11 Mart 2024
Bakara Sûresi 77-83 (11. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Bakara Sûresi 77. Ayet

اَوَلَا يَعْلَمُونَ اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ  ...


Onlar bilmiyorlar mı ki, Allah onların gizli tuttuklarını da bilir, açığa vurduklarını da.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوَلَا
2 يَعْلَمُونَ bilmiyorlar mı ki? ع ل م
3 أَنَّ şüphesiz
4 اللَّهَ Allah
5 يَعْلَمُ bilir ع ل م
6 مَا şeyleri
7 يُسِرُّونَ onların gizledikleri س ر ر
8 وَمَا ve şeyleri
9 يُعْلِنُونَ açığa vurdukları ع ل ن

اَوَلَا يَعْلَمُونَ اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ

Hemze istifham harfidir.  لَا يَعْلَمُونَ  atıf harfi  وَ  ile mahzuf istînâfa matuftur. Takdiri, أيلومونهم على التحدث بما ذكر ولا يعلمون (Söylenenleri konuştukları ve bilmedikleri için onları kınıyorlar mı?) şeklindedir.  

لا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. أَنَّ  ve masdar-ı müevvel  يَعْلَمُونَ ‘nin iki mef’ûlü bihi yerinde olup mahallen mansubdur.

أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

اللّٰهَ  lafza-i celâl  اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.  يَعْلَمُ  cümlesi  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يَعْلَمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مَا  müşterek ism-i mevsûl mef’ulün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُسِرُّونَ  ’dir. İrabdan mahalli yoktur. Aid zamir mahzuftur.

يُسِرُّونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

مَا يُعْلِنُونَ  cümlesi atıf harfi  وَ  ile makabline matuftur. 

يُسِرُّونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  سرر ’dir. 

يُعْلِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  علن ‘dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

 

اَوَلَا يَعْلَمُونَ اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ

وَ atıf veya istînâfiyyedir.

İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen mana itibariyle taaccüb, takrir, kınama ve sefih yani akıldan yoksun bir iş üzere olduklarını bildirme kastı taşıdığından terkib, mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

يَعْلَمُونَ - يُعْلِنُونَ kelimeleri arasında cinâs-ı muzarî, يَعْلَمُ - يَعْلَمُونَ fiilleri arasında cinâs-ı iştikak ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Cinas: kelamda söylenişleri aynı veya birbirine çok yakın lafızların farklı anlamlarda kullanılması sanatıdır. Cinas ezberlemeyi ve anlamayı kolaylaştırır.

Ayette geçen يسرون kelimesi, gizlerler manasında olup Türkçe’de bu kökten sır ve esrar kelimesini kullanmaktayız. Benzer şekilde يعلنون da açığa çıkardılar demek olup aleniyet kelimesi buradan dilimize geçmiştir.

Önce يسرون sonra بعلنون gelmesinin sebebi, kafirlerin, müminlerle beraber iken küfürlerini gizlediklerini, kendi kendilerine kaldıklarında da açığa çıkardıklarına işaret etmek içindir. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim)

يُسِرُّونَ - يُعْلِنُونَ arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. Bu da iki zıt şeyi bir arada zikretmektir. (Safvetü't Tefâsir)

Bu cümlede arasında tertipli leff ve neşr sanatı vardır. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim)

لا يعلمون - يعلم fiilleri arasında da tıbâk-ı selb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr vardır.

Masdar-ı müevvel teviliyle لَا يَعْلَمُونَ fiilinin iki mef’ûlü konumunda olan isim cümlesi, اَنَّ ile tekid edilmiştir. Faide-i haber talebî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.

Bu ayette geçen fiillerin tümü muzari olarak kullanılmıştır. Hükmü takviye, hudûs ve teceddüd ifade ederler. Ayrıca muzari fiiller tecessüm özelliğiyle muhayyileyi harekete geçirerek muhatabın dikkatini canlı tutar.

Ayette farklı şeyleri belirten iki ism-i mevsûl مَا arasında tam cinas ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bakara Sûresi 78. Ayet

وَمِنْهُمْ اُمِّيُّونَ لَا يَعْلَمُونَ الْكِتَابَ اِلَّٓا اَمَانِيَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَظُنُّونَ  ...


Bunların bir de ümmî takımı vardır; Kitab’ı (Tevrat’ı) bilmezler. Onların bütün bildikleri bir sürü kuruntulardır. Onlar sadece zanda bulunurlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمِنْهُمْ onların içinde vardır
2 أُمِّيُّونَ ümmiler ا م م
3 لَا
4 يَعْلَمُونَ bilmezler ع ل م
5 الْكِتَابَ Kitabı ك ت ب
6 إِلَّا dışında
7 أَمَانِيَّ kuruntuları م ن ي
8 وَإِنْ
9 هُمْ onlar
10 إِلَّا sadece
11 يَظُنُّونَ zannediyorlar ظ ن ن

وَمِنْهُمْ اُمِّيُّونَ لَا يَعْلَمُونَ الْكِتَابَ اِلَّٓا اَمَانِيَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَظُنُّونَ

İsim cümlesidir. Ayet atıf harfi  وَ  ile 75.ayete  وَقَدْ كَانَ فَر۪يقٌ مِنْهُمْ  matuftur. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اُمِّيُّونَ  muahhar mübteda olup ref alameti  و ' dır. Cemi müzekker salimler harf ile irablanır.  

لَا يَعْلَمُونَ  cümlesi  اُمِّيُّونَ ‘ nin sıfatı olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُونَ  fiili, نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و 'ı fail olarak mahallen merfûdur. الْكِتَابَ  mef’ulün bih olup fetha ile mansubdur.

اِلَّٓا  istisna harfidir.  اَمَانِيَّ  müstesna munkatı’a olup fetha ile mansubdur. 

Cümle atıf harfi وَ  ile  مِنْهُمْ اُمِّيُّونَ  ‘ye matuftur. اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamiri  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. يَظُنُّونَ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. اِلَّٓا  hasr edatıdır.

يَظُنُّونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و 'ı fail olarak mahallen merfûdur. يَظُنُّونَ  ‘nin iki mef’ûlüde mahzuftur. Takdiri, يظنّون الأباطيل حقّا  şeklindedir.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

Müstesna minh;a) Ya birden fazla olmalı, b) Ya umumi manalı bir kelime olmalı,

(Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.) c) Ya kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.

(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)

Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde irablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı istisna 3. Müferrağ istisna.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمِنْهُمْ اُمِّيُّونَ لَا يَعْلَمُونَ الْكِتَابَ اِلَّٓا اَمَانِيَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَظُنُّونَ

Ayet 75. ayetteki كان فريق منهم ibaresine matuftur. وَ ’ın istînâfiyye olması caizdir.

Cümlede takdim - tehir ve  îcâz-ı  hazif sanatları vardır. İsim cümlesi, faide-i haber ve inkâri kelamdır.

Car mecrurun takdimi, hemen akabinde gelen اُمِّيُّونَ ‘ye teşvik içindir. Bunlardan kasıt da, yahudilerin avam taifesidir. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim)

Ayetteki ilk kasır لَا ve اِلَّٓا ile oluşmuştur. Fiil mef’ûle, yani bilmemek, kuruntuya kasredilmiştir. Kasr-ı mevsuf ales-sıfattır.

لا يعلمون الكتلب الا اماني cümlesindeki istisna aynı cinsten olmadığı için, munkatı’ olarak kabul edilmiştir. Çünkü kuruntuları kitaba dayalı şeyler değildir. Sadece kendilerince kabul ettikleri batıl şehvetlerden ibaret şeyleri almaktadırlar. (Ruhu’l-Beyan)

اِنْ ve اِلَّٓا ile oluşan kasr ise mübteda ve haber arasındadır. Mübteda maksur-mevsuf, haber maksurun aleyh-sıfattır. Mübteda, habere kasredilmiştir. Yani kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.

اُمِّيُّونَ - يَعْلَمُونَ ve يَعْلَمُونَ - يَظُنُّونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

اَمَانِيَّ - يَظُنُّونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Burada gelen اِنْ harfi olumsuzluk manasındadır. Kendisinden sonra اِلَّٓا harfinin geldiği yerlerde bu harf genellikle olumsuzluk ifade eder. Bu harf, başındaki  hemze harfinden dolayı, ما olumsuzluk harfinden daha kuvvetlidir. Şiddetli durumlarda  اِنْ harfi tercih edilir. (Sâmerrâî, Meâni’n Nahvi)

اَمَانِيَّ ; Birtakım dayanaksız kuruntular demektir. Örneğin; Allah kendilerini bağışlayacakmış, onlara merhamet edecekmiş, sayılı günler dışında onları cehennem ateşinde yakmayacakmış gibi. Yahut da kendi bilginlerinden dinleyip öğrendikleri birtakım uydurma yalanlar olup, taklit yoluyla aldıkları bu şeyleri doğru kabul etmelerinden ibaret olan boş laflar. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

Ümmi; anasından doğduğu gibi kalmış, yani fıtratı bozulmamış demektir.

Kur’an’da bu terim kitap ehli olmayanlar için kullanılmıştır. Araplarda bir âdet vardı, çocuğu olmayan Araplar şöyle dua ederlerdi: “Allahım bana bir çocuk ver, ben bu çocuğu Yahudilere vereceğim”. Yahudiler ehli kitap olduğu için onları kendilerinden üstün görürlerdi, Hz.Meryem'in kiliseye adanması gibi. Dolayısıyla o çocuklar yahudileştirilirlerdi. Burada o yahudileşmiş Araplardan bahsediliyor olabilir.

Peygamber Efendimiz’in de sıfatı ümmi idi. Yalnız, ümmi kelimesi cahil diye anlaşılmamalıdır. Okuma yazma bilmeyen anlamında değildir. Zaten o dönemde çok az kişi okuma yazma biliyordu. Ümmi olmak olumsuz değil, aksine övülen bir sıfattı. Fıtratı saf kalmış; bozulup da tahrif edilmiş inançlardan uzak kalmış demekti. O dönemde ümmi kelimesi Yahudiler için de kullanılıyordu, çünkü onların da bir kitabı vardı. Putperest değillerdi. Dinleri semavi din idi. Fakat buradaki “ümmi” kelimesi olumlu manada kullanılmamıştır.

Bakara Sûresi 79. Ayet

فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ يَكْتُبُونَ الْكِتَابَ بِاَيْد۪يهِمْ ثُمَّ يَقُولُونَ هٰذَا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ لِيَشْتَرُوا بِه۪ ثَمَناً قَل۪يلاًۜ فَوَيْلٌ لَهُمْ مِمَّا كَتَبَتْ اَيْد۪يهِمْ وَوَيْلٌ لَهُمْ مِمَّا يَكْسِبُونَ  ...


Vay o kimselere ki, elleriyle Kitab’ı yazarlar, sonra da onu az bir karşılığa değişmek için, “Bu, Allah’ın katındandır” derler. Vay ellerinin yazdıklarından ötürü onların hâline! Vay kazandıklarından dolayı onların hâline!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَوَيْلٌ vay haline
2 لِلَّذِينَ o kimselerin ki
3 يَكْتُبُونَ yazıyorlar ك ت ب
4 الْكِتَابَ Kitabı ك ت ب
5 بِأَيْدِيهِمْ elleriyle ي د ي
6 ثُمَّ sonra
7 يَقُولُونَ diyorlar ق و ل
8 هَٰذَا bu
9 مِنْ
10 عِنْدِ katındandır ع ن د
11 اللَّهِ Allah
12 لِيَشْتَرُوا satmak için ش ر ي
13 بِهِ onu
14 ثَمَنًا paraya ث م ن
15 قَلِيلًا azıcık ق ل ل
16 فَوَيْلٌ vay haline
17 لَهُمْ onların
18 مِمَّا ötürü
19 كَتَبَتْ yazdığından ك ت ب
20 أَيْدِيهِمْ ellerinin ي د ي
21 وَوَيْلٌ vay haline
22 لَهُمْ onların
23 مِمَّا ötürü
24 يَكْسِبُونَ kazandıklarından ك س ب

 Ketebe كتب :

كَتْبٌ iki deriyi dikmek suretiyle birleştirmek demektir. Bu kökün bilinen yaygın manası ise harfleri birbirine eklemek suretiyle yazmak, yani münasip sebeplerle hakkındaki niyet ve tesbitini dışarıya aktararak ikrar etmektir. İlimlerin, iddiaların, sözleşmelerin ve kalbî itikadların harfler, kelimeler ve cümleler vasıtasıyla tesbit edilmesi gibi..

كِتابٌ temelde yazılan şeyler için kullanılan ve mübalağa ifade eden bir mastardır. كِتابَةٌ ise sanki önemsiz ve sıradan yazılı bir levha demektir (kitabe).) Bu sıkça rastlanan bir durumdur. Yani mastar, üzerinde tecelli ettiği şey hakkında kullanılır. Tıpkı şunlar gibi; زَيْدٌ عَدْلٌ ve الصَّلاة vs.  Aslında كِتاب  içindeki yazı ile birlikte sayfanın adıdır.

Bu maddede aslen beyan etme ve tesbit etme olarak iki kayıt mülahaza edilir.  

İspat ve tespit etme (yazma ve kaydetme) takdir etme, vacip, gerekli kılma, farz kılma ve azim de كِتابة sözcüğüyle ifade edilir. Bunun anlamı şudur: bir şey önce istenir, irade edilir sonra söylenir, ardından da yazılır. Dolayısıyla irade, istek bir başlangıç, yazma da bir sondur. Sonra da başlangıç anlamındaki murad ve istek, (tekid edilmesi/pekiştirilmesi istendiğinde) son anlamındaki yazma ile ifade edilir.

Bu köke ait إكْتِتابٌ mastarına gelince; uydurulan sözlerle ilgili kullanımı yaygındır. Örneğin Furkan, 25/5 وَقَالُٓوا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ اكْتَتَبَهَا فَهِيَ تُمْلٰى عَلَيْهِ بُكْرَةً وَاَص۪يلاً  (Müfredat-Tahqiq) 

Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 310 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

Türkçede kullanılan şekilleri kâtip, kitap, mektep, mektup, mektubât ve kütüphanedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

Semene ثمن:

 ثَمَن satanın sattığında karşılık olarak aldığı şeydir. Bir şeyin yerine alınan her şey onun semeni sayılır. أثْمَنَ parası arttı demektir.  ثَمِينٌ  değeri çok olan, çok değerli şey anlamına gelir. (Müfredat)

Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte toplam 19 kez geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

Türkçede kullanılan şekilleri semen ve semindir.(Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

Veyl kelimesi Türkçe’ye ‘yazıklar olsun’ veya ‘vay haline’ olarak çevrilebilir. Veyl, çirkinlik, kötülük, bela, skandalın ortaya çıkması halinde söylenen hüzün, helak, zorluk manası taşıyan bir yanma yakılma sözüdür.

فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ يَكْتُبُونَ الْكِتَابَ بِاَيْد۪يهِمْ ثُمَّ يَقُولُونَ هٰذَا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ لِيَشْتَرُوا بِه۪ ثَمَنًا قَل۪يلًاۜ

İsim cümlesidir. فَ  istînâfiyyedir. وَيْلٌ  mübteda olup damme ile merfûdur. لِلَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  لِ  harf-i ceriyle mahzuf habere mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  يَكْتُبُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

يَكْتُبُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الْكِتَابَ  mef'ûlun bih olup fetha ile mansubdur. بِاَيْد۪يهِمْ  car mecruru يَكْتُبُونَ  fiiline müteallik olup  ي  üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir. 

يَقُولُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l kavli,  هٰذَا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ ‘dir. يَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

İşaret ismi  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur. مِنْ عِنْدِ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir. اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

لِ  harfi, يَشْتَرُوا  fiilini gizli  اَنْ ’ le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  يَقُولُونَ  fiiline mütealliktir. 

يَشْتَرُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪  car mecruru  يَشْتَرُوا  fiiline mütealliktir. ثَمَنًا  mef'ûlun bih olup fetha ile mansubdur. قَل۪يلًا  kelimesi  ثَمَنًا  ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.

ألأيدي  kelimesi mankus isimlerdendir. Çoğuldur. Nekre geldiği zaman sonundaki ي harfi hazf edilir. Ref ve cer hallerinde sonunda damme ve kesra takdir edilir. Mansub olduğunda ي  harfi hazf olmaz. Görünür ve sonuna tenvin elifi gelir. يد  kelimesinin bir diğer çoğulu أياد şeklindedir. Aynı şekilde irab edilir. Ancak gayrı munsarıf olduğu için tenvin almaz. 

نْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra,

2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lamul cuhuddan sonra, 

4) Lamut talilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vavul maiyye (وَ)’ den sonra, 

6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَشْتَرُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  شري ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

فَوَيْلٌ لَهُمْ مِمَّا كَتَبَتْ اَيْد۪يهِمْ وَوَيْلٌ لَهُمْ مِمَّا يَكْسِبُونَ

İsim cümlesidir. فَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَيْلٌ  mübteda olup damme ile merfûdur. Tekid için tekrar edilmiştir. لَهُمْ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir. ما  müşterek ism-i mevsûl  مِنْ  harf-i ceriyle mahzuf habere mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  كَتَبَتْ اَيْد۪يهِمْ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

كَتَبَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ  te’nis alametidir. اَيْد۪يهِمْ  fail olup,  ي  üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. وَيْلٌ  atıf harfi  وَ  ile birincisine matuftur.  

وَيْلٌ  mübteda olup damme ile merfûdur. Tekid için tekrar edilmiştir. لَهُمْ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir. ما  müşterek ism-i mevsûl  مِنْ  harf-i ceriyle mahzuf habere mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يَكْسِبُونَ  ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

يَكْسِبُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ يَكْتُبُونَ الْكِتَابَ بِاَيْد۪يهِمْ

Cümlenin başındaki ف , istinâfiyyedir. Müstenefe cümlesidir. Ya da sebebiyedir. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim)

Cümlede haberin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Cümle, haber formunda geldiği halde beddua manası taşıdığı için muktezayı zahirin hilafına durum oluşmuştur. Lüzumiyet alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

Müsnedün ileyh olan وَيْلٌ kelimesinin nekre gelmesi tahkir ifade etmiştir.

وَيْلٌ cehennemde bir vadi olarak bilinen yerdir. Azab manasında beddua olarak kullanılır. Beddua manasında olduğunda mübtedanın nekre gelmesi caizdir. وَيْلٌ ,  kafirlere aittir. Çünkü şiddet ifade eden bir kelimedir. Zira vav, ya ve lam harflerinin meydana getirdiği terkip, hemen hemen daima şiddet manasını ifade eder. (Fahreddin er-Râzî) İsm-i mevsûlde tevcih sanatı vardır. قَل۪يلًا sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

عِنْدِ اللّٰهِ izafeti muzâfın tazimini ifade eder. Allah lafzında tecrîd sanatı vardır.

الْكِتَابَ lafzının başındaki ال ahd-i ilmidir. (Yahudilerin kitabı olan tevrat olduğu bilindiği için)

ايديهم deki izafet kısa yoldan tarif ve iki tarafın da (hem muzâfın, hem de muzâfun ileyhin) tahkiri içindir.

Kitabı elleriyle yazarlar sonra bu Allah katından derler. Böyle demelerinin sebebi sırf onu az bir değere satmak içindir. Az bir değer dediği; aslında maddi anlamda çok değer olabilir ama bu, dünyevi bir değerdir. Ahiret katında hiçbir değeri yoktur. ‘’Elleri ile yazdığı şey’’ ibaresi iki kere geçmiş ve ikisinde de “vay onlara” denmiş. Üçüncü “vay onlara” kazandıkları şeyler yüzünden gelmiştir. Burada tekid ve itnâb sanatları vardır.

‘’Elleriyle ifadesi’’ o fiili küçümsemek, hor görmek için ilave edilmiştir.

Buradaki ويل lafzı, Türkçe’ye ‘yazıklar olsun’ veya ‘vay haline’ olarak çevrilebilir.  Sözlükte, ويل (veyl), çirkinlik, kötülük, bela, skandalın ortaya çıkması halinde söylenen hüzün, helak, zorluk manası taşıyan bir yanma yakılma sözüdür.

 ويل lafzının tekrarında reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

 ثُمَّ يَقُولُونَ هٰذَا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ لِيَشْتَرُوا بِه۪ ثَمَنًا قَل۪يلًاۜ

Ayetin ikinci cümlesi ثُمَّ ile atfedilmiş müsbet fiil cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mekulü’l-kavl ise isim cümlesi formunda gelmiştir. Faide-i haber ibtidâî kelamdır. ثَمَنًا ’deki tenvin kıllet ifade eder. Sıfat olan قَل۪يلًاۜ de bu azlığı tekid eder. Sıfat dolayısıyla cümlede itnâb sanatı vardır.

عِنْدِ اللّٰهِ izafeti muzâf için teşrif ifade eder.

 فَوَيْلٌ لَهُمْ مِمَّا كَتَبَتْ اَيْد۪يهِمْ وَوَيْلٌ لَهُمْ مِمَّا يَكْسِبُونَ

فَ atıftır. Cümle önceki وَيْلٌ ’e matuftur. Mübteda ve haberden oluşan, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi formunda geldiği halde, beddua manası taşıması sebebiyle muktezayı zahirin hilafına durum oluşmuştur. Bu nedenle cümle mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

Aynı formda gelen sonraki cümle وَ ’la öncesine atfedilmiştir.

يَكْسِبُونَ fiilinin muzari olarak gelmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.

 لَهُمْ , مِمَّا ibarelerinin tekrarında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يكتبون الكتاب بايديهم “Kitabı elleriyle yazarlar” ifadesinde "elle­riyle" kaydı, ifadenin mecaz olmadığını vurgulamak ve doğrudan doğruya, bizzat kendi elleriyle yazdıklarını bildirmek içindir. Nitekim: "onu sağ elimle yazdım", "onu kulağımla işittim", denir ki, bu ifadeler de hakiki manalarında kullanılmıştır. (Safvetü't Tefâsir ve Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim)

Ayet-i kerimede وَيْلٌ َkelimesinin üç kere tekrarlanması azarlamak, sitem etmek ve işledikleri kitabı tahrif etme suçunun çirkinliğini ortaya koymak içindir. (Zuhayli)

Râzî de; şayet ayette وَيْلٌَ kelimesi tekrar edilmemiş olsaydı burada zikredilen maddelerin tamamını birden işleyene büyük azap tehdidi bulunduğu, fakat sadece birini işleyene tehdit bulunmadığı düşünülebilirdi. Dolayısıyla وَيْلٌ kelimesinin tekrar edilmiş olması (her bir madde karşılığında azap olduğunu tekit ederek) bu vehmi bertaraf etmiştir demektedir. (Fahreddin er-Râzî)

كسب ; kazandı, yaptı demektir. İnsanın devamlı, zorla ve ısrarla yaptığı şeyler hakkında olumlu veya olumsuz olarak kullanılmaktadır.

اكتسب ; daha zorlanarak yaptı demektir. İftiâl babında zorlanarak yapmak ve o işin zaman alması manaları vardır.

يكتبون - الكتاب - كَتَبَتْ kelimeleri arasında cinas-i iştikak vardır.

Bakara Sûresi 80. Ayet

وَقَالُوا لَنْ تَمَسَّنَا النَّارُ اِلَّٓا اَيَّاماً مَعْدُودَةًۜ قُلْ اَتَّخَذْتُمْ عِنْدَ اللّٰهِ عَهْداً فَلَنْ يُخْلِفَ اللّٰهُ عَهْدَهُٓ اَمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ  ...


Bir de dediler ki: “Bize ateş, sayılı birkaç günden başka asla dokunmayacaktır.” Sen onlara de ki: “Siz bunun için Allah’tan söz mü aldınız? -Eğer böyle ise, Allah verdiği sözden dönmez-. Yoksa siz Allah’a karşı bilemeyeceğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالُوا Bir de dediler ki ق و ل
2 لَنْ asla
3 تَمَسَّنَا bize dokunmayacaktır م س س
4 النَّارُ ateş ن و ر
5 إِلَّا dışında
6 أَيَّامًا gün ي و م
7 مَعْدُودَةً sayılı birkaç ع د د
8 قُلْ De ki ق و ل
9 أَتَّخَذْتُمْ aldınız mı? ا خ ذ
10 عِنْدَ katında ع ن د
11 اللَّهِ Allah
12 عَهْدًا bir söz (bu hususta) ع ه د
13 فَلَنْ öyleyse
14 يُخْلِفَ dönmez خ ل ف
15 اللَّهُ Allah
16 عَهْدَهُ sözünden ع ه د
17 أَمْ yoksa
18 تَقُولُونَ söylüyorsunuz ق و ل
19 عَلَى hakkında
20 اللَّهِ Allah
21 مَا bir şey
22 لَا
23 تَعْلَمُونَ bilmediğiniz ع ل م
Bazı Yahudiler, dünyanın ömrünün yedi bin yıl olduğunu, böylece her bin yılı için bir gün olmak üzere, toplam yedi gün Cehennem’de kalacaklarını, bazıları da atalarının buzağıya taptıkları süre kadar olmak üzere kırk gün ceza göreceklerini, daha sonra Cennet’e gireceklerini ileri sürmüşlerdi. Hayber’in fethinden sonra Resûl-i Ekrem Yahudilere :” Kimler cehennemliktir?” diye sormuş, onlar da :” Biz orada az bir süre kalacağız. Sonra biz çıkacağız, bizim yerimize oraya siz gireceksiniz” deyince, Allah’ın elçisi onlara :” Yıkılıp kalın orada. Biz aslâ oraya sizin yerinize girmeyeceğiz “ buyurmuştu.
(Buhari, Cizye 7; Tıb 55; Dârimi, Mukaddime 11; Ahmed b Hanbel, Müsned ,II ,451).

وَقَالُوا لَنْ تَمَسَّنَا النَّارُ اِلَّٓا اَيَّامًا مَعْدُودَةًۜ

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl  لَنْ تَمَسَّنَا النَّارُ  ‘dir. قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir

تَمَسَّ  fetha ile mansub muzari fiildir. Mütekellim zamir  نَا  mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur. النَّارُ  fail olup damme ile merfûdur. 

اِلَّٓا  hasr edatı ve istisna-i müferrağdır. اَيَّامًا  zaman zarfı  تَمَسَّنَا  fiiline mütealliktir.  مَعْدُودَةًۜ   kelimesi  اَيَّامًا 'nin sıfatı olup fetha ile mansubdur..

مَعْدُودَةً [Sayılı] kelimesi azlık ifade eder, çünkü sayılabilir olan çabucak tükenir. Hak Teâlâ وَشَرَوْهُ بِثَمَنٍ بَخْسٍ دَرَاهِمَ مَعْدُودَةٍۚ [Onu az bir pahaya, sayılı birkaç dirheme sattılar.” [Yûsuf 12/20] ve ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا لَنْ تَمَسَّنَا النَّارُ اِلَّٓا اَيَّامًا مَعْدُودَاتٍۖ [Bu onların ‘Ateş bize sayılı birkaç gün haricinde asla dokunmaz.’ demelerinden ötürüdür.] [ Âl-i İmrân, 3/24] buyurmuştur. 

Yevm (gün) kelimesi müzekkerdir, çoğul yapılınca müennes (dişil) olur ve bu yüzden de “sayılı” kelimesi ona sıfat yapılırken  مَعْدُودَةٌ  denilir. Sonra bu çoğul kelime bir daha çoğul yapılır ve (ayette kullanıldığı haliyle) مَعْدُودَاتٍۖ  şeklini alır. Aynı durum  لَهُ مُعَقِّبَاتٌ [Onun takipçileri vardır.] [Ra‘d 13/11] ayetinde meleklerin sıfatı olarak kullanılan  مُعَقِّبَاتٌ  kelimesi için de geçerlidir. Tekil kullanılınca  مَلَكٌ مُعَقَّبٌ , çoğul kullanılınca  مَلآئِكَةٌ مُعَقَّبٌةٌ  çoğulu, çoğulun çoğulu olarak da  مُعَقِّباتُ  denilir. (Ömer Nesefî Tefsiri / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَعْدُودَةً  kelimesi, sülâsi mücerredi  عدد  olan fiilin ism-i mef’ûldur.

 قُلْ اَتَّخَذْتُمْ عِنْدَ اللّٰهِ عَهْدًا فَلَنْ يُخْلِفَ اللّٰهُ عَهْدَهُٓ اَمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ

Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri, انت ‘dir.  Mekulü’l-kavl  اَتَّخَذْتُمْ  ‘dür. قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

Hemze istifham harfidir.  اَتَّخَذْتُمْ  ‘deki hemze ile istifham hemzesi birleştiğinden vasl hemzesi hazfedilmiştir. 

اَتَّخَذْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. عِنْدَ اللّٰهِ  mekân zarfı  اَتَّخَذْتُمْ  fiiline mütealliktir. اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَهْدًا  mef'ulun bih olup fetha ile mansubdur. 

فَ  atıf harfidir.  يُخْلِفَ  fetha ile mansub muzari fiildir. اللّٰهُ  fail olup damme ile merfûdur. عَهْدَهُٓ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَمْ  munkatıadır. بل  ve hemze manasındadır. 

تَقُولُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  عَلَى اللّٰهِ car mecruru  تَقُولُونَ  fiiline mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَا تَعْلَمُونَ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعْلَمُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini ta’yin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl  اَمْ . Munkatı  اَمْ  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَتَّخَذْتُمْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  أخذ ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

يُخْلِفَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  خلف ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

وَقَالُوا لَنْ تَمَسَّنَا النَّارُ اِلَّٓا اَيَّامًا مَعْدُودَةًۜ

وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, müsbet mazi fiil sıygasıyla faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mekulü’l-kavl, kasrla tekid edilmiş menfi fiil cümlesi faide-i haber talebî kelamdır. Kasr, fail ile zarf arasındadır.

Fail ile cümlenin diğer çeşitli öğeleri (yani mef'ûlün bihi, mef'ûlün li-eclihi, zarf, mef'ûlu mutlak, temyîz ve car-mecrur) arasında gerçekleşen kasırların hem kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf hem de kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması caizdir. Bu; failin mef'ûle kasr edilmesinde açıklığa kavuşan mana bakımındandır.

Bu sayılı günler, Yahudilerin kırk gün buzağıya taptıkları gün sayısıdır. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t te’vil)

لن تمسنا النار cümlesi,  mecaz-i aklidir. Hakiki fail Allah tealadır. Azab verecek olan. O’dur. Burda ise ateştir. Sanki onlara azab edenin ateş olduğunu söyleyerek azabı hafifletiyor ve Allah’ın onlara kötülük dilemediğini ima ediyorlardı. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim)

 قُلْ اَتَّخَذْتُمْ عِنْدَ اللّٰهِ عَهْدًا

Fasılla gelen cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mekulü’l-kavl ise istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen mana itibariyle taaccüb ve tevbih kastı taşıdığından terkib, mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

عند الله şeklindeki izafet terkibi, muzâfın şanı içindir.

عهدا ’in nekre gelişi tahkir içindir.

عهدا kelimesinde istiare-i tasrihiyye asliyye vardır. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim)

قل اتخذتم [Deki ki, edindiniz] cümlesinde, soru hemzesi, dile ağır geleceği için söylenmemiştir.

 فَلَنْ يُخْلِفَ اللّٰهُ عَهْدَهُٓ اَمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ

ف harfi, fasihadır. Gizli bir şartın cevabının başına gelmiştir. Takdiri şöyledir; … ان اتخذتم عند الله عهدً  [Eğer Allah'tan bir söz almışsanız..]

Şart cümlesinin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Cevap cümlesi لَنْ edatıyla tekid edilmiş, muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

اَمْ tercih ilişkisi kurar. Hakkında bilgi sahibi olunan bir konuda seçeneklerden hangisinin tercih edileceğinin belirlenmesi için kullanılır. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

اَمْ edatı istifham hemzesine muttasıldır ve şu manadadır: ‘’iki şeyden hangisi olacaktır’’. Bu, muhataba ikrar ettirmek içindir, çünkü ikisinden birinin olacağı bilinmektedir.

Ya da اَمْ munkatı’ olup, بل (hayır) manasınadır: ‘’Hayır, böyle mi diyorsunuz?’’ Bu da ikrar ettirmek ve azarlamak içindir. (Beyzâvî)

Bütün kemâl ve celâl sıfatların anlamlarını bünyesinde barındıran lafza-i celâl ayette iki kez telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırma amacıyla tekrar edilmiştir.

Nefy harfi لا ’nın tercih edilmesindeki sebeb, cahilliklerininin, tüm zamanları kapsadığını vurgulamaktır. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim)

 قُلْ - تَقُولُونَ - قَالُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

عَهْدًا - يُخْلِفَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bakara Sûresi 81. Ayet

بَلٰى مَنْ كَسَبَ سَيِّئَةً وَاَحَاطَتْ بِه۪ خَط۪ٓيـَٔتُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ  ...


Evet, kötülük işleyip suçu benliğini kaplamış (ve böylece şirke düşmüş) olan kimseler var ya, işte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 بَلَىٰ evet
2 مَنْ kim
3 كَسَبَ kazanır ك س ب
4 سَيِّئَةً bir günah س و ا
5 وَأَحَاطَتْ ve kuşatmış olursa ح و ط
6 بِهِ kendisini
7 خَطِيئَتُهُ suçu خ ط ا
8 فَأُولَٰئِكَ işte onlar
9 أَصْحَابُ halkıdır ص ح ب
10 النَّارِ ateş ن و ر
11 هُمْ onlar
12 فِيهَا orada
13 خَالِدُونَ sürekli kalacaklardır خ ل د
Resûl-i Ekrem Efendimiz Hz. Âişe’ye:” Âişe! Küçümsenen günahlardan sakın! Çünkü Allah’ın onları da kaydeden görevlileri vardır” buyurmuş ( İbni Mâce, Zühd 24; Dârimi, Rikâk 17; Ahmed b Hanbel, Müsned ,VI ,70,151); ümmetine de “ küçümsenen günahlardan sakınmalarını “ tembih etmiştir.
( Ahmed b Hanbel, Müsned ,I ,402,V,331).

بَلٰى مَنْ كَسَبَ سَيِّئَةً وَاَحَاطَتْ بِه۪ خَط۪ٓيـَٔتُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

بَلٰى nefyi iptal için cevap harfidir. مَنْ şart harfi, mübteda olarak mahallen merfûdur. كَسَبَ  fetha üzere mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ' dir. Mahallen meczumdur.   سَيِّئَةً  mefulun bih olup fetha ile mansubdur. اَحَاطَتْ بِه۪  ifadesi  كَسَبَ  fiiline matuftur. اَحَاطَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ  te'nis alametidir. بِه۪  car mecruru  اَحَاطَتْ  fiiline müteallıktır. خَط۪ٓيـَٔتُهُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اُو۬لٰٓئِك  işaret ismi mübteda olarak mahallen merfûdur. اَصْحَابُ  haber olup lafzen merfûdur. النَّارِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ  şeklindeki isim cümlesi mübtedanın ikinci haberi olarak mahallen merfûdur. هُمْ  munfasıl zamiri mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪يهَا  car mecruru خَالِدُونَ   kelimesine mütealliktir. خَالِدُونَ  kelimesi  haber olup ref alameti و ' dir. Cemi müzekker salimler harfle îrablanır. 

خَالِدُونَ  kelimesi, sülasi mücerredi  خلد  olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَلٰى مَنْ كَسَبَ سَيِّئَةً [Hayır! Kim bir kötülük eder de...] Ferrâ şöyle demiştir:’’ بَلٰى kelimesinin aslı بَلْ şeklindedir, bu da öncesini reddedip sonrasını olumlar ve atıf olarak kullanılır’’. Nitekim مَا كَانَ ذَيْدٌ بَلْ عَمْرٌ  (Zeyd kalkmadı, aksine Amr kalktı) denilir. Tekil olarak cevap ifadesinde kullanıldığı zaman, telaffuz edilirken kendisinde durulması (vakıf) için sonuna ى harfini eklemişlerdir. (Ömer Nesefî Tefsiri / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

مَنْ كَسَبَ سَيِّئَةً [Kim bir kötülük eder de] ifadesindeki سَيِّئَةً (kötülük) kelimesi اَلسَّيِّءُ kelimesinin müennes halidir, bu da اَلسُّوءَ  kelimesinin فَيْعِلٌ formudur. Aslı سَيْوِئٌ şeklindedir, hemen öncesinde bir ى harfi olduğu için و harfi de ى harfine dönüştürülmüştür. Aynı harf dönüşümü اَلسَّيِّدُ (efendi), اَلجَيِّدُ (iyi) kelimelerinde de vardır. Bu “fasit amel” anlamındadır, bu yüzden de bir önceki ayette bunun mukabili/zıddı olarak “salih amel” zikredilmiştir.

Burada “kötülük” ile neyin kastedildiği konusunda ihtilaf edilmiştir. Mücahid ve bir grup alim bunun şirk olduğunu söylemişlerdir. Buna göre kelimenin müennes olarak kullanılması “kötü fiil”, “kötü haslet” ve benzeri bir şeyin kastedildiğine delalet eder. Hasan-ı Basrî ve Katâde ayette geçen “kötülük”ten, Allah’ın karşılık olarak cehennem tehdidinde bulunduğu büyük günahların kastedildiğini söylemişlerdir. Bu iki görüşe göre kelimenin sonundaki  ةً harfi tekilliğe delalet eder.

Süddî ise; onun Allah’ın karşılık olarak cehennem tehdidinde bulunduğu günahlar anlamına geldiğini söylemiştir. Buna göre kelimenin sonundaki he harfi de çoğula delalet eder. (Ömer Nesefî Tefsiri / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

بَلٰى مَنْ كَسَبَ سَيِّئَةً وَاَحَاطَتْ بِه۪ خَط۪ٓيـَٔتُهُ

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.

بَلٰى ; soru olumsuz, cevap olumlu olduğunda, cevap cümlesinin başına getirilen tasdik edatıdır. Yani olumsuz soruya verilen cevaba has bir edattır ve olumsuz soru cümleleri ile olumsuz cümlelerin anlamını olumluya çevirir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

مَنْ iki fiili cezm eden şart harfidir. Cümle şart üslubunda, haberi isnaddır. Haber manalıdır.  كَسَبَ şart fiilidir. Cevap cümlesi aynı zamanda مَنْ şartının haberidir.

Şart cümlesi müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidai kelamdır. اَحَاطَتْ şart cümlesine matuftur.

كسب fiili işi bilerek, kasten, planlayarak yapmak manasındadır. Elleri ile kitabı yazmaları سَيِّئَةً , büyük günah olarak adlandırılmış, daha sonra da خطيئة denmiştir. Bu iki kelime arasında mürâat-ı nazîr vardır.

احاط ve خطاة lafızlarında ط harfi vardır. Bu harf, isti’la harflerindendir ve dil, diş eti bitimi ile damağın hemen başlangıcındaki noktaya, yani mahrece yapışarak çıkar. Dolayısı ile bu kelimelerde isti’la anlamı vardır. Ayrıca cinas sanatı da vardır.

وأحاطت به خطيئته [Günahları onu kuşattı] cümlesinde istiare vardır. Çünkü Yüce Allah, onların günahlarını bileziğin bileği kuşattığı gibi, bir toplumu her taraftan kuşatan düşman ordusuna benzetmiştir. Allah, "onların kötülükleri iyiliklerine galip geldi" yerine müstear olarak [kötülükleri onları kuşattı] tabirini kullanmıştır. Sanki kötülükleri, her ta­raftan onları kuşatmış gibidir. (Safvetü't Tefâsir)

سَيِّئَةً ile خَط۪ٓيـَٔتُ arasında şu fark vardır: سَيِّئَةً doğrudan hedef alarak yapılandır, خَط۪ٓيـَٔتُ ise genellikle yanlışlıkla yapılandır. Çünkü o hatadan gelir. كَسَبَ fayda sağlamaya çalışmaktır. Kazanmanın kötülüğe nispet edilmesi, [onları acıklı bir azapla müjdele] (Âl-i Imrân: 21) ayetinde olduğu gibi alay etmek ve tahkir  içindir. (Beyzâvî)

سَيِّئَةً kelimesinin كَسَبَ fiiline isnad edilmesinde tehekkümî istiare vardır. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim)

فَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

Mübteda ve haberden oluşan cümle mübtedanın haberi, aynı zamanda şartın cevap cümlesidir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, tahkir ve kınama ifade eder. Yahudilerin, küfür ve dalalette ne kadar ileri gittiklerini de  tenbih etmektedir. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim)

Müsnedin izafetle marife olması, az sözle çok şey anlatmak ve muzâfı tahkir içindir.

هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ cümlesi, ateş ashabının hali olarak nasb mahallindedir. Hal cümleleri ıtnâb sanatıdır.

Faide-i haber talebî kelam olan hal cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur olan ف۪يهَا amiline takdim edilmiştir. Bu takdim tahsis ifade eder. Onların sonsuza kadar kalışları oraya, ateşe has kılınmıştır.

هم فيها خالدون cümlesinde izafi kasır vardır. Yahudilerin ateşte ebedi kalmayacaklarına olan inançları ters çevrilerek orada ebedi kalacakları ifade edilmiştir. (Aşur ve Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim)

''Nâr ashabı'' ifadesinde tehekküm istiaresi vardır. Nârda kalışları, arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır. Yani kâfirler de yakar, yıkar, yok ederler.

خَالِدُونَ lafzı, Kur’an’da her yerde ism-i fail kalıbında gelmiştir. İsm-i fail, mef’ûl ve masdar zamandan bağımsızdır. Aslında uzun bir zaman dilimi demektir, ama daha çok çokluktan kinaye olarak “kalıcı” anlamında kullanılır. Üstelik bu kalıp da onun bu anlamını pekiştirmektedir.

Onların ateş halkı ve ebedi kalıcı olma özelliklerinin belirtilmesinde taksim sanatı vardır.

Hal cümlesinin و ’sız gelmesi, onların ateşte kalışlarının hâl-i müekkide olduğunu ifade eder. Yani bu onların sabit bir vasfıdır. Sahibinden ayrılmayan sabit bir vasıf kasdedildiği zaman mesela,  هذا اخوك عطوف (Bu, çok şefkatli kardeşindir) cümlesinde olduğu gibi uzunluk, kısalık, esmerlik, sarışınlık vs. sabit vasıfların ifade edildiği hal cümleleri böyledir. Bunlar her zaman ''و '' sız gelir.

Bakara Sûresi 82. Ayet

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟  ...


İman edip salih ameller işleyenler ise cennetliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ kimseler
2 امَنُوا inanan ا م ن
3 وَعَمِلُوا ve yapanlar ع م ل
4 الصَّالِحَاتِ yararlı işler ص ل ح
5 أُولَٰئِكَ işte onlar da
6 أَصْحَابُ halkıdır ص ح ب
7 الْجَنَّةِ cennet ج ن ن
8 هُمْ onlar
9 فِيهَا orada
10 خَالِدُونَ sürekli kalacaklardır خ ل د

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılas ı اٰمَنُوا  cümlesidir.İrabtan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَمِلُوا  atıf harfi  وَ  ile makabline matuftur. 

عَمِلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  الصَّالِحَاتِ  mef’ulun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. 

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

الصَّالِحَاتِ  kelimesi, sülâsi mücerredi صلح  olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟

Cümle, الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَصْحَابُ الْجَنَّةِ  haber olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْجَنَّةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟  cümlesi, اَصْحَابُ  ‘un hali olarak mansubdur. 

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪يهَا  car mecruru  خَالِدُونَ۟ ’ye müteallıktır.  خَالِدُونَ  haber olup ref alameti و ' dir. Cemi müzekker salimler harfle îrablanır.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ

Ayet و ’la öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi temasüldür.

Haber cümlesi, faide-i haber  ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûl olarak gelişi, arkadan gelen habere teşvik ve muhatabın zihnine yerleştirmek içindir.

Burada  عملو الصالحات ibaresinin aslı عملو العملا الصالحا şeklindedir. Mevsuf hazfedilmiş sıfat söylenmiştir. Bu da onların (ve amellerinin) bu sıfatla ne kadar özdeşleştiklerini, kuvvetle vasıflandıklarını gösterir. Îcaz-ı hazif vardır.

Müsnedün ileyh olan ism-i mevsûlün haberi, isim cümlesi formunda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsm-i mevsûllerde müphem yapıları nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Allahü Teâlâ, âdeti gereği vaat ile tehdidi yan yana zikreder ki, rahmeti umut edilsin ve azabından korkulsun. Ya da bunu şöyle ifade edebiliriz: Rahmetinin ne kadar büyük olduğu ve cezasının da ne kadar  hikmetli olduğu anlaşılsın. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim)

Ameli, imanın üzerine atfetmesi onların birbirinden ayrı olduklarını gösterir.  (Beyzâvî)

“Salih ameller” akıl, kitap ve sünnetin deliline uygun bir şekilde müstakim olarak yapılan bütün amellerdir. Başındaki lam-ı tarif cins bildirmek içindir. Lam-ı tarif tekil kelimenin başına geldiği zaman cins ifade edip o cinsin kapsamındaki her şeyi ihtiva etmesi ya da bir karînenin bulunması durumunda cinsin bir  kısmını kastetmesi ve bu bir kısmının o cins içerisinden sadece bir tek ferde kadar inmesi mümkündür. Ancak lam-ı tarif çoğul kelimenin başına geldiği zaman, ya cinsin tümünü kasteder ya da bir kısmını. Fakat hiçbir zaman tek bir ferdine kadar inmez. Çünkü çoğul vezninde esas nazar-ı itibara alınan husus, cinsteki çoğulluk manasıdır. Lam-ı tarif almış tekil kelime nasıl cins anlamı ifade ediyorsa, lam-ı tarif almış çoğul kelime de formu itibariyle çoğulluk ifade eder. Çünkü cinsteki çoğulluk cins içerisindeki çoğulların (toplamların) çoğulluğu olup, tek tek fertlerin çokluğu değildir. (Keşşâf)

Önceki ayetteki فَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ  cümlesiyle bu ayetteki  اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Onların cennet halkı ve ebedi kalıcı olma özelliklerinin belirtilmesi taksim sanatıdır.

هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ cümlesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Her iki ayette de اولئك ,  mübteda makamında gelmiştir. Bu durumda kendinden önce sayılan vasıflara sahip olan kişilerin, kendinden sonraki  haber makamında gelene layık olduğu anlaşılır. Yani 81. ayettekilerin ateşe, 82. ayettekilerin de cennete layık oldukları anlaşılır.

''Cennet ashabı'' ifadesinde istiare vardır. Cennette kalışları arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır.

 هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

Bu cümle, cennet ashabının hali olarak nasb mahallindedir. Hal cümleleri ıtnâb sanatıdır.

Faide-i haber talebî kelam olan hal cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur olan ف۪يهَا amiline takdim edilmiştir. Bu takdim tahsis ifade eder. Onların sonsuza kadar kalışları oraya, cennete has kılınmıştır.

خَالِدُونَ lafzı, ism-i fail olarak gelmiştir. İsmi fail, meful ve masdar zamandan bağımsızdır. Aslında uzun bir zaman dilimi demektir, ama daha çok çokluktan kinaye olarak “kalıcı” anlamında kullanılır. Üstelik bu kalıp da onun bu anlamını pekiştirmektedir.

Hal cümlesinin و ’sız gelmesi, onların cennette kalışlarının, hâl-i müekkide olduğunu ifade eder. Yani bu onların sabit bir vasfıdır.

Sahibinden ayrılmayan sabit bir vasıf kasdedildiği, mesela: هذا اخوك عطوف ''bu, çok şefkatli kardeşindir'' cümlesinde olduğu gibi uzunluk, kısalık, esmerlik, sarışınlık vs. sabit vasıfların ifade edildiği hal cümleleri böyledir. Bunlar her zaman ''و ''sız gelir.

Bakara Sûresi 83. Ayet

وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ لَا تَعْبُدُونَ اِلَّا اللّٰهَ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناً وَذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَقُولُوا لِلنَّاسِ حُسْناً وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَۜ ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ اِلَّا قَل۪يلاً مِنْكُمْ وَاَنْتُمْ مُعْرِضُونَ  ...


Hani, biz İsrailoğulları’ndan, “Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz, anne babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz, herkese güzel sözler söyleyeceksiniz, namazı kılacaksınız, zekâtı vereceksiniz” diye söz almıştık. Sonra pek azınız hariç, yüz çevirerek sözünüzden döndünüz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذْ ve hani
2 أَخَذْنَا biz almıştık ا خ ذ
3 مِيثَاقَ bir söz و ث ق
4 بَنِي oğullarından ب ن ي
5 إِسْرَائِيلَ İsrail
6 لَا
7 تَعْبُدُونَ kulluk etmeyeceksiniz ع ب د
8 إِلَّا başkasına
9 اللَّهَ Allah’tan
10 وَبِالْوَالِدَيْنِ ve anaya-babaya و ل د
11 إِحْسَانًا iyilik edeceksiniz ح س ن
12 وَذِي ve
13 الْقُرْبَىٰ yakınlara ق ر ب
14 وَالْيَتَامَىٰ ve yetimlere ي ت م
15 وَالْمَسَاكِينِ ve yoksullara س ك ن
16 وَقُولُوا ve söyleyin ق و ل
17 لِلنَّاسِ insanlara ن و س
18 حُسْنًا güzel söz ح س ن
19 وَأَقِيمُوا ve kılın ق و م
20 الصَّلَاةَ namazı ص ل و
21 وَاتُوا ve verin ا ت ي
22 الزَّكَاةَ zekatı ز ك و
23 ثُمَّ sonra
24 تَوَلَّيْتُمْ döndünüz و ل ي
25 إِلَّا hariç
26 قَلِيلًا pek azınız ق ل ل
27 مِنْكُمْ sizden olan
28 وَأَنْتُمْ ve siz
29 مُعْرِضُونَ yüz çeviriyorsunuz ع ر ض

Riyazus Salihin, 333 Nolu Hadis
Ebû Eyyûb Hâlid İbni Zeyd el-Ensârî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre bir adam:
- Yâ Resûlallah! Beni Cennete götürüp cehennemden uzaklaştıracak davranışı haber ver, dedi.
Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu:
- “Allah’a ibadet edip ona hiçbir şeyi denk tutmazsın. Namazı kılar, zekâtı verir ve akrabanı koruyup gözetirsin.”
 (Buhârî, Edeb 10; Müslim, Îmân 14. Ayrıca bk. Nesâî, Salât 10)

Riyazus Salihin, 324 Nolu Hadis
Abdullah İbni Amr İbni Âs’dan rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Akrabasının yaptığı iyiliğe aynıyla karşılık veren, onları koruyup gözetmiş sayılmaz. Akrabayı koruyup gözeten adam, kendisiyle ilgiyi kestikleri zaman bile, onlara iyilik etmeye devam edendir.”
(Buhârî, Edeb 15. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 45; Tirmizî, Birr 10)

Riyazus Salihin, 334 Nolu Hadis
Selmân İbni Âmir radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu:
“Biriniz orucunu açacağı zaman hurma ile açsın; çünkü hurma bereketlidir. Eğer hurma bulamazsa orucunu su ile açsın; çünkü su temizdir.”
Peygamber aleyhisselâm sözüne devamla şöyle buyurdu:
“Yoksula verilen sadaka bir sadaka, akrabaya verilen sadaka ise iki sadaka yerine geçer: Biri sadaka sevabı, öteki de akrabayı koruyup gözetme sevabıdır.”
(Tirmizî, Zekât 26. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 21; Nesâî, Zekât 82; İbni Mâce, Sıyâm 25, 28)

وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ لَا تَعْبُدُونَ اِلَّا اللّٰهَ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًا وَذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَقُولُوا لِلنَّاسِ حُسْنًا وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَۜ

وَ  atıf harfidir. Zaman zarfı  اِذْ, takdiri أذكر  (Hatırla, düşün) olan mahzuf fiile mütealliktir. اَخَذْنَا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Fiil cümlesidir. اَخَذْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. م۪يثَاقَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  بَن۪ٓي  muzâfun ileyh olup, cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti ى ’dir. İzafetten dolayı  ن  harfi hazfedilmiştir. Aynı zamanda muzâftır. 

اِسْرَٓاء۪يلَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا تَعْبُدُونَ اِلَّا اللّٰهَ  cümlesi mahzuf fiilin mekulü’l-kavlidir. Takdiri  قلنا لا تعبدون  şeklindedir. 

(إِذْ) : Yanlız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَا تَعْبُدُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَّا  hasr edatıdır. اللّٰهَ  mef'ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

بِالْوَالِدَيْنِ  car mecruru, atıf harfi وَ  ile  لَا تَعْبُدُونَ  cümlesine matuf olup, mahzuf  استوصوا  fiiline mütealliktir. وَالِدَيْنِ  müsenna olduğu için cer alameti ى ‘dir. اِحْسَانًا  mahzuf fiilin mef'ûlu bihi olup fetha ile mansubdur. 

ذِي  atıf harfi وَ  ile makabline matuf olup, harfle îrab olan beş isimden biri olarak cer alameti  ي ’dir. Aynı zamanda muzâftır. الْقُرْبٰى  muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. 

الْيَتَامٰى  atıf harfi وَ  ile makabline matuf olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. الْمَسَاك۪ينِ  atıf harfi وَ  ile makabline matuftur. 

قُولُوا  atıf harfi  وَ  ile mahzuf  استوصوا  fiiline matuftur. 

قُولُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. لِلنَّاسِ  car mecruru  قُولُوا  fiiline mütealliktir.

حُسْنًا  masdardan naib mahzuf mef’ûlü mutlakın sıfatıdır.Takdiri, قولا حسنا  şeklindedir. اَق۪يمُوا  atıf harfi وَ  ile makabline matuftur. 

اَق۪يمُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الصَّلٰوةَ  mef'ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  اٰتُوا الزَّكٰوةَۜ  cümlesi atıf harfi وَ  ile اَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ  cümlesine matuftur. 

اَق۪يمُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  قوم ’dir. 

اٰتُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أتى ’dir. 

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

لَا تَعْبُدُونَ اِلَّا اللّٰهَ [Kulluk etmeyeceksiniz] ifadesi, kulluk etmeyin anlamında bir haberdir. Bu tıpkı falancaya gider ona “şöyle şöyle söylersin” sözün gibidir. Bu sözle de emir kastedersin. Bu açıkça emir ve nehiy ifadesi kullanmaktan daha açık ve güçlü bir ifade tarzıdır. Çünkü doğruca verilen emir yerine getirilmiş, yasaktan kaçınılmış da bundan haber verilirmiş gibi ifade edilir. (İbn Mes‘ûd [v.32/652] ve Übeyy b. Kâ‘b ’ın [v.33/654])

لَا تَعْبُدُو [kulluk etmeyin] şeklinde okunmuş olması da bunu teyit eder. Bu ifadenin başında bir [deyiniz] ifadesinin murad edilmiş olması gerekir, nitekim devamındaki [deyiniz] ifadesi de bunu teyit eder. (Keşşâf)

الْقُرْبٰى  [Yakınlara]; akrabalara demektir. Bu “ana babaya” kelimesine atıftır, yani anlam “yakınlara da iyilik edecekler” şeklindedir. Ayetteki ذِي الْقُرْبٰى (yakınlık sahibi, yakın) ifadesi çoğul anlamı taşıyan tekil kelimedir, çünkü cins isimdir.

الْيَتَامٰى  [Yetimlere] bu da  بِالْوَالِدَيْنِ  [ana babaya] kelimesine matuftur ve onlara iyilik emrinin kapsamına dahildir. الْيَتَامٰى  kelimesi  يَتِيم  kelimesinin çoğuludur. Yetim, babası ölmüş küçük çocuk demektir. Hayvanlarda ise annesi ölmüş yavruya yetim denilir. Hz. Peygamber (s.a.v)“Ergenlik çağından sonra yetimlik olmaz.” buyurmuştur. Fiil  علِمَ babında يَتِمَ , يَيْتَمُ , يُتْمًا şeklinde gelir. اليتيم  kelimesi الأيْتام ve اليتامى şeklinde çoğul yapılır. (Ömer Nesefî Tefsiri / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

مَسَاك۪ينِ  kelimesi; مِسْكِينِ  lafzının çoğuludur. مَفَاعِلٌ  kalıbında olmak üzere Kur’an’da şu yerlerde karşımıza çıkmaktadır: el-Bakara 2/83, 177, 215; en-Nisâ 4/8,36; el-Mâide 5/89, 95; el-Enfâl 8/41; et-Tevbe 9/60; el-Kehf 18/79; en-Nûr 24/22; el-Haşr 59/7. (Kur’an’da Gayr-ı Munsarıf İsimler / Mahmut Ateş )

ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ اِلَّا قَل۪يلًا مِنْكُمْ وَاَنْتُمْ مُعْرِضُونَ


ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.

Ayet, ثُمَّ  atıf harfi ile mahzuf müstenef cümleye matuftur. Takdiri, فقبلتم الميثاق (Hemen anlaşmayı kabul ettiniz) şeklindedir. 

Fiil cümlesidir. تَوَلَّيْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. اِلَّا istisna edatıdır. قَل۪يلًا  kelimesi  تَوَلَّيْتُمْ  ‘deki zamirden müstesna olup fetha ile mansubdur. 

مِنْكُمْ  car mecruru  قَل۪يلًا ' in mahzuf sıfatına mütealliktir.  وَاَنْتُمْ مُعْرِضُونَ  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur. 

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. مُعْرِضُونَ  haber olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

تَوَلَّيْتُمْ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ولي ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar. 

مُعْرِضُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

قَل۪يلًاۘ -  الْيَتَامٰى - مَسَاك۪ينِ  kelimeleri sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ

Ayet, وَ ’ile 47. ayetteki نعمتي ‘ye atfedilmiştir. Veya وَ istînâfiyedir ve ayetin başında, takdiri اذكر veya اذكروا olan bir fiil, mahzuftur. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzâfun ileyh olan اَخَذْنَا cümlesi ise, müsbet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

أخَذْنَا fiili azamet zamirine isnad edilmiştir. Allah Teâlâ Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Sâmerrâî, Ala Tarîqi't Tefsîri'l Beyânî, C. 2 ).

 لَا تَعْبُدُونَ اِلَّا اللّٰهَ

Ayetin ikinci cümlesi fasılla gelmiştir. Kasr uslubu ile tekid edilen cümle, faide-i haber talebî kelamdır. Kasr, fiille mef’ûl arasındadır. Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani, fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir, başka mef'ûllere değil. Ama o mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Ama kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiş olur.

İlk cümledeki gaib zamirden لَا تَعْبُدُونَ ifadesinde muhatab zamire iltifat vardır.

Ayetin başlangıcındaki azamet zamirinden bu cümlede lafza-i celâle iltifat edilmiştir. Bütün kemâl ve celâl sıfatlara şamil lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır. Çünkü ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.

لَا تَعْبُدُونَ cümlesi, lafzen haber olmakla beraber, manen inşâ cümlesidir. Çünkü لَا تَعْبُدُو manasındadır. Zira; bir konuda söz almak, emir veya nehy demektir. Bundan sonra gelen haber de emir veya nehy olarak tevil edilir.

وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًا وَذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ

وَ ’la öncesine atfedilen cümlede îcâz-ı hazif vardır. بِالْوَالِدَيْنِ ’nin muteallakı olan أحسنوا fiili mahzuftur. ذِي الْقُرْبٰى - الْيَتَامٰى - الْمَسَاك۪ينِ ifadeleri بِالْوَالِدَيْنِ ‘ye matuftur.

Bu cümleye atfedilen وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًا cümlesi de lafzen ve manen inşâdır. Çünkü  وَاحْسِنُوا بِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًا takdirindedir. Burada ikinci cümle hem lafzen hem manen inşâ olup, ilk cümle de lafzen haber, manen inşâdır. Ortak yön de bulunduğu için و ’la öncekine atfedilmiştir.

الْوَالِدَيْنِ - ذِي الْقُرْبٰى ve الْيَتَامٰى -  الْمَسَاك۪ينِ kelime grupları arasında murâat-ı nazîr sanatı vardır.

لَا تَعْبُدُونَ اِلَّا اللّٰهَ [Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz] ifadesi nehy manasında bir haber cümlesidir. Bu tür bir ifade, açık nehiyden daha beliğdir. Nitekim Ebüssuûd şöyle der: ‘’Böyle bir ifadede, yasaklanan şeyin hemen sona erdirilmesi gerektiğine işaret vardır. Sanki muhatap yasakla­nan şeyi hemen terk etmiştir. İşte bu manayı vurgulamak için, haber sıygası getirilmiş fakat nehiy murad edilmiştir.’’ (Safvetü't Tefâsir)

وَقُولُوا لِلنَّاسِ حُسْنًا وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَۜ

Ayetin bu cümlesi de temasül sebebiyle öncesine matuftur. Cümlenin başında قلنا [dedik] fiili mahzuftur. قُولُوا , mahzuf fiilin mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubtur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Aynı üsluptaki اَق۪يمُوا ve اٰتُوا cümleleri وَقُولُوا cümlesine temasül sebebiyle atfedilmiştir.

وَقُولُوا لِلنَّاسِ حُسْنًا [İnsanlara güzel söz söyleyin] ifadesinde حسنا masdarı, mübalağa ifade etmek için sıfat-ı müşebbehe yerinde kullanıl­mıştır. Takdiri, قَوْلاً حَسَنًا veya قَوْلاً ذَا حَسَنَ şeklindedir. Zira Araplar mübala­ğa maksadıyla masdarı, ism-i fail veya sıfat-ı müşebbehe yerinde kul­lanırlar ve birisinin çok adil olduğunu ifade etmek için هُوَ عَادِلٌ  yerine  هُوَ عَدْلٌ derler. (Safvetü't Tefâsir)

حسنا lafzındaki nekrelik, tefhim, tazim ve teksir içindir.

Alınan sözler; Allah'tan başkasına tapmamak, anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik etmek şeklinde sayılarak taksim sanatı yapılmıştır.

ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ اِلَّا قَل۪يلًا مِنْكُمْ وَاَنْتُمْ مُعْرِضُونَ

ثُمَّ ile öncesine atfedilmiş cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ثُمَّ birbirine bağladığı manalar arasında kısa da olsa bir süre olduğunu ifade eder. Bu atıf harfi terahi ifade eder, sıralama bildirir. Terahi sözlükte; sonra olmak ve gecikmek anlamındadır.

تَوَلَّيْتُمْ kelimesinde irsâd sanatı تَوَلَّيْتُمْ - مُعْرِضُونَ kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اِحْسَانًا - حُسْنًا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

قليلا , kelimesindeki nekrelik taklîl içindir.

Hal cümlesinden dolayı itnâb vardır.

Günün Mesajı
Yahudilerle yapılan anlaşma şöyledir: Allah'tan başkasına kulluk etmemek Ana-babaya, akrabaya, yetimlere ve yoksullara iyilik yapmak. İnsanlara güzel söz söylemek. Namazı kılmak zekat vermektir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

‘Güvercin Dede’ dedikleri değişik bir adam varmış. Gizli saklı yapılan kötü amel sahiplerinin yanında biter ve ‘Kimden saklanıyorsun?’ diye seslenirmiş. Cevap beklemeden, en ufak hareketle beraber ürkek bir güvercin gibi kaybolur gidermiş. Kimse, herkese ya da her yere nasıl yetiştiğini anlamazmış. Ortaya farklı iddialar atılırmış ama gerçek cevap bilinmezmiş. 


Enselerine yiyecekleri tokat ve işlerinin gizli kalmadığı korkusuyla, toplum içindeki suçlar azalmış. İlişkiler düzelmiş ve insanlar birbirine daha kolay güvenmeye başlamış. Sanırım bu durumdan bir tek Güvercin Dede memnun değilmiş çünkü kalbinin derinliklerinde, bu düzende Allah korkusunun ağır basmadığını biliyormuş. Bir gün çekip gitmesi gerektiği vakit gelmiş ve kısa sürede düzen tekrar bozulmuş.

Yıllar geçtikçe, Güvercin Dede bir efsaneye dönüşmüş; sadece korkutucu halini anlatanlar olduğu gibi öğrettiği gerçeği anlatanlar da olmuş. Onun hatırlatmalarının asıl amacını idrak eden, kendi hayatlarını Allah rızası için değiştiren ve çocuklarını da Allah yolunda yürütmeye çalışan birçok insan yaşamış. Allah’ın kendisini gördüğünü ve her halini bildiğini idrak eden için kulluk etmek ve güzel ahlak sahibi olmak ne kadar daha kolaymış.

Ey sonsuz ilmin sahibi olan Allahım! Bizi ihsan ve güzel ahlak sahibi kullarından eyle. Meyil edilen yanlış amellerden ve hallerden muhafaza buyur. Her anında ve halinde, Seni hatırlayan ve Sana sığınan kullarından eyle. 

Ey cennet bahçelerinin sahibi olan Allahım! Bizi yalnız Sana kulluk edenlerden; annesine, babasına, yakın akrabasına, yetimlere ve yoksullara iyilik edenlerden; sözün güzelini konuşanlardan, çirkin sözleri söylemekten haya edenlerden; namazı kılanlardan ve zekatı verenlerden eyle. 

 

***

‘Artık bilgiye ulaşmak çok kolay!’ cümlesinin yazdığı reklam panosuna bakıyordu. Görünürde doğru bir ifadeydi ama sanki bir şeyler eksikti. Zira cahilliğin ve cehaletin doğurduğu yanlış bilgiler ile teorilerin arkası kesilmiyordu. 

Doğru ve yanlış bilginin ayırt edilmesi için harcanan çabalar azalıyordu. Sadece kafasına yattığı ya da hazıra konmaya alıştığı için okunan -kaynağı belirsiz- herhangi bir bilginin bulunduğu yazı hemen kabul görüyor ve paylaşılıyordu. 

Basit bir sorun gibi algılansa da, kısa sürede binlerce insanın etkilenmesiyle milyonlara yanlış bilgi yüklemi yapılıyordu. Hatta bazı tarihi bilgilerin değiştiği ve dikkatlerin dünyadaki asıl sorunlardan uzaklaştırıldığı devamlı farkediliyordu.

En korkunç yönü ise din üzerinden, nesilleri hakikat yolundan saptırmak ve ahlaken yozlaştırmak için yayılan bilgilerdi. İnsanın psikolojik anlamda, yalan haberlere ve yanlış bilgilere inanmasını kolaylaştıran sebepler şöyle açıklanıyordu: 

Bilginin sahip olduğumuz inançları desteklemesi; 
Bilgiyi yayan kişinin hakiki kaynak gibi algılanması sonucunda iddia ettiklerinin doğruluğunun araştırılmaması;
İnsanın tembelliğinden dolayı kolaya kaçması;
Kısa sürede bilgiye ulaşma çabası;
Yalan haber ve bilgilerin mantıktan çok duygulara ya da bir başka ifadeyle insanın nefsine hitap etmesi; 
Belli dönemlerde, özellikle de taraf seçilmesi gereken bilgi akışları varsa eğer, toplum baskısının artması;
Aceleden dolayı uzun yazıyı okumaktansa, dikkat çekmek için atılmış çarpık başlıkların doğru kabul edilmesi; 
Sosyal medyanın yardımlarıyla aynı bilgi, farklı kişiler tarafından paylaşıldığı zaman kesin doğrudur hissinin uyanması.

Listeyi tamamladıktan sonra altına not düştü: ‘Bilgi oburluğundan uzaklaş. Doğru ama aynı zamanda ihtiyacın olan yani işine yarayacak bilgilerin peşinden koş. Zira önemli olan çok bilmek ya da çok kitap okumak değildir. Önemli olan; ahlakını güzelleştiren, yaşamını kolaylaştıran, ibadetlerini süsleyen, zihnini ve kalbini dinçleştiren, halini edeb ile mütevazileştiren yani kısacası Allah katında sana değer katan bilgilerle meşgul olmaktır.’

Ey haberdar olduğumuz ya da olmadığımız ilimleri yaratan Allahım! Bizi doğru bilgiyi yanlıştan ayırt edenlerden ve hakikatin peşinden gidenlerden eyle. Yalan bilgiyi yayanların ya da yayılan bilginin, sırf nefsimize hoş gelmesinden dolayı kabul etmekten Sana sığınırız. Bilmeden yanlış bilgiyi yaymaktan ya da kabul etmekten muhafaza buyur. Hakkımızda hayırlı olacak ilim kapılarını aç ve rahmetinle kolaylaştırarak elde etmemiz için yardımcımız ol. Bize zarar getirecek ilim kapılarını kapat ve gönüllerimizden sevgisini uzaklaştır. Kalplerimizi ve zihinlerimizi, hayırlarla ve doğrularla meşgul eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji