بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَادُوا وَالنَّصَارٰى وَالصَّابِـ۪ٔينَ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَعَمِلَ صَالِحاً فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۖ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | الَّذِينَ |
|
|
3 | امَنُوا | inananlar |
|
4 | وَالَّذِينَ |
|
|
5 | هَادُوا | ve yahudiler |
|
6 | وَالنَّصَارَىٰ | ve hıristiyanlar |
|
7 | وَالصَّابِئِينَ | ve sabiiler |
|
8 | مَنْ | kim |
|
9 | امَنَ | inanırsa |
|
10 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
11 | وَالْيَوْمِ | ve gününe |
|
12 | الْاخِرِ | ahiret |
|
13 | وَعَمِلَ | ve yaparsa |
|
14 | صَالِحًا | iyi işler |
|
15 | فَلَهُمْ | onlar için vardır |
|
16 | أَجْرُهُمْ | mükafatları |
|
17 | عِنْدَ | katında |
|
18 | رَبِّهِمْ | rablerinin |
|
19 | وَلَا | ve yoktur |
|
20 | خَوْفٌ | korku |
|
21 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
22 | وَلَا | ve yoktur |
|
23 | هُمْ | onlara |
|
24 | يَحْزَنُونَ | hüzün |
|
Muhakkak o kimseler iman ettiler ve o kimseler ki yahudileştiler (Yahudiler). Arkadan Hristiyanlar ve Sabiiler isim olarak geldiği halde burada Yahudiler fiil olarak gelmiş. Burada Beni İsrail kelimesi yerine yahudileşenler buyurulmuş. Çünkü İsrailoğulları bu imtihanlar bittikten sonra Yahudileşip, dinlerini tamamen kötüye kullandılar, dinlerini tahrif ettiler ve tamamen başka bir hayat yaşamaya başladılar. İsrailoğulları ifadesinde Allah’ın temiz kulu ifadesi vardır. Hata yapsalar da iyi niyetliydiler. Ama artık bundan sonra dönülmeyecek bir noktaya gelmişlerdir.
Ellezine kelimesi, arkasından gelen fiilin onlarda yerleştiğine delalet ediyor. Ellezine âmenu şeklinde ifade edilenler imana saplananlar, onda inatçı olanlar, Hristiyanlar ve Sabiilerdir (Bunlar Hristiyanlar ve Yahudiler arasında gelmiş, yine tevhid inancına sahip bir inanıştır. Kendilerine ait kitapları olduğunu, yıldızlara tapanlar olduklarını söyleyenler vardır). Bunların içinden kim Allah’a iman etti ve ahiret gününe ve salih işler yaptı, onlar için mükafatları, ücretleri, karşılıkları vardır. Rableri katında, onlar için (onları kaplayan) korku yoktur ve onlar hüzünlenenler de değillerdir.
Onlara korku yoktur ve üzülmeyeceklerdir şeklindeki ayetleri toplayıp üzerinde düşünmek gerekir.
Hevede هود :
هَوْدٌ sözcüğü rıfkla, nazik ve yumuşak bir biçimde rucû etmek/dönüş yapmak demektir. Âheste bir şekilde ya da yumuşakça, nazikçe yürümek demek olan تَهْوِيدٌ kavramı da buradan gelir.
هَوْدٌ sözcüğü yaygın dilde tövbe etmek anlamı kazanmıştır. Bazı dilbilimciler Yahudilerin adı olan يَهُودٌ kelimesinin köken olarak Âraf, 7/156. ayeti kerimesindeki kökün bu anlamından geldiğini ifade etmişlerdir. Bu eskiden övgü ifade eden bir isim iken daha sonra şeriatlarının neshedilmesinin ardından her ne kadar bir övgü anlamı taşımasa da onlara aid bir ad halini almıştır. Nitekim benzer bir şekilde Hıristiyanların ismi olan نَصارَى sözcüğü de köken olarak yardımcılar demek olan Yüce Allah'ın Saff, 61/14 ayeti kerimesinden gelir.
Son olarak هُودٌ temelde tövbe eden manasındaki هائِدٌ kelimesinin çoğuludur. Bu aynı zamanda bir Peygamberin de ismidir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil ve iki farklı isim formunda toplam 21 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli yahudidir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَادُوا وَالنَّصَارٰى وَالصَّابِـ۪ٔينَ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِوَعَمِلَ صَالِحًا
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası آمَنُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
آمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, atıf harfi وَ ile birincisine matuf olup, mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası هَادُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
هَادُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَلنَّصَارَى elif üzere mukadder fetha olarak, الصَّابِـ۪ٔينَ ise nasb alameti ي olarak atıf harfi وَ ile اِنَّ ‘nin ismi اَلَّذِينَ ‘ye matuftur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl, اِنَّ 'nin isminden bedel olarak mahallen mansub veya şart edatı olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنَ بِاللّٰهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
آمَن fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir هُوَ zamiridir. بِاللَّه car mecruru آمَنَ fiiline mütealliktir. اَليَوْمِ atıf harfi وَ ile makabline matuftur.
الْاٰخِرِ kelimesi اَليَوْمِ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur. عَمِلَ atıf harfi وَ ile آمَن ‘ ye matuftur.
عَمِلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir هُوَ zamiridir. صَالِحًا mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Mahzuf mef‘ûlu mutlakın sıfatıdır. Takdiri, عَمِلَ عَمَلًا صَالِحًا şekildedir.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şayet, ‘’مَنْ اٰمَنَ ifadesinin i‘râbdaki mahalli nedir?’’ dersen; şöyle derim: Bu ifadenin mahalli ref‘tir; eğer mübteda olduğu kabul edilirse haberi de, فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۖ ifadesidir. Ancak اِنَّ ’nin isminden bedel ya da ona matuf olduğu kabul edilirse, o zaman mahalli nasbtır. Birinci ihtimalde اِنَّ ’nin haberi, bütünüyle cümledir; ikinci ihtimalde ise فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ ifadesidir. فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ ifadesindeki فَ harfi, مَنْ kelimesinin şart manası taşımasından dolayı gelmiştir. (Keşşâf)
اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
الصَّابِـ۪ٔينَ kelimesi, sülâsi mücerredi صبأ olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۖ
لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ cümlesi, اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
İsim cümlesidir. فَ harfi zaiddir. لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اَجْرُهُمْ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عِنْدَ mekân zarfı, اَجْرُ ‘nun mahzuf haline mütealliktir. رَبِّهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Cümle, atıf harfi وَ ile önceki cümleye matuftur. لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. خَوْفٌ mübteda olup damme ile merfûdur. عَلَيْهِمْ car mecruru, mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.
وَ atıf harfidir. لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَحْزَنُونَ cümlesi haber olarak mahallen merfûdur.
يَحْزَنُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَادُوا وَالنَّصَارٰى وَالصَّابِـ۪ٔينَ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِوَعَمِلَ صَالِحًا
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
الَّذ۪ينَ ’nin tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, الَّذ۪ينَ ve مَنْ kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الْاٰخِرِ kelimesinin sıfat olarak gelmesi, anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Ayrıca cümlede bedelle de ıtnâb yapılmıştır.
مَنْ اٰمَنَ ifadesinin îrabdaki mahalli reftir; eğer mübteda olduğu kabul edilirse haberi de فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ ifadesidir. Ancak اِنَّ ’nin isminden bedel ya da ona atıf olduğu kabul edilirse, o zaman mahalli nasbtır. Birinci ihtimalde اِنَّ ’nin haberi bütünüyle cümledir; ikinci ihtimalde ise فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ ifadesidir. ْفَلَهُمْ اَجْرُهُمْ ifadesindeki مَنْ ,فَ ifadesinin şart manası ihtiva etmesinden dolayı gelmiştir. (Keşşâf)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
عَمِلُوا fiil, الصَّالِحَا kelimesi mef‘ûldur. Hazfedilmiş bir amel kelimesinin sıfatıdır. Aslında عَمِلَ عَمَلِا صَالِحًا şeklinde gelmesi beklenirdi. آيَاتٍ بَيِّنَات ibaresi de böyledir. Çoğu zaman آيَات hazfolur sadece بَيِّنَات gelir.
Cümlede mef‘ûlü mutlakın mahzuf oluşu îcâz-ı hazif sanatıdır.
Lafızlar birbirine atfedilirken daha önemli olan takdim edilir. Bu cümlede de iman edenler, önemine binaen yahudiler, hristiyanlar ve sabiîlere takdim edilmiştir.
اٰمَنُوا - اٰمَنَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
النَّصَارٰى kelimesinin sonundaki ى mübalağa ifade etmek içindir. Bunlara Mesih’e yardım ettikleri için yardımcılar anlamındaki bu isim verilmiştir. وَالصَّابِـ۪ٔينَا ise “dinden çıkmak” anlamındaki صبِـ۪ٔ kökünden gelir. Sabiîler, Yahudilik ve Hıristiyanlığın dışında meleklere tapınan bir gruptur. َمَنْ اٰمَنَ [iman eden]; bu kâfirler içerisinde halis bir şekilde iman eden ve İslâm dinine aslî olarak giren, katılan kimse demektir. (Keşşâf)
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَادُوا [Muhakkak o kimseler iman ettiler ve o kimseler ki yahudileştiler (Yahudiler).] Arkadan Hristiyanlar ve Sabiiler isim olarak geldiği halde, burada Yahudiler fiil olarak gelmiş ve Beni İsrail yerine yahudileştiler buyurulmuştur. Çünkü İsrailoğulları bu imtihanlar bittikten sonra Yahudileşip dinlerini kötüye kullandılar, dinlerini tahrif ettiler ve tamamen başka bir hayat yaşamaya başladılar. İsrailoğulları ifadesinde Allah’ın temiz kulu ifadesi vardır. Hata yapsalar da iyi niyetliydiler. Ama artık bundan sonra dönülmeyecek bir noktaya gelmişlerdir.
فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۖ
Cümlenin başındaki فَ zaid harftir. Tekid ifade eder. اِنَّ ’nin haberi isim cümlesi formunda gelmiştir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede haberin mahzuf oluşu îcâz-ı hazif sanatıdır.
عِنْدَ رَبِّهِمْۖ izafetinde رَبّ ,عِنْدَ ismine muzâf olduğu için, هُمْ zamiri de رَبّ ismine muzâfun ileyh olduğu için şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla Rab isminde tecrîd sanatı vardır.
هُمْ zamirinin cümlede üç kez zikredilmesi, onlara verilen önemin işaretidir. Bu tekrarda ıtnâb, cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Bu cümle فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezayüftür.
Menfî isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh olan خَوْفٌ ’daki tenvin, nev ve kıllet içindir. Yani “hiçbir korku” demektir. Bilindiği gibi nefy siyakta nekre, umum ifade eder.
Car mecrurun muteallakı olan haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
وَ ’la öncesine atfedilen وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Haber muzari fiil şeklinde gelerek teceddüt ve istimrar ifadesiyle birlikte hükmü takviye etmiş, müsnedün ileyhin nefy harfinden sonra gelmesi de tahsis ifade etmiştir. Böylece Allah Teâlâ, onların mahzun olmayacaklarını çok kesin bir şekilde bildirmiştir.
خَوْفٌ - يَحْزَنُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.
الَّذ۪ينَ kelimesi, arkasından gelen fiilin onlarda yerleştiğine delalet eder. الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklinde ifade edilenler imana saplananlar, onda inatçı olanlar, Hristiyanlar ve Sabiilerdir. (Bunlar Hristiyanlar ve Yahudiler arasında gelmiş, yine tevhid inancına sahip bir inanıştır. Kendilerine ait kitapları olduğunu, yıldızlara tapanlar olduklarını söyleyenler de vardır) Bunların içinden kim Allah’a ve ahiret gününe iman etti, salih işler yaptı onlar için mükafatları, ücretleri, karşılıkları vardır. Rableri katında onlar için (onları kaplayan) korku yoktur ve onlar hüzünlenenler de değillerdir.
Onlara korku yoktur ve üzülmeyeceklerdir şeklindeki ayetleri bir araya getirip üzerinde düşünmek gerekir.
Bu ayet Bakara Suresinin başını hatırlatır. [Bize ve bizden öncekilere indirilenlere iman ettik.] ayetleriyle arasında iktibas sanatı vardır.
وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَۜ خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا ف۪يهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | hani |
|
2 | أَخَذْنَا | almıştık |
|
3 | مِيثَاقَكُمْ | sizin sözünüzü |
|
4 | وَرَفَعْنَا | ve kaldırmıştık |
|
5 | فَوْقَكُمُ | üzerinize |
|
6 | الطُّورَ | dağı |
|
7 | خُذُوا | tutun |
|
8 | مَا | şeyi |
|
9 | اتَيْنَاكُمْ | size verdiğimiz |
|
10 | بِقُوَّةٍ | kuvvetle |
|
11 | وَاذْكُرُوا | ve hatırlayın |
|
12 | مَا | şeyi |
|
13 | فِيهِ | içinde olan |
|
14 | لَعَلَّكُمْ | belki de siz |
|
15 | تَتَّقُونَ | korunursunuz |
|
Tur kelimesi aslında dağ, tur-i Sina Sina dağı demektir. Çoğu müfessir bu dağın onların tepelerine gerçekten kalktığı görüşündedir. O kavme çok sayıda mucizeler gelmiştir.
Keffâl şöyle der: Yüce Allah, onların her birinden bir ahd aldığını vurgulamak için mîsak kelimesini tekil olarak zikretmiştir.
وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَۜ
وَ atıf harfidir. Zaman zarfı اِذْ, takdiri أذكر (Hatırla, düşün) olan mahzuf fiile mütealliktir. اَخَذْنَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَخَذْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. م۪يثَاقَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(إِذْ) : Yanlız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَ cümlesi قَدْ takdiriyle hal olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. رَفَعْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. فَوْقَكُمُ mekân zarfı رَفَعْنَا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الطُّورَۜ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا ف۪يهِ
خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ cümlesi, mahzuf قُلْنَا fiilinin mekulü’l kavli ‘dir. Mukadder olan cümle hal konumunda olup mahallen mansubdur.
خُذُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası آتَيْنَا ’ dır. Îrabta mahalli yoktur.
آتَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. بِقُوَّةٍ car mecruru اٰتَيْنَاكُمْ ‘daki mef’ûlün mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, خذوا ما آتيناكم حاملين بقوة (Kuvvetle taşıyarak size verdiğimiz şeyi alın) şekildedir.
اذْكُرُوا atıf harfi وَ ‘ la خُذُوا cümlesine matuftur.
اذْكُرُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur. فِيهِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.
لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. اِنَّ gibi ismini nasb, haberini ref eder.Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
كُمْ muttasıl zamir لَعَلَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. تَتَّقُونَ cümlesi لَعَلَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَتَّقُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
تَتَّقُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir. İftial babının fael fiili و ي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَۜ
Atıfla gelen ayette îcâz-ı hazif vardır. اِذْ , takdiri اذكروا olan mahzuf fiilin mef’ûlüdür.
Bu fiilin mahzuf olması, îcâz-ı hazif sanatıdır.
اَخَذْنَا fiili muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَخَذْنَا fiilindeki نَا zamiri azamet zamiridir. Önceki ayetteki gaib zamirden bu ayette azamet zamirine iltifat edilmiştir.
İkinci cümle birinciye temasül nedeniyle atfedilmiştir. Atıf harfi وَ ’dır.
رَفَعْنَا mazi fiil cümlesi, haberi isnaddır. Müsbet fiil cümlesi, faidei haber ibtidaî kelamdır.
Her iki cümledeki fiiller mazi sigada gelmiştir. Mazi fiil hudûs ifade eder.
رَفَعْنَا - فَوْقَكُمُ kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَخَذْنَا - رَفَعْنَا kelimeleri arasında muvazene vardır.
الطُّورَۜ kelimesi aslında dağ, طُورِ سِينا Sina dağı demektir. Çoğu müfessir bu dağın onların tepelerine gerçekten kalktığı görüşündedir. O kavme çok sayıda mucizeler gelmiştir. Her dağa "Tûr" denildiği de söylenmiştir. Hâlil ise kitabında, muayyen bir dağın ismi olduğunu söylemiştir. Bu doğruya daha yakındır. Çünkü kelimedeki ال takısı bunun bu isimle adlandırıldığı, bilinen belli bir dağ olarak anlaşılmasını gerektirir. Bilinen dağ ise üzerinde bu münacaatın yapıldığı dağdır. Allah'ın o dağı Benî İsrail'in bulundukları yere çok uzak bir yerde bulunsa da nakletmesi ve onların üzerine kaldırması mümkündür. Çünkü dağı havada tutmaya kadir olan Allah, onu yerinden söküp uzak bir yerden onların üzerine getirmeye de kâdirdir. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)
خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا ف۪يهِ
Haber cümlesinin ardından gelen bu inşâ cümlesi mahzuf fiilin mekulu’l-kavlidir. Takdiri قلنا (dedik) şeklindedir.
خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ [Size verdiğimizi kuvvetle tutun] cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Burada hazif yoluyla îcâz vardır. Takdiri: قُلْنَا لَهُمْ خُذُوا [Onlara.... tutun dedik] şeklindedir. Zemahşerî de bu şekilde takdir etmiştir. (Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir)
وَاذْكُرُوا مَا ف۪يهِ cümlesi, temasül sebebiyle öncesine و ile atfedilmiştir.
قُوَّةٍ ‘deki tenvin nev ve kesret ifade eder.
İkinci ism-i mevsûlün sıla cümlesinin mahzuf oluşu, icaz-ı hazif sanatıdır. Ayrıca ism-i mevsûllerde müphem yapıları gereği tevcih sanatı vardır.
Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karîneye dayanarak terkedilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi)
Farklı şeyleri temsil eden مَٓا ‘ların tekrarında ise tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Gayrı talebî inşâ cümlesidir.
لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. ان gibi ismini nasb, haberini ref eder. لَعَلَّ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil, olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.
Umulur ki anlamında olan bu harf, Allah Teala’ya isnad edildiğinde: ‘’...olsun diye, ...olması için’’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşa formundan çıktığı için mecazı mürsel mürekkeptir.
ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَۚ فَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَكُنْتُمْ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ثُمَّ | sonra |
|
2 | تَوَلَّيْتُمْ | dönmüştünüz |
|
3 | مِنْ | -ından |
|
4 | بَعْدِ | ard- |
|
5 | ذَٰلِكَ | bunun |
|
6 | فَلَوْلَا | eğer olmasaydı |
|
7 | فَضْلُ | iyiliği |
|
8 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
9 | عَلَيْكُمْ | size |
|
10 | وَرَحْمَتُهُ | ve merhameti |
|
11 | لَكُنْتُمْ | elbette olurdunuz |
|
12 | مِنَ | -dan |
|
13 | الْخَاسِرِينَ | ziyana uğrayanlar- |
|
Tevella arkasını dönmek demektir. M. Ebu Musa; bunun sıradan arkasını dönmeyi değil, gerilerek, gazaplanarak ve reddederek geri dönmek manasında olduğunu söyler.
Tevelleytum yüz çevirdiniz demek olup kökü velîdir. Velî iki şey arasında kendilerinden olmayan bir şeyin girmesine izin verilmemesidir. Türkçe’de dost manasında kullandığımız veli kelimesi de bu köktendir. Fahreddin er-Râzî, kulun velî isminden nasibinin Allah ile müşterek dostluğunun devamını sağlamak için kendisine düşen görevi yerine getirmesi olduğunu belirtir. Bu görev de Allah’tan başka her şeyden ‘yüz çevirmek’ ve bütün varlığıyla O’nun azamet nuruna yönelmekle yerine getirilebilir.
ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَۚ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.
Fiil cümlesidir. تَوَلَّيْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ بَعْدِ car mecruru تَوَلَّيْتُمْ fiiline mütealliktir. İşaret ismi ذَلِكَ muzâfun ileyh olup mahallen mecrurdur. ل harfi buud, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir. تَوَلَّيْتُمْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ولي ‘dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
فَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَكُنْتُمْ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
فَ istînâfiyyedir. لَوْلَا cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani “değil mi?” manasındadır. (Âşûr)
فَضْلُ mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. اللَّه lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Haber mahzuftur. Takdiri; موجود (vardır.) şeklindedir.
عَلَيْكُمْ car mecruru فَضْل kelimesine mütealliktir. رَحْمَتُهُ kelimesi atıf harfi وَ ‘ la فَضْل ‘e matuftur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi لَوْلَا ’nın cevabının başına gelen rabıtadır.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. مِنَ الْخَاسِر۪ينَ car mecruru كَانَ ‘nin mahzuf haberine müteallik olup, cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
خَاسِر۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi خسر olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَۚ
Ayet ثُمَّ atıf harfi ile öncesine atfedilmiştir. ثُمَّ , bir mühletle birlikte sıralama bildirir. Bu edat, birbirine bağladığı öğeler arasında kısa da olsa bir süre olduğunu ifade eder. Ayrıca bu edat, terahi içindir.
Mazi fiil cümlesi haberi isnaddır. Müsbet fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil hudûs ifade eder.
Yaşanan olaylara işaret eden ذٰلِكَ ‘de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse, akli olan hissi olana benzetilmiş olduğundan istiare oluşur. Cami, her ikisindeki vucudun tahakkukudur.
فَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَكُنْتُمْ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
فَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberi isnaddır.
فَضْلُ اللّٰهِ mübtedasının ve كُنْتُمْ kelimesinin haberlerinin mahzuf oluşu îcâz-ı hazif sanatındandır.
لَوْ edatı aslında bir şey bulunmadığı için başka bir şeyin de bulunmaması manası içindir. لَا edatının başına geçerse ispat manası ifade eder; o da, başkası bulunduğu için bir şeyin olmamasıdır. Ondan sonra gelen isim Sîbeveyh'e göre mübtedadır, haberinin hazfi de vaciptir. Çünkü kelam ona delalet eder ve cevap onun yerini tutar. Kûfelilere göre ise mahzuf fiilin failidir. (Beyzâvî)
Ayette, azamet zamirinden gaib zamirine iltifat vardır.
Şartın cevabı, كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede كان ’nin haberinin mahzuf oluşu, icaz-ı hazif sanatıdır.
فَضْلُ اللّٰهِ ve رَحْمَتُهُ izafetlerinde muzâfın şanı vardır. Ayrıca cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğundan lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
فَضْلُ ve رَحْمَةُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
رَحْمَتُهُ - الْخَاسِر۪ينَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî vardır.
Kendi nefsinin felah ve kurtuluştan payını azaltan kimseye خاسر (zarara uğrayan) denilir. İster terazideki ister başka birşeydeki eksiklik ve zararın ismi de خسران dır. Helak olan kimseye خاسر (hüsrana uğrayan, zarar eden) denir. Çünkü böyle bir kişi kıyamet gününde hem kendisini hem aile halkını kaybedecek ve cennette kendisi için ayrılmış olan yere gidemeyecektir. (Kurtubi)
وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ الَّذ۪ينَ اعْتَدَوْا مِنْكُمْ فِي السَّبْتِ فَقُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِـ۪ٔينَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَقَدْ | ve elbette |
|
2 | عَلِمْتُمُ | bilmişsinizdir |
|
3 | الَّذِينَ |
|
|
4 | اعْتَدَوْا | haddi aşanları |
|
5 | مِنْكُمْ | içinizden |
|
6 | فِي | -nde |
|
7 | السَّبْتِ | cumartesi günü- |
|
8 | فَقُلْنَا | işte dedik ki |
|
9 | لَهُمْ | onlara |
|
10 | كُونُوا | olun |
|
11 | قِرَدَةً | maymunlar |
|
12 | خَاسِئِينَ | aşağılık |
|
وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ الَّذ۪ينَ اعْتَدَوْا مِنْكُمْ فِي السَّبْتِ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ل harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
Fiil cümlesidir. عَلِمْتُمُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمُ fail olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl olan اَلَّذِينَ mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اعْتَدَوْا ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اعْتَدَوْا mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْكُمْ car mecruru اعْتَدَوْا ‘deki failin mahzuf hâline mütealliktir. فِي السَّبْتِ car mecruru اعْتَدَوْا fiiline mütealliktir. Muzaf mahzuftur. Takdiri, في يوم السبت şeklindedir.
فَقُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِـ۪ٔينَۚ
Fiil cümlesidir. Cümle atıf harfi فَ ile عَلِمْتُمُ ‘e matuftur. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. لَهُمْ car mecruru قُلْنَا fiiline mütealliktir.
Mekulü’l kavli, كُونُوا قِرَدَةً ‘dir. قُلْنَا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُونُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni nakıs, emir fiildir. كُونُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. قِرَدَة kelimesi كُونُوا ’nun haberi olup fetha ile mansubdur. خَاسِئِينَ kelimesi قِرَدَة ‘nin sıfatı olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَاسِـ۪ٔينَ kelimesi, sülâsi mücerredi خسأ olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ الَّذ۪ينَ اعْتَدَوْا مِنْكُمْ فِي السَّبْتِ
Vav istînâfiyyedir. Kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. Kasemin cevap cümlesi mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Bu cümle haberî isnaddır. Faide-i haber talebî kelamdır. Mazi fiil hudûs ifade eder.
Kasem cümlesinin mahzuf oluşundan dolayı ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır.
الَّذ۪ينَ ism-i mevsûlünde tevcih sanatı vardır.
مِنْكُمْ ve فِي السَّبْتِ car mecrurları cümleye açıklık getirmek için yapılmış ıtnâb sanatıdır.
Mülk suresinde geçen سُبَاتِ kelimesi dinlenmek, ara vermek, mola manasındadır.
سَبتْ cumartesi günü, dinlenme günüdür.
فَقُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِـ۪ٔينَۚ
فَقُلْنَا لَهُمْ cümlesi mazi fiil sıygasında haberî isnaddır. Müsbet fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil hudûs ifade eder.
قُلْنَا fiilinde azamet zamirine iltifat edilmiştir.
Mekulü’l kavl olan كُونُوا قِرَدَةً خَاسِـ۪ٔينَ cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir üslubunda gelen cümle, vaz edildiği anlam dışında teshîr, alay etme ve küçümseme ifade eder. Bu yüzden mecâz-ı mürsel mürekkeptir.
Allah Teâlâ'nın: كُونُوا قِرَدَةً خَاسِـ۪ٔينَۚ sözü, emir değildir. Çünkü onlar kendilerini maymun şekline sokmaya kadir değillerdi. Bu sözden maksat, maymuna dönüşmenin süratli oluşudur. (Fahreddin Razi, Tefsir-i Kebir)
فَجَعَلْنَاهَا نَكَالاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهَا وَمَا خَلْفَهَا وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّق۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَجَعَلْنَاهَا | ve bunu yaptık |
|
2 | نَكَالًا | ibretlik bir ceza |
|
3 | لِمَا | şey için |
|
4 | بَيْنَ | arasındaki (önündeki) |
|
5 | يَدَيْهَا | onların iki eli |
|
6 | وَمَا | ve şey (için) |
|
7 | خَلْفَهَا | ardından gelen |
|
8 | وَمَوْعِظَةً | ve bir öğüt |
|
9 | لِلْمُتَّقِينَ | müttakiler için |
|
Nekâlen ibret olması için verilen cezaya denir.
فَجَعَلْنَاهَا نَكَالاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهَا وَمَا خَلْفَهَا وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّق۪ينَ
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا fiilin mef‘ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
نَكَالاَ ikinci mef‘ûl olup fetha ile mansubdur. مَا müşterek ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle نَكَالًا ‘e mütealliktir. Mekân zarfı بَيْنَ , ism-i mevsûlun mahzuf sılasına mütealliktir.
يَدَيْهَا muzâfun ileyh olup tesniye olduğundan cer alameti يْ ‘dir. İzafetten dolayı نَ harfi hazfedilmiştir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Müşterek ism-i mevsûl olan مَا , atıf harfi وَ ile birinci مَا ‘ ya matuftur. Mekân zarfı خَلْفَهَا ikinci ism-i mevsûlun mahzuf sılasına mütealliktir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَوْعِظَةً atıf harfi وَ ile نَكَالًا ‘e matuftur. لِلْمُتَّقِينَ car mecruru مَوْعِظَةً ‘nin mahzuf sıfatına müteallik olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
جَعَلَ değiştirme anlamında kalp fiillerindendir. جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُتَّق۪ينَ sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müsbet fiil cümlesi mazi fiil üslubunda haberi isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil hudûs ifade eder.
جَعَلْنَا fiilindeki نَا zamiri azamet zamiridir.
لِمَا ve لِلْمُتَّق۪ينَ kelimeleri sıfat olup anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
مَوْعِظَةً kelimesi ise matuf olduğundan ıtnâb sanatıdır.
مَٓا ism-i mevsûllerinde tevcih sanatı vardır.
Sıla cümlelerinin hazfi dolayısıyla ayette icâz-ı hazif sanatı, نَكَالًا - مَوْعِظَةً kelimeleri arasında ise murâât-ı nazîr sanatı vardır.
İki farklı şeyi temsil eden مَا ’larda tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
خَلْفَ - بَيْنَ kelimeleri arasında murâât-ı nazir sanatı vardır.
لِمَا بَيْنَ يَدَيْهَا وَمَا خَلْفَهَا [Öncekilere ve sonrakilere] ifadesi, bu olaydan önce ve sonra gelen milletler ve mahlukattan kinayedir. Veya bu olayın öncekilere ve sonrakilere bir ibret olduğunu ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir)
Başka bir varlığa dönüşmek domuza benzemek gibidir. Domuz, her türlü pisliği iğrenmeden yer. Dolayısıyla haram yiyen bir insanın kalbi de bu anlamda domuza dönüşmüş demektir. Kalbin değişmesinin üç işareti vardır:
a) Kalbi bozuk olan kimse, ibadet ve taatın tadına eremez.
b) Bozuk bir kalp günahtan ve isyandan korkmaz.
c) Bozuk bir kalp hiçbir kişinin ölümünden ders ve ibret almaz. Aksine böyle bir kalbin sahibi gün geçtikçe dünyaya daha çok bağlanır. (Ruhul Beyan)
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪ٓ اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تَذْبَحُوا بَقَرَةًۜ قَالُٓوا اَتَتَّخِذُنَا هُزُواًۜ قَالَ اَعُوذُ بِاللّٰهِ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | hani |
|
2 | قَالَ | demişti |
|
3 | مُوسَىٰ | Musa |
|
4 | لِقَوْمِهِ | kavmine |
|
5 | إِنَّ | şüphesiz |
|
6 | اللَّهَ | Allah |
|
7 | يَأْمُرُكُمْ | size emrediyor |
|
8 | أَنْ | ki |
|
9 | تَذْبَحُوا | kesmenizi |
|
10 | بَقَرَةً | bir inek |
|
11 | قَالُوا | dediler |
|
12 | أَتَتَّخِذُنَا | bizimle ediyor musun? |
|
13 | هُزُوًا | alay |
|
14 | قَالَ | dedi |
|
15 | أَعُوذُ | sığınırım |
|
16 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
17 | أَنْ |
|
|
18 | أَكُونَ | olmaktan |
|
19 | مِنَ | -den |
|
20 | الْجَاهِلِينَ | cahiller- |
|
Alay mı ediyorsun dedikleri zaman cevap olarak “alay etmekten Allah’a sığınırım” demesi beklenirken ''cahillerden olmaktan sana sığınırım'' buyurulmuştur. Demek ki alay etmek cahillik işidir. Birisi ile tartışacağımız zaman bu ayeti hatırlamalıyız.
Bir faili meçhul cinayet olduğu vakit, o faili bulmak için böyle bir adet varmış. Aynı adet Medine’de Peygamber Efendimiz s.a.v. zamanında da varmış. Hele düşman sınırına yakın bir bölgedeyse. O bölgedekiler toplanıyorlarmış. Herkes o ölünün üstünde veya kurban kesilen hayvanın üstünde elini yıkıyor, benim bu işe elim, kanım bulaşmadı diye yemin ediyormuş. Artık fail bulunmasa da o olay onlardan düşmüş oluyormuş. Çünkü birisi birini öldürürse onun diyetini sadece öldüren kişi değil, bütün kavim ödüyordu. Böylece bir toplum baskısı oluyor, kimse kimsenin kötü bir şey yapmasını istemiyor. Çünkü ucu kendisine de dokunuyor.
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪ٓ
وَ atıf harfidir. Zaman zarfı اِذْ , takdiri اذكر (Hatırla, düşün) olan mahzuf fiile mütealliktir. قَالَ ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. مُوسٰى fail olup, gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Mekulü’l-kavl, اِنَّ اللَّهَ يَأْمُرُكُمْ ‘ dir. قَالَ fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
لِقَوْمِ car mecruru قَالَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
(إِذْ) : Yanlız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تَذْبَحُوا بَقَرَةًۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder.
اللَّهَ lafza-i celâl اِنَّ ‘nin ismi olup fetha ile mansubdur. يَأْمُرُكُمْ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
يَأْمُرُكُمْ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel mahzuf harf-i cer ile يَأْمُرُكُمْ fiiline mütealliktir. Takdiri, يأمرهم بذبح بقرة şeklindedir.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
تَذْبَحُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بَقَرَةًۜ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
قَالُٓوا اَتَتَّخِذُنَا هُزُوًاۜ
Fiil cümlesidir. قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Mekulü’l kavl اَتَتَّخِذُنَا ‘ dir. قَالُٓوا fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. Hemze istifham harfidir.
تَتَّخِذُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Mütekellim zamir نَا birinci mef‘ûlün bih olarak mahallen mansubdur. هُزُوًا ikinci mef‘ûlün bih olup fetha ile mansubdur. تَتَّخِذُ değiştirme anlamında kalp fiillerindendir.
تَتَّخِذُنَا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi, أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
قَالَ اَعُوذُ بِاللّٰهِ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ‘dir. Mekulü’l-kavl اَعُوذُ بِاللّٰهِ ’ dir. قَالَ fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
اَعُوذُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri, اَنَا ‘dir. بِاللَّهِ car mecruru اَعُوذُ fiiline mütealliktir. اَنْ ve masdar-ı müevvel mahzuf من harf-i ceriyle اَعُوذُ fiiline mütealliktir. Takdiri; من أن أكون من الجاهلين (Cahillerden olmaktan) şeklindedir.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
اَكُونَ fetha ile mansub nakıs, muzari fiildir. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri, اَنَا ’dir. مِنَ الْجَاهِلِينَ car mecruru اَكُونَ ‘ nin mahzuf haberine müteallik olup, cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
جَاهِلِينَ kelimesi, sülâsi mücerredi جهل olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪ٓ اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تَذْبَحُوا بَقَرَةًۜ
Cümlenin başında اذكروا fiili mahzuftur. Cümlede îcâz-ı hazif vardır.
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzâfun ileyh olan ... قَالَ ise, müsbet fiil cümlesi faideî haber ibtidâî kelamdır. Mazi fiil hudûs ifade eder.
قَالَ fiilinin mef’ûlü olan mekûlu’l-kavl cümlesi اِنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber talebî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi,hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliğiyle muhatabın muhayyilesini uyararak konuyu daha iyi kavramasına yardımcı olur.
54. ayetteki وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪ٓ ibaresi bu ayette tekrarlanmıştır. İki anlatım arasındaki zamanın uzamasından dolayı birinci anlatımın unutulması korkusuyla ve anlamı daha da yerleştirmek gayesiyle yapılan bu tekrarda, tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بَقَرَةًۜ, "bakar"ın müennesi veya müfredidir. "Bakar" manda cinsine de şâmil olmak üzere sığır cinsinin genel ismidir. Buna göre, "bakare" erkek veya dişi sığır, yani bir inek veya bir öküz, bir düve veya bir tosun veyahut bir manda olabilir. Bunun erkeğine bâkır, bakîr, beykur, bâkur dahi denilir. "Bakr" yarmak anlamına geldiğinden, bu hayvan da çift sürüp toprağı yarmak için kullanıldığından bu ismi almıştır. (Elmalılı)
قَالُٓوا اَتَتَّخِذُنَا هُزُوًاۜ
Cümle istînâfi beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müsbet fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil hudûs ifade eder.
Mekulü’l kavl olan اَتَتَّخِذُنَا هُزُوًاۜ cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkârî manadadır. Terkip mecazı mürsel mürekkeptir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
قَالَ اَعُوذُ بِاللّٰهِ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ
Cümle şibh-i kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir.
Müsbet fiil cümlesi, faidei haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil hudûs ifade eder.
اَعُوذُ بِاللّٰهِ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ Mekulü’l kavl cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt ve hudûs ifade eder. Ayrıca, olayı muhatabın gözünde canlandırarak konuyu daha iyi kavramasını sağlar.
كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formundaki masdar-ı müevvelde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrurun müteallakı olan haber كَانَ mahzuftur.
Hz. Musa cahillerden olma endişesini, haberin ismin bir mahiyeti haline geldiğini ifade eden كَانَ fiiliyle belirtmiştir. Bu, onun böyle bir konuda alay etmekten son derece sakındığını gösterir.
‘’Alay mı ediyorsun?’’ dedikleri zaman cevap olarak; “alay etmekten Allah’a sığınırım” demesi beklenirken ''Cahillerden olmaktan sana sığınırım'' buyurulmuştur. Buna hakîm uslûbu denir.
Cahil, kelime manası olarak duygularını kontrol edemeyen insanlar için de kullanılır. Hz. Musa çabuk öfkelenen bir mizaca sahipti. Öfkesini kontrol edememekten Allaha sığınmıştır.
قَالَ - قَالُٓوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Hz. Musa sözlerinde telezzüz, teberrük ve onları ikna gayesiyle, bütün kemâl ve celâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâli tekrarlamıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Sen bizimle alay mı ediyorsun? demişlerdi. Bu cümle, kelâmın siyakından anlaşılan şu soru cümlesine cevaptır: "- Peki, onlar bu emir karşısında ne yaptılar, emri yerine getirdiler mi?"
İşte bu sorunun cevabı: "Sen bizimle alay mı ediyorsun yahut sen bizi alay konusu mu yapıyorsun?" olmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا هِيَۜ قَالَ اِنَّهُ يَقُولُ اِنَّهَا بَقَرَةٌ لَا فَارِضٌ وَلَا بِكْرٌۜ عَوَانٌ بَيْنَ ذٰلِكَۜ فَافْعَلُوا مَا تُؤْمَرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالُوا | dediler |
|
2 | ادْعُ | du’a et |
|
3 | لَنَا | bizim için |
|
4 | رَبَّكَ | Rabbine |
|
5 | يُبَيِّنْ | açıklasın |
|
6 | لَنَا | bize |
|
7 | مَا | ne olduğunu |
|
8 | هِيَ | onun |
|
9 | قَالَ | dedi ki |
|
10 | إِنَّهُ | şüphesiz O |
|
11 | يَقُولُ | diyor ki |
|
12 | إِنَّهَا | gerçekten o |
|
13 | بَقَرَةٌ | bir inektir |
|
14 | لَا | olmayan |
|
15 | فَارِضٌ | yaşlı |
|
16 | وَلَا | ve olmayan |
|
17 | بِكْرٌ | körpe |
|
18 | عَوَانٌ | orta yaşlı |
|
19 | بَيْنَ | arasında |
|
20 | ذَٰلِكَ | bunun |
|
21 | فَافْعَلُوا | haydi yapın |
|
22 | مَا | şeyi |
|
23 | تُؤْمَرُونَ | size emredilen |
|
Fârid kelimesi ismi fail kalıbında olup, ferada kökündendir, Türkçe’de kullandığımız farz, faraza, faraziye kelimeleri buradandır. Yaşlı sığır manasında yalnızca bu ayette geçmiştir. Ferada aslen bir şeyi yarıp onda iz bırakmak demektir. Bazısına göre fârid olan sığır, yeri çokça yardığı ve kendisine yüklenen zor işleri yaptığı için böyle isimlendirilmiştir. Sığır manasındaki bakara kelimesinin kökü olan bakara fiili de yarmak demektir. Bikr, küçük olduğu için erkekle cinsi temas etmemiş ve doğurmamış genç demektir. Bekar, bekaret kelimeleri dilimize buradan geçmiştir.
قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا هِيَۜ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl, ادْعُ لَنَا ’ dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اُدْعُ illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri, أنت dir. لَنَا car mecruru ادْعُ fiiline mütealliktir. رَبَّ mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olup mahallen mecrurdur.
فَ karînesi olmadan gelen يُبَيِّنْ cümlesi şartın cevabıdır.
يُبَيِّنْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لَنَا car mecruru يُبَيِّنْ fiiline mütealliktir. مَا هِيَ cümlesi يُبَيِّنْ fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
مَا istifham ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamir هِيَ haber olarak mahallen merfûdur.
يُبَيِّنْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بين ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا هِيَ cümlesiyle kesilmesi istenen ineğin durumu ve özelliği soruluyor. Çünkü onlar sözü edilen ineğin mahiyetini biliyorlardı. Gerçi Arapçada, مَا kelimesi her ne kadar cins ifade eden şeyler için ve كَيْفَ de “vasıf” (nitelik) ifade edenler için kullanılan kelimeler ise de bazen مَا edatı, كَيْفَ yerine kullanılabilmektedir. Bu ise onların, ölü bir sığırın herhangi bir parçasıyla bir ölüye vurmalarıyla dirilme olayına şaşkınlık göstermelerini ifade etmiştir. İşte bu durumdaki hayret ve şaşkınlık uyandıran ineğin niteliğini sorup öğrenmek istiyorlardı. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
قَالَ اِنَّهُ يَقُولُ اِنَّهَا بَقَرَةٌ لَا فَارِضٌ وَلَا بِكْرٌۜ عَوَانٌ بَيْنَ ذٰلِكَۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavl اِنَّهُ يَقُولُ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. يَقُولُ cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَقُولُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavl اِنَّهَا بَقَرَةٌ ’ dir. يَقُولُ fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هَا muttasıl zamir اِنَّ ‘ nin ismi olarak mahallen mansubdur. بَقَرَة kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup damme ile merfûdur.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. فَارِضٌ kelimesi بَقَرَة ‘ ün sıfatı olup damme ile merfûdur. لَا بِكْرٌۜ atıf harfi وَ ile makabline matuftur. عَوَانٌ kelimesi بَقَرَة ‘ün ikinci sıfatı olup damme ile merfûdur.
بَيْنَ mekân zarfı عَوَانٌ ‘a mütealliktir. İşaret ismi ذٰلِكَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ل harfi buud, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَارِضٌ kelimesi, sülâsi mücerredi فرض olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِكْرٌ kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Ayette, بَيْنَ ذٰلِكَ buyuruldu, fakat بَيْنَ ذَيْنِكَ buyurulmadı. Kaldı ki بَيْنَ kelimesi iki ve daha çok şey manasında olmayı gerektiren bir kelimedir. Çünkü, Allah (c.c) bununla sözü edilen özelliktekiler arasından herhangi birini murad etmiştir. Bu hüküm konusunda zamir işaret ismi yerine geçmiştir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
فَافْعَلُوا مَا تُؤْمَرُونَ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن عرفتم ذلك (Eğer bunu bilseydin) şeklindedir.
افْعَلُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تُؤْمَرُونَ ‘ dir.Îrabtan mahalli yoktur.
تُؤْمَرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا هِيَۜ
Ayet beyanî istînaf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir.
قَالُوا mazi fiil cümlesi haberi isnaddır. Müsbet fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil hudûs ifade eder.
Mekulü’l-kavl cümlesi ادْعُ, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
رَبَّكَ kelimesinde muzâfın şanı vardır.
يُبَيِّنْ cümlesi mukadder şartın cevabı olarak gelmiştir.
مَا هِيَۜ cümlesi يُبَيِّنْ fiilinin mef’ûlüdür, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mübteda ve haberden müteşekkil bu cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisaldir.
“Onun (sığırın) ne olduğunu” yani, ‘’hangi sığır’’ olacağının sorulması, cinsi tayin etmek için sorulmuş bir soru değildir. Çünkü Allah, kesilecek şeyin sığır olduğunu zaten söylemişti. Fakat bu soru sığırın yaşını öğrenmek için sorulmuş bir sorudur. Bu yorum cevaptan anlaşılmaktadır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
قَالَ اِنَّهُ يَقُولُ اِنَّهَا بَقَرَةٌ لَا فَارِضٌ وَلَا بِكْرٌۜ عَوَانٌ بَيْنَ ذٰلِكَۜ
Ayet beyanî istînaf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir.
Hazret-i Musa’nın Allah Teâla’ya dua edip kendisine vahiy geldikten sonra verdiği cevaptır. İki cümle arasında meskûtun anh vardır.
قَالَ mazi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil hudûs ifade eder.
Mekulü’l kavl olarak gelen اِنَّهُ يَقُولُ cümlesi اِنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede müsnedin, muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil olarak kullanılması olayın zihinde daha kolay canlandırılmasını sağlayarak muhatabın dikkatini çeker.
قَالَ اِنَّهُ يَقُولُ cümlelerinde mazi fiilden muzari fiile geçişte iltifat sanatı vardır.
Ayetteki اِنَّ ile tekid edilmiş ikinci mekulü’l kavl cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi لَا ’nın tekrarı olumsuzluğu tekid etmek içindir.
Cümledeki sıfatlar ıtnâb sanatıdır.
فَارِضٌ - بِكْرٌۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
فَارِضٌ (çok yaşlı) kelimesinin, pek çok doğum yapmış ve bundan dolayı karnı genişlemiş demek olduğu da söylenmiştir. Çünkü sözlükte bu kelime “geniş” anlamındadır. Bu açıklamayı daha sonraki bazı ilim adamları yapmışlardır. بِكْرٌ (çok genç) ise gebe kalmamış küçük anlamındadır. Kutebî bunun doğum yapmış anlamına geldiğini de nakleder. İlk doğan çocuğa da بِكْرٌ ismi verilir. (Kurtubî)
قَالَ - قَالُوا - يَقُولُ , بَيْنَ - يُبَيِّنْ kelime grupları arasında iştikak cinası, لَنَا ve اِنَّ ’nin tekrarında ve bu kelime gruplarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَافْعَلُوا مَا تُؤْمَرُونَ
Cümlede îcâz-ı hazif vardır. فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir. Cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
مَٓا ism-i mevsûlünde tevcih sanatı vardır. Sılasının muzari fiil olarak gelmesi, olayı muhatabın gözünde canlandırarak konuyu daha iyi kavramasını sağlar.
[Haydi, size emredileni yapın.] Yani, (haydi artık) kesmeniz emredilen sığırı kesin. Bu emir, yalnızca gelecek zaman anlamı değil şimdiki zaman anlamı da içerir. Çünkü onlara bu işi hemen, o an yapmaları emredilmiştir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
Bu, Hazret-i Musa'dan gelen bir emirdir. Yani kesilmesi emredilen ineği hemen kesin demiştir. (Ruhu’l Beyan)
[Artık emrolunduğunuz şeyi yapınız] cümlesi emri yenilemek, tekid etmek ve bu konuda işi zora koşmayı terk etmeleri için bir uyarıdır. Ancak onlar bu işi terk etmediler. Bu ayet fukahanın da belirttiği gibi, emrin vücub gerektirdiğinin delillerindendir. (Kurtubî)
قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا لَوْنُهَاۜ قَالَ اِنَّهُ يَقُولُ اِنَّهَا بَقَرَةٌ صَفْرَٓاءُۙ فَاقِعٌ لَوْنُهَا تَسُرُّ النَّاظِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالُوا | dediler ki |
|
2 | ادْعُ | du’a et |
|
3 | لَنَا | bizim için |
|
4 | رَبَّكَ | Rabbine |
|
5 | يُبَيِّنْ | açıklasın |
|
6 | لَنَا | bize |
|
7 | مَا | nedir |
|
8 | لَوْنُهَا | onun rengi |
|
9 | قَالَ | dedi ki |
|
10 | إِنَّهُ | şüphesiz O |
|
11 | يَقُولُ | diyor |
|
12 | إِنَّهَا | gerçekten o |
|
13 | بَقَرَةٌ | bir inektir |
|
14 | صَفْرَاءُ | sarı renginde |
|
15 | فَاقِعٌ | parlak |
|
16 | لَوْنُهَا | onun rengi |
|
17 | تَسُرُّ | sevinç verir |
|
18 | النَّاظِرِينَ | bakanlara |
|
قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا لَوْنُهَاۜ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l kavli, ادْعُ لَنَا ‘dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اُدْعُ illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir takdiri, اَنْتَ ‘dir. لَنَا car mecruru اُدْعُ fiiline mütealliktir. رَبَّ mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ karînesi olmadan gelen يُبَيِّنْ cümlesi şartın cevabıdır.
يُبَيِّنْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir takdiri, هُوَ ‘dir. لَنَا car mecruru يُبَيِّنْ fiiline mütealliktir. مَا لَوْنُهَاۜ cümlesi يُبَيِّنْ fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
İstifham ismi مَا mübteda olarak mahallen merfûdur. لَوْنُهَاۜ haber olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُبَيِّنْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بين ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
قَالَ اِنَّهُ يَقُولُ اِنَّهَا بَقَرَةٌ صَفْرَٓاءُۙ فَاقِعٌ لَوْنُهَا تَسُرُّ النَّاظِر۪ينَ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavl اِنَّهُ يَقُولُ ’dir. قَالَ fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamir اِنَّ ‘ nin ismi olarak mahallen mansubdur. يَقُولُ cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَقُولُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavl اِنَّهَا بَقَرَةٌ ’dir. يَقُولُ fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. هَا muttasıl zamir اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. بَقَرَة kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup damme ile merfûdur.
صَفْرَٓاءُۙ kelimesi بَقَرَة ‘ ün birinci sıfatı olup damme ile merfûdur. فَاقِعٌ ikinci sıfatı olup damme ile merfûdur. لَوْنُهَا kelimesi ism-i fail فَاقِعٌ ‘un faili olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تَسُرُّ النَّاظِر۪ينَ cümlesi بَقَرَة ‘nın üçüncü sıfatı olup mahallen merfûdur.
تَسُرُّ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. النَّاظِر۪ينَ mef’ûlün bih olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
صَفْرَٓاءُۙ kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
صَفْرَٓاءُ kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاقِعٌ kelimesi, sülâsi mücerredi وقع olan fiilin ism-i failidir.
نَّاظِر۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi نظر olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا لَوْنُهَاۜ
Ayet beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müsbet fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا mazi fiil cümlesi haberi isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil hudûs ifade eder.
Mekulü’l kavl cümlesi olan ادْعُ ise, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Talebin cevap cümlesi يُبَيِّنْ لَنَا , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
رَبَّكَ izafetinde muzâfın şanı vardır.
مَا لَوْنُهَاۜ cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mübteda ve haberden müteşekkil bu cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
قَالَ اِنَّهُ يَقُولُ اِنَّهَا بَقَرَةٌ صَفْرَٓاءُۙ فَاقِعٌ لَوْنُهَا تَسُرُّ النَّاظِر۪ينَ
Ayet beyanî istînaf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Hazret-i Musa’nın, Allah Teâlâ’ya dua edip kendisine vahiy geldikten sonra verdiği cevaptır. İki cümle arasında meskûtun anh vardır.
قَالَ mazi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil hudûs ifade eder.
Mekulü’l-kavl olan اِنَّهُ يَقُولُ cümlesi اِنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil olarak gelmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılmasını sağlayarak muhatabın dikkatini çeker.
Musa (as)’a ait zamirin رَبّ ismine izafe edilmesi ona tazim ve şeref ifade eder.
قَالَ اِنَّهُ يَقُولُ cümlelerinde mazi fiilden muzari fiile geçişte iltifat sanatı vardır.
Ayetteki اِنَّ ile tekid edilmiş ikinci mekulü’l-kavl cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
قَالَ - قَالُوا - يَقُولُ kelimeleri arasında iştikak cinası, لَنَا ve اِنَّ ’nin tekrarında ve bu kelime gruplarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
صَفْرَٓاءُۙ , فَاقِعٌ , تَسُرُّ النَّاظِر۪ينَ sıfatları, anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
68. ayetle aynı üslupla gelen bu ayet arasında reddü’l-acüz ales-sadr vardır.
Bakmak kelimesi اَبْصَرَ ya da رَاَى ile değil de, نَظَرَ fiiliyle gelmiştir. Yani bakanların gözünü alamayacakları, göz alıcı manası vurgulanmıştır. Aslında bu kadar soru sormaya gerek yoktur; çünkü görenlerin gözünü alan sapsarı bir ineği bulmak zor değildir.
سرور , bir faydanın husulü ya da beklenmesi anında kalpte beliren lezzettir. (Keşşâf)
تَسُرُّ fiilinin muzari gelmesi, bu işin yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılmasını sağlar.
Kalbinin coştuğu, nefsinin sakinleştiği, imanının baskın olduğu ve bu yüzden cesur bir savaşçı gibi dünyalıklarla başa çıktığı anlarını çok seviyordu. Hep o halin içinde kalmayı temenni ediyor ama belirsizlikleriyle inişli çıkışlı olan dünyadan ve ona meyil eden nefsinin huysuzluğundan dolayı tökezlediği ve hatta belki düştüğü oluyordu.
Yıllardır, her anında Allah’ı ve O’nun için yaşadığını hatırlayan bir kul olmanın yollarını arıyordu. Bir gün, bir ölümlüye aşık oldu ve onu, günün her saati düşündüğünü idrak ettiği an, sanki bir tokat yemiş gibi uyandı. O kadar çok ağladı ki, nefsi buz kesti ve kendisini uykuya verdi. Sessizleşen ortalıkla beraber insanın sevdiğini her işinde ve gücünde anmanın önemini anladı.
Sevgi ve çaba bir arada olmalıydı. Kullandığı her uygun köşeye ‘Allah!’ yazdı ve bir süre sonra yazılanlar silikleşse de, baktığı her şeyde Rabbini hatırladı. Yürüdüğü her yolun sonunda, Rabbine ulaşmak için çabaladı. Her gününe O’nun adıyla başladı ve bitirdi. Hissettiği her duygu halinde ve uğradığı her düşünce selinde, Allah’a sığındı. Derler ki: son nefesini de O’nun adıyla verdi.
Ey Allahım! Bizi Sana iman ve itaat edenlerden, ahiret gününe inanıp salih ameller işleyenlerden, öldükten sonra korku ve üzüntü hallerinden kurtulanlardan, Senin katındaki ebedi huzura ve mükafatlara kavuşanlardan eyle. En çok Seni sevenlerden ve Senin adınla -Senin adın için- yaşayıp, Senin adınla ölenlerden -son nefesini Senin adınla verenlerden- eyle.
Amin.
***
Detaylara yoğunlaşmanın, gerçekten gerekli olduğu ya da olmadığı yer ve zamanları iyi ayırt etmek önemlidir. Bazen mükemmelliyetçilikten, bazen de tembellikten ama temelde cahillikten dolayı detayların peşinden koşulur. Bir taraftan zaman ve emek israfına dönüşebilecekken, diğer taraftan işten kaçma çabasının dışa vurumudur.
Amacın özünden uzaklaştıran detayların işi zorlaştırmaktan ya da ertelemekten başka bir faydası yoktur. İsrailoğulları, itaatte acele edip herhangi bir inek kurban edebilecekken; sanki bulamadıklarını bahane etme umuduyla gereksiz bir sürü detay sormuşlardır. Bu, yemeğe oturmadan önce çiğneme sayısını hesaba katmak gibi doyma amacına alakasız bir işe benzemektedir.
Gün içerisinde yapması gerekenleri yapamayanlar için uzmanlar: detayları barındıran adımları hesaplamadan önünüzdeki işe, amacınıza ulaştıran bir bütün olarak yaklaşın tavsiyesini vermektedir. Yani çalışmanız gereken saatin her dakikasını planlamak yerine bulunduğunuz dakikadaki iş parçasına odaklanın. İsrailoğulları örneğine dönersek: Buradaki amaç ve ilk tepki Allah’ın emrine itaat etmek iken, onlar amacı ideal ineği bulmaya çevirmişlerdir.
Buna şu açıdan da bakmak mümkündür: Namaza başlamıyorum ya da başımı örtmüyorum çünkü en mükemmel şekilde sürdürememekten korkuyorum ifadesi yaygındır. Gereksiz detayların bir diğer çirkin yüzü de budur: biraz olanın getireceği bereketten, insanı tamamen mahrum bırakarak hiçliğe terkeder. Zira; İsrailoğulları Allah’a itaatten mahrum kalacaklardı, ideal ineği bulamasalardı eğer.
Ey Allahım! Gereksiz detaylarla meşgul olup, asıl yapılması gerekenlerden yani Sana itaatten uzaklaşarak, kaybedenler arasına karışmaktan Sana sığınırız. Şeytanın ve nefsimizin vesveselerine kanarak; dinimize, ilmimize ve hayatımıza fayda sağlamayacak, faydasız soruları sorma ve faydasız bilgi kırıntılarını arama gafletine düşmekten Senin sonsuz rahmetine ve ilmine sığınırız. Bizi; ihtiyacımız olan hakikatleri öğrenenlerden, bedenini ve zihnini ve azmini dinçleştirdiklerinden, öğrendikleriyle amel edenlerden ve imanının temellerini sağlamlaştıranlardan eyle.
Amin.