12 Mart 2024
Bakara Sûresi 84-88 (12. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Bakara Sûresi 84. Ayet

وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَكُمْ لَا تَسْفِكُونَ دِمَٓاءَكُمْ وَلَا تُخْرِجُونَ اَنْفُسَكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ ثُمَّ اَقْرَرْتُمْ وَاَنْتُمْ تَشْهَدُونَ  ...


Hani, “Birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız” diye de sizden kesin söz almıştık. Sonra bunu böylece kabul etmiştiniz. Kendiniz de buna hâlâ şahitlik etmektesiniz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذْ hani
2 أَخَذْنَا almıştık ا خ ذ
3 مِيثَاقَكُمْ sizden kesin söz و ث ق
4 لَا
5 تَسْفِكُونَ dökmeyeceksiniz س ف ك
6 دِمَاءَكُمْ birbirinizin kanını د م و
7 وَلَا
8 تُخْرِجُونَ çıkarmayacaksınız خ ر ج
9 أَنْفُسَكُمْ birbirinizi ن ف س
10 مِنْ -dan
11 دِيَارِكُمْ yurtlarınız- د و ر
12 ثُمَّ sonra
13 أَقْرَرْتُمْ kabul etmiştiniz ق ر ر
14 وَأَنْتُمْ ve siz
15 تَشْهَدُونَ şahidsiniz ش ه د

Mü'minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.

Bu sebeple ayette “kanlarınızı dökmeyeceksiniz, yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız’’ fiilleri hüm değil küm zamiri ile geliyor... Onlar sizin parçanız onlara yaptığınız aynı kendinize yapmışsınız gibidir mesajı veriliyor. (Nouman Ali Han- Özlü Tefsir Dersleri)

54. ayette ‘’kendi kendinizi öldürün’’ buyurulmuştu. Bunu müfessirlerimizin bazısı intihar, bazısı nefis terbiyesi olarak yorumlamıştı. Din kardeşini öldürmek çok kötü bir şey olduğu için kendini öldürmek gibi ifade edilmiş. Burada da benzer bir ifade vardır.

وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَكُمْ لَا تَسْفِكُونَ دِمَٓاءَكُمْ وَلَا تُخْرِجُونَ اَنْفُسَكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ ثُمَّ اَقْرَرْتُمْ وَاَنْتُمْ تَشْهَدُونَ


وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Zaman zarfı  اِذْ, takdiri اذكر  (Hatırla, düşün) olan mahzuf fiile mütealliktir. اَخَذْنَا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Fiil cümlesidir. اَخَذْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. م۪يثَاقَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

(إِذْ) : Yanlız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَسْفِكُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. دِمَٓاءَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَا تُخْرِجُونَ  cümlesi atıf harfi  وَ  ile makabline matuftur. 

اَنْفُسَ  mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنْ دِيَارِكُمْ  car mecruru  تُخْرِجُونَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ثُمَّ اَقْرَرْتُمْ  cümlesi mahzuf müstenefe cümlesine matuftur. تفهّمتم ثمّ أقررتم (Anladınız sonra kabul ettiniz) demektir. 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.

اَقْرَرْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

وَاَنْتُمْ تَشْهَدُونَ  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur. 

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. تَشْهَدُونَ  fiili haber olarak mahallen merfûdur. 

تَشْهَدُونَ   fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تُخْرِجُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  خرج ’dir. 

اَقْرَرْتُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  قرر ‘dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَكُمْ لَا تَسْفِكُونَ دِمَٓاءَكُمْ وَلَا تُخْرِجُونَ اَنْفُسَكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ

Ayet وَ ’la 47. ayetteki نعمتي ‘ye atfedilmiştir. Veya وَ istînâfiyyedir ve ayetin başında, takdiri اذكر veya اذكروا olan bir fiil mahzuftur. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzâfun ileyh olan اَخَذْنَا cümlesi ise, müsbet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Zaman ismi olan إذin masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Âşûr, Hac/26

 أخَذْنَاfiili  azamet zamirine isnad edilmiştir. Allah Teâlâ Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Sâmerrâî, Ala Tarîqi't Tefsîri'l Beyânî, C. 2 ).

لَا تَسْفِكُونَ cümlesi menfi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Menfi sıyga ile gelmiş olmasına rağmen, nehiy manasında olan cümle muktezayı zahirin hilafına olarak mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

لَا تُخْرِجُونَ cümlesi de aynı üslupla gelmiştir. Matuf olduğu cümle gibi mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

لَا nefyi tekid için tekrarlanmıştır. Böylece iki fiilin birlikte nefyinin yanında, ayrı ayrı olarak da nefyi sağlanmıştır.

تَسْفِكُونَ دِمَٓاءَكُمْ cümlesi öldürmekten kinayedir. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim,Soru,741)

Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.

Bu sebeple ayette geçen  لَا تَسْفِكُونَ دِمَٓاءَكُمْ وَلَا تُخْرِجُونَ اَنْفُسَكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ fiilleri هُمْ değil كُمْ zamiri ile gelmiştir. “Onlar sizin parçanız onlara yaptığınız şeyin aynısını kendinize yapmışsınız gibidir” mesajı verilmektedir.

54. ayette فَاقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ buyurulmuş, bunu müfessirlerimizin bazısı intihar, bazısı nefis terbiyesi olarak yorumlamıştır. Din kardeşini öldürmek çok kötü bir şey olduğu için kendini öldürmek gibi ifade edilmiştir. Burada da benzer bir ifade vardır.

Söz alındığını ifade ettikten sonra yapmamaları gerekenlerin sıralanması cem’ ma’at-taksim sanatıdır.

Buradaki hitap, daha önce belirtilen iki şeyden birini üstün sayma (tağlib) yolu ile bütün Yahudilere müteveccihdir. Bu ayet, Yahudilerin kul hukukuna dair kendilerinden alınan ahdin icablarını ihlal ettiklerini açıklamaktadır. Amaç yasaklara riayeti sağlamaktır. (Ebüssuud)

Müfessir Süddî diyor ki; Allah Yahudilerden dört konuda kesin söz almıştır:  Öldürmeyi bırakmaları, halkı ülkeden çıkarmamaları, masiyet konusunda birbirleriyle yardımlaşmamaları ve esir düşenlerle ilgili fidye meselesidir. Ancak Yahudiler fidye ödeyerek esirleri kurtarma meselesi dışında diğer konularda verdikleri ve yerine getirmekle emrolundukları tüm sözlerini unuttular, hepsinden döndüler ve yüz çevirdiler. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

 ثُمَّ اَقْرَرْتُمْ وَاَنْتُمْ تَشْهَدُونَ

ثُمَّ ile öncesine atfedilmiş cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ثُمَّ birbirine bağladığı manalar arasında kısa da olsa bir süre olduğunu ifade eder. Yani terahi ifade eder sıralama bildirir. Terahi, sözlükte sonra olmak ve gecikmek anlamındadır.

(Sonra ikrar etmiştiniz) yani sonra verdiğimiz bu sözü kabul etmiş, bunu yerine getirmenin üzerinize vecibe olduğunu itiraf etmiştiniz; “ki hâlâ buna şahitlik ediyorsunuz.” Bu ifade, “falan kimse şu konuda kendisi aleyhine ikrarda bulunmakta, buna şahitlik etmektedir” ifadesine benzer. (Keşşâf)

وَاَنْتُمْ تَشْهَدُونَ cümlesi; isim cümlesi formunda gelmiş hal cümlesidir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. Aynı zamanda müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüd ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.

كُمْ ‘lerin tekrarında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bakara Sûresi 85. Ayet

ثُمَّ اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ تَقْتُلُونَ اَنْفُسَكُمْ وَتُخْرِجُونَ فَر۪يقاً مِنْكُمْ مِنْ دِيَارِهِمْۘ تَظَاهَرُونَ عَلَيْهِمْ بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِۜ وَاِنْ يَأْتُوكُمْ اُسَارٰى تُفَادُوهُمْ وَهُوَ مُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ اِخْرَاجُهُمْۜ اَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍۚ فَمَا جَزَٓاءُ مَنْ يَفْعَلُ ذٰلِكَ مِنْكُمْ اِلَّا خِزْيٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ يُرَدُّونَ اِلٰٓى اَشَدِّ الْعَذَابِۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ  ...


Ama siz, birbirinizi öldüren, içinizden bir kesime karşı kötülük ve zulümde yardımlaşarak; size haram olduğu hâlde onları yurtlarından çıkaran, size esir olarak geldiklerinde ise, fidye verip kendilerini kurtaran kimselersiniz. Yoksa siz Kitab’ın (Tevrat’ın) bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise onlar azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ Ama
2 أَنْتُمْ siz
3 هَٰؤُلَاءِ
4 تَقْتُلُونَ öldürüyorsunuz ق ت ل
5 أَنْفُسَكُمْ birbirinizi ن ف س
6 وَتُخْرِجُونَ ve çıkarıyorsunuz خ ر ج
7 فَرِيقًا bir grubu ف ر ق
8 مِنْكُمْ sizden
9 مِنْ
10 دِيَارِهِمْ yurtlarından د و ر
11 تَظَاهَرُونَ birleşiyorsunuz ظ ه ر
12 عَلَيْهِمْ onlara karşı
13 بِالْإِثْمِ günah ا ث م
14 وَالْعُدْوَانِ ve düşmanlıkla ع د و
15 وَإِنْ ve eğer
16 يَأْتُوكُمْ size geldiklerinde ا ت ي
17 أُسَارَىٰ esir olarak ا س ر
18 تُفَادُوهُمْ fidyelerini veriyorsunuz ف د ي
19 وَهُوَ ve o
20 مُحَرَّمٌ yasaklanmış iken ح ر م
21 عَلَيْكُمْ size
22 إِخْرَاجُهُمْ onları çıkarmak خ ر ج
23 أَفَتُؤْمِنُونَ yoksa siz inanıyorsunuz da ا م ن
24 بِبَعْضِ bir kısmına ب ع ض
25 الْكِتَابِ Kitabın ك ت ب
26 وَتَكْفُرُونَ inkar mı ediyorsunuz ك ف ر
27 بِبَعْضٍ bir kısmını ب ع ض
28 فَمَا nedir?
29 جَزَاءُ cezası ج ز ي
30 مَنْ kimsenin
31 يَفْعَلُ yapan ف ع ل
32 ذَٰلِكَ bunu
33 مِنْكُمْ sizden
34 إِلَّا başka
35 خِزْيٌ rezil olmaktan خ ز ي
36 فِي -nda
37 الْحَيَاةِ hayatı- ح ي ي
38 الدُّنْيَا dünya د ن و
39 وَيَوْمَ ve gününde ي و م
40 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
41 يُرَدُّونَ onlar itilirler ر د د
42 إِلَىٰ
43 أَشَدِّ en şiddetlisine ش د د
44 الْعَذَابِ azabın ع ذ ب
45 وَمَا değildir
46 اللَّهُ Allah
47 بِغَافِلٍ gafil غ ف ل
48 عَمَّا -dan
49 تَعْمَلُونَ yaptıklarınız- ع م ل

Rivâyetlere göre Beni Kureyza yahudileri, müşrik Araplardan Evs kabilesinin müttefiki, Beni Nadir yahudileri de yine müşrik Araplardan Hazrec kabilesinin müttefikiydi. Bu yahudiler müttefiki bulundukları kabileler birbirleriyle savaşınca karşılıklı olarak onlara yardım ederler, birbirlerini öldürürler ve vatanlarından sürgün ederlerdi. Birbirlerine yahudi olanlardan esir düşenleri de fidye ile kurtarmaya çalışırlardı.

Allah burada bir nevi diyor ki; bu ne biçim iştir? Hem onları, kendinizden olan yahudileri öldürmek için savaşıyorsunuz, hem de fidye ile onları kurtarmaya çalışıyorsunuz. Bu nasıl iştir? Bunlar bu tür bir yargılama ile karşılaştıkları zaman da diyorlar ki, bu fidye kitabımızın emridir. Kitabımız kardeşlerimiz hakkında fidyeyi emretmektedir. Böyle bir durumda fidye vererek yahudileri kurtarmak zorundayız bizler. Eğer onlar sizin kardeşleriniz ise niye vatanlarından çıkarıyorsunuz? Niye onları öldürmeye çalışıyorsunuz? Değilse niye fidye vermeye çalışıyorsunuz? Sürgün ederken bu adamlar sizin kardeşleriniz değilken, fidye vermeye gelince sanki kardeşleriniz oluyorlar. Veya fidyeyi emrederken sanki kitabı dinlediğini iddia eden sizler, savaşırken, sürgün ederken sanki o kitap sizin kitabınız değil. Bu nasıl iştir böyle? İşinize gelen yerde kitaba sığınıyorsunuz, ama işinize gelmeyen yerde kitabı diskalifiye ediyorsunuz.

Sonra buyurur ki Allah:

"Yoksa siz kitabın bir bölümüne inanıp da bir kıs­mını inkâr mı ediyorsunuz?"

Kitabın bir kısmını gündemde tutuyorsunuz da, bir kısmını örtmeye mi çalışıyorsunuz? Kitabın bir kısmının mü'mini oldunuz da bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Bir kısmını gündeme getirip, onları eyleme dönüştürme çabası içine giriyorsunuz da, bir kısmını görmezlikten gelmeye mi çalışıyorsunuz? Ne bu haliniz? Denilmektedir.

Bu hemen hemen bugün bütün müslümanların derdidir. Bugün de bakıyoruz bir bölüm âyetler gün yüzüne çıkarılırken, bir kısım âyetler de kenara çekilmeye çalışılıyor. Bir kısım âyetler hep gündemde tutulmaya çalışılırken, bir kısım âyetler de duyulmasın diye âdeta ağza bile alınmamaya çalışılıyor. (Ali Küçük Tefsiri)

ثُمَّ اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ تَقْتُلُونَ اَنْفُسَكُمْ وَتُخْرِجُونَ فَر۪يقًا مِنْكُمْ مِنْ دِيَارِهِمْۘ تَظَاهَرُونَ عَلَيْهِمْ بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir. Ayet  ثُمَّ  atıf harfi ile önceki ayete matuftur.

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İşaret ismi  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  haber olarak mahallen merfûdur. Muzaf mahzuftur. Takdiri, أنتم مثل هؤلاء  (Siz onlar gibisiniz) şeklindedir. 

تَقْتُلُونَ  cümlesi,  اَنْتُمْ ’ un ikinci haberi olarak mahallen merfûdur. 

تَقْتُلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اَنْفُسَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تُخْرِجُونَ   atıf harfi وَ ‘ la  تَقْتُلُونَ ‘ye matuftur.     

Fiil cümlesidir. تُخْرِجُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. فَر۪يقًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

مِنْكُمْ  car mecruru, فَر۪يقًا ’ın mahzuf sıfatına mütealliktir. مِنْ دِيَارِ  car mecruru  تُخْرِجُونَ ’ye mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تَظَاهَرُونَ عَلَيْهِمْ  cümlesi, تُخْرِجُونَ  ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur. 

تَظَاهَرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Fiildeki ikinci  تَ  mahzuftur.  عَلَيْهِمْ  car mecruru  تَظَاهَرُونَ  fiiline mütealliktir.  

بِالْاِثْمِ  car mecruru  تَظَاهَرُونَ  ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, متلبسين بالإثم (Günaha sarılmış olarak) şeklindedir. الْعُدْوَانِ  kelimesi atıf harfi وَ ‘ la  الْاِثْمِ  ‘e matuftur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَقْتُلُونَ  [öldürüyorsunuz] ifadesi, ثُمَّ اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  [ama siz öyle kimselersiniz ki] ifadesinin beyanıdır. Bir görüşe göre  هٰٓؤُ۬لَٓاءِِ, burada  الَّذٖي  manasında ism-i mevsūldür. (Keşşâf)

تَظَاهَرُونَ   fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tefâ’ul babındadır. Sülâsîsi  ظهر ‘dir. Fiildeki ikinci  تَ  hafifletilerek hazfedilmiştir.

Tefâ’ul babı müşareket manasında kullanılır. Müşareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile meful aynı işi yapmıştır. Müşareket bâbı olan müfaale babıyla bu bab arasındaki fark: Müfaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ile meful arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefaul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen meful zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُخْرِجُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  خرج ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

وَاِنْ يَأْتُوكُمْ اُسَارٰى تُفَادُوهُمْ وَهُوَمُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ اِخْرَاجُهُمْۜ

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَأْتُو  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اُسَارٰى  hal olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. 

فَ  karînesi olmadan gelen  تُفَادُوهُمْ  cümlesi şartın cevabıdır.

تُفَادُو  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef‘ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

هُوَمُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ اِخْرَاجُهُمْۜ  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.

وَ  haliyyedir. İsim cümlesidir. Şan zamiri  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. مُحَرَّمٌ  haber olup damme ile merfûdur.  عَلَيْكُمْ  car mecruru  مُحَرَّمٌ  ‘a mütealliktir.  اِخْرَاجُهُمْ  ism-i mef’ûl  مُحَرَّمٌ ‘un naib-i faili olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْۜ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Veya, munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ اِخْرَاجُهُمْ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. مُحَرَّمٌ  mukaddem haber olup damme ile merfûdur.  عَلَيْكُمْ  car mecruru  مُحَرَّمٌ  ‘a mütealliktir.  اِخْرَاجُهُمْ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تُفَادُوهُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  فدي ’dir. 

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مُحَرَّمٌ  sülâsi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûlüdür.

اَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْض

Hemze istifham harfidir. Hemze istifham harfidir. Ayet  فَ  atıf harfi ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أتفعلون ذلك (Bunu yapar mısın?) şeklindedir.

Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir. تُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِبَعْضِ  car mecruru  تُؤْمِنُونَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْكِتَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  تَكْفُرُونَ بِبَعْضٍ  cümlesi atıf harfi  وَ  ile makabline matuftur. 

تَكْفُرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِبَعْض  car mecruru  تَكْفُرُونَ  fiiline mütealliktir. 

تُؤْمِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

فَمَا جَزَٓاءُ مَنْ يَفْعَلُ ذٰلِكَ مِنْكُمْ اِلَّا خِزْيٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ

İsim cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir. مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

جَزَٓاءُ  mübteda olup damme ile merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَفْعَلُ ’ dur. Îrabtan mahalli yoktur.  

يَفْعَلُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mef‘ûlün bih olarak mahallen mansubdur.  ل  harfi buud, yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

مِنْكُمْ  car mecruru  يَفْعَلُ  ‘ daki failin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri, حال كونه منكم (Onun hali sizden olmasıdır) şeklindedir. اِلَّا  hasr edatıdır. 

خِزْيٌ  kelimesi  جَزَٓاءُ ’nun haberi olup damme ile merfûdur. فِي الْحَيٰوةِ  car mecruru  خِزْيٌ ’e mütealliktir. الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ ’ın sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الدُّنْيَا  kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ يُرَدُّونَ اِلٰٓى اَشَدِّ الْعَذَاب

و  istînâfiyyedir. Zaman zarfı olan  يَوْمَ  kelimesi  يُرَدُّونَ  fiilinin mef‘ûlun fihi olup fetha ile mansubdur.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

يُرَدُّونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. اِلٰٓى اَشَدِّ  car mecruru  يُرَدُّونَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْعَذَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ

وَ  istînâfiyyedir. مَا  olumsuzluk harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.  اللّٰهُ  lafza-i celâl  مَا ’ nın ismi olup damme ile merfûdur. بِ  harf-i ceri zaiddir. غَافِلٍ lafzen mecrur,  مَا ’nın haberi olarak  mahallen mansubdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu, عَنْ  harf-i ceriyle  تَعْمَلُونَ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası تَعْمَلُونَ ‘ dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

تَعْمَلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. 

Burada  بِ  harfi manayı pekiştirmek için gelmiş olup zaiddir. Olumlu cümlelerde  ل harfinin tekit ifade etmesi gibi olumsuz cümlelerde de لَيْسَ ve مَا 'nın haberinin başında gelen  بِ  harfi tekid bildirir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, II, 142)

Kur'an-ı Kerim'de  بِ  harfi 22 yerde  لَيْسَ ’ nin, 19 yerde de  مَا ’ nın haberinin başında zaid olarak gelmiştir. (Ahmet Yüksel, Biçim, Anlam ve İmlâ Yönüyle Arapçada Zaidlik)

ثُمَّ اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ تَقْتُلُونَ اَنْفُسَكُمْ وَتُخْرِجُونَ فَر۪يقًا مِنْكُمْ مِنْ دِيَارِهِمْۘ  تَظَاهَرُونَ عَلَيْهِمْ بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ

Ayet önceki ayete ثُمَّ ile atfedilmiştir. İlk cümle isme isnad olup, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Uzak için olan işaret ismi هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ’nin müsned olması o kimseleri tahkir ifade eder. Bu ayette الذي ,هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  manasında gelmiştir. تَقْتُلُونَ اَنْفُسَكُمْ cümlesi sıla kabul edilmiştir.

تَقْتُلُونَ ; اَنْفُسَكُمْ fiilin zamirinden haldir, amili de ism-i işaretteki manadır ya da geçen cümlenin açıklamasıdır. Veya هٰٓؤُ۬لَٓاءِ işaret ismi الذي anlamındadır. Cümle de sılası , toplamı da haberdir. (Beyzâvî)

Buradaki, [Siz öyle bir toplumsunuz] ifadesiyle kendilerinden kesin söz alındıktan sonra giriştikleri öldürme, sürgün etme ve düşmanlık gibi olaylar sebebiyle adeta haklarında uzak bir olasılık gibi görülen ger­çek karşısında bir tür hayret ve şaşkınlık ifade edilmiştir. Çünkü kesin söz vermişler, bu sözü verdiklerini de kabullenmişler ve ayrıca bunlara da tanıklık etmişlerdir. ‘’Bütün bu gerçeklere rağmen böyle yaparsınız ha!’’, demektir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi, hükmü takviye, hudûs ve teceddüd ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil, olayı  zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.

تُخْرِجُونَ cümlesi تَقْتُلُونَ cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi temasüldür.

فَر۪يقًا ’daki tenkir, tazim ve kesret ifade eder.

تَقْتُلُون اَنْفُسَكُمْ cümlesinde, ‘’başkasını öldürüyorsunuz’’ yerine, ‘’kendi­nizi öldürüyorsunuz’’ tabiri kullanılmıştır. Zira başkasının kanını akıtan, sanki kendi kanını akıtmış gibidir. Böyle bir ifade, mecaz kabilindendir. (Safvetü't Tefâsir)

ظهر - sırt, تظاهر - destekledi demektir. Türkçede tezahürat kelimesini kullanıyoruz.

 كُمْ ve مِنْ ‘lerde cinas, reddü’l-acüz ale’s- sadr vardır.

إثْم ve عُدْوَانِۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

….تَظَاهَرُونَ عَلَيْهِمْ cümlesi kemâl-i ittisal nedeniyle fasılla gelmiştir. Hâl-i müekkide olarak ıtnâbtır. Vav’la gelmeyen bu hal cümlesi onların bu hallerinin sürekli bir özellik olduğuna işaret eder.

 وَاِنْ يَأْتُوكُمْ اُسَارٰى تُفَادُوهُمْ وَهُوَمُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ اِخْرَاجُهُمْۜ

Vav istînâfiyyedir. Cümle, şart üslubunda haberi isnaddır

 يَأْتُوكُمْ fiili şart, تُفَادُوهُمْ cevap cümlesidir. Her iki cümle de müsbet muzari sıygasıyla gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَ ’la gelen hal cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. مُحَرَّمٌ mukaddem haberdir.

[Oysa bu size haram idi] ifadesindeki هُوَ zamiri ‘’durum şudur ki’’ anlamında şân zamiridir. Bu zamirin [onların çıkarılmaları] ifadesi ile tefsir edilen müphem bir zamir olması da mümkündür. (Keşşâf)

“Siz öyle kimselersiniz ki” sözünden sonra onların özelliklerinin sıralanması, cem’ maa’t-taksim sanatıdır.

وَهُوَمُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ اِخْرَاجُهُمْۜ cümlesi hal olduğundan ıtnâb, كُمْ ve  هُمْ lerde cinas, reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اُسَارٰى kelimesi hal olduğundan ıtnâb vardır.

وَتُخْرِجُونَ - اِخْرَاجُهُمْ kelimeleri arasında  iştikak cinas’ı ve reddü’l acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Müsnedün ileyh هو şeklinde şan zamiri olarak geldiğinde garabete delalet eder. Bu durumda muhatab bundan sonra gelen şeyi merak eder.

[Onları çıkarmak size haram olduğu halde] ifadesinde üç yorum vardır:

İlkine göre هو zamiri, اِخْرَاجُهُمْۜ kelimesine işaret eder ki cümlenin sonunda doğrudan kelimenin kendisi, tekid maksadıyla açık bir şekilde zikredilmiştir.

İkinci yoruma göre هو zamiri, اِخْرَاجُهُمْۜ kelimesine işaret eder, ancak daha önce çıkarma, öldürme, dayanışma, günah, düşmanlık gibi fiiller zikredilmiş olduğu için bu zamirin bunlardan herhangi birine işaret etme ihtimali bulunur. Bu yüzden maksadı beyan etmek ve zamirin kendisine işaret ettiğini tayin etmek için اِخْرَاجُهُمْۜ (çıkarma) kelimesi tekrar zikredilmiştir.

Üçüncü yoruma göre de هو zamiri söz ve habere işaret eder. Sanki, “Haber şu ki (bilesiniz ki) onları çıkarmak size haramdır.” demiş olur. Bunun benzeri “De ki: Allah birdir.” [İhlas 112/1] ayetinde mevcuttur. (Ömer Nesefî /Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

اَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْض

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, cevap bekleme kastı taşımaksızın tevbih ve takrir manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

Şu halde ayetin nazmı kerîminin ifade ettiğine göre, onlara yapılan kınamanın (tevbih) sebebi, Tevrat'ın bir kısmına iman ettikleri halde bir kısmını inkâr etmeleridir. Çünkü hitab makamında bir şeyin takdimi, o takdim edilen şeyin asaletini ve en az bir yönü ile önde olmasını gerektirir. Burada önce imanın daha sonra inkâr ve uyarının zikri gelişigüzel bir sıralama değildir. Bu sıralama vukuu itibariyledir. Hülasa,  onların burada tevbihe muhatab olmalarının sebebi, aslında Tevrat'a imanları olduğu halde, bu imanlarına tamamen ters düşen ve sanki bir kısmına iman ettikleri halde bir kısmını inkâr eder bir uygulama biçimi sergilemeleridir. (Ebüssuûd)

اَفَتُؤْمِنُونَ cümlesinde soru edatı olan hemze inkâr ve kınama ifade eder. (Safvetü't Tefâsir)

كَفر ve اٰمَنَ fiilleri بِ harfi ceri ile birlikte kullanılır. Bu durum, küfür veya imanın insana yapıştığını ifade edebilir. (Elmalılı)

Onlar esirlerini fidye ile kurtarmak dışında emrolundukları bütün emirlerden yüzçevirmişlerdi. Bundan dolayı yüce Allah onları, Kur'an-ı Kerim'de kıyamete kadar okunacak ayeti ile azarlayarak: ‘’Yoksa siz kitabın (Tevrat'ın) bir kısmına inanıyorsunuz da bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?" diye buyurmuştur. (Kurtubî)

بَعْض kelimesi aslında her zaman muzâf olur. Ama burada tekrar olmasın diye muzâfun ileyh gelmemiş, o yüzden de tenvin almıştır. Buna avz tenvini (عوض) denir. Tenvin, mahzuf muzâfun ileyh yerine geçmiştir.

بَعْض kelimesinde cinas, reddü’l-acüz ale’s - sadr, فَتُؤْمِنُونَ ile وَتَكْفُرُونَ arasında  tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

فَمَا جَزَٓاءُ مَنْ يَفْعَلُ ذٰلِكَ مِنْكُمْ اِلَّا خِزْيٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ

فَ istînâfiyyedir.

Nefy sigasıyla gelen isim cümlesi faide-i haber talebî kelamdır.

Nefy harfi ما ile istisna harfi إلاّ arasında kasr oluşmuştur. Kasr-ı mevsuf ale’s sıfattır.

ذٰلِكَ ile müşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, S. 190 )

Cümlede medhe benzeyen bir şeyle zemm-i tekid sanatı vardır.

الدُّنْيَا  hayatın sıfatıdır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

مَنْ  ve مِنْ lerde cinas, ism-i mevsûlde tevcih sanatı vardır.

[Dünya hayatında bir rezillik] ifadesinde خِزْيٌ kel­imesinin nekre getirilmesi, bu cezanın şiddetini ve büyüklüğünü gösterir. (Safvetü't Tefâsir)

Dünyada” kendilerinden” alınan cizyenin eksiltilmesi şeklinde “ azabın hafifletilmesi” söz konusu olmadığı gibi, “onlara hiç kimse yardımda edemeyecektir”; onları savunamayacaktır. Aynı şey ahiret azabı içinde geçerlidir. (Keşşâf)

وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ يُرَدُّونَ اِلٰٓى اَشَدِّ الْعَذَاب

İstînâfiyye olarak gelen cümlede takdim-tehir vardır. يَوْمَ الْقِيٰمَةِ  mef’ûlu, Yahudilerin dünya ve ahiret cezalarındaki şiddetin farklılığı belirtmek için öne geçmiştir. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim,Soru,751)

Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması içindir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Kuran Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِلٰٓى اَشَدِّ الْعَذَاب [azabın şiddetlisine] ibaresi, اِلٰٓى الْعَذَاب الْاَشَدِّ şeklinde sıfat tamlaması olarak gelmesi beklenirken isim tamlaması olarak gelmesi daha kuvvetli bir vurgu ifadesi içindir.

خِزْيٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ cümlesiyle وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ يُرَدُّونَ اِلٰٓى اَشَدِّ الْعَذَاب cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

 وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ

وَ istînâfiyyedir. Zaid ب harfi sebebiyle cümle, faide-i haber talebî kelamdır.

ليس gibi amel etmiş olan مَا ’nın haberine dahil olan zaid بِ harfi tekid ifade eder. غَافِلٍ kelimesi lafzen mecrur mahallen merfûdur.

بِ harfinin verdiği tekid manası asla ile ifade edilebilir.

Mevsûl olan مَا ’nın sılasının muzari fiil sıygasında gelmesi, hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği, muhayyileyi harekete geçirerek  olayı göz önüne getirir.

[Allah yapmakta olduğunuz şeylerden gafil değildir] ifadesi bir vaîd, yani tehdittir.

Bu ifadenin altında “Her davranışınız değerlendirilmektedir” anlamı yatmaktadır. Bir anlamın içine başka bir anlamın gizlenmesi idmâc sanatıdır. Lazım-melzum alakasıyla yaptıklarınızın karşılığı verilecektir manası taşır. Mecaz-ı mürseldir.

Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

Bu cümle 74. ayetteki cümlenin tekrarıdır. İki cümle arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale's’-sadr sanatları vardır.

Lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Cümlede iki farklı görevdeki مَا ’larda tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bütün kemâl ve celâl sıfatların anlamlarını bünyesinde barındıran lafza-i celâlin tekrarı telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırma amacına matuftur. Ayrıca bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Cenab-ı Allah´ın: [Allah, sizin yaptıklarınızdan habersiz değildir] ifadesi şiddetli bir tehdit, günaha karşı büyük bir engelleme ve taattan dolayı da bü­yük bir müjdedir. Çünkü Cenab-ı Allah´ın kâdir olanların en muktediri olması­nın yanı sıra, gaflet de O’nun hakkında imkânsız olunca, bu ifade hak­ların hak edenlere muhakkak ulaşacağını gösterir. (Fahreddin er- Râzî, Tefsir-i Kebir - Ebüssuûd)

Bakara Sûresi 86. Ayet

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا بِالْاٰخِرَةِۘ فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ۟  ...


Onlar, ahireti verip dünya hayatını satın alan kimselerdir. Artık bunlardan azap hiç hafifletilmez. Onlara yardım da edilmez.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أُولَٰئِكَ işte onlar
2 الَّذِينَ kimselerdir
3 اشْتَرَوُا satın alan ش ر ي
4 الْحَيَاةَ hayatını ح ي ي
5 الدُّنْيَا dünya د ن و
6 بِالْاخِرَةِ ahireti verip ا خ ر
7 فَلَا
8 يُخَفَّفُ hiç hafifletilmez خ ف ف
9 عَنْهُمُ onlardan
10 الْعَذَابُ azab ع ذ ب
11 وَلَا ve hiç
12 هُمْ onlara
13 يُنْصَرُونَ yardım edilmez ن ص ر

خفّ Haffe:

  خَفِيفٌ kavramı, ağır kelimesinin zıddıdır. خَفَّفَ Bir nesneyi hafifletmek manasında kullanılır. إسْتَخَفَّ  fiilinin anlamıyla ilgili iki görüş vardır: 

 Kendisiyle beraber hafif olmaya sürükledi ya da onları bedenleri ve azimleri bakımından hafif insanlar olarak buldu demektir. (Müfredat)

 Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 17 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) 

 Türkçede kullanılan şekilleri hafif, tahfif, kavaf ve istihfaftır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا بِالْاٰخِرَةِۘ فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ۟

İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اشْتَرَوُا ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

اشْتَرَوُا  iki sakinin birleşmesinden dolayı mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الْحَيٰوةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةَ ‘nin sıfatı olup, elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. بِالْاٰخِرَةِ  car mecrur  اشْتَرَوُا  fiiline mütealliktir.

ف  harfi sebebi müsebbebe bağlayan atıf harfidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُخَفَّفُ  damme ile merfû meçhul muzari fiildir. عَنْهُمُ  car mecruru  يُخَفَّفُ  fiiline mütealliktir. الْعَذَابُ  naib-i fail olup damme ile merfûdur. لَا هُمْ يُنْصَرُونَ۟  cümlesi atıf harfi وَ  ile makabline matuftur. 

لَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. يُنْصَرُونَ۟  fiili haber olarak mahallen merfûdur. 

يُنْصَرُونَ۟  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اشْتَرَوُا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi شري ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

يُخَفَّفُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  خفف ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا بِالْاٰخِرَةِۘ

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl nedeni şibh-i kemâli ittisâldir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedün ileyhin ism-i işaretle marife olarak gelmesi, işaret edilene dikkat çekip tahkir etmek içindir. İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.

اشْتَرَوُا الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا بِالْاٰخِرَةِۘ [Dünya hayatını, ahiretle değiştirdiler.] cümlesinde istiare vardır. Satın almak manasındaki اشْتَرَوُا lafzı, değiştirmek manasında müstear olarak kullanılmıştır.

Dünya ve ahiret hayatı satın alınacak, ticareti yapılacak şeyler değildir, dolayısıyla hakiki manada kullanılmadıkları anlaşılır. Muhatabı etkilemek için düz manalar yerine mecazî manalar kullanılmıştır. Bu üslup daha etkilidir. ‘’Oğlum geldi’’ yerine ‘’aslanım geldi’’ demek gibidir. İkinci cümle daha etkilidir. Ticaretin kâr etmemesi istiarenin karinesidir.

Bu ayet 16. ayeti hatırlatmaktadır. O ayette geçen dalalet yerine burada dünya hayatı, hidayet yerine de ahiret kelimeleri gelmiştir. 16.ayetle bu ayet arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا  - الْاٰخِرَةِۘ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

الدُّنْيَا kelimesi sıfat olduğundan cümlede ıtnâb sanatı vardır.

فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ

ف ile atfedilen ikinci cümle menfi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidâi kelamdır. Cümlede takdim-tehir vardır. Car mecrur naibi faile takdim edilmiştir.

يُخَفَّفُ fiili, hafifletme manasında olup Türkçede de hafif olarak kullanmaktayız.

الْعَذَابُ ’deki tarif ahd-i sarîhidir.

وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ۟

و ile atfedilen son cümle ise isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüd ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.

Müsnedün ileyhin nefyden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması durumunda bu takdim kesinlikle tahsis ifade eder. (Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لا ve هُمْ ‘lerin tekrarında reddü’l-acüz ale's- sadr vardır.

Dünyada, kendilerinden alınan cizyenin eksiltilmesi şeklinde “azabın hafifletilmesi” söz konusu olmadığı gibi, [onlara hiç kimse yardım da edemeyecektir]; onları savunamayacaktır. Aynı şey ahiret azabı için de geçerlidir. (Keşşâf-Ebüssuûd)

Bakara Sûresi 87. Ayet

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَقَفَّيْنَا مِنْ بَعْدِه۪ بِالرُّسُلِ وَاٰتَيْنَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَاَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِۜ اَفَكُلَّمَا جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ بِمَا لَا تَهْوٰٓى اَنْفُسُكُمُ اسْتَكْبَرْتُمْۚ فَفَر۪يقاً كَذَّبْتُمْۘ وَفَر۪يقاً تَقْتُلُونَ  ...


Andolsun, Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik. Ondan sonra ard arda peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya mucizeler verdik. Onu Ruhu’l-Kudüs (Cebrail) ile destekledik. Size herhangi bir peygamber, hoşunuza gitmeyen bir şey getirdikçe, kibirlenip (onların) bir kısmını yalanlayıp bir kısmını da öldürmediniz mi?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 اتَيْنَا verdik ا ت ي
3 مُوسَى Musa’ya
4 الْكِتَابَ Kitabı ك ت ب
5 وَقَفَّيْنَا birbiri ardınca gönderdik ق ف و
6 مِنْ -ndan
7 بَعْدِهِ arkası- ب ع د
8 بِالرُّسُلِ peygamberler ر س ل
9 وَاتَيْنَا ve verdik ا ت ي
10 عِيسَى Îsa’ya
11 ابْنَ oğlu ب ن ي
12 مَرْيَمَ Meryem
13 الْبَيِّنَاتِ açık deliller ب ي ن
14 وَأَيَّدْنَاهُ ve onu destekledik ا ي د
15 بِرُوحِ Ruh ile (Ruh’ül-Kudüs) ر و ح
16 الْقُدُسِ Kudüs (Ruh’ül-Kudüs) ق د س
17 أَفَكُلَّمَا öyle mi? ك ل ل
18 جَاءَكُمْ size gelse ج ي ا
19 رَسُولٌ bir peygamber ر س ل
20 بِمَا şey ile
21 لَا
22 تَهْوَىٰ istemediği ه و ي
23 أَنْفُسُكُمُ canınızın ن ف س
24 اسْتَكْبَرْتُمْ büyüklük taslayarak ك ب ر
25 فَفَرِيقًا kimini ف ر ق
26 كَذَّبْتُمْ yalanlayacak ك ذ ب
27 وَفَرِيقًا kimini de ف ر ق
28 تَقْتُلُونَ öldüreceksiniz ق ت ل
Cebrâil aleyhisselâmın peygamberleri desteklemek üzere insanlara yardım ettiği de bilinmektedir. Nitekim Resûl-i Ekrem, kendinin veya İslâmiyet’in aleyhinde şiir söyleyenleri hicvetmesi için şair Hassân İbni Sâbit’i teşvik etmiş ve ona “ Allah’ım! Hassân’ı Rûhulkudüs ile teyit et!” diye dua etmiştir.
(Buhari, İlim 68, Bed’ü’l-halk 6; Müslim, Fezâilü’s-sahâbe 151,152).

  Eyede أيد :

  Teksir yani çokluk kalıbı olan tef'il babındaki أيَّدَ fiili şiddetli güç/kuvvet anlamına gelen أيْدٌ kökünden gelir.  (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de bir isim ve bir fiil formunda olmak üzere 11 kez geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri müeyyide ve te'yid etmektir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَقَفَّيْنَا مِنْ بَعْدِه۪ بِالرُّسُلِ وَاٰتَيْنَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَاَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِۜ

وَ  istînâfiyyedir. ل  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ  tahkik harfidir.Tekid ifade eder.

Fiil cümlesidir. اٰتَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. مُوسَى  mef‘ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.  Gayrı munsariftir. الْكِتَابَ  ikinci mef‘ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

قَفَّيْنَا مِنْ بَعْدِه۪ بِالرُّسُلِ  cümlesi atıf harfi وَ  ile makabline matuftur. 

قَفَّيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْ بَعْدِ  car mecruru  قَفَّيْنَا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِالرُّسُلِ  car mecruru  قَفَّيْنَا  fiiline mütealliktir. اٰتَيْنَا ع۪يسَى  cümlesi atıf harfi وَ  ile اٰتَيْنَا مُوسَى ’ ya  matuftur. 

اٰتَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  ع۪يسَى  mef‘ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Gayrı munsariftir. ابْنَ  kelimesi  ع۪يسَى ‘den bedel veya sıfat olup fetha ile mansubdur. 

مَرْيَمَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder fetha ile mecrurdur. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْبَيِّنَاتِ  ikinci mef’ûlün bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. اَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ  cümlesi atıf harfi وَ  ile ikinci  اٰتَيْنَا  fiiline atfedilmiştir. 

اَيَّدْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

بِرُوحِ  car mecruru  اَيَّدْنَا  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْقُدُسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اٰتَيْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتى ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

اَيَّدْنَاهُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  أيد ’dir. 

قَفَّيْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  قفو ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

Nahivcilere göre Meryem مَفْعَلَ veznindedir. Zira kelime yapıları arasında عِثْيَرْ  [toz duman] ve عُلْيَبْ [bir vadi] kelimelerinin aksine- ilk harfi fethalı  فَعِيلاً  vezni bulunmamaktadır. (Keşşâf)

اَفَكُلَّمَا جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ بِمَا لَا تَهْوٰٓى اَنْفُسُكُمُ اسْتَكْبَرْتُمْۚ

Hemze istifham harfidir. فَ  atıf harfidir. كُلَّمَا  şart manası taşıyan zaman zarfı olup  اسْتَكْبَرْتُمْ fiiline mütealliktir. جَٓاءَكُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَٓاءَ  şart fiili olup, fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  كُمْ  mukaddem mef‘ûlun bih olup mahallen mansubdur.  رَسُولٌ  muahhar fail olup damme ile merfûdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harfi ceriyle  جَٓاءَكُمْ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası لَا تَهْوٰٓى ‘dır. Îrabtan mahalli yoktur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَهْوٰٓى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. اَنْفُسُ  fail olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  karînesi olmadan gelen  اسْتَكْبَرْتُمْ  cümlesi şartın cevabıdır. 

اسْتَكْبَرْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. بِمَا لَا تَهْوٰٓى اَنْفُسُكُمُ [Ama ne zaman size bir peygamber nefislerinizin hoşlanmadığı bir şey getirdiyse]; istemediğiniz bir şeyi demektir. Buradaki  هَوِىَ (mazi), هَوًى (masdar) kelimesi ‘alime babından olup “sevdi, istedi” anlamına gelir. Fiilin sonunda aslında bir hu zamiri vardır, zamir hazf edilince fiil  مَا  harfi ile masdar haline gelir. Yani, her ne zaman herhangi bir elçi size hevânıza uymayan bir şey getirse, demektir. بِمَا  ifadesindeki  بِ harfi, geçişsiz fiili geçişli yapmak içindir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) 

كُلَّمَا  kelimesi  كُلَّ  ile masdariyye  مَا ‘nın birleşimi olan cezmetmeyen şart edatıdır. Kendisinden sonra şart ve cevap olarak iki fiil bulunur. Bu fiiller daima mazi olur. Edat bu fiillerin tekrarlandığını ifade etmeye yarar. مَا  ile masdara dönüşmüş şekline muzaf olarak onu cer eder. (Arap Dilinde Edatlar, Hasan Akdağ)

اسْتَكْبَرْ  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi, كبر  ‘dir. 

Bu bab fiile taleb,tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamlar katar.

 فَفَر۪يقًا كَذَّبْتُمْۘ وَفَر۪يقًا تَقْتُلُونَ

فَ  atıf harfidir.Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir.  فَر۪يقًا  kelimesi  كَذَّبْتُمْ  fiilinin mukaddem mef‘ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. كَذَّبْتُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. 

وَ  atıf harfidir. فَر۪يقًا  kelimesi  تَقْتُلُونَ  fiilinin mukaddem mef‘ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. تَقْتُلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

كَذَّبَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  كذب ‘dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mefulun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, birşeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَقَفَّيْنَا مِنْ بَعْدِه۪ بِالرُّسُلِ وَاٰتَيْنَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَاَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِۜ

Ayet kasem üslubunda gayrı talebî inşâ cümlesidir. Kasem hazf edildiğinden ayette îcâz-ı hazif vardır.

اٰتَيْنا - قَفَّيْنا - اَيَّدْناَ fiilleri azamet zamirine isnad edilmiştir. Allah Teâlâ Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Sâmerrâî, Ala Tarîqi't Tefsîri'l Beyânî, C. 2)

موسى - عيسى isimlerinde ıttırad sanatı vardır. Ittırad; övülen kişilerin ve silsilesinin zorlamaksızın doğum sırasına uygun olarak zikredilmesidir.

Ayette وَاٰتَيْنَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَات buyurulmuştur. Burada alimlerimiz آيات şeklinde bir takdir yaparlar. Yani aslı وَاٰتَيْنَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ آيات الْبَيِّنَات şeklindedir. Ayetin bu şekilde hazifle gelmesinin sebebi ayetlerin ne kadar açık olduğunu vurgulu bir şekilde belirtmektir.

Rûhü'l-Kudüs, mukaddes ruh demektir ki o, İsâ'nın ruhudur diyenler vardır. Onun ruhunun, mukaddes olarak vasıflandırılması ya yüksek şerefinden ya da İsâ erkek sulbünde ve kadın rahminde kalmadığı için mukaddes diye vasıflandırılmaktadır.

Bir görüşe göre ise Rûhü'l-Kudüs, Cebrâîl’dir.

Bir diğer görüşe göre ise Rûhü'l-Kudüs, İncil’dir. Nitekim Kur’ân hakkında,"İşte sana da emrimizden bir ruh vahyettik." (Şûra 42/52) buyurulmuştur.

Son bir görüşe göre de Rûhü'l-Kudüs, Allah'ın İsm-i Azamıdır ki, onun zikri ile ölüler hayât bulur. (Ebüssuûd)

أيَّد ve قفَّى fiilleri destekledi manasındadır. Biri el, diğeri kafa kelimesinden türemiştir. Elele vermek, kafa kafaya vermek gibi deyimler bizde de vardır.

قَفَّيْنَا - اَيَّدْنَاهُ ve مُوسَى -  ع۪يسَى - مَرْيَمَ - رُوحِ الْقُدُسِۜ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Arka arkaya gelen iki cümle arasında yedili mukabele vardır.

اَفَكُلَّمَا جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ بِمَا لَا تَهْوٰٓى اَنْفُسُكُمُ اسْتَكْبَرْتُمْۚ

فَ ile öncesine atfedilen cümlede hemze inkârî manadadır. كُلَّمَا şart ifade eden zaman zarfı olarak, جَٓاءَكُمْ cümlesine muzâf olmuştur. جَٓاءَكُمْ şart fiili, اسْتَكْبَرْتُمْۚ ise cevap cümlesidir.

İstifham üslubunda talebî inşaî isnaddır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, cevap bekleme kastı taşımaksızın tevbih ve takrir manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Atıf edatı olan فَ ile matufun aleyhinin (…..وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ) arasına hemzenin girmesi, onları hemen bu davranışlarından dolayı kınamak ve hallerine şaşmak içindir. Cümlenin istinaf (yeni söz başı) olması da muhtemeldir, o zaman فَ hemzeden sonra takdir edilen atıf için olur. (Beyzâvî)

رَسُولٌ ‘ün nekre gelişi tazim ifade eder.

Cümlede takdim-tehir  vardır. Mef’ûl önemine binaen  faile takdim edilmiştir.

لَا تَهْوٰٓى اَنْفُسُكُمُ cümlesi hal alakasıyla mecaz-ı aklîdir. Çünkü الهوى fiilinin  faili yerine onun mahalli olan nefisleri söylenmiştir. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim,Soru,760)

 فَفَر۪يقًا كَذَّبْتُمْۘ وَفَر۪يقًا تَقْتُلُونَ

ف ile atfedilen cümle; müsbet fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir vardır.

فَفَر۪يقًا كَذَّبْتُمْۘ وَفَر۪يقًا تَقْتُلون cümlelerinde kendisinden sonra gelecek olan şeyin önemine binaen ve dinleyiciyi de kendisine söylenecek şeye karşı uyar­mak için mef‘ûller öne alınmıştır. (Safvetü't Tefâsir-Ebüssuûd)

Ayeti kerimede فَرِيقً kelimesi öne geçmiştir. Yalanlamaları ve öldürmeleri kötü birşey ama özellikle bu kişileri yalanlamaları ve öldürmeleri çok kötüdür. Çünkü فَرِيقً kelimesiyle bahsedilen kişiler rasullerdir.

فَفَر۪يقًا كَذَّبْتُمْۘ وَفَر۪يقًا تَقْتُلُونَ Burada yine iki fiil cümlesi birbirine atfedilmiştir. Ancak bunların biri mazi, diğeri muzari şeklinde gelmiştir. Aslında burada ikinci fiilin de mazi gelmesi gerekirdi. Zemahşerî bunda iki nükte olduğunu söyler. Birincisi; peygamberleri öldürmek çok çirkin bir fiildir. Bu çirkin fiilin hayalde canlandırılması için muzari sıygası tercih edilmiştir. Bunun yanında bu şekilde ayet sonuna da riayet edilmiş olur. Bu sıyga sayesinde Muhammed’i (sav) öldürmeye teşebbüs etmelerine de işaret edilmiş olur. (Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 كَذَّبْتُمْ ile تَقْتُلُونَ fiilleri arasında maziden muzariye geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır.

Burada فَرِيقاً تَقْتُلون fiilinin muzari gelmesi bir kaç türlü yorumlanabilir; ya daha önce geçmiş olan halin hikayesi kastedilmiş olur, zira durum çok fecidir. Bu yüzden de bu durumun gönüllerde sanki şimdi yaşanıyor gibi resmedilmesi, kalplerde bu şekilde tasvir edilmesi murad edilmiş [bu yüzden muzari fiil kullanılmış] olabilir. Ya da “hâlâ bir kısmını katlediyorsunuz, çünkü Muhammed’i öldürmek için elinizden geleni yapıyorsunuz! manasındadır. (Keşşâf-Ebüssuûd)

ففريقاً kelimesindeki ف atıf harfi Yahudilerin büyüklenmelerinin neticesi olduğu için sebebiyyedir. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim,Soru,764)

اٰتَيْنَا , الرُّسُلِ , فَر۪يقًا kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr, مُوسَى - ع۪يسَى kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مُوسَى - ع۪يسَى - الرُّسُلِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bakara Sûresi 88. Ayet

وَقَالُوا قُلُوبُنَا غُلْفٌۜ بَلْ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ بِكُفْرِهِمْ فَقَل۪يلاً مَا يُؤْمِنُونَ  ...


“Kalplerimiz muhafazalıdır” dediler. Öyle değil. İnkârları sebebiyle Allah onları lânetlemiştir. Bu yüzden pek az iman ederler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالُوا ve dediler ق و ل
2 قُلُوبُنَا kalblerimiz ق ل ب
3 غُلْفٌ perdelidir غ ل ف
4 بَلْ bilakis
5 لَعَنَهُمُ onları la’netlemiştir ل ع ن
6 اللَّهُ Allah
7 بِكُفْرِهِمْ inkarlarından dolayı ك ف ر
8 فَقَلِيلًا artık çok az ق ل ل
9 مَا
10 يُؤْمِنُونَ inanırlar ا م ن

Kalplerimiz kılıflıdır, kalplerimiz kapalıdır. Yâni senin çağır­dı­ğın düşünceye, senin davet ettiğin ilkeleri anlamaya, dinlemeye ihtiyacımız yoktur demek istiyorlardı. İbni Abbas’ın ifadesiyle zaten bizim kalplerimiz bilgi ile doludur, kalplerimiz bilgi küpü haline gelmiştir. Kalplerimiz bilgi ile dolmuştur. Ona yeni bir dava nüfuz edemez. Yeni bir davete icâbet edemez kalplerimiz. Yâni o kadar bilgi ile dolu ki kalplerimiz, bir damla bile bir şey alacak yer yoktur orada demek istiyorlar. Kendi bilgilerini, kendi anlayışlarını, kendi düşüncelerini yeterli görüyorlar ve Kur’ân’a ihtiyacımız yoktur diyorlardı.

Tıpkı günümüzde kendi bilgilerini, kendi düşüncelerini, kendi metotlarını, kendi kitaplarını yeterli görüp, bizim Allah’ın Kur’ân’ına ih­tiyacımız yoktur! Bizim Kur’ân’ı ve hadis kitaplarını okumaya ihtiyacı­mız yoktur diyen kimi müslümanlar gibi.

Bilâkis, küfürleri sebebiyle Allah onlara lânet etmiştir. Az bir bölüm de mü'min oldu."

Hayır hayır aksine onların kalpleri kılıflı filan değil, onlar kalplerini kendileri kılıflamışlar, kendileri kılıflatmışlar. Kitap karşısında, peygamber karşısında, peygamberin mesajı karşısında kendilerini büyük gören, müstekbir gören, mallarına, makamlarına, cemaatlarına, sosyal ve ekonomik güçlerine güvenerek peygamberi güçsüz ve zayıf görüyorlardı. Güçsüz ve zayıf gördükleri peygamberleri öldürmeye çalı­şan, kimilerini yalanlayan, hayatta peygambere ve onun mesajına hayat hakkı tanımayan bu hainlere diyor ki Rabbimiz:

"Küfürleri sebebiyle Allah onlara lânet etmiştir."

Allah’ın lâneti onların üzerine olsun. Oldu da zaten. Çünkü bu insanlar Allah’ın davetiyle karşı karşıya oldukları halde, Allah’ın kitabıyla karşı karşıya bulundukları halde, peygamberin davetini ellerinin tersiyle itmişlerdir. Biz, bize yeteriz! Bizim okuyacak kitaplarımız var! Bizim peşinden gideceğimiz önderlerimiz var! Bizim uygulayacak hayat programlarımız var! Bizim kimseye ihtiyacımız yoktur! diyerek kendi kendilerine böyle bir ikilem sergileyen bu insanlar Allah’ın lâne­tine uğrarlarken,

"Az bir bölüm de mü'min oldu."

Ya da “Ne kadar da az iman ediyorsunuz?” demektir bunun mâ­nâsı. Ne kadar da az iman ediyorsunuz? Ya da, pek azınız iman etti demektir. O dönemde, her dönemde az olan sayısal yapıya dikkat çekiyor Rabbimiz. Rabbim bizi bu azlardan kılsın inşallah. (Besairu’l Kur’ân Ali Küçük Tefsiri)

“Bilgi ve ego”  (3 dakika 34 saniye)

https://youtu.be/gr_r0zNz48Q

  Ğalefe غلف :

  قُلُوبُنَا غُلْفٌۜ  Ayetlerde geçen bu ifade, bir görüşe göre 'kalplerimiz ilim kaplarıdır' anlamına gelir ki bu bu da onların 'bizim senden bir şey öğrenmeye ihtiyacımız yok, sahip olduklarımız bize yeter.' demek istediklerini kasteder. Diğer bir görüşe göre ise ayetteki ifade, 'kalplerimiz örtülü' anlamındadır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte sadece 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekli kılıftır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَقَالُوا قُلُوبُنَا غُلْفٌۜ

وَ  istînâfiyyedir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir. قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavl  قُلُوبُنَا غُلْفٌ ‘ dir. قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

İsim cümlesidir. قُلُوبُنَا  mübteda olup damme ile merfûdur. Mütekellim zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. غُلْفٌ  haber olup damme ile merfûdur.

 بَلْ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ بِكُفْرِهِمْ فَقَل۪يلًا مَا يُؤْمِنُونَ

بَلْ  idrab ve atıf harfidir.Önce söylenen birşeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrab denir.  "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder. 

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir. 

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Fiil cümlesidir. لَعَنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ  mukaddem mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. 

بِ  sebebiyyedir. بِكُفْرِهِمْ  car mecruru  لَعَنَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  istînâfiyyedir. قَل۪يلًا  mahzuf masdarın sıfatı olarak mef‘ûlü mutlaktır. Takdiri, تؤمنون إيمانا قليلا (inanacak kimseler olarak ne de az sayıda iman eden insanlardır.) şeklindedir. 

مَا  harfi zaiddir ve azlık manasını tekid içindir. 

يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

يُؤْمِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi أمن ’dir. 

İf’al babı fiille ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

غُلْفٌ  kelimesi sıfat-ı mişebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَقَالُوا قُلُوبُنَا غُلْفٌۜ

Önceki cümleye و ile atfedilen müsbet fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُو fiilinin, mekulü’l-kavli  mübteda ve haberden oluşan isim cümlesidir. İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu [sabit olması] veya bazı karînelerle istimrarı [devamlılığı] ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. Bu cümlede mütekellim Yahudiler olduğuna göre medh ya da zem söz konusu değildir. Onlar kendi durumlarını belirtmektedirler.

قُلُوبُناًغُلْف cümlesinde istiare vardır. Örtü manasındaki غلف kelimesi müstear olarak anlayışsızlık ve idraksizlik manasında kullanılmıştır. (Safvetü't Tefâsir)

Allah Teâlâ onların kalplerinin bu sıfat üzere yaratılmış olduğu iddiasını reddetmektedir. Zira kalpler fıtrat üzere, hakkı kabul etme imkânına sahip olarak yaratılmıştır. Oysa Allah onları küfürleri sebebiyle lanetlemiş, kınamıştır; bu sebeple fıtrattan sapma şeklinde bir küfrü kendi kalplerinde ihdas etme suretiyle kalplerini kılıflayan, böylece iman etmeleri muhtemel kimselere ve müminlere yönelik lütuflardan kendilerini mahrum eden bizzat onların kendileridir. (Keşşâf)

 بَلْ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ بِكُفۡرِهِمۡ

Ayet öncesine idrâb harfiyle atfedilmiştir. Müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet uyandırma amacına matuftur. Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Bu cümle onların söylediklerinin red ve tekzibi niteliğindedir. (Ebüssuûd)

بَلْ ıdrâb edatıdır. Idrâb, sözlükte “dönüş yapmak, vaz geçmek” demektir. Bir yanlışı veya hatayı düzeltme amacıyla kullanılabildiği gibi, bir konudan diğerine geçiş için de kullanılabilir. Sîbeveyh; بَلْ ,sözdeki bir şeyi bırakıp başka bir şeyi almak içindir  diyerek bu edatın işlevini ifade etmiştir. er-Rummânî بَلْ edatını “sözdeki ilk kısımdan vazgeçip ikinciyi zorunlu kılmaktır” şeklinde tanımlamıştır. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

بِكُفْرِهِمْ ’deki sebebiyyet bildiren بِ harfi, yapışma manasıyla onların küfrünün bünyelerine adeta sinmiş olduğunu ifade eder.

 لَعَنَهُمُ اللّٰهُ fiil cümlesinde takdim-tehir vardır. Mef’ûl önemine binaen öne geçmiştir.

هُمْ ‘lerde cinas, reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

 فَقَل۪يلًا مَا يُؤْمِنُونَ

فَ istînâfiyyedir. Ayetin son cümlesi muzari fiil sıygasıyla gelmiş faide-i haber talebî kelamdır. Zaid olan مَا harfi cümleyi tekid etmiştir.

قَل۪يلًا kelimesi fiilin mukaddem mef’ûlüdür. Bu takdim ve kelimedeki tenvin, kılletin adem (yokluk)  manasında olduğunu destekler.

بِكُفۡرِهِمۡ  ile  يُؤْمِنُونَ  arasında tıbâk-ı îcab vardır.

مَا edatı zaiddir, azlığı abartmak için getirilmiştir. O da kitabın bir kısmına iman etmeleridir. Azlıktan, yokluk (imanlarının hiç olmadığı) da murad edilmiştir, denilmiştir. (Beyzâvî-Ebüssuûd)

Sayfadaki ayetlerin fasılalarındaki ونَ harflerinde lüzum ma-la yelzem sanatları vardır.

Kur’an-ı Kerim’deki bütün sayfaların ayet sonlarındaki ahenk, okuyanın gönlünü fethetmektedir.

Günün Mesajı
Ayetlerde ''birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız'' manasında ''kendi kanınızı dökmeyeceksiniz, kendi kendinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız'' buyurulmuştur. Bunun sebebi aynı dine inanan kişilerin birbirlerine yaptıkları kötülüğün kendilerine yapmış gibi olduğunu etkili bir şekilde ifade etmek ve olayları bugün oluyormuş gibi etkili bir uslupla anlatmaktır.
Sayfadan Gönüle Düşenler
Şu bilinen bir gerçektir: insan nefsini yani kendisini mutlu etmekten hoşlanır. Ancak, İslam bir çizgi çizer ve der ki: nefsin için değil, Allah için yaşa.

Her nefsin bir düşkünlüğü vardır. Kiminin düşkünlüğü duygusal boyuttayken (sevgi, ilgi gibi), kimininki fiziksel boyutta (kıyafet, yemek gibi) kalır. 

Terbiye edilmeyen ve devamlı şımartılan nefsin düşkünlükleri aşırıya kaçar, bağımlılıklara ya da hastalıklara yol açar ve kişiye zarar vererek hüsranla sonuçlanır. 

Ancak öğrenmemekte ısrar eden kişi, nefsinin keyfini kaçıracak uyarılardan kaçar çünkü o elinin ulaşabildiklerinin tadını çıkarmak ve dünyayı yaşamak ister.

Böylesine nefsine köle olmuşla dünyası arasına girildiğinde, kişinin yapabileceklerinin sınırı belirsizdir. Zira yalnız dünyayı isteyenin alçaklığı da sınırsızdır.

Ömrünün bir noktasında, belki de en sonunda insan, nefsinin asla doymayacağını idrak eder. İslam ise bunu en başında öğretir ve insanı korumasına alır.

Ey Allahım! Bizi nefsimizin kölesi olmaktan ve nefsi için yaşayanlara benzemekten muhafaza buyur. Emirlerine ve yasaklarına, hiçbir şüphe zerresi olmadan iman ve itaat edenlerden eyle. İşittiğimiz uyarıların ve eleştirilerin, bizi maddi manevi anlamda geliştirecek olanları ciddiye almamızı ve onlardan faydalanmamızı nasip eyle. Bizi İslam bayrağında gölgelenenlerden ve böylece iki cihandaki kötü-zor hallerden korunanlardan ve bizi nefsi için değil Senin için yaşayanlardan eyle.

Amin.
Zeynep Poyraz  @zeynokoloji