peygamberin asâsında, bu çeşit fışkırmalara sebep olabilecek her türlü mekanik kuvveti tasavvur ve tahmin etmek mümkündür. Ayrıca Hak teâlâ'nın nimetlerinin tecellisi her zaman böyle manevi sebeplerle maddî sebeplerin birleşmesinde gizlidir. Ne kaçan fırsatlar karşısında ümitsizliğe düşmeli, ne de fırsatları ve sebepleri ihmal etmelidir. Allahü teâlâ'ya yürekten ve ihlas ile dua etmeyi hiçbir zaman elden bırakmamalı, aynı zamanda duanın en büyük semeresinin ruhî inkişaflar olduğunu bilmeli ve rahmanî ilhamlardan istifade ederek, en umulmaz sebeplere dahi başvurup, onu uygulamalıdır. İyi düşünülürse fen alanında bile en büyük keşifler, insan kalbine şimşek gibi çarpan bir ilahî telkînin eseridir. Bunu hayırda kullanan hayra, kötülükte kullanan kötülüğe ulaşır. (Elmalılı)
وَاِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسٰى لَنْ نَصْبِرَ عَلٰى طَعَامٍ وَاحِدٍ فَادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُخْرِجْ لَنَا مِمَّا تُنْبِتُ الْاَرْضُ مِنْ بَقْلِهَا وَقِثَّٓائِهَا وَفُومِهَا وَعَدَسِهَا وَبَصَلِهَاۜ قَالَ اَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذ۪ي هُوَ اَدْنٰى بِالَّذ۪ي هُوَ خَيْرٌۜ اِهْبِطُوا مِصْراً فَاِنَّ لَكُمْ مَا سَاَلْتُمْۜ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ وَبَٓاؤُ۫ بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيّ۪نَ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | hani |
|
2 | قُلْتُمْ | siz demiştiniz ki |
|
3 | يَا مُوسَىٰ | Musa |
|
4 | لَنْ | asla |
|
5 | نَصْبِرَ | biz dayanamayız |
|
6 | عَلَىٰ |
|
|
7 | طَعَامٍ | yemeğe |
|
8 | وَاحِدٍ | bir |
|
9 | فَادْعُ | du’a et |
|
10 | لَنَا | bizim için |
|
11 | رَبَّكَ | Rabbine |
|
12 | يُخْرِجْ | çıkarsın |
|
13 | لَنَا | bize |
|
14 | مِمَّا | şeylerden |
|
15 | تُنْبِتُ | bitirdiği |
|
16 | الْأَرْضُ | yerin |
|
17 | مِنْ | -nden |
|
18 | بَقْلِهَا | sebzesi- |
|
19 | وَقِثَّائِهَا | ve acurundan |
|
20 | وَفُومِهَا | ve sarımsağından |
|
21 | وَعَدَسِهَا | ve mercimeğinden |
|
22 | وَبَصَلِهَا | ve soğanından |
|
23 | قَالَ | dedi ki |
|
24 | أَتَسْتَبْدِلُونَ | değiştirmek mi istiyorsunuz? |
|
25 | الَّذِي | olanı |
|
26 | هُوَ | o |
|
27 | أَدْنَىٰ | daha aşağı |
|
28 | بِالَّذِي | olanla |
|
29 | هُوَ | o |
|
30 | خَيْرٌ | iyi |
|
31 | اهْبِطُوا | inin |
|
32 | مِصْرًا | bir şehre |
|
33 | فَإِنَّ | şüphesiz |
|
34 | لَكُمْ | sizin için vardır |
|
35 | مَا | şeyler |
|
36 | سَأَلْتُمْ | istediğiniz |
|
37 | وَضُرِبَتْ | ve vuruldu |
|
38 | عَلَيْهِمُ | üzerlerine |
|
39 | الذِّلَّةُ | alçaklık |
|
40 | وَالْمَسْكَنَةُ | ve yoksulluk (damgası) |
|
41 | وَبَاءُوا | ve uğradılar |
|
42 | بِغَضَبٍ | bir gazaba |
|
43 | مِنَ | -tan |
|
44 | اللَّهِ | Allah- |
|
45 | ذَٰلِكَ | işte bu |
|
46 | بِأَنَّهُمْ | şüphesiz öyle |
|
47 | كَانُوا | oldu |
|
48 | يَكْفُرُونَ | (çünkü) inkar ediyorlar |
|
49 | بِايَاتِ | ayetlerini |
|
50 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
51 | وَيَقْتُلُونَ | ve öldürüyorlardı |
|
52 | النَّبِيِّينَ | peygamberleri |
|
53 | بِغَيْرِ | etmediği halde |
|
54 | الْحَقِّ | hak |
|
55 | ذَٰلِكَ | işte bu |
|
56 | بِمَا | sebebiyledir |
|
57 | عَصَوْا | isyan etmeleri |
|
58 | وَكَانُوا | ve oldukları |
|
59 | يَعْتَدُونَ | sınırı aşmış |
|
Bu bize Adem as kıssasını hatırlatıyor. Onlar da cennette yorulmadan rızıklandırılıyorlardı. Onlara da ihbitû buyurulmuştu. Ve şimdi dünyada çeşit çeşit, türlü nimetler var ama bunu elde etmeleri için çalışmaları gerekir, herşey hazır değildir.
Havariler de Hz. İsa’dan maide, yani hazırlanmış bir sofra istiyorlar. Onlar da “dua et Rabbine” diyerek aynı edepsizliği yapıyorlar. Biz buna iktibas sanatı diyoruz. Ayetler birbirini hatırlatıyor. O zaman daha iyi anlaşılıyor. Konu birinde daha kısa, diğerinde daha geniş anlatılmıştır.
Peygamberleri öldürmek, aynı anda, aynı nesil içinde Hz. İsa, Hz. Zekeriya ve Hz. Yahya öldürülmüştür.
Burada “hayır” ile “edna” yı, özgürlük ve kölelik olarak düşünebiliriz. Çünkü özgürlüğün karşısında hazır yemek var, köleliğin karşısında kişiliğin zedelenerek çalışılması var.
İsrailoğulları Firavun’dan kurtuldukları halde daha önce yaşadıkları kölelik psikolojisinden kurtulamamışlardı. Köle ruhlu oldukları için eskiden yedikleri gıdaları (sebze, salatalık, sarımsak, mercimek, soğan) tekrar yemeyi arzu ettiler. Hangi gıdaların daha değerli olduğunu bilemediler. Ancak gelişmiş ve şahsiyetli toplumlar hangi düşüncenin, neyin daha değerli olduğunu bilir ve neyi tercih edeceğinin farkında olur. Çare; Kur’ân kapısından içeri ve medeniyet şehrine girilmesidir. Medeniyet ise hukukla olur. Örneğin Medine kelimesi ‘hukukun uygulandığı yer’ manasındadır.
İsrailoğullarına bundan dolayı zillet ve miskinlik damgası vurulmuştur. Biz Müslümanlara verilen mesaj ise; Bu zamanda Kur’ân hükümlerini uygulayarak ve medeniyet kurarak teknoloji üretmezsek bizim de zillet ve miskinlik içinde bir toplum haline gelebileceğimizdir.
Tüm bunlara ilaveten, daha da kötüsü, İsrailoğulları bir de Allah’ın gazabına uğramışlardır. Bunun sebebi de Allah’ın ayetlerini inkar etmeleri, Peygamberleri haksız yere öldürmeleridir. Allaha karşı ileri giderek sınır tanımamış ve isyan etmişlerdir. Allahu Teala asla yargısız infaz yapmaz. Şeytana bile neden insana secde etmediğini sormuş, sebebini öğrenince onu huzurundan kovmuştur.
Müslümanlar Allah’ın sınırlarını aşmama konusunda çok dikkatli olmalıdırlar. Ayet bize ‘’İşte Allah’ın sınırları bunlardır’’ denen Nisa Suresi 13. ayetini hatırlatmaktadır. İktibas sanatı vardır.
Tefsiri yapılan 60. ayette İsrailloğulları Hz. Musa’ya ‘Rabbine bizim için dua et’ derken aslında kendileri bu Rabbe inanmadıkları halde alaycı bir tavır sergilemektedirler.
Yetiştirdi, bitirdi manalarına gelen enbete fiili if’al kalıbında gelmiş olup, özelliği bir işin olmasını sağlamak, fiilin anlamının nesne üzerindeki etkisini belirtmektir.
Haddi aşıyorlar manasına gelen i’tedâ fiili, iftial babında gelmiş olup, failin gayretini gösterir.
Değiştirmek istedi, manasına gelen istebdele fiili istif’al babında gelmiş olup, mazi fiilin başına elif, sin ve te harflerinin eklenmesiyle yapılır, hakiki veya mecazi manada istek cümlelerinde kullanılır.
Allah’a dua ederken bizim için hayırlı olup olmadığını bilmediğimiz şeyin peşine düşüp onu istemeyelim. Bizim için hayırlı olanı isteyelim.
Katele قتل :
Katl قَتْلٌ hayâtın mukâbili, yâni hayâtın zevâlidir. Hayât nebâtta, hayvanda veyâ ma’neviyatta olabildiği gibi ölüm de bunların hepsinde söz konusudur. Bâzı âlimler katlin hareketin durması mânâsında olduğunu söylemişlerdir.
Yine katl; canlı bünyenin bozulmasıdır. Bunu gerçekleştirenin fiili itibara alındığında, hayatın yok olması itibara alındığında ise denir.
مُقاتَلَةٌ ve إقْتِتالٌ sözcükleri aynı anlamdadır ve çarpışmak/savaşmak manasında kullanılır. (Müfredat-Tahqiq-Furuq)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 170 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri katl, kâtil, maktul, katliam, kıtal ve mukateledir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسٰى لَنْ نَصْبِرَ عَلٰى طَعَامٍ وَاحِدٍ
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Zaman zarfı اِذْ, takdiri أذكر (Hatırla, düşün) olan mahzuf fiile mütealliktir. قُلْتُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قُلْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl, يَا مُوسٰى ‘dir. قُلْتُمْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
(إِذْ) : Yanlız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَا nida harfidir. مُوسٰي münadadır. Müfred alem olup damme üzere mebni, mahallen mansubdur.
Nidanın cevabı لَنْ نَصْبِرَ عَلٰى طَعَامٍ وَاحِدٍ ’ dır.
لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir.
نَصْبِرَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. عَلٰى طَعَامٍ car mecruru نَصْبِرَ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. وَاحِدٍ kelimesi طَعَامٍ ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُخْرِجْ لَنَا مِمَّا تُنْبِتُ الْاَرْضُ مِنْ بَقْلِهَا وَقِثَّٓائِهَا وَفُومِهَا وَعَدَسِهَا وَبَصَلِهَاۜ
فَ sebebi müsebbebe bağlayan atıf harfi veya mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Takdiri, إن كنّا بحاجة الى أكثر من نوع من الطعام فادع لنا ربّك..(Eğer daha çok çeşit yiyeceğe ihtiyacımız olursa Rabbine bizim için dua et) şeklindedir.
Fiil cümlesidir. ادْعُ illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. لَنَا car mecruru ادْعُ fiiline mütealliktir.
رَبَّكَ mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ karînesi olmadan gelen يُخْرِجْ cümlesi şartın cevabıdır.
يُخْرِجْ sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mef’ûlü bihi mahzuftur. Takdiri, شيئا şeklindedir. لَنَا car mecruru يُخْرِجْ fiiline mütealliktir.
مَّا müşterek ism-i mevsûl مِنْ harf-i ceriyle يُخْرِجْ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası تُنْبِتُ الْاَرْضُ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تُنْبِتُ damme ile merfû muzari fiildir. الْاَرْضُ fail olup damme ile merfûdur. مِنْ بَقْلِهَا car mecruru تُنْبِتُ fiilinin mahzuf mef’ûlün mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, ممّا تنبته الأرض من بقل şeklindedir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قِثَّٓائِهَا وَفُومِهَا وَعَدَسِهَا وَبَصَلِهَا kelimeleri, atıf harfi وَ ile بَقْلِهَا ‘ya matuf olup kesra ile mecrurdur. يُخْرِجْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خرج ’dir.
تُنْبِتُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نبت ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَادْعُ لَنَا رَبَّكَ [Bizim için Rabbine yalvar.] Yani, ondan iste. “Rabbine yalvar da o bize yerden biten sebze (…) versin.” Ayette مِمَّا kelimesindeki مِنْ Ahfeş’e göre zaid, harf-i cerdir. Yalnız, kısmilik için de olabilir. مِنْ بَقْلِهَا ifadesindeki مِنْ ise cins içindir. Aynı şekilde o da “bazı çeşitlerinden” demektir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
قَالَ اَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذ۪ي هُوَ اَدْنٰى بِالَّذ۪ي هُوَ خَيْرٌۜ اِهْبِطُوا مِصْرًا فَاِنَّ لَكُمْ مَا سَاَلْتُمْۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l kavl اَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذ۪ي هُوَ اَدْنٰى ‘ dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Hemze istifham harfidir. تَسْتَبْدِلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası هُوَ اَدْنٰى ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَدْنٰى haber olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle اَتَسْتَبْدِلُونَ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası هُوَ خَيْرٌ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. خَيْرٌۜ haber olup damme ile merfûdur.
اِهْبِطُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مِصْرًا mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ ta’liliyye veya mukadder şartın cevabına gelen rabıtadır.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder. .
لَكُمْ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. مَا müşterek ism-i mevsûl, اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası سَاَلْتُمْۜ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
سَاَلْتُمْۜ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْۜ fail olarak mahallen merfûdur. تَسْتَبْدِلُونَ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi, بدل ‘dir.
Bu bab fiile taleb,tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamlar katar.
اَدْنٰى kelimesi, sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَيْرٌ kelimesi,ism-i tafdil kalıbındandır. İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ismi tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِهْبِطُوا مِصْرًا ifadesi, ötre ile اِهْبُطُوا şeklinde de okunmuştur. Anlam, çölden oraya inin şeklindedir. Vadiden aşağı inen kişi icin هبط الوادى ifadesi, vadiden yukarı çıkan için ise هبط منْهُ ifadesi kullanılır. Çöl bölgesi Beyt-i Makdis’den [Şam civarındaki] Kınnesrin bölgesine kadar olan 12’ye 8 fersahlık alandır. مِصْرًا kelimesi ile özel isim Mısır da kastedilmiş olabilir ki bu durumda iki sebep, yani marifelik ve müenneslik sebepleri bir araya geldiği halde kelimenin munsarif [sonu tenvinli] olarak gelmiş olması ortasındaki harfin, tıpkı وَنوحا [Örn. Enbiya 21/76] ve وَ لوطا [Örn. Enbiya 21/74] ifadelerinde olduğu gibi sakin olması sebebiyledir. Bu iki kelimede de yabancılık ve marifelik söz konusu olduğu halde bunlar da gayr-i munsarif değildir.
مِصْرًا kelimesi ile ülke/şehir [cinsi] kastedilmişse o zaman kelimede bir tek sebepten başka gayr-ı munsariflik sebebi kalmamaktadır; herhangi bir şehrin kastedilmiş olması halinde de durum aynıdır. İbn Mes‘ud mushafında -ki A‘meş [v.148/765] de böyle okumuştur- tenvinsiz bir şekilde, tıpkı ادخلوا مصر [Yusuf 12/99] ayetinde olduğu gibi, اِهْبِطُوا مِصْر olarak yer alır. Bir görüşe göre,kelimenin aslı Mısraim olup daha sonra Arapçalaşmıştır. (Keşşâf)
وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ وَبَٓاؤُ۫ بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. وَضُرِبَتْ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. الذِّلَّةُ naib-i fail olup damme ile merfûdur. عَلَيْهِمُ car mecruru ضُرِبَتْ fiiline mütealliktir. الْمَسْكَنَةُ atıf harfi وَ ‘ la makabline matuftur. بَٓاؤُ۫ atıf harfi وَ ‘ la istînâfiyyeye matuftur.
بَٓاؤُ۫ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِغَضَبٍ car mecruru mahzuf hale mütealliktir. بِ mülabese içindir. مِنَ اللّٰهِۜ car mecruru غَضَبٍ mahzuf sıfatına mütealliktir.
İsm-i işaret ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَنَّ ve masdarı müevvel بِ harfi ceriyle ذٰلِكَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. Takdiri, ذلك الغضب مستحقّ بكفرهم (Küfürleri sebebiyle bu gadaba müstehaktırlar) şeklindedir.
أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
هُمْ munfasıl zamir اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. كَانَ ‘nin dahil olduğu cümle اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَكْفُرُونَ cümlesi كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَكْفُرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَيَقْتُلُونَ النَّبِيّ۪نَ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ
Cümle, atıf harfi وَ ‘ la يَكْفُرُونَ cümlesine matuftur.
Fiil cümlesidir. يَقْتُلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. النَّبِيّ۪نَ mef‘ûlun bih olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
بِغَيْر car mecruru يَقْتُلُونَ ‘ deki failin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, يقتلونهم مبطلين şeklindedir. الْحَقّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ۟
Cümle, ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانُوا cümlesinden bedel olup mahallen merfûdur.
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. بِ harf-i ceri sebebiyyedir. مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harfi ceriyle mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. Takdiri, ذلك بسبب عصيانهم (Bu, isyanları sebebiyledir.) şeklindedir. كَانُوا يَعْتَدُونَ۟ cümlesi atıf harfi وَ ile makabline matuftur.
عَصَوْا iki sakinin birleşmesinden dolayı, mahzuf elif üzere mukadder damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَعْتَدُونَ۟ cümlesi كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَعْتَدُونَ۟ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَعْتَدُونَ۟ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi عَدَوَ ’dir.
İftial babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَاِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسٰى لَنْ نَصْبِرَ عَلٰى طَعَامٍ وَاحِدٍ
47. ayetteki اذكروا نعمتي cümlesindeki نعمتي’ye atfedilen ayet, nasb mahallindedir veya cümlenin başında اذكروا fiili mahzuftur. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Veya her ikisi de inşa cümlesi olması nedeniyle 55. ayete atfedilmiştir. Ciheti camia tezayüf ve akliyyedir.
Muzâfun ileyh olan...قُلْتُمْ cümlesi ise müsbet fiil cümlesi, faide-i haber ibtidâî kelamdır.
Mekulü’l-kavl cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı menfi fiil sıygasında lazım-ı faide-i haber talebî kelamdır. Musa’nın kavmi sözlerini لَنْ ile tekid etmişlerdir.
Zaman ismi olan إذ ’in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. ('Âşûr, Hac/26)
اذكروا fiilinin hazfedilmesi dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mekulü’l kavl cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
وَاحِدٍ sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnâb sanatı vardır.
[Biz yalnızca bir yemeğe sabredemeyiz] dediler. Bu sözleriyle من ve سلوي ‘nın iki ayrı yemek olmalarına rağmen tek bir çeşit olduğunu kinaye yoluyla ifade ettiler. Çünkü onlar bu ikisini birlikte yiyorlardı. Bundan dolayı bir tek yemek tabirini kullandılar. (Kurtubî)
فَادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُخْرِجْ لَنَا مِمَّا تُنْبِتُ الْاَرْضُ مِنْ بَقْلِهَا وَقِثَّٓائِهَا وَفُومِهَا وَعَدَسِهَا وَبَصَلِهَاۜ
Cümleye dahil olan فَ sebebi müsebbebe bağlayan atıf veya takdiri إن كنّا بحاجة الى أكثر من نوع من الطعام (Eğer yemek olarak bir çeşitten fazlasına ihtiyaç duyuyorsak) olan şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
Cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
رَبَّكَ izafetinde رَبّ ismine muzâfun ileyh olan كَ zamiri şeref kazanmıştır.
يُخْرِجْ fiili talebin cevabı olduğu için meczumdur.
Bu ayette geçen, مِمَّا تُنْبِتُ الْاَرْضُ [Yerin bitirdiklerinden] ibaresinde mecaz sanatı bulunmaktadır. Çünkü hakikatte bitkiyi toprak değil, Allah büyütür. Bu çeşit mecaza, mecaz-ı akli denilir. Mecazın ilgisi sebeptir ki toprak bitkinin bitmesine sebep olduğu için bitirme fiili ona yüklenmiştir. (Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir)
Yeryüzünde çıkan bitkiler sayılarak taksim sanatı yapılmıştır.
İsm-i mevsûlde tevcih sanatı vardır. هَا zamirinin tekrarında tam cinas ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardı.
بَقْلِ - قِثَّٓائِ - فُومِ - عَدَسِ - بَصَلِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Birinci مِنْ teb'iz (kısmîlik) ifade etmek; ikincisi tahsis içindir (yani yerin bitirdiklerinden özel olarak hangi yiyecekleri istediklerini açıklamak gayesiyle kullanılmıştır). Bundan sonra gelen بَقْلِ bu şeylerin bedelidir. Yani bunların ne olduğunu açıklamaktadır. Ondan sonrakiler ise ona atfedilmiştir. Bakla (بَقْل) bilinen bir bitkidir. Bu da sapı olmayan her türlü bitkinin adıdır. Ağaç (شجر) ise sapı, gövdesi olan her bitkidir. (Kurtubî)
قَالَ اَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذ۪ي هُوَ اَدْنٰى بِالَّذ۪ي هُوَ خَيْرٌۜ
Cümle istînâfi beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Müsbet fiil cümlesi fâide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mekulü’l-kavl cümlesi istifham üslubunda talebî inşaî isnaddır. Fakat istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cevap bekleme kastı taşımaksızın tevbih ve taaccüb manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
İki farklı şeyi temsil eden الَّذ۪ي ’lerde tam cinas ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.
Burada هُوَ اَدْنٰى çok daha basit ve daha önemsiz, miktarca daha az olan demektir. هُوَ خَيْرٌۜ ise daha iyi, daha değerli ve üstün anlamındadır. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
الَّذ۪ي هُوَ اَدْنٰى - بِالَّذ۪ي هُوَ خَيْرٌۜ ibareleri arasında mukabele sanatı vardır.
اِهْبِطُوا مِصْرًا
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mukadder fiilin mekulü’l-kavli olması da caizdir.
Cümle emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Bu ayetteki emir onları aciz bırakmak içindir. اِهْبِطُوا çekip inmek, yukarıdan aşağıya doğru inmektir. Onları aciz bırakmak anlamına gelen bu ayetin bir diğer benzeri de: [De ki: Onlara, ister taş, ister demir olunuz..] (el-İsra, 17/50) ayetidir. Çünkü İsrailoğullarına bu emir verildiğinde Tîh Çölü’nde idiler. Böyle bir emir de onlar için cezadır. Onlara istediklerinin verildiği de söylenmiştir. (Kurtubî)
فَاِنَّ لَكُمْ مَا سَاَلْتُمْۜ
فَ ta’liliyedir. اِنَّ ile tekid edilmiş cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَكُمْ mahzuf mukaddem habere muteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl اِنَّ , مَا ’nin muahhar ismidir. Cümle faide-i haber talebî kelamdır.
İsm-i mevsûlde tevcih sanatı vardır.
Ta’lil cümleleri itnâb babındandır.
وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ وَبَٓاؤُ۫ بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ
وَ istînâfiyedir.
Müsbet fiil cümlesi fâide-i haber ibtidaî kelamdır. ضُرِبَتْ fiili mef’ûle dikkat çekmek kastıyla meçhul bina edilmiştir.
Son cümlede mübtedanın işaret ismiyle gelmesi işaret edilene dikkat çekmenin yanında tazim ifade eder.
ذٰلِكَ ile müşarun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan/57.) Burada da Allah’ın gazabına işaret edilmiştir.
كَان ’nin haberinin muzari fiil oluşu, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhayyileyi canlandırarak muhatabın konuyu kavramasında etkili olur.
كَان ’nin haberinin muzari fiil gelmesi bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidi, Vakafat s. 112)
Ayetlerin lafza-i celâle muzâf olması onların şanı içindir.
اِهْبِطُوا fiili ile عَلَيْهِمُ arasında muhataptan gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
ضُرِبَتْ ifadesinde istiare vardır. Bununla anlatılmak istenen, sakinlerinin üzerine kurulmuş çadır ve gölgeleyen çardak ve revak gibi onları zilletin kaplaması ve miskinliğin kuşatmasıdır. Bu ifade tür olarak istiare-i mekniyye-i tahyiliyye olur: Zillet ve meskenet, çadır ve çardağa benzetilmiş, müşebbeh bih olan çadır ve çardak söylenmeyip bunun lâzımı olan ضرِبَ (kurmak) fiili, müşebbeh olan الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ ’e isnad edilmiştir. Özne olan zillet ve meskenet -maddi çadır gibi- kurulamayacağından ضرِبَ kelimesinin mecazi anlamda olduğunu belirleyen karine olmuştur. Aynı zamanda ضرِبَ fiilinin zillet ve meskenete isnat edilmesiyle hayal gücü çadır gibi kurulanlar kategorisine zillet ve meskeneti de dahil etmiş olmuştur. (Kur'an Mecazları Şerîf er-Radî)
وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ [Onlar üzerine zillet ve miskinlik damgası vuruldu] cümlesi bir çadırın, içindeki kimseyi her taraftan kuşattığı gibi, zillet ve meskenetin de onları kuşatmasından kinayedir. Nitekim şâir şöyle der: Yücelik, mürüvvet ve cömertlik, İbn Haşrec'i kuşatan bir çadır içindedir. (Safvetü't Tefâsir)
وَبَٓاؤُ۫ بِغَضَبٍ ifadesi ‘’onlar Allah’ın gazabına müstehak oldular’’ manasındadır. Daha önce zikredilen zillet, meskenet, gazaba maruz kalma gibi hususlara işarettir. Anlam, [bu, onların küfürleri ve peygamberleri öldürmeleri sebebiyledir] şeklindedir. (Keşşâf)
Lafz-ı celâle teberrük ve haşyet uyandırmak maksadıyla tekrarlanmıştır. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.
الذِّلَّةُ - الْمَسْكَنَةُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَيَقْتُلُونَ النَّبِيّ۪نَ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ
Müsbet fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَيَقْتُلُونَ cümlesi يَكْفُرُونَ cümlesine atfedilmiştir. Vasıl, iki cümlenin de lafzen ve manen haber olması sebebiyledir. Ciheti camia; akliyye, tezayüftür.
وَيَقْتُلُونَ muzari fiili hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca, olayı muhatabın gözünde canlandırarak konuyu daha iyi kavramasını sağlar.
Peygamberlerin hiçbir zaman haklı olarak öldürülmeleri söz konusu olmadığı halde بِغَيْرِ الْحَقّ kaydıyla onların öldürülmelerinin haksız yere olduğunun kayıtlanması, onların peygamberlere karşı düşmanlıklarının büyük bir çirkinlik ve adilik olduğunu göstermektedir. (Safvetü't Tefâsir)
ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ۟
Fasılla gelen cümlede fasıl sebebi kemâl-i ittisaldir.
Mübteda ve haberden oluşan cümle fâide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede haberin hazfi nedeniyle îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Mübtedanın işaret ismiyle gelmesi işaret edilene dikkat çekmenin yanında tahkir ifade eder.
ذٰلِكَ ile müşârun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan/57, S. 190)
Bedel cümlesidir. Mübdelün minh ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ ’dir. Bedel cümleleri ıtnâb babındandır.
كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, öncesine temasül nedeniyle atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin muzari fiil oluşu hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhayyileyi canlandırarak, muhatabın konuyu kavramasında etkili olur.
كَان ’nin haberinin muzari fiil gelmesi bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakâfat, S. 112)
Ayetin sonundaki ذٰلِكَِ [Bu] daha önceki ism-i işaretin tekrarıdır.
بِمَا عَصَوْا [isyan etmeleri sebebiyle] ; yani Allah’ın ayetlerini inkâr edip peygamberlerini öldürmeleri ile birlikte türlü suçlar, günahlar işlemiş ve her konuda Allah’ın sınırlarını ihlal etmiş olmaları yüzünden demektir. ذٰلِكَِ ile onların küfürlerine ve peygamberleri öldürmelerine işaret edilmiş olması, yani isyankarlıkları ve had bilmezlikleri sebebiyle küfre batmış ve peygamberleri öldürmüş olduklarının ifade edilmiş olması da mümkündür. Zira onlar küfre iyice batmışlar ve neticede kalpleri katılaşmış, Allah’ın ayetlerini inkâr edecek ve peygamberlerini öldürecek kadar cüret sahibi olmuşlardır. Bir başka ihtimal de ذٰلِكَِِ ile “bu küfür ve peygamber öldürme, onların isyankârlıkları ile birliktedir” anlamının kastedilmiş olmasıdır. (Keşşâf)
ٱلنَّبِیِّـۧنَ - ـَٔایَـٰتِ - ٱللَّهِ - رَبَّ ,عَصَوْا - يَعْتَدُونَ۟ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetteki ism-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır. İsm-i mevsûller müphem yapıları nedeniyle tevcih anlamı ihtiva ederler.
ذَ ٰلِكَ - ٱلَّذِی- كَانُوا۟ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Zillet kelimesinin manası şudur: Zillet, onları kuşatacak şekilde ve onlar da onun içinde, kubbeye hapsedilmiş kimse gibi olacakları bir vaziyette, onları kuşatacak bir duruma getirilmiştir. Veya, onlara zillet, duvarın üzerine yapıştırılıp ondan ayrılmayan çamur gibi, onlardan silinemeyecek bir damga gibi onlara yapışıktır. Zillet hususunda akla en yakın görüş, ondan muradın, Cenâb-ı Allah'ın harb edip bozgunculuk yapan kimse hakkında söylemiş olduğudur. (Fahreddin er-Râzî)
Haksız yere öldürüyorlar, cümlesine gelince; Müslüman bir kimsenin kanı ancak şu üç şeyin birisi ile helâl olur (yani öldürülebilir): İman ettikten sonra İnkâr, evlendikten sonra zina, haksız yere birisini öldürmek" buyurmuştur. Buna göre harf-i tarifle gelen "hak" işte buna işaret etmek içindir. Nekre olarak gelen "hak'tan murad İse, umumun tekididir, yani burada hiçbir surette bir hak mevcut değildir, ne müslümanlar, ne de başkaları nezdinde. (Fahreddin er-Râzî)
Tekdüzeliğin, insan istekleri üzerinde az çok sıkıcı bir tesiri vardır. Ve buna karşı çeşitlilik isteğinde bulunmakta esasen bir günah da yoktur. Fakat bunu yaparken, bir taraftan eldeki nimetin yokluğu zamanında çekilen acıları unutmamak, diğer taraftan da yüce bir ruh haliyle ve temiz bir kalple hareket edip şükrü artırmak ve daha önemlisi, bedenin istek ve ihtiyaçlarına kapılıp edep ve terbiye dışına çıkmadan hareket etmek icap eder. Onların da "Rabbimize dua et" diyecek yerde, edepsizce "Rabbine dua et" diye imansızlık eseri göstermemeleri gerekirdi.(Elmalılı)
Karnından önce gözü doysun isterdi ve az ile yetinebilecekken çoğunu satın alırdı. Elindeki poşetleri gördüğü zaman ninesi, ‘aç iken bakkala girmemeli’ derdi. Doydukça sevinirdi, yine de tokluğu kısa süreliydi.
Yedirdiği ve giydirdiği beden tekti ama sanki beş kişiye bedel yaşıyordu. Asla doymayacağını bilmesine rağmen bir dahaki yemeğe ya da alışverişe çıkmayacakmış gibi davranıyordu.
Karnı acıkmadan sofraya oturuyor, kıyafetlerini eskitemeden yenisini alıyordu. Aslında, bu halinden keyif bile almıyordu çünkü nefsi onu bir kukla gibi oynatıyordu. Sanki istediği için değil de, alıştığı için yapıyordu.
Ninesi nefsinin ellerinden tuttu ve israf ehlinin yanına götürdü. Nefislerinin açlıkları derinleşen ve doymak nedir unutanlara baktı. Sahip olduklarına şükretmek yerine aklı alamadıklarına takılan hasta bedenlere üzüldü.
Ninesi ‘ben öyle olmam’ diyen nefsini sakinleştirdi ve ihtiyaç sahiplerine götürdü. Yedirdikçe doymanın ve giydirdikçe ısınmanın lezzetine vardı. Ne kadar az ile yetinebildiğine ve daha huzurlu hissettiğine hayran kaldı.
Ey Allahım! Her şeyin daha da kolaylaştığı bu zamanda, kolaylaşan kötülüklerden uzaklaşarak; salih amellerini kalbimize sevdirerek ve nefsimize kolaylaştırarak, Sana yaklaştır bizi. Yeryüzünün her türlü zorluğundan: kıtlıktan, açlıktan, hastalıktan, afetlerden, dünyalıklara muhtaç duruma düşmekten muhafaza buyur ve hiçbir nimetinin eksikliğini gösterme bize. Nasip ettiğin rızık ile gönlü razı ve gördükleri ile gözü toklardan eyle bizi. Yalnız Senin rızan için Rasulullah (sav)’in bize örnek olduğu hayatı yaşamaya çalışanlardan eyle bizi. İsrafın ve cimriliğin her türlüsünden kaçınanlardan, vermeyi ve paylaşmayı sevenlerden, mutmain bir kalbe sahiplerden ve gönlü muhabbetinle aydınlananlardan, şükür ve tevekkül ehlinden, mutluluğu dünyalıklarda değil Senin huzurunda arayanlardan ve ebedi mutluluğa kavuşanlardan eyle bizi.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji