بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا هِيَۙ اِنَّ الْبَقَرَ تَشَابَهَ عَلَيْنَاۜ وَاِنَّٓا اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَمُهْتَدُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالُوا | dediler ki |
|
2 | ادْعُ | du’a et |
|
3 | لَنَا | bizim için |
|
4 | رَبَّكَ | Rabbine |
|
5 | يُبَيِّنْ | açıklasın |
|
6 | لَنَا | bize |
|
7 | مَا | nasıl bir şey olduğunu |
|
8 | هِيَ | onun |
|
9 | إِنَّ | zira |
|
10 | الْبَقَرَ | o inek |
|
11 | تَشَابَهَ | benzer geldi |
|
12 | عَلَيْنَا | bize |
|
13 | وَإِنَّا | ama mutlaka biz |
|
14 | إِنْ | eğer |
|
15 | شَاءَ | dilerse |
|
16 | اللَّهُ | Allah |
|
17 | لَمُهْتَدُونَ | hidayeti buluruz |
|
Allah dilerse ancak biz doğruyu bulan kimseler oluruz diyor ve inşaallah diyerek aslında Allah’ı suçlayan bir dil kullanıyorlar. Biz elimizden geleni yaptık ama Allah istemedi diyebilmek için. Dua ederken ”inşallah” ı kullanmayız oysa.
Kavminin Hz. Musa’ya ‘Rabbine yalvar’ diye hitap etmesi, akıllarında olan ‘bizim Rabbimiz ise Buzağıdır’ fikrini düşündürür.
Kavmin bir miktar gelişerek inşallah demeyi öğrenmiş olmaları dikkat çekicidir.
Allah birşeyi emrettiği zaman onu hemen yapmalıyız. Daha fazlasını, detayını sorarsak sordukça durumu kendimiz için daha da zorlaştırmış oluruz.
İnşaallah demeden bir işe başlamayalım. Kehf Suresi 23 ve 24. ayetlerde de bu konu açıkça ifade edilmiştir.
قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا هِيَۙ اِنَّ الْبَقَرَ تَشَابَهَ عَلَيْنَاۜ وَاِنَّٓا اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَمُهْتَدُونَ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l kavl, ادْعُ لَنَا ’dur. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
ادْعُ illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri, أنت ‘dir. لَنَا car mecruru ادْعُ fiiline mütealliktir. رَبَّ mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olup mahallen mecrurdur.
فَ karînesi olmadan gelen يُبَيِّنْ cümlesi şartın cevabıdır.
يُبَيِّنْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri, هُوَ ‘dir. لَنَا car mecruru يُبَيِّنْ fiiline mütealliktir. مَا هِيَ cümlesi, mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
İstifham ismi مَا mübteda olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamir هِيَ haber olarak mahallen merfûdur.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
الْبَقَرَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. تَشَابَهَ عَلَيْنَا cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَشَابَهَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَلَيْنَا car mecruru تَشَابَهَ fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. اِنَّ tekid harfidir. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ cümlesi îtiraziyyedir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
شَٓاءَ şart fiili olup, fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. Şartın cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Takdiri, اهتدينا şeklindedir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
مُهْتَدُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
اِنَّ الْبَقَرَ تَشَابَهَ عَلَيْنَاۜ [Çünkü sığırlar bizce birbirlerine benzemektedir.] اَلشَّجَرَ kelimesi شَجَرَةٌ (ağaç) kelimesinin çoğulu olduğu gibi الْبَقَرَ kelimesi de بَقَرَةٌ (inek) kelimesinin çoğuludur. Burada kelimenin sonundaki ة harfi tekillik için eklenmiştir. Ayette kelimenin sonundaki bu harfin kaldırılmış olması, kelimenin çoğul ve cins isim anlamında olduğuna delalet eder. تَشَابَهَ fiili karışmak, kapalı gelmek manasındadır. Fiil burada müzekker kullanılmış olsa da bununla müennes formdaki اِشْتَبَهَتْ (karıştı, birbirine benzedi) ve خُفِيَتْ (kapalı geldi) anlamı kastedilmiştir. Çünkü الْبَقَرَ kelimesi çoğul olsa da ona taalluk eden تَشَابَهَ fiili, الْبَقَرَ kelimesinin lafız yapısına uygun bir şekilde müzekker ve tekil yapılmıştır. Kur’an dışında kullanıldığı zaman, anlamı esas alınarak bu kelime müennes yapılabilir. Ancak Kur’an metninde böyle bir değişiklik yapılması söz konusu değildir. Bir görüşe göre bu ifadenin anlamı “Sığır cinsi bize kapalı geldi.” şeklindedir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
يُبَيِّنْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بين ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
تَشَابَهَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi, شبه ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُهْتَدُونَ sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Ayet beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müsbet fiil cümlesi fâide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا mazi fiil cümlesi haberî isnaddır. Faide-i haber, ibtidaî kelamdır. Mazi fiil hudûs ifade eder. Mekulü’l-kavl cümlesi olan ادْعُ ise, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Talebin cevap cümlesi يُبَيِّنْ لَنَا emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Musa (as)’a ait zamirin, رَبّ ismine izafe edilmesi ona tazim ve şeref ifade eder.
مَا هِيَۙ cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mübteda ve haberden müteşekkil bu cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اِنَّ الْبَقَرَ تَشَابَهَ عَلَيْنَاۜ beyanî istînâf olup fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Önceki iki ayetteki قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا ibaresi bu ayette tekrarlanmıştır. Anlamı daha da yerleştirmek gayesiyle yapılan bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetin sonundaki cümle وَ ’la öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi temasüldür. اِنَّٓ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş faide-i haber inkarî kelamdır.
اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ cümlesi burada اِنَّٓ edatının ismi ile haberi arasında yer almış olan bir itiraz (parantez) cümlesidir. Şart üslubunda haberi isnaddır. Cümlede şartın cevabının hazfedilmesi îcâz-ı hazif sanatıdır. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.
Şartın cevabının hazfi, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan serbestçe düşünebilmesini sağlamaktadır.
قَالَ اِنَّهُ يَقُولُ اِنَّهَا بَقَرَةٌ لَا ذَلُولٌ تُث۪يرُ الْاَرْضَ وَلَا تَسْقِي الْحَرْثَۚ مُسَلَّمَةٌ لَا شِيَةَ ف۪يهَاۜ قَالُوا الْـٰٔنَ جِئْتَ بِالْحَقِّۜ فَذَبَحُوهَا وَمَا كَادُوا يَفْعَلُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dedi ki |
|
2 | إِنَّهُ | şüphesiz O |
|
3 | يَقُولُ | şöyle diyor |
|
4 | إِنَّهَا | gerçekten o |
|
5 | بَقَرَةٌ | bir inektir |
|
6 | لَا | olmayan |
|
7 | ذَلُولٌ | boyundurluk altında |
|
8 | تُثِيرُ | sürmek için |
|
9 | الْأَرْضَ | yeri |
|
10 | وَلَا |
|
|
11 | تَسْقِي | ve sulamaz |
|
12 | الْحَرْثَ | ekin |
|
13 | مُسَلَّمَةٌ | kusursuz |
|
14 | لَا | yoktur |
|
15 | شِيَةَ | hiçbir alacası |
|
16 | فِيهَا | onda |
|
17 | قَالُوا | dediler |
|
18 | الْانَ | işte şimdi |
|
19 | جِئْتَ | getirdin |
|
20 | بِالْحَقِّ | doğruyu |
|
21 | فَذَبَحُوهَا | ve boğazladılar onu |
|
22 | وَمَا |
|
|
23 | كَادُوا | az daha |
|
24 | يَفْعَلُونَ | yapmayacaklardı |
|
Özellikle kutsiyet atfettikleri ineği kestiler. Bizim için de neye en çok önem veriyorsak, neyi gönlümüzde çok yüceltiyorsak odur kesmemiz gerekli olan, kalbimizden çıkarıp atmamız gereken. Çıkaramıyorsak Allah zorla bize çıkarttırıyor. Onunla imtihan oluyoruz.
Bu kadar çok soru sormaları, kesmemek için bahane aramalarındandır.
Burada kısasta hayat vardır ayetine de bir atıf var. Böyle bir cinayet işleyen birisine cezasını vermek, onun öldüreceği bir sürü insanın hayatını kurtarmak demek olduğu için, kısasta hayat vardır.
Ayette adeta Müslüman topluma bir şahsiyet belirlenmektedir.
Müslüman topluma boyunduruk vurulamaz. Müslüman toplum zelil olamaz. Müslüman ancak kendi inancı için çalışır. Kalbi başka, fiili başka olamaz. Kimseye boyun eğmez. Münafık olamaz.
قَالَ اِنَّهُ يَقُولُ اِنَّهَا بَقَرَةٌ لَا ذَلُولٌ تُث۪يرُ الْاَرْضَ وَلَا تَسْقِي الْحَرْثَۚ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l kavli, اِنَّهُ يَقُولُ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamir اِنَّ ‘ nin ismi olarak mahallen mansubdur. يَقُولُ cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَقُولُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavl, اِنَّهَا بَقَرَةٌ ’ dir. يَقُولُ fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هَا muttasıl zamir اِنَّ ‘ nin ismi olarak mahallen mansubdur. بَقَرَة kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup fetha ile mansubdur.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. ذَلُولٌ kelimesi بَقَرَة ‘nün sıfatı olup damme ile merfûdur. تُث۪يرُ الْاَرْضَ cümlesi, بَقَرَةٌ ‘nün ikinci sıfatı olarak mahallen merfûdur.
تُث۪يرُ damme ile merfûdur. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. الْاَرْضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. لَا تَسْقِي cümlesi atıf harfi وَ ‘la تُث۪يرُ ‘ya matuftur.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَسْقِي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. الْحَرْثَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مُسَلَّمَةٌ kelimesi بَقَرَةٌ ‘nün üçüncü sıfatı olup damme ile merfûdur. لَا شِيَةَ ف۪يهَاۜ cümlesi بَقَرَةٌ ‘nün dördüncü sıfatıdır.
لَا cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
شِيَةَ kelimesi لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. Haberi mahzuftur. ف۪يهَا car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine mütealliktir.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُث۪يرُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ثور ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُسَلَّمَةٌ لَا شِيَةَ ف۪يهَاۜ قَالُوا الْـٰٔنَ جِئْتَ بِالْحَقِّۜ فَذَبَحُوهَا وَمَا كَادُوا يَفْعَلُونَ۟
مُسَلَّمَةٌ kelimesi بَقَرَةٌ ‘nün üçüncü sıfatı olup damme ile merfûdur. لَا شِيَةَ ف۪يهَاۜ cümlesi بَقَرَةٌ ‘nün dördüncü sıfatıdır.
لَا cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
شِيَةَ kelimesi لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. Haberi mahzuftur. ف۪يهَا car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine mütealliktir.
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الْـٰٔنَ zaman zarfı, جِئْتَ fiiline mütealliktir. Mekulü’l-kavl, جِئْتَ بِالْحَقّ ’ dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
جِئْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. بِ ta’diyet içindir. بِالْحَقّ car mecruru جِئْتَ fiiline mütealliktir.
ذَبَحُوهَا cümlesi, atıf harfi فَ ile mukadder müstenef cümleye matuftur. Takdiri بحثوا عنها. فوجدوها فذبحوها. (Onu araştırdılar, bulup hemen kestiler) şeklindedir.
ذَبَحُوهَا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ haliyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كاد mukarebe fiillerinden olup nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasbeder.
كَادُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَفْعَلُونَ۟ cümlesi كَادُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَفْعَلُونَ۟ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
مُسَلَّمَةٌ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûlüdür.
ذَلُولٌ kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ اِنَّهُ يَقُولُ اِنَّهَا بَقَرَةٌ لَا ذَلُولٌ تُث۪يرُ الْاَرْضَ وَلَا تَسْقِي الْحَرْثَۚ مُسَلَّمَةٌ لَا شِيَةَ ف۪يهَاۜ
Ayet beyanî istînaf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Hazret-i Musa’nın Allah Teâlâ’ya dua edip kendisine vahiy geldikten sonra verdiği cevaptır. İki cümle arasında meskûtun anh vardır.
قَالَ mazi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil hudûs ifade eder.
Mekulü’l-kavl olan اِنَّهُ يَقُولُ cümlesi اِنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede müsnedin, muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil, olayın zihinde daha kolay canlandırılmasını sağlayarak muhatabın dikkatini çeker.
قَالَ اِنَّهُ يَقُولُ cümlelerinde mazi fiilden muzari fiile geçişte iltifat sanatı vardır.
Ayetteki اِنَّ ile tekid edilmiş ikinci mekulü’l-kavl cümlesi faide-i haber talebî kelamdır. Nefy harfi لَا’nın tekrarı olumsuzluğu tekid etmek için yapılmış ıtnâbtır.
قَالَ - قَالُوا - يَقُولُ kelimeleri arasında iştikak cinası, لَنَا ve اِنَّ ’nin ve bu kelimelerin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Önceki iki ayetteki قَالَ اِنَّهُ يَقُولُ اِنَّهَا بَقَرَةٌ ibaresi bu ayette tekrarlanmıştır. Anlamı daha da yerleştirmek gayesiyle yapılan bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Son üç ayette, bahsedilen ineğin özellikleri sayılarak taksim sanatı yapılmıştır.
Burada ilk لَا olumsuzlama ifade eder; ikincisi ise ilkini tekit etmek için kullanılmış zaid harftir. Zira mana, “o, boyunduruğa koşularak ne tarla sürmüş ne de ekin sulamıştır.” manasıdır. Yani tarla sürmek ve ekin sulamak, boyunduruğa koşulan hayvanın [zelûl] sıfatıdır. Adeta, “tarla süren ve ekin sulayan ‘boyunduruklu bir hayvan’ değildir” denilmiştir. Ebû Abdurrahmân es-Sülemî [v.412/1021] لَا ذَلُولً şeklinde okumuştur; bu durumda ifade, ‘’boyunduruğa koşulma diye bir şey söz konusu değildir” manasına gelir. Bu, hayvanın boyunduruğa koşulmuş olmasını olumsuzladığı gibi böyle bir sıfatla nitelenmesini de olumsuzlar. Bu yüzden o hayvana zelûl [boyunduruğa koşulmuş] denilemez. Bu tıpkı, “bir kavme uğradım ki ne cimri var ne korkak!” ifadesi gibidir. Yani bu ifadede, o kavim içerisinde cimri ve korkak kimsenin bulunmadığı söylenmiş olmaktadır. (Keşşâf)
قَالُوا الْـٰٔنَ جِئْتَ بِالْحَقِّۜ
Ayet beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
قَالُوا mazi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil hudûs ifade eder.
Mekulü’l-kavl cümlesinde zaman zarfının amiline takdimi söz konusudur.
Zeccâc der ki: الْـٰٔنَ kelimesi elif-lamlı sair kelimelerden farklı olduğundan fethalı olarak mebnidir. Çünkü الْ ahid için gelmemiştir. Mesela: ‘’Sen şu ana kadar buradasın’’, derken "şu vakte kadar burdasın" demektir. İşte bu bakımdan mebni bir kelime olarak iki sakin arka arkaya geldiğinden dolayı نَ harfi de üstün almıştır. Bu kelime, geçmiş ile gelecek arasındaki zamanı (hali) ifade eder. (Kurtubî)
فَذَبَحُوهَا وَمَا كَادُوا يَفْعَلُونَ۟
Cümle takip ifade eden فَ harfi ile öncesine atfedilmiştir. Aradan zaman geçmediği anlaşılmaktadır.
Ayetin son cümlesi haldir. وَ ’la gelen cümle كَادُوا ’nun dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَادُ ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olması hükmü takviye ve teceddüt ifade eder.
Bu cümlede hazif vardır. Bu cümlenin başından manaları kelimelerin dizilişinden anlaşılan iki cümle hazfedilmiştir. Bu tür bir hazif, Kur’an'ın îcâzındandır. Takdiri şöyledir: İsrailoğulları, yukarıda zikredilen vasıfları taşıyan sığırı bulup satın aldılar. İstenilen sığırın bu sığır olduğunu anlayınca onu kestiler. Bu, hazif yoluyla îcâz kabilindendir. (Safvetü't Tefâsir)
68-69 ve 71.Ayetlerde اِنَّهُ يَقُولُ [şüphesiz o, o söylüyor] şeklinde vurgu yapılmıştır.
وَاِذْ قَتَلْتُمْ نَفْساً فَادّٰرَءْتُمْ ف۪يهَاۜ وَاللّٰهُ مُخْرِجٌ مَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَۚ
Allah’tan hiçbirşeyin gizleyemeyeceği ve Allah’ın herşeyi açığa çıkaracağı haber verilmiştir.
وَاِذْ قَتَلْتُمْ نَفْسًا فَادّٰرَءْتُمْ ف۪يهَاۜ وَاللّٰهُ مُخْرِجٌ مَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَۚ
وَ istînâfiyyedir. Zaman zarfı اِذْ, takdiri أذكر (Hatırla, düşün) olan mahzuf fiile mütealliktir. قَتَلْتُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَتَلْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. نَفْسًا mef’ûlun bih fetha ile mansubdur.
ادّٰرَءْتُمْ cümlesi atıf harfi فَ ile قَتَلْتُمْ ‘e matuftur. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ادّٰرَءْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهَا car mecruru ادّٰرَءْتُمْ fiiline mütealliktir.
İsim cümlesidir. اللّٰهُ lafza-i celâl mübtada olup damme ile merfûdur. مُخْرِجٌ haber olup damme ile merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl, ism-i fail مُخْرِجٌ ’nun mef’ulün bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabta mahalli yoktur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. تَكْتُمُونَ cümlesi, كُنْتُمْ ‘ün haberi olarak mahallen mansubdur.
تَكْتُمُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
دَارَاَهُ [Onu savundu.], تَدَارَاَ الْقَوْمُ [Topluluk birbirleri ile dövüştü.] demektir. اِدَّارَؤُوا da aynı manaya gelmektedir. اِدَّارَؤُوا fiilinin aslı تَدَارَاَ şeklindedir. Baştaki تَ harfi د harfine katılmıştır. Çünkü تَ harfi ile د harfinin mahreçleri aynıdır. Bu iki harfin birleşmesinden sonra د harfi sakin (harekesiz) kılınmıştır. Sakin bir harfle kelimeye başlanılmayacağı için de başına bir vasıl hemzesi getirilmiştir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
(إِذْ) : Yanlız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsmi failin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır.
3. Sıfat olmalıdır. 4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.
6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ismi fail kendisinden sonra fail ve meful alabilir. Bu fail veya meful bazen ismi failin muzafun ileyhi konumunda da gelebilir. İsmi fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ادّٰرَءْتُمْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tefa’ûl babındadır. Sülâsîsi, درأ ’dır.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
مُخْرِجٌ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذْ قَتَلْتُمْ نَفْسًا فَادّٰرَءْتُمْ ف۪يهَاۜ وَاللّٰهُ مُخْرِجٌ مَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَۚ
Ayet وَ ’la öncesine atfedilmiştir. Cümlede mahzuf اذكروا fiili nedeniyle icâz-ı hazif sanatı vardır. Bu mahzuf fiil, zaman zarfı اِذْ ’in mutellakıdır. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
نَفْسًا ’deki tenvin, herhangi bir kişiye delalet etmektedir.
İsm-i mevsûlün sılası, كان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsned, muzari fiil gelerek hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade etmiştir.
Bütün kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlin müsnedün ileyh olarak gelmesi telezzüz, teberrük, medh ve haşyet içindir.
وَاللّٰهُ مُخْرِجٌ مَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَۚ cümlesi matuf ve matufun aleyh arasında gelen itiraziyyedir.
Birbirini takip eden iki cümle arasına gelen ara cümle, beliğ kelâmın güzelliğini daha da artırır. Cümle-i muterizenin buradaki faydası, hakikatin kuşkusuz meydana çıkacağını muhataplara bildirmektir. (Safvetü't Tefâsir)
[Allah gizlediklerinizi açığa çıkaracaktır]. Şüphesiz onu ortaya çıkaracaktır. مُخْرِجٌ ism-i faili amel etmiştir, çünkü gelecek zaman hikayesidir. (Beyzâvî)
Burada, bu karşılıklı suçlama ve ihtilaf olayının yaşandığı dönem, Hz.Musa Peygamberin zamanında olmasına rağmen, cinayetin açığa çıkma hadisesi gelecek zamanda, hadise olup bittikten çok zaman sonra Kur’an’ın nüzûlü esnasında hikaye edilmiştir. Bu tıpkı ِباسط ذراعينه [köpekleri de ön ayaklarını eşiğe uzatmıştı] (Kehf 18/18)] ifadesinde, olay anında şimdiki zaman durumunda olan bir şeyin hikaye edilmesine benzer. (Keşşâf)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
مُخْرِجٌ - تَكْتُمُونَۚ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
فَقُلْنَا اضْرِبُوهُ بِبَعْضِهَاۜ كَذٰلِكَ يُحْـيِ اللّٰهُ الْمَوْتٰى وَيُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَقُلْنَا | dedik ki |
|
2 | اضْرِبُوهُ | vurun ona (öldürülene) |
|
3 | بِبَعْضِهَا | (ineğin) bir parçasıyla |
|
4 | كَذَٰلِكَ | işte böylece |
|
5 | يُحْيِي | diriltir |
|
6 | اللَّهُ | Allah |
|
7 | الْمَوْتَىٰ | ölüleri |
|
8 | وَيُرِيكُمْ | ve size gösterir |
|
9 | ايَاتِهِ | ayetlerini |
|
10 | لَعَلَّكُمْ | umulur ki |
|
11 | تَعْقِلُونَ | düşünürsünüz |
|
(Akıl erdiresiniz diye) buyurulmuştur. Oysa aklı melekeleri çalıştırabilmek için kalbin selim olması gerekiyor. Hemen sonraki ayetlerde de kalplerin durumundan bahsediyor.
Bu arada عفل kelimesi bugün arapların kafalarına taktıkları o uzun başörtünün üzerine geçirdikleri yuvarlak tasma gibi şeye verilen bir isimdir aynı zamanda. Devenin üzerine oturunca onu devenin boynuna geçirip hayvana onunla yön verirler.
Yani akıllarınız size yön vermiyor mu? Demektir.
Allahu Teala adeta ahirette ölüleri nasıl dirilteceğini göstermektedir. Bize ‘Aklınızı kullanın’ ve ahirette tekrar dirileceğinize iman edin demek istemektedir. Deneysel bilgi imanı tatmin noktasına ulaştırır. Bakara 260. Ayetinde Hz. İbrahim’in kalbinin tam tatmin olmayı arzu etmesinde olduğu gibi. Din ve ilim adamı kendisi doyum noktasına ulaşırsa tesir ettiği halkını da o noktaya ulaştırabilir.
فَقُلْنَا اضْرِبُوهُ بِبَعْضِهَاۜ كَذٰلِكَ يُحْيِ اللّٰهُ الْمَوْتٰى وَيُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir.Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl, اضْرِبُوهُ ’ dır. قُلْنَا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اضْرِبُوهُ fiili نَ ‘ un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِبَعْضِ car mecruru اضْرِبُو fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَ harfi ceri مِثْلِ manasındadır. ذا işaret ismi, ل buud, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir. كَذٰلِكَ car mecruru mahzuf mef’ûlun mahzuf sıfatına mütealliktir. Takdiri, ذلك يحيي الله الموتى إحياء مثل ذلك الإحياء (İşte Allah bu diriltme gibi ölüleri diriltir.) şeklindedir.
يُحْـيِ fiili يِ üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup
damme ile merfûdur. الْمَوْتٰى mef‘ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. الْمَوْتٰى maksur isimdir.
يُر۪يكُمْ atıf harfi وَ ‘ la يُحْـيِ ‘ye matuftur. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُر۪يكُمْ fiili يِ üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اٰيَاتِه۪ ikinci mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
كُمْ muttasıl zamir لَعَلّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. تَعْقِلُونَ cümlesi لَعَلّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَعْقِلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Ayetteki اضْرِبُوهُ kelimesinde yer alan zamir bir önceki ayette geçen نَفْسًا kelimesine işaret eder. Zamirin müzekker olarak gelmesi, نَفْسًا kelimesinin şahıs veya insan olarak yorumlanması nedeniyledir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
الْمَوْتٰى maksur isimdir. Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile irab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُر۪يكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رأي ’dir.
يُحْـيِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حيي ‘dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَقُلْنَا اضْرِبُوهُ بِبَعْضِهَاۜ كَذٰلِكَ يُحْيِ اللّٰهُ الْمَوْتٰى وَيُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪
Ayet فَ ile öncesine atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. قُلْنَا fiilinin mef’ûlü olan mekulü’l-kavl cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
كَذٰلِكَ يُحْيِ اللّٰهُ الْمَوْتٰى cümlesi, istînâfiye olarak fasılla gelmiştir.
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/28, S.101)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
يُحْيِ ve الْمَوْتٰى kelimeleri arasında tıbâkı îcab sanatı vardır.
فَقُلْنَا اضْرِبُوهُ بِبَعْضِهَاۜ [Bir parçasıyla ona vurun] buyrulup akabinde de Allah’ın ölüyü diriltmesi ifade edilince, müfessirlerden ekser kısmı bu ifadeyi (kesilen ineğin bir parçası ile ölüye vurulmak suretiyle onun dirilmesi) olarak açıklamışlardır. Bu durumda bu hadisenin mucize olduğu aşikârdır; Allah emrederse ölmüş olan kişi herhangi bir sebebe ihtiyaç olmaksızın da dirilebilir. Yüce Allah insanların dikkatini çekmek için böyle bir olayın olmasını istemiş ve mucizeyi gerçekleştirmiştir. (Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir)
اضْرِبُوهُ [ona vurun] ifadesindeki zamir ya nefs kelimesine -ki bu durumda zamirin müzekker olmasının sebebi, bu nefsin insan ya da şahıs anlamında değerlendirilmesidir- ya da maktule işaret eder. Nitekim مَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَ ifadesi buna delalet eder. (Keşşâf)
اٰيَاتِه۪ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması, ayetlerin şanı içindir.
لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
Ayetin son cümlesi ta’lil cümlesidir. Kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır. Gayrı talebî inşâ cümlesidir. لَعَلَّ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.
‘’Umulur ki’’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘’...olsun diye, ...olması için’’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için, mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ فَهِيَ كَالْحِجَارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْوَةًۜ وَاِنَّ مِنَ الْحِجَارَةِ لَمَا يَتَفَجَّرُ مِنْهُ الْاَنْهَارُۜ وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ الْمَٓاءُۜ وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ثُمَّ | sonra yine |
|
2 | قَسَتْ | katılaştı |
|
3 | قُلُوبُكُمْ | kalbleriniz |
|
4 | مِنْ | -ından |
|
5 | بَعْدِ | ard- |
|
6 | ذَٰلِكَ | bunun |
|
7 | فَهِيَ | şimdi onlar |
|
8 | كَالْحِجَارَةِ | taş gibi |
|
9 | أَوْ | hatta |
|
10 | أَشَدُّ | daha da |
|
11 | قَسْوَةً | katıdır |
|
12 | وَإِنَّ | çünkü |
|
13 | مِنَ |
|
|
14 | الْحِجَارَةِ | öyle taş |
|
15 | لَمَا | var ki |
|
16 | يَتَفَجَّرُ | fışkırır |
|
17 | مِنْهُ | içinden |
|
18 | الْأَنْهَارُ | ırmaklar |
|
19 | وَإِنَّ | ve şüphesiz |
|
20 | مِنْهَا | öylesi de |
|
21 | لَمَا | var ki |
|
22 | يَشَّقَّقُ | çatlayıverir de |
|
23 | فَيَخْرُجُ | çıkar |
|
24 | مِنْهُ | ondan |
|
25 | الْمَاءُ | su |
|
26 | وَإِنَّ | ve şüphesiz |
|
27 | مِنْهَا | ondan |
|
28 | لَمَا | öylesi de var ki |
|
29 | يَهْبِطُ | aşağı yuvarlanır |
|
30 | مِنْ | -ndan |
|
31 | خَشْيَةِ | korkusu- |
|
32 | اللَّهِ | Allah |
|
33 | وَمَا | ve değildir |
|
34 | اللَّهُ | Allah |
|
35 | بِغَافِلٍ | gafil |
|
36 | عَمَّا | -dan |
|
37 | تَعْمَلُونَ | yaptıklarınız- |
|
Sanki bu ayette taşlar (kalpler) üçe ayrılmış ve kalpleri katılaşmamış müminlerin kabiliyetlerine göre hizmet verişleri anlatılmaktadır.
1. Büyük beceri ve çalışmalarla bütün topluma faydalı ve berrak nehirler gibi olmak, yani bulunduğu yeri münbit hale getirmek (içinden nehirler fışkıranlar)
2. Birinciye güç yetiremiyorsa gözeler gibi en azından yakın çevresine faydalı olmak (Yarılıp içinden su çıkanlar)
3. Ya da ruhunu yüceltip marifetullah ile gönlünü doldurup kulları Allah’a yönlendirmek (Allah korkusundan parçalanarak dağlardan aşağı inenler)
Ayetin sonu Allah’ın amellerden gafil olmadığını hatırlatarak dikkati amellere çekiyor.
Min ba’di zâlike (Bunun ardından); ölmüş bir adamın tekrar hayat buluşunun ardından bile Allahın mesajını ciddiye almadınız.
Nur suresi 35. ayetin tefsirlerinde kalp, içinde Allah’ın nurunu taşıyan camdan bir kandile benzetilir.
Burda katılaşan, taşa dönüşen kalplerden bahsediliyor. Onun içine Allah’ın nuru girmesin diye taşlaştırdınız kalplerinizi deniliyor adeta. (Nouman Ali Han Özlü Tefsir Dersleri)
Allahu Teala’nın muradı Hz. Musa’nın kavminin akıllarını kullanmaları iken bunu yapmadıkları için kalpleri katılaşmış ve hatta daha da sertleşmiş; yani akılları adeta çalışmaz hale gelmiştir. Hatta taşa hakaret olmasın; içinden nehirler fışkıran ve yarılarak su kaynağı olan taşlar vardır. Hatta Allah’a duyduğu haşyetten dolayı inen taşlar, adeta atom fiziğini ifade etmektedir. Atom çekirdeği etrafında dönen elektronlar adeta Allah’a haşyet (saygı ve korku) ile ibadet etmektedir.
Hz. Musa’nın kalplerini yumuşatamadığı bu insanların adeta bugün de kalpleri yumuşamamaktadır.
ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ فَهِيَ كَالْحِجَارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْوَةًۜ وَاِنَّ مِنَ الْحِجَارَةِ لَمَا يَتَفَجَّرُ مِنْهُ الْاَنْهَارُۜ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir. Ayet ثُمَّ atıf harfi ile mukadder cümleye matuftur. Takdiri, فضربوها فحييت. (Ona vurdular hemen dirildi.) şeklindedir.
Fiil cümlesidir. قَسَتْ fiili iki sakin harfin birleşmesi dolayısıyla hazfedilmiş elif üzerine mukadder fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. قُلُوبُ fail olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ بَعْدِ car mecruru قَسَتْ fiiline mütealliktir. İsm-i işaret ذٰلِكَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ل harfi buud, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir. İsim cümlesidir. فَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هِيَ mübteda olarak mahallen merfûdur. كَ harfi مِثْلِ manasındadır. كَالْحِجَارَةِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.
اَوْ atıf harfidir. Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَشَدُّ mahzuf mübtedaya mütealliktir. Takdiri, هِيَ ‘dir. قَسْوَةً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.Temyiz 2’ye ayrılır:
1. Melfuz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhuz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَشَدُّ ism-i tafdildir.İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ismi tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ istînâfiyedir. Haliyye olması da caizdir. İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
مِنَ الْحِجَارَةِ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
مَا müşterek ism-i mevsûl اِنَّ ’ nin muahhar ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَتَفَجَّرُ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَتَفَجَّرُ damme ile merfû muzari fiildir. مِنْهُ car mecruru يَتَفَجَّرُ fiiline mütealliktir. الْاَنْهَارُ fail olup damme ile merfûdur.
يَتَفَجَّرُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi, فجر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ الْمَٓاءُۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
مِنْهَا car mecruru اِنَّ ’ nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
مَا müşterek ism-i mevsûl اِنَّ ’nin muahhar ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَّقَّقُ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur. يَخْرُجُ atıf harfi فَ ile makabline matuftur.
يَخْرُجُ damme ile merfû muzari fiildir. مِنْهُ carmecruru يَخْرُجُ fiiline mütealliktir. الْمَٓاءُۜ fail olup damme ile merfûdur.
يَشَّقَّقُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi, شقق ’dır. Aslı, يتشقق şeklindedir. تَ harflerinden biri ش ‘a idgam edildi.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِۜ
Cümle, atıf harfi وَ ile اِنَّ مِنَ الْحِجَارَةِ ‘e matuftur. İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
مِنْهَا car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
مَا müşterek ism-i mevsûlu اِنَّ ’nin muahhar ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَهْبِطُ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
يَهْبِطُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مِنْ خَشْيَةِ car mecruru يَهْبِطُ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
و istînâfiyyedir. مَا olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.
اللّٰهُ lafza-i celâl مَا ’ nın ismi olup damme ile merfûdur. بِ harf-i ceri zaiddir. غَافِلٍ kelimesi lafzen mecrur, مَا ’nın haberi olarak mahallen mansubdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu عَنْ harfi ceriyle غَافِلٍ 'ye mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası تَعْمَلُونَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur. Aid zamir mahzuftur. Takdiri, تعملونه şeklindedir.
تَعْمَلُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Burada بِ harfi manayı pekiştirmek için gelmiş olup zaiddir. Olumlu cümlelerde لَ harfinin tekit ifade ettiği gibi olumsuz cümlelerde de لَيْسَ ve مَا ' nın haberinin başında gelen بِ harfi tekid bildirir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, II, 142)
Kur'an-ı Kerim'de بِ harfi 22 yerde لَيْسَ ’nin, 19 yerde de مَا ’nın haberinin başında zaid olarak gelmiştir. (Ahmet Yüksel, Biçim, Anlam ve İmlâ Yönüyle Arapçada Zaidlik)
غَافِلٍ kelimesi, sülâsi mücerredi غفل olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ
ثُمَّ atıf harfiyle ayet mahzuf bir ifadeye atfedilmiştir. Takdiri فضربوها فحييت..(Ona vurdular canlandı…) şeklindedir.
Bu ayetle önceki ayet arasında meskûtun anh vardır.
ثُمَّ bir mühletle birlikte sıralama bildirir. ثُمَّ edatı, birbirine bağlanan ögelerin arasında, kısa da olsa bir süre sonra gerçekleştiklerini ifade eder. Bu edat, terahi ifade eder. Terahi, sözlükte sonra olmak ve gecikmek anlamındadır. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
ذٰلِكَ ile müşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, S. 190)
İşaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi akli bir şeye, işaret ismiyle işaret edilirse, akli olan hissi olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Cami her ikisindeki vucudun tahakkukudur.
فَهِيَ كَالْحِجَارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْوَة
فَ ile öncesine atfedilen cümle, faide-i haber ibtidai kelamdır. Ta’lil cümlesidir.
Ayetteki قَسْوَة kelimesi katı ve sert anlamına gelmektedir. Tıpkı taş katılığında bir sertlik... Ayette kalpler katılık ve sertlikte taşa benzetiliyor. Çünkü hiçbir şeyden ders ve ibret almıyorlar. Hiçbir öğüt ve vaaz kendilerini yumuşatmıyor. Bu kadar şeyler işitmelerine, ölünün dirilmesi olayını görmelerine ve daha birçok işaretlerin sunulmasına rağmen hiçbir şey onları etkilemedi ki bunlardan dağlar erir, kayalar yumuşardı. (Ruhul Beyan)
فَهِيَ كَالْحِجَارَةِ [Onlar taş gibidir.] cümlesinde teşbih sanatı vardır. Bu sanata, teşbih-i mürsel ve mücmel denilir. Burada teşbih edatı söylenmiş benzeme yönü ise kaldırılmıştır.
Bu ayette kalpler (müşebbeh), taşlara (müşebbehün bih) benzetilerek, müşebbehi akli, müşebbehün bihi hissi olan teşbih yapılmıştır.
مِنْ بَعْدِ ifadesi, öldürülen kimsenin diriltilmesinden sonra veya daha önce tek tek sayılan ve geçen olaylardan sonra anlamındadır. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
Buradaki اَشَدُّ [daha şiddetli] ifadesi, كَالْحِجَارَة ’deki كَ ’ye atıftır. Bu da iki anlama gelebilir: ilk ihtimal, مِثْلُ اَشَدُّ قَسْوَةٌ [daha şiddetli kasvet sahibi olan gibidir] anlamına gelmesidir ki bu durumda muzâf مثل hazfedilmiş, muzâfun ileyh onun yerine ikame edilmiş olur.
İkinci ihtimal ise, bunun bizzat kendisi daha şiddetli kasvet sahibidir anlamına gelmesidir. Anlam; bu kalplerin halini bilen kimse, onları ya taşa ya da taştan daha sert bir şeye benzetir. Örneğin: demir-çeliğe benzetir ya da onları bilen kimse taşa benzetir şeklindedir. Ya da onlar taştan daha kasvetlidir, denilmiş olabilir.
Şayet, “Neden ayette ً اَوْ اَشَدُّ قَسْوَة [daha kasvetli] denildi, oysa kasvetin ism-i tafdil şeklinde bir kullanımı اقسي ve hayret fiili şeklinde kullanımı da mevcuttur?” dersen, şöyle derim: Ayetteki kullanım kasvetin aşırılığına daha açık ve güçlü delalet ettiği için tercih edilmiştir. Diğer bir izah da şöyledir: Burada “en kasvetli” manası kastedilmemiş, aksine kasvetin şiddetlilik niteliği ile nitelendirilmesi kastedilmiştir. Sanki “taşların kasveti çok şiddetlidir, ama onların kalbinin kasveti daha şiddetlidir” denilmek istenmiştir. (Keşşâf)
وَاِنَّ مِنَ الْحِجَارَةِ لَمَا يَتَفَجَّرُ مِنْهُ الْاَنْهَارُۜ
وَ istînâfiyye veya haliyyedir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelam olan cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, sonra gelecek habere merak uyandırarak dikkat çekmek amacına matuftur.
لَمَا يَتَفَجَّرُ مِنْهُ الْاَنْهَارُۜ [Ondan ırmaklar fışkırır.] cümlesinde mecaz-ı mürsel sanatı kullanılmıştır. Ancak ondan nehirler fışkırır demekle, nehirde akan su fışkırır denmek istenmiştir. Araplar mekânı zikredip o mekânda bulunan nesneyi kast ederler. Örnekte de nehir söylenip içinde akan suyun kast edilmesi de bu duruma örnektir. Belirti açıktır ancak nehir değil nehrin içindeki su fışkırır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir)
وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ الْمَٓاءُۜ
وَ ’la atfedilen bu cümle öncekiyle aynı üslupla gelmiştir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
فَيَخْرُجُ fiil cümlesi فَ ile isim cümlesine atfedilmiştir.
Taşlar etkilenir ve reaksiyona uğrar; onlardan kimisi çatlar ondan su çıkar ve ırmaklar fışkırır. Kimisi Allah Teâlâ’nın muradına itaat ederek dağların başından aşağıya doğru yuvarlanır. Bunların kalpleri ise onun emrinden etkilenmez ve hiçbir reaksiyon (tepki) göstermez. Ayette geçen التفجر ifadesi, genişleyerek ve çoğalarak açılmaktır. Korku da itaattan mecazdır. (Beyzâvî)
وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِۜ
Cümle وَ’ la اِنَّ مِنَ الْحِجَارَةِ cümlesine atfedilmiştir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
خَشْيَةِ اللّٰهِ izafeti muzâfın şanı içindir.
Mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu sebeple lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Ayette taşların değişikliğe uğrama halleri sayılarak taksim sanatı yapılmıştır.
Taşların Allah’a haşyet duyması ifadesinde istiare vardır. Taşlar akıllı bir canlıya benzetilmiştir. Müstear minh zikredilmemiştir.
وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
وَ istînâfiyedir. Zaid ب harfi ile tekid edilen cümle, faide-i haber talebî kelamdır.
ليس gibi amel etmiş olan مَا ’nın haberine dahil olan zaid بِ harfi tekid ifade eder. غَافِلٍ lafzen mecrur mahallen merfûdur.
Mevsûl olan مَا ’nın sılasının muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği, muhayyileyi harekete geçirerek olayı göz önüne getirir.
[Allah yapmakta olduğunuz şeylerden gafil değildir] ifadesi bir vaîd, yani tehdittir.
Bu ifadenin altında “Her davranışınız değerlendirilmektedir” anlamı yatmaktadır. Bir anlamın içine başka bir anlamın gizlenmesi idmâc sanatıdır.
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri itnab babındandır.
Lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Cümlede iki farklı görevdeki مَا ’larda tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bütün kemâl ve celâl sıfatların anlamlarını bünyesinde barındıran lafza-i celâlin tekrarı telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırma amacına matuftur. Ayrıca bu tekrarda cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قَسْوَة - قَسَتْ kelimeleri arasında iştikak cinası, bu kelimelerin ve اِنَّ , لَمَا , الْحِجَارَةِ , مِنْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْمَٓاءُ - الْاَنْهَارُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Meşhur bir söz de şöyledir: ”Dört şey vardır ki, bunlar kişinin bedbahtlığının alametlerindendir: Yaşsız göz, katı yürek, uzun emel, dünyaya düşkünlük." (Ruhul Beyan)
اَفَتَطْمَعُونَ اَنْ يُؤْمِنُوا لَكُمْ وَقَدْ كَانَ فَر۪يقٌ مِنْهُمْ يَسْمَعُونَ كَلَامَ اللّٰهِ ثُمَّ يُحَرِّفُونَهُ مِنْ بَعْدِ مَا عَقَلُوهُ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَفَتَطْمَعُونَ | umuyor musunuz? |
|
2 | أَنْ | ki |
|
3 | يُؤْمِنُوا | inanacaklar |
|
4 | لَكُمْ | size |
|
5 | وَقَدْ | oysa |
|
6 | كَانَ | vardı ki |
|
7 | فَرِيقٌ | bir grup |
|
8 | مِنْهُمْ | bunlardan |
|
9 | يَسْمَعُونَ | işitirlerdi de |
|
10 | كَلَامَ | sözünü |
|
11 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
12 | ثُمَّ | sonra |
|
13 | يُحَرِّفُونَهُ | onu değiştirirlerdi |
|
14 | مِنْ | -ından |
|
15 | بَعْدِ | ard- |
|
16 | مَا |
|
|
17 | عَقَلُوهُ | düşünüp akıl erdirdikten |
|
18 | وَهُمْ | ve onlar |
|
19 | يَعْلَمُونَ | bildikleri halde |
|
Kelam; keleme fiilinden türemiştir, yaralamak demektir. Duyum ve gözlem yoluyla insan idraki üzerinde kalıcı bir etki bırakmaktır. Bu harflerden oluşan bütün fiillerde etki ve güç manası vardır. Kelime, kemale ermek, meleke yetenek, kabiliyet, lekeme tokat attı demektir.
Onlar Allah’ın kelamını işitirler ve etkilenirler. Burada “kavl” değil, “kelam” buyurulmuştur. Kavl’de ağırlık manası, kelam’da etki manası vardır.
Kişi, işitip dinleyecek, akledecek sonra bunu imana dönüştürecektir. Ama taştan daha da katılaşmış bu kişilerin kalplerine iman giremez. Artık iman etmelerinden umut kesilmiş olup bile bile tahrifat yapmaktadırlar. Maide Suresi 13. ayette ve Ali İmran 78.de bu tahrifattan bahseder.
Müslümanların asla bu tahrifatı yapmaya kalkışmaması gerektiği ima edilmektedir.
Kelam; keleme fiilinden türemiştir, yaralamak demektir. Duyum ve gözlem yoluyla insan idraki üzerinde kalıcı bir etki bırakmaktır. Bu harflerden oluşan bütün fiillerde etki ve güç manası vardır. Kelime, kemale ermek, meleke yetenek, kabiliyet, lekeme tokat attı demektir.
Onlar Allah’ın kelamını işitirler ve etkilenirler. Burada “kavl” değil, “kelam” buyurulmuştur. Kavl’de ağırlık manası, kelam’da etki manası vardır.
Harf de bir şeyin ucu demektir. Türkçe’de kullandığımız tahrif kelimesi bu köktendir. Bir şeyi tahrif etmek, onu eğip bükmektir. Ayette de bu manada kullanılmıştır.
اَفَتَطْمَعُونَ اَنْ يُؤْمِنُوا لَكُمْ وَقَدْ كَانَ فَر۪يقٌ مِنْهُمْ يَسْمَعُونَ كَلَامَ اللّٰهِ
Hemze istifham harfidir. Ayet فَ atıf harfi ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أتعلمون أخبارهم فتطمعون (Onların haberlerini biliyor musunuz ki …. umuyorsunuz?) şeklindedir.
Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَطْمَعُونَ fiili نَ ' un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel takdir edilmiş في harfi ceriyle birlikte تَطْمَعُونَ fiiline mütealliktir.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
يُؤْمِنُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. لَكُمْ car mecruru يُؤْمِنُوا fiiline mütealliktir.
وَ haliyyedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref, haberini nasb eder.
فَر۪يقٌ kelimesi كَانَ ’nin ismi olup damme ile merfûdur. مِنْهُمْ car mecruru فَر۪يقٌ ’ un mahzuf sıfatına mütealliktir. يَسْمَعُونَ fiili كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
يَسْمَعُونَ fiili نَ 'un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur. كَلَامَ mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Fiili muzarinin başına “ اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdarı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُؤْمِنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi, أمن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
ثُمَّ يُحَرِّفُونَهُ مِنْ بَعْدِ مَا عَقَلُوهُ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir. يُحَرِّفُونَهُ atıf harfi ثُمَّ ile يَسْمَعُونَ ’ ye matuftur.
يُحَرِّفُونَهُ fiili نَ ' un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ بَعْدِ car mecruru يُحَرِّفُونَ fiiline mütealliktir. مَا ve masdar-ı müevvel muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَقَلُوهُ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يُحَرِّفُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi حرف ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَهُمْ يَعْلَمُونَ
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَعْلَمُونَ fiili haber olarak mahallen merfûdur.
يَعْلَمُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَفَتَطْمَعُونَ اَنْ يُؤْمِنُوا لَكُمْ
Hemze inkarî istifham, فَ atıf veya istînâf harfidir.
Cümle takdiri أتعلمون أخبارهم فتطمعون (Onların haberlerini biliyor musunuz ki …. umuyorsunuz?) şeklinde olabilecek bir istînâfa matuftur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ, muhataplar ise Rasulullah (sav) ve inananlardır.
İstifham üslubunda gelen ayette hemze, inkârî manadadır. Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnad olmasına rağmen inkâr ve kınama manası taşımaktadır. Vaz edildiği mana dışında anlam kazanması sebebiyle cümle, mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla, soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Cümledeki fiillerin muzari sigasıyla gelmiş olması, muzari fiilin teceddüt ve tecessüm özelliğini ilave etmiştir.
Ayette yer alan ve soru anlamında olan hemze, Yahudilerin inkarcılıklarını ve imana yaklaşmalarının uzak bir ihtimal olduğunu göstermektedir. (Ruhu’l-Beyan)
وَقَدْ كَانَ فَر۪يقٌ مِنْهُمْ يَسْمَعُونَ كَلَامَ اللّٰهِ
Hal olarak gelen cümle قَدْ harfiyle tekid edilmiştir. Faide-i haber talebî kelamdır. كَانَ ’nin isminin nekre gelişi, ayette bahsi geçen zümreye tahkir ifade eder.
يَسْمَعُونَ كَلَامَ اللّٰهِ cümlesi nasb mahallinde كَانَ ’nin haberidir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Müsnedin ileyhin fiil olan habere takdim edilmesi, hükmü takviye yani tekid etmek içindir. (Âşûr)
كَلَامَ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olması كَلَامَ kelimesine şeref kazandırmıştır.
Ayetteki [Allah'ın sözünü işitiyorlar] ifadesinden maksat; ‘’Hazreti Musa'nın okuduğu Tevrat'ı işitiyorlar’’, demektir. (Ruhu’l-Beyan)
ثُمَّ يُحَرِّفُونَهُ مِنْ بَعْدِ مَا عَقَلُوهُ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Cümlenin ثُمَّ ile atfedilmesi, sonraki durumun bir süre sonra gerçekleştiğine işaret eder. ثُمَّ sözlükte sonra olmak ve gecikmek anlamında terahi ifade eder.
Ayetin sonundaki mübteda ve haberden müteşekkil hal cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin müsnedinin muzari fiil olması, hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.
Bu ifade ile onlar azarlanmaktadırlar. Yani, bu yahudilerin atalarının geçmişte öyle kötü işleri ve inatları olmuştur ki, işte bunlar da aynı yolu izleyip gidiyorlar. Nasıl olur da siz onların iman edeceklerini umabiliyorsunuz? (Kurtubî)
عَقَلُوهُ - يَعْلَمُو , ثُمَّ - بَعْدِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
يَعْلَمُونَ - يَسْمَعُونَ - تَطْمَعُونَ kelimeleri arasında muvazene sanatı vardır.
وَاِذَا لَقُوا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قَالُٓوا اٰمَنَّاۚ وَاِذَا خَلَا بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ قَالُٓوا اَتُحَدِّثُونَهُمْ بِمَا فَتَحَ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ لِيُحَٓاجُّوكُمْ بِه۪ عِنْدَ رَبِّكُمْۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | zaman |
|
2 | لَقُوا | rastladıkları |
|
3 | الَّذِينَ | kimselerle |
|
4 | امَنُوا | inanan |
|
5 | قَالُوا | derler |
|
6 | امَنَّا | inandık |
|
7 | وَإِذَا | zaman |
|
8 | خَلَا | yalnız kaldıkları |
|
9 | بَعْضُهُمْ | onların bazısı |
|
10 | إِلَىٰ | -na |
|
11 | بَعْضٍ | bazısı- |
|
12 | قَالُوا | derler |
|
13 | أَتُحَدِّثُونَهُمْ | onlara haber mi veriyorsunuz |
|
14 | بِمَا | şeyleri |
|
15 | فَتَحَ | açtığı |
|
16 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
17 | عَلَيْكُمْ | size |
|
18 | لِيُحَاجُّوكُمْ | sizin aleyhinizde delil olarak kullansınlar |
|
19 | بِهِ | onu |
|
20 | عِنْدَ | katında |
|
21 | رَبِّكُمْ | Rabbiniz |
|
22 | أَفَلَا |
|
|
23 | تَعْقِلُونَ | Aklınızı kullanmıyor musunuz? |
|
وَاِذَا لَقُوا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قَالُٓوا اٰمَنَّاۚ
وَ atıf harfidir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezm etmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. اِذَا zaman zarfı, قَالُٓوا ‘nun cevabına mütealliktir. لَقُوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَقُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olup mahallen merfûdur. Mahallen meczumdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mef‘ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl اٰمَنَّا ’ dır. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlü bihi olarak mahallen mansubdur.
فَ karînesi olmadan gelen قَالُوا cümlesi şartın cevabıdır.
قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اٰمَنَّا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
اٰمَنَّا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاِذَا خَلَا بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ قَالُٓوا اَتُحَدِّثُونَهُمْ بِمَا فَتَحَ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ لِيُحَٓاجُّوكُمْ بِه۪ عِنْدَ رَبِّكُمْۜ
وَ atıf harfidir. اِذَا şart manalı, cümleye muzaf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. خَلَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
خَلَا elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. بَعْضُهُمْ fail olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِلٰى بَعْضٍ car mecruru خَلَا fiiline mütealliktir.
فَ karînesi olmadan gelen قَالُوا cümlesi şartın cevabıdır.
قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl اَتُحَدِّثُونَهُمْ ‘dir. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlü bihi olarak mahallen mansubdur.
Hemze istifham harfidir. تُحَدِّثُونَهُمْ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مَا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle تُحَدِّثُونَهُمْ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası فَتَحَ اللّٰهُ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
فَتَحَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. عَلَيْكُمْ car mecruru فَتَحَ fiiline mütealliktir.
لِ harfi, يُحَٓاجُّوكُمْ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte تُحَدِّثُونَهُمْ fiiline mütealliktir. يُحَٓاجُّوكُمْ fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِه۪ car mecruru يُحَٓاجُّوكُمْ fiiline mütealliktir. عِنْدَ mekân zarfı تحدّثون fiiline mütealliktir. رَبِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُحَٓاجُّوكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi, حجج ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُحَدِّثُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi, حدث ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra,
2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lamul cuhuddan sonra,
4) Lamut talilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vavul maiyye (وَ)’ den sonra,
6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَفَلَا تَعْقِلُونَ
Hemze istifham harfidir. فَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعْقِلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَاِذَا لَقُوا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قَالُٓوا اٰمَنَّاۚ
وَ istînâfiyye veya atıftır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı, şartın cevap cümlesidir. لَقُوا şart fiili, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Şartın cevabı قَالُٓوا fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İman edenlerin ism-i mevsûlle belirtilmesi, bilinen kişiler olmalarının yanında onlara tazim ifade eder. İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
وَاِذَا خَلَا بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ قَالُٓوا اَتُحَدِّثُونَهُمْ بِمَا فَتَحَ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ لِيُحَٓاجُّوكُمْ بِه۪ عِنْدَ رَبِّكُمْۜ
Ayetin ikinci şart cümlesi öncekine matuf, şart üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı, şartın cevap cümlesidir. خَلَا şart fiili, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Şartın cevabı قَالُٓوا fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli ise, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bu soru cümlesi, soru anlamından çıkarak Yahudilerden münafık olanların olmayanları kınaması anlamına gelmesi sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Ayrıca cevabını bildikleri istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اَفَلَا تَعْقِلُونَ
İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Temasül nedeniyle önceki cümleye matuftur.
Bu soru cümlesi de, soru anlamından çıkarak kınama manası kazanması sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Yine, soranın cevabını bildiği istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Müsnedin muzari fiil olması hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzarinin tecessüm özelliği olayı göz önünde canlandırmayı sağlar.
Yahudiler müminlerle karşılaştıklarında, içlerinden münafık olanları; ‘’inandık! yani sizin hak üzere olduğunuza ve Muhammed’in müjdelenen peygamber olduğuna iman ettik!’’ diyorlar; (birbirleriyle) yani münafık olmayanları, münafık olanlarla baş başa kaldıklarında ise; Allah’ın Tevrat’ta size açtığı bilgileri (Muhammed’in sıfatı ile ilgili size beyan ettiği şeyleri), Rabbinizin kitabındaki ifadeler olarak aleyhinizde kanıt göstersinler diye mi onlara anlatıyorsunuz?! Hâlâ, aklınızı başınıza almayacak mısınız siz?! diye onları kınıyorlar. (Keşşâf)
İki farklı grubu belirten بَعْضٍ kelimeleri arasında tam cinas, اٰمَنُوا - اٰمَنَّاۚ kelimelerinde iştikak cinası, قَالُٓوا kelimesinin ve bütün bu kelime gruplarının tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اللّٰهُ - رَبِّ kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı, لَقُوا - خَلَا kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.