13 Mart 2024
Bakara Sûresi 89-93 (13. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Bakara Sûresi 89. Ayet

وَلَمَّا جَٓاءَهُمْ كِتَابٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَهُمْۙ وَكَانُوا مِنْ قَبْلُ يَسْتَفْتِحُونَ عَلَى الَّذ۪ينَ كَفَرُواۚ فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ مَا عَرَفُوا كَفَرُوا بِه۪ۘ فَلَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الْكَافِر۪ينَ  ...


Kendilerine ellerindekini (Tevrat’ı) tasdik eden bir kitap (Kur’an) gelince onu inkâr ettiler. Oysa, daha önce (bu kitabı getirecek peygamber ile) inkârcılara (Arap müşriklerine) karşı yardım istiyorlardı. (Tevrat’tan) tanıyıp bildikleri (bu peygamber) kendilerine gelince ise onu inkâr ettiler. Allah’ın lâneti inkârcıların üzerine olsun.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَمَّا Ne zaman ki
2 جَاءَهُمْ onlara geldi ج ي ا
3 كِتَابٌ bir Kitap (Kur’an) ك ت ب
4 مِنْ
5 عِنْدِ katından ع ن د
6 اللَّهِ Allah
7 مُصَدِّقٌ doğrulayıcı ص د ق
8 لِمَا şeyi
9 مَعَهُمْ yanlarında bulunan (Tevrat)ı
10 وَكَانُوا ve idiler ك و ن
11 مِنْ
12 قَبْلُ daha önce ق ب ل
13 يَسْتَفْتِحُونَ yardım istedikleri ف ت ح
14 عَلَى karşı
15 الَّذِينَ kimselere
16 كَفَرُوا inkar eden ك ف ر
17 فَلَمَّا ne zaman
18 جَاءَهُمْ kendilerine gelince ج ي ا
19 مَا şey
20 عَرَفُوا o bildikleri (Kur’an) ع ر ف
21 كَفَرُوا inkar ettiler ك ف ر
22 بِهِ onu
23 فَلَعْنَةُ artık la’neti ل ع ن
24 اللَّهِ Allah’ın
25 عَلَى üzerine olsun!
26 الْكَافِرِينَ inkarcıların ك ف ر

"Yanlarındakini tasdik etmek üzere, onlara Allah katından bir kitap gelince, önceden kâfirlere karşı istimdat edip duruyorlardı. Ne zaman ki tanıdıkları o kitap gelince de onu inkâr ettiler (onu reddediverdiler). Allah’ın lâneti (onların) kâfirlerin üzerine oldu."

Bu kitap Kur’ândı. Onların yanındaki Tevrat ve İncil’i tasdik ede­rek indirilen Kur’ân. Allah’ın Rasûlü kendisine gelen bu kitabı sunuyordu onlara. Halbuki onlar bunu bekliyorlardı. Yıllardır gele­cek âhir zaman Nebisini ve ona gönderilecek Furkân’ı, Kur’ân’ı bekliyorlardı. Bekliyorlardı, yolunu gözlüyorlardı, nerede kaldı? Geç kaldı? Diyor­lardı. Hattâ müşrik Araplara karşı onunla hava atmaya, zafer ummaya çalışıyorlardı. Size karşı onunla galip geleceğiz diyorlardı.

İşte şimdi bu fırsat karşılarına çıkmıştı. Bu son peygam­bere karşı öncekilere yaptıklarını yapmayacaklar, ona farklı davranacaklar, ona inanacaklar, onu sahiplenecekler ve tüm düş­manlarına galip geleceklerdi. Ve de tarih boyunca Allah tarafından işledikleri günahlara karşılık alınlarına vurulmuş zillet ve meskenet damgası kaldırılacaktı. Yıllardır bekledikleri kurtarıcı nihâyet şu anda karşılarındaydı. Mekke’den hicret edip Medine’ye ayaklarının dibine kadar gelmişti. Ama ne yazıktır ki, bu son gelen elçiye de hiç de iyi bir tavır sergilemediler. Heyhat ki, önceki peygamberlere yaptıklarından farklı dav­ranmadılar ona karşı da. Kitap onlara gelince, bu kitabın özelliği, onlarla ilgili yönü şuydu bakın:

Kendileriyle birlikte olanı, kendi yanlarında olanı tasdik ediyordu bu kitap. Yâni Tevrat’ı, Zebur’u ve İncil’i tasdik ediyordu bu ki­tap. Onları reddetmiyordu, kabul ediyordu. Evet bu kitaplar da Rabbim tarafından gönderilmiş hak kitaplardır diyordu. Rabbim bir dönem Mûsâ’ya ve İsa’ya bu kitapları göndermiş ve dönemlerinde o elçileri aracılığıyla kullarına yol göstermiştir diyordu.

Mûsa’yı, Dâvûd’u ve İsa’yı (a.s) tasdik ediyor ve doğruluyordu.

"Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (Muhammed’i) oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Ama onlardan bir grup, bile bile hakkı gizlerler."(Bakara: 146)

Reddediverdiler, yan çiziverdiler ona ve ona gelen mesaja. Onu ve ona geleni reddettiler, inkâr ettiler, küfrettiler de:

"Allah’ın lâneti (onların) kâfirlerin üzerine oldu."

Kıyamete kadar sürecek bir lânet, onların kaderi oluverdi.

Peki bize ne dedi bu âyetler? Bizler ne anlayacağız bun­dan? Elbette yahudi’yi anlatmak için gelmemiştir bu âyetler bize. Bunlar bize, bizi anlatmak için gelmiştir. Bize, bizim kulluğumuzu anlatmak üzere gelmiş olan bu âyetlerden biz ne anlayacağız?

Allah korusun da biz müslümanlar, içinde yaşadıkları küfür ve şirk karışımı bir dünyanın yanlış telkinlerinden, bozuk düzen işleyişinden bıkıp usanıp da kendilerini mutlak doğruya sevk edecek, mut­lak zafere ulaştıracak Allah bilgisini, Allah’ın kitabını, Rasûlü’nün sünnetini kendilerine sunacak insanlar beklentisi içinde olurlar da, kar­maşa bir hayat içinde Allah’ın kitabını ve Rasülünün sünnetini arayış içinde olurlar da ama kendi anlayışlarına, kendi geleneklerine, kendi fikirlerine, kendi yaşayış ve inanışlarına ta­mamen ters düşen bir biçimde, kendi beklentilerine ters düşecek ve hiç de hoşlarına gitmeyecek bir biçimde net ve açık olarak kendilerine Allah’ın âyetleri ve Rasûlü’nün sünneti sunulduğu zaman, hem bekledikleri bir pozisyonda, hem de doğruluğundan şüphe edemeyecekleri bir netlikte Allah’ın kitabı ve Rasûlü’nün sünneti kendilerine sunulunca, bunu kabul etmezler ve derlerse ki: Bizim eski dünyamız var. Eski geleneklerimiz, eski inanışlarımız, eski yaşantılarımız bize yeter! Bu da nereden çıktı şimdi? diyerek Allah’ın kitabını ve Rasûlü’nün sünnetini kabul etmezlerse, Allah korusun da bekledikleri kitap, bekledikleri peygamber gelince onu kabul etmeyen yahudilerin durumuna düşeriz ki; Allah’ın lâneti bizim de üzerimize olur.

Bakın onlar da bu kurtarıcıyı bekliyorlardı da, kurtarıcı karşılarına çıkınca eski inançlarından, eski hayatlarından vazgeçip o peygamberle ve getirdiği mesajla ilgilenmediler. Kendilerini hakta, doğ­ruda gördüler de Allah’ın lânetini hak ettiler.

İşte bundan dolayı önce kendimizi, sonra da top yekün müslümanları uyarmak zorundayız. Ey müslümanlar! Ey içinde bulundukları küfür, şirk, inkâr ve ilhad pisliklerinden bıkmış, usanmış, Allah’ın istediği hayata, kendinizce bir dünyaya, kendinizin olan bir dünyaya susamış ve zafer bekleyen müslümanlar! Bunun için önder bekleyen, kurtarıcı arayan müslümanlar! Beklediğiniz önder, beklediğiniz zafer, beklediğiniz kurtuluş kitabınızın sahifeleri arasındadır. İşte kitap önünüzde duruyor. İşte peygamberin sünneti yanınızda duruyor. Açın kitabınızı! Açın peygamberinizin örnek hayat sayfalarını! Kimseden medet beklemeyin! Kimseden yardım ummayın! Kendiniz bulacaksınız beklediğinizi! Kendiniz ulaşacaksınız o doğruya! Arayıp da başka yerlerde bulamadığınız gerçeği kendi kitabınızda bulacaksınız! Unuttuğunuz kitabınızda. Terk ettiğiniz, hicret ettiğiniz kitabınızda.

Hayatınızın tüm problemlerinin çözümünü kitabınızda ve Rasûlullah’ın sünnetinde bulacaksınız. Hadi öyleyse kitabınıza yönelin!

Yıllardır elinize almaya korktuğunuz, belki de yüzünüzün kalmadığı kitabınıza yönelin! Sakın yahudiler gibi:

Demeyin! Ona perde olan, onu okumanıza, onu anlamanıza engel olan tüm perdeleri, tüm engelleri, tüm yanlış düşüncelerinizi, tüm ön yargılarınızı bir tarafa iterek onu anlamaya, onunla dirilmeye çalışın! Onunla silkinmeye çalışın! Aksi takdirde unutmayın ki Allah’ın lâneti var. (Besairul Kur’ân Ali Küçük Tefsiri) ()

Yahudiler Medine’de kendilerine bir peygamber geleceğini biliyorlardı, bekliyorlardı. (O Peygamber Medine’de kendilerine daha da bir üstünlük sağlayacaktı) Peygamber gelince, onu tanıdıkları halde (alime değil arife, çok iyi bilmek, tanımak. Onu fiziksel özelliklerinden tutun da herşeyine varana kadar biliyorlar, tanıyorlar) sırf kendilerinden olmadığı için inkar ettiler.

Fiile dikkat çekmek için lanet onların üzerine değil, küfredenlerin üzerine buyurulmuş. Demek ki küfür, lanetin sebebidir.

   Kefera كفر :

  Kelimenin asıl anlamı bir şeyi örtmek ya da gizlemektir. Bu özelliklerinden dolayı gece de كافِرٌ olarak ifade edilir. Yine güneşi örten buluta da كافِرٌ denir. 

  Küfür كُفْرٌ  bir şeye önem vermeyerek reddetmek demektir. Bunun belirtileri de uzak durmak ve örtmektir. Hangi mertebede olursa olsun hakkı önemsemeyerek ihsân ve ni’meti, reddetmek için kullanılır.

  Bu kök كافِرٌ çiftçi için de kullanılır çünkü o da mahsûl umarak tohumu toprağa gömer.

  Keffâret كَفّارَةٌ  kelimesi de buradan gelir ki bir kimse de zimmetinde olan vâcib bir şeyi örter. 

  Kâfûr, ağaçta meyvenin üzerini örten kabuktur.

  Küffar كُفّارٌ sözcüğünün müminin zıddı olan kâfir sözcüğünün çoğulu olarak kullanımı daha fazladır. Kefere كَفَرَةٌ sözcüğünün ise nimete küfranda bulunan anlamındaki anlamındaki kâfir sözcüğünün çoğulu olarak kullanımı daha yaygındır.

  Tef'il babı formundaki تَكْفِيرٌ kullanımı günahı hiç işlenmemiş derecesine gelecek şekilde gizlemek ve onun üzerini örtmek demektir. 

  Küfür (كُفْرٌ)-İlhâd (إلْحادٌ) Farkı: Küfür asıl olarak örtmek demektir. İlhâd ise İslâm’a bağlılığını ortaya koyduktan sonra İslâm’ı kabûl etmeme hâlidir. İlhâd kök olarak meyletmektir. Bundan dolayı kabrin yan tarafına kazılan meyle ‘’lahd’’ denir. Yahûdî ve Hristiyanlara kâfir denir ama mülhid denmez.
  Küfür (كُفْرٌ)-Şirk (شِرْكٌ) Farkı: Küfrün bir çok özelliği vardır. Her bir özelliği îmândan bir özelliğe zıddır. Şirkin ise tek bir özelliği vardır. O da Allah ile birlikte ya da Allah dışında ilâh îcad etmektir. Zaman içinde bunlar birbiri yerine kullanılır olmuştur. Gerçek anlamda küfrün zıddı şükür ya da îmân, şirkin zıddı ise ihlâstır.  
Kur’ân’daki anlamları; çiftçi/keffâret/tanımamak/kokudur. (Müfredat-Tahqiq-Furuq-Kur’ân-ı Kerîm’de Çok Anlamlılık) 

  Kuran’ı Kerim’de pekçok türeviyle 525 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri kefere, kâfir, küfür, küffar, küfran, kefâret ve tekfirdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَلَمَّا جَٓاءَهُمْ كِتَابٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَهُمْۙ

وَ  harfi atıftır. İstînâfiyye olması da caizdir. لَمَّا kelimesi  حين  (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. لَمَّا  zaman zarfı, cevabı  جَٓاءَهُمْ fiiline mütealliktir. جَٓاءَهُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef'ûlün bih olarak mahallen mansubdur. كِتَابٌ  fail olup damme ile merfûdur. 

مِنْ عِنْدِ  car mecruru  كِتَابٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir. اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Şartın cevap cümlesi, ikinci şartın delaletiyle hazfedilmiştir. Takdiri, كذبوا (yalanladılar) veya نحوه (uzaklaştırdılar) şeklindedir.

مُصَدِّقٌ  kelimesi  كِتَابٌ  ‘nün sıfatı olup damme ile merfûdur.  ما  müşterek ism-i mevsûl لِ harfi ceriyle  مُصَدِّقٌ  ‘a mütealliktir. Mekân zarfı  مَعَهُمْ  mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  هُمْۙ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَمَّا  kelimesi  حين  (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır.

a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur. 

b) (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.

c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir. 

d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مُصَدِّقٌ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَكَانُوا مِنْ قَبْلُ يَسْتَفْتِحُونَ عَلَى الَّذ۪ينَ كَفَرُوا

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. مِنْ قَبْل  car mecruru يَسْتَفْتِحُو  fiiline mütealliktir. قَبْلُ  cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır. Takdiri,  مِنْ قَبْلِ ذَلِكَ  şeklindedir. 

يَسْتَفْتِحُونَ  fiili,  كَانُ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.

يَسْتَفْتِحُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  عَلَى  harf-i ceriyle  يَسْتَفْتِحُون  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ’ dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. يَسْتَفْتِحُونَ  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi, فتح ‘dir. 

Bu bab fiile taleb,tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamlar katar.

فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ مَا عَرَفُوا كَفَرُوا بِه۪ۘ فَلَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الْكَافِر۪ينَ

فَ  harfi atıftır. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَمَّا  kelimesi  حين  (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. لَمَّا  zaman zarfı, cevabı  جَٓاءَهُمْ  fiiline mütealliktir. جَٓاءَهُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef'ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

şterek ism-i mevsûl  مَا  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası عَرَفُوا  ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

عَرَفُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  كَفَرُوا بِه۪ۘ  ifadesi  لَمَّا ’nın cevap cümlesidir. 

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِه۪ۘ  car mecruru كَفَرُوا  fiiline mütealliktir.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir.Takdiri, ان كانوا كذلك فلعنة الله على الكافرين.(Eğer böyle olursa Allah’ım laneti kafirlerin üzerinedir.)şeklindedir.

İsim cümlesidir. لَعْنَةُ  mübteda olup damme ile merfûdur. اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَلَى الْكَافِر۪ينَ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallik olup cer alameti  ی ’dir. Cemi müzekker salimler kelimeler harfle îrablanırlar. 

كَافِر۪ينَ  kelimesi, sülâsi mücerredi كفر  olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَمَّا جَٓاءَهُمْ كِتَابٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَهُمْۙ

وَ atıftır. İstînâfiyye olması da caizdir.

Ayetin ilk cümlesi, şart üslubunda haberi isnaddır. Haber manalıdır. لَمَّا ’ya muzâfun ileyh olan جَٓاءَهُمْ şart fiilidir. Şartın cevabı, ayetteki ikinci şart cümlesinin cevabının delaletiyle hazfedilmiştir. Bu hazif, îcâz-ı hazif sanatıdır. Böylece muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan serbestçe düşünmesi sağlanmıştır

كِتَابٌ ’la kastedilen Kur’an’dır. Kelimedeki tenvin tazim içindir.

Ayrıca Allahın katından inen kitabı vasıflandırmak maksadıyla tefhim manası ifade eder. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, S. 327, Soru 774)

عِنْدِ اللّٰهِ şeklindeki isim tamlamasında اللّٰهِ kelimesinden dolayı muzâfın şanı vardır. Allah isminde tecrîd sanatı vardır.

كِتَابٌ ,مُصَدِّقٌ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb vardır.

وَكَانُوا مِنْ قَبْلُ يَسْتَفْتِحُونَ عَلَى الَّذ۪ينَ كَفَرُوا

Cümle وَ ’la şartın mahzuf cevabına atfedilmiştir. İki şart cümlesi arasında itiraziyyedir.  İtiraz cümleleri itnâb babındandır.

كَانُ ’nin dahil olduğu bu isim cümlesinde müsnet muzari fiil sigasıyla gelmiştir.

يَسْتَفْتِحُونَ şeklindeki muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca, olayı muhatabın gözünde canlandırarak konuyu daha iyi kavramasını sağlar.

قَبْلُ ’nun muzâfun ileyhinin hazfi,  îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri ذلك ’dir.

Müphem yapısı nedeniyle ism-i mevsûlde tevcih sanatı vardır.

فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ مَا عَرَفُوا كَفَرُوا بِه۪ۘ

Atıf harfi فَ ile gelen cümle şart üslubunda haberi isnaddır. Şart fiili جَٓاءَهُمْ, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart cümlesi olarak gelmesinin sebebi; onların Kuranı inkar etmede ne kadar süratli davrandıklarına işaret eder. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, S. 328, Soru 779)

Ayeti kerimede kitapta لَمّا جاءَ الكِتابُ الَّذِي عَرَفُوهُ كَفَرُوا بِهِ şeklinde değil de مَا عَرَفُوا şeklinde bahsedilmesi ayetteki tabirin hem kitabı hem de kitabı getiren rasulu kapsaması dolyısıyla daha umumi olmasıdır. Rasul olmadıkça kitap da gelmez. Bu kapsamlı ifade için مَن değil de مَا tercih edilmiştir. Umumi mana ifade eden ismi mevsul için ibham daha münasiptir. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, S. 328, Soru 778)

Şartın cevabı, yine müsbet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan كَفَرُوا بِه۪ۘ cümlesidir.

فَلَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الْكَافِر۪ينَ

Ayetin son cümlesinde فَ , ta’liliyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin müsnedün ileyhi az sözle çok anlam ifade etme kastıyla izafet şeklinde gelmiştir. فَلَعْنَةُ اللّٰهِ  izafetinde muzâfın tazimi vardır.

Car mecrurun amili olan müsned mahzuftur. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Ayette mütekellim Allah Teala olduğu için, lafzâ-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Bütün kemâl ve celâl sıfatların anlamlarını bünyesinde barındıran اللّٰهِ lafzının tekrarı telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırma amacına matuftur. Ayrıca bu tekrarda cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فَلَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الْكَافِر۪ينَ  [İşte bundan dolayı Allah’ın laneti kâfirlerin üzerine olsun.] Aslında bu, عَلَيْهِمْ olmalıydı. Ancak burada, zamir yerine özellikle ismin kendisi (ism-i zahir) yani kâfirler ismi getirildi. Bunun da sebebi, özellikle onların böyle bir cezaya (lanete çarptırılmaya) layık görülmeleri küfür ve inkârları sebebiyle bunu hak etmiş olmalarını net olarak göstermek maksadıyladır. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl, C. 1, S. 363.)

Fiile dikkat çekmek için lanet onların üzerine değil, küfredenlerin üzerine buyurulmuştur. Yani zamir yerine zahir isim gelmiştir. Lanetin sebebi küfür fiilidir.

مُصَدِّقٌ - كَفَرُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

كَفَرُوا ve الْكَافِر۪ينَ kelimeleri arasında cinası iştikak ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.

الْكَافِر۪ينَ kelimesinin başında yer alan harf-i tarif -الْ-, ahd için (ayette sözü edilenleri amaçlayan bir mana) için olabileceği gibi, cins için de olabilir. Dolayısıyla bu manada olan herkesi içerir. Bu da öncelikli olarak ayette sözü edilenleri yani Yahudileri içerir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl, Cild 1, S. 363

Bu buyruktan maksat, onları ahiretin hayırlarından uzaklaştırmaktır. Çünkü, dünyanın hayırlarından uzaklaştırılan kimse, "mel'ûn" olmaz. Laneti hak etmiş olan kimseye lanet etmek güzel söz cümlesinden olduğundan, âmm olan bir ifâdeye bazan tahsis gelebilmektedir. (Fahreddin er-Râzî)

فَلَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الْكَافِر۪ين cümlesi dua cümlesidir. الْكَافِر۪ين kelimesinin başındaki harf-i tarif -الْ-,dua makamına yakınlığı sebebiyle istiğrak manasınadır. (Âşûr)

الْكَافِر۪ين kelimesinin başına isti’la harfi  olan عَلَى nın gelmesinin sebebi; Allahın lanetinin onların hepsini kapsadığına ve yahudilere Allah'ın peygamberinin geldiği zaman, onu yalanlamalarına karşı, Allah’ın onlara gazabının şiddetine işaret eder.(Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim) say. 328 sual 780

Bakara Sûresi 90. Ayet

بِئْسَمَا اشْتَرَوْا بِه۪ٓ اَنْفُسَهُمْ اَنْ يَكْفُرُوا بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بَغْياً اَنْ يُنَزِّلَ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۚ فَبَٓاؤُ۫ بِغَضَبٍ عَلٰى غَضَبٍۜ وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ مُه۪ينٌ  ...


Karşılığında nefislerini sattıkları şeyi kıskançlıkları sebebiyle Allah’ın, kullarından dilediğine lütfuyla indirdiği vahyi inkâr etmeleri ne kötüdür! Bu yüzden gazap üstüne gazaba uğradılar. İnkâr edenlere alçaltıcı bir azap vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 بِئْسَمَا ne kötüdür ب ا س
2 اشْتَرَوْا sattıkları şey ش ر ي
3 بِهِ onunla
4 أَنْفُسَهُمْ kendilerini ن ف س
5 أَنْ için
6 يَكْفُرُوا inkar etmek ك ف ر
7 بِمَا şeyi
8 أَنْزَلَ indirdiği ن ز ل
9 اللَّهُ Allah’ın
10 بَغْيًا çekemeyerek ب غ ي
11 أَنْ
12 يُنَزِّلَ (vahiy) indirmesini ن ز ل
13 اللَّهُ Allah’ın
14 مِنْ
15 فَضْلِهِ lutfundan ف ض ل
16 عَلَىٰ üzerine
17 مَنْ kimsenin
18 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
19 مِنْ -ndan
20 عِبَادِهِ kulları- ع ب د
21 فَبَاءُوا uğradılar ب و ا
22 بِغَضَبٍ gazab غ ض ب
23 عَلَىٰ üstüne
24 غَضَبٍ gazaba غ ض ب
25 وَلِلْكَافِرِينَ ve inkar edenler için ك ف ر
26 عَذَابٌ bir azab vardır ع ذ ب
27 مُهِينٌ alçaltıcı ه و ن

بِئْسَمَا اشْتَرَوْا بِه۪ٓ اَنْفُسَهُمْ اَنْ يَكْفُرُوا بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بَغْيًا اَنْ يُنَزِّلَ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۚ

بِئْسَ  zem anlamı taşıyan camid fiildir. بِئْسَمَا  kelimesinde bulunan  مَا  harfi, بِئْسَ  kelimesinin failini tefsir eden (açıklayan) nekre-i mevsufedir. Yani, ‘Ne kötü şeydir demektir.  [Canlarını sattıkları, kendilerini kaptırdıkları, harcadıkları şey ne kötüdür.] (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)

Fiil cümlesidir. اشْتَرَوْا  fiili iki sakin harfin birleşmesinden dolayı, mahzuf elif üzerine mukadder damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪ٓ  car mecruru  اشْتَرَوْا  fiiline mütealliktir. 

اَنْفُسَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَنْ  ve masdar-ı müevvel mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, هو ’dir. Veya بِئْسَ  cümlesinin mahsusudur. 

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir. 

يَكْفُرُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مَٓا  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle  يَكْفُرُوا  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  اَنْزَلَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup damme ile merfûdur. بَغْيًا mef'ûlün lieclih olup fetha ile mansubdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel mahzuf harf-i cer ile birlikte  بَغْياً ‘e mütealliktir. Takdiri, على أن ينزّل. şeklindedir. 

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir. 

يُنَزِّلَ  fetha ile mansub muzari fiildir. اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup damme ile merfûdur. مِنْ فَضْلِه۪  car mecruru  يُنَزِّلَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  عَلٰى  harf-i ceriyle  يُنَزِّلَ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ’ dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

يَشَٓاءُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  مِنْ عِبَادِه۪  car mecruru  يَشَٓاءُ  ‘deki mahzuf failin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

Fiili muzarinin başına “ اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdarı müevvel cümlesi)” denmektedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

بِئْسَ  zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut  مَا  ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır: 

1. Failinin  ال ’lı gelmesi 

2. Failinin  ال ’lı İsme Muzaf Olarak Gelmesi 

3. Bu fiillerin  مَا  Harfine Bitişik Olarak Gelmesi

4. Failinin İsmi Mevsul Olarak Gelmesi. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اشْتَرَوْا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi شري ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

يُنَزِّلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  نزل  ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

اَنْزَلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

فَبَٓاؤُ۫ بِغَضَبٍ عَلٰى غَضَبٍۜ وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ مُه۪ينٌ

Fiil cümlesidir.  فَ  harfi atıftır. بَٓاؤُ۫  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِغَضَبٍ  car mecruru  بَٓاؤُ۫  ‘daki failin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, باءوا متلبسين بغضب أي مغضوبا عليهم (Gadaba bürünerek uğradılar,yani onlara gadap bürümüş halde) şeklindedir.

عَلٰى غَضَبٍ  car mecruru  غَضَبٍ  ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. Takdiri, بغضب كائن على غضب (Gazap üzerine gazap) şeklindedir.

وَ  istînâfiyyedir. لِلْكَافِر۪ينَ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallik olup cer alameti  ی ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

عَذَابٌ  muahhar mübtedadır. مُه۪ينٌ  kelimesi  عَذَابٌ  ‘nun sıfatı olup damme ile merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُه۪ينٌ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. 

كَافِر۪ينَ  kelimesi, sülâsi mücerredi كفر  olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بِئْسَمَا اشْتَرَوْا بِه۪ٓ اَنْفُسَهُمْ اَنْ يَكْفُرُوا بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بَغْيًا اَنْ يُنَزِّلَ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۚ

Ayet fasılla gelmiştir. İlk cümle gayrı talebî inşâî isnaddır. بِئْسَ camid zem fiilidir.

بِئْسَمَا ifadesindeki مَا nekre olup بِئْسَ fiilinin failini izah eden mansub bir harftir; [ne kötü bir şeydir] anlamındadır. [Nefislerini ne kötü bir şey karşılığında sattılar!] ifadesinde, kınamaya hususen konu olan şey “inkâr etmeleri”dir. “Allah’ın, kullarından dilediği birine fazl-u kereminden (kitap) indirmesini kıskanarak,” yani haset edip kendilerine ait olmayan şeyi istedikleri için… ki satmalarının sebebi budur. (Keşşâf)

Ayetteki birinci masdar-ı müevvel, müsbet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

بَغْيًا küfretmenin veya değiştirmenin illeti olarak gelen, mef’ûlün lieclihtir.

İkinci masdar-ı müevvel cümlesi de muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اَنْزَلَ - يُنَزِّلَ fiileri arasında maziden muzariye iltifat vardır.

اَنْزَلَ fiilinden sonra tefil babından يُنَزِّلَ (peyderpey indirmek) fiilinin kullanılması, Kur’ân âyetlerinin inzâli (indirilmesi) tekrarlandıkça hasetlerinin de tekrarlandığını ve âyetlerin inzâli çoğaldıkça hasetlerinin de çoğaldığını bildirmek içindir. (Ebussuûd)

عِبَادِه۪ ve فَضْلِه۪ izafetlerinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olmaları فَضْل ve عِبَاد kelimelerine şeref kazandırmıştır.

Ayetin mütekellimi Allah Teâlâ olduğu için lafzâ-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Bütün kemâl ve celâl sıfatların anlamlarını bünyesinde barındıran  اللّٰهِ lafzının tekrarı telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırma amacına matuftur. Ayrıca bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

يَكْفُرُوا - بَغْيًا kelimeleri arasında lafız uyumu babında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

مَنْ - مِنْ  kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Burada açıkça Kur’an veya vahiy denmemiş, Peygamber Efendimiz’in adı söylenmemiştir. Çünkü burada maksat Allah’ın dilediği şeyi dilediği kimseye indirmesidir.

فَبَٓاؤُ۫ بِغَضَبٍ عَلٰى غَضَبٍۜ

Cümle فَ ile يَكْفُرُوا cümlesine atfedilmiştir. بِغَضَبٍ kelimesinin muteallakı olan halin, عَلٰى غَضَبٍۜ car mecrurunun müteallakı olan sıfatın mahzuf oluşu îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri باءوا ملتبسين بغضب كائن على غضب (Gazap üzerine gazap olan bir şekle geldiler).

عَلٰى isti’la harfidir, gazabın onları her yönden kuşatmış olduğuna işaret eder.

غَضَبٍ kelimesinin tekrarında  cinas ve  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

[Gazap üstüne gazaba uğradılar] art arda gelen gazaplara müstahak oldular; çünkü gerçek peygamberi inkâr etmiş, ona karşı azgınlık etmişlerdir. (Keşşâf)

 وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ مُه۪ينٌ

وَ istînâfiyyedir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede îcâz-ı hazf ve takdim-tehir sanatları vardır. Müsnedün ileyhin tenkiri ve tehir edilişi, tahkir ve teksir ifade eder.

Dünyada “azgınlık” suçuna karşılık ahirette “alçaltıcı” azap, amele uygun cezadır.

عَذَابٌ مُه۪ينٌ terkibinde aşağılanmanın azaba isnadı, onun azap sebebiyle meydana gelmesinden dolayıdır. Fiilleri sebeplerine isnat etmek belâgat üsluplarındandır. (Safvetü't Tefâsir)

 وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ مُه۪ينٌ Alçaltıcı azabın sadece kafirlere ait olduğunu vurgulamak için takdim kasrı olarak gelmiştir.(Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim) say 331 sual 788

Allahü teâlâ, indirdiği şeyi, inkâr etmeyi tercih edişlerine sebeb olan şeyi بَغْيًا diyerek açıkladı ve bununla onların inkârlarından maksadlarının ne olduğuna işaret etti. Nitekim maksadın ne olduğuna dikkat çekmek için, يٌعَادِى فُلَانٌ فُلَانًا حَسَدًا "Falan, falana hasedinden dolayı (hased maksadıyla) düşmanlık ediyor" denir. Eğer ayette, بَغْيًا (hased ederek) sözü olmasaydı onların, hasedleri sebebi ile değil de cehaletle inkâr ettiklerini de düşünebilirdik.

Bu ayet hasedin haram olduğuna delâlet eder. Hased pek çok sebepten olabileceğinden dolayı Hak teâlâ, onların bu hasedlerinin sebebinin ne olduğunu,    اَنْ يُنَزِّلَ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۚ "Allah'ın kullarından dilediği kimseye fazlından indirmesine.." buyurarak açıklamıştır. Hâdise şöyledir; Onlar beklemekte oldukları bu büyük nübüvvet lûtfunun kendi kavimleri içinden birisine verileceğini sanmışlardı. Amma beklenen nübüvveti Araplarda görünce, bu durum onları kıskançlığa ve hasede sevketmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ مُه۪ينٌ Burada normal olarak zamir (kâfirler yerine onlar) kullanılabilirken, zahir isim gelerek لِلْكَافِر۪ينَ (kâfirler için) buyrulması onların küfürleri sebebiyle azaba uğradıklarına işaret içindir. Onlar için zelil edici, hor ve hakir kılıcı bir azab vardır. Çünkü onlar hasedleri yüzünden Allah'ın indirdiğini inkâr ediyorlardı. Hasedleri de Allah katından indirilen vahye idi. Oysa onlar diğer insanlardan üstün ve peygamberliğin kendilerine lâyık olduğuna inanıyorlardı. (Ebüssuûd)

Bakara Sûresi 91. Ayet

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ اٰمِنُوا بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا نُؤْمِنُ بِمَٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا وَيَكْفُرُونَ بِمَا وَرَٓاءَهُ وَهُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقاً لِمَا مَعَهُمْۜ قُلْ فَلِمَ تَقْتُلُونَ اَنْبِيَٓاءَ اللّٰهِ مِنْ قَبْلُ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ  ...


Onlara, “Allah’ın indirdiğine (Kur’an’a) iman edin” denilince, “Biz sadece bize indirilene (Tevrat’a) inanırız” deyip, ondan sonra geleni (Kur’an’ı) inkâr ederler. Hâlbuki o, ellerinde bulunanı (Tevrat’ı) tasdik eden hak bir kitaptır. De ki: “Eğer inanan kimseler idiyseniz, daha önce niçin Allah’ın peygamberlerini öldürüyordunuz?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا zaman
2 قِيلَ denildiği ق و ل
3 لَهُمْ onlara
4 امِنُوا inanın ا م ن
5 بِمَا şeye
6 أَنْزَلَ indirdiği ن ز ل
7 اللَّهُ Allah’ın
8 قَالُوا derler ق و ل
9 نُؤْمِنُ inanırız ا م ن
10 بِمَا şeye
11 أُنْزِلَ indirilen ن ز ل
12 عَلَيْنَا bize
13 وَيَكْفُرُونَ ve inkar ederler ك ف ر
14 بِمَا şeyi
15 وَرَاءَهُ ondan sonra gelen و ر ي
16 وَهُوَ halbuki o
17 الْحَقُّ haktır ح ق ق
18 مُصَدِّقًا doğrulayan ص د ق
19 لِمَا şeyi
20 مَعَهُمْ yanlarında bulunan
21 قُلْ de ki ق و ل
22 فَلِمَ neden?
23 تَقْتُلُونَ öldürüyordunuz ق ت ل
24 أَنْبِيَاءَ peygamberlerini ن ب ا
25 اللَّهِ Allah’ın
26 مِنْ
27 قَبْلُ daha önce ق ب ل
28 إِنْ gerçekten
29 كُنْتُمْ idiyseniz ك و ن
30 مُؤْمِنِينَ inanıyor ا م ن

Ayetlerde geçen “sen, siz” hitabı daha çok bizim üzerimize almamız gereken ifadelerdir.

Rasûl; kendisine kitap ve şeriat gelen, nebi; önceki Rasûl’ün şeriatını devam ettiren peygamber olarak tarif edilir.

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ اٰمِنُوا بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا نُؤْمِنُ بِمَٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا وَيَكْفُرُونَ بِمَا وَرَٓاءَهُ وَهُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقًا لِمَا مَعَهُمْۜ

وَ  atıf harfidir. اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfı olup  قَالُوا fiilinin cevabına mütealliktir. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. ق۪يلَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

ق۪يلَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. لَهُمْ  car mecruru, ق۪يلَ  fiiline mütealliktir.

Mekulü’l-kavli  اٰمِنُوا ‘dirق۪يلَ  fiilinin naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

اٰمِنُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مَٓا  müşterek ism-i mevsûlu  بِ  harfi ceriyle  اٰمِنُوا  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  اَنْزَلَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. 

فَ  karînesi olmadan gelen  قَالُوا  cümlesi şartın cevabıdır. 

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü'l-kavl  نُؤْمِنُ بِمَٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا ’ dir. قَالُوا  fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. نُؤْمِنُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. مَٓا  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harfi ceriyle  نُؤْمِنُ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  اُنْزِلَ  ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

اُنْزِلَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو dir.

عَلَيْنَا  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline mütealliktir.

وَيَكْفُرُونَ بِمَا وَرَٓاءَهُ  cümlesi  قَالُوا  fiilinin failin hali olarak mahallen mansubdur. 

و  haliyyedir. يَكْفُرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مَٓا  müşterek ism-i mevsûl  يَكْفُرُونَ  fiiline mütealliktir. 

Mekân zarfı  وَرَٓاءَ  ism-i mevsûlun mahzuf sılasına mütealliktir. Îrabtan mahalli yoktur. Muttasıl zamiri  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَهُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقًا  cümlesi  مَا ’nın hali olarak mahallen mansubdur. 

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir هُو  mübteda olarak mahallen merfûdur. الْحَقُّ  haber olup damme ile merfûdur.  مُصَدِّقًا  kelimesi  الْحَقُّ ‘ın hal-i müekkide olup fetha ile mansubdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl, لِ  harfi ceriyle  مُصَدِّقًا ’a mütealliktir. Mekân zarfı  مَعَ  ism-i mevsûlun mahzuf sılasına mütealliktir. Îrabtan mahalli yoktur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اٰمِنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.

اَنْزَلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

مُصَدِّقاً  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.

مُؤْمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْ فَلِمَ تَقْتُلُونَ اَنْبِيَٓاءَ اللّٰهِ مِنْ قَبْلُ

Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ' dir. Mekulü’l kavli, فَلِمَ تَقْتُلُونَ  ‘dir. قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Takdiri, أن كنتم كذلك فلم تقتلون. (Siz böyle iseniz niçin öldürüyorsunuz.) şeklindedir.

لِ  harf-i cer,  مَ  istifham ismi olup harfi cerden dolayı elif mahzuftur. لِمَ  car mecruru تَقْتُلُونَ fiiline mütealliktir. 

تَقْتُلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اَنْبِيَٓاءَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

مِنْ قَبْلُ  car mecruru  تَقْتُلُونَ  fiiline mütealliktir. قَبْلُ  ‘nün merfû oluşu muzâfun ileyhinin mahzuf olduğuna işaretdir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.

لِمَ  kelimesinin aslı  لِمَا  şeklindedir. Soru ifade eden  مَا  harfinin başına lam-ı ta‘lil (sebep ifade eden lam harfi) gelmiştir. Böylece  مَا  harfine bitişen elif, sık kullanıldığı için, telaffuz kolaylığı sağlamak maksadıyla hazfedilmiştir. Aynı durum  بِمَ (-ile), عَمَّ (-den) ve  فِمَ (-de) kelimelerinde de geçerlidir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) Böylece ismi mevsûl olan مَا ‘dan ayrılır. İsmi mevsûl olan مَا bu harflere bitiştiği zaman elif hazf olmaz.

اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كُنتُم ’ ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. مُؤْمِن۪ينَ  kelimesi  كان ’nin haberi olup, nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harflr iranlanırlar.

مُؤْمِن۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ اٰمِنُوا بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا نُؤْمِنُ بِمَٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا وَيَكْفُرُونَ بِمَا وَرَٓاءَهُ وَهُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقًا لِمَا مَعَهُمْۜ

Ayet وَ ’la öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi temasüldür. اِذَا müstakbel manalı zaman zarfıdır. Müteallakı cevap fiilidir. Cümle şart üslubunda haberi isnaddır. اِذَا ’ya muzâfun ileyh olan ق۪يلَ şart fiilidir. Şart cümlesi, meçhul bina edilmiş mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. ق۪يلَ fiilinin mekulü’l-kavli, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cevap cümlesi, müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

نُؤْمِنُ ve يَكْفُرُونَ fiillerinin muzari olarak gelmesi, bu hallerin teceddüdüne işaret eder. Yani onların devamlı olarak kendilerine indirilen şeye inanacaklarını, bundan başka indirilen şeyleri ise inkar edeceklerini ifade eder. (Âşûr)

يَكْفُرُونَ hal cümlesi, وَ ’la gelmiştir. Hal-i müekkidedir. Hal, müekkid olduğunda cümlenin manası o olmadan bozulmadığı gibi, olduğunda anlam tekid edilmiş olur. Hâl-i müekkid, kendisinden önceki fiille lafzen farklı olmakla beraber manen aynı olabileceği gibi lafzen ve manen de aynı olabilir. (Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı: 1 Yıl: 2000 Ar. Gör. Ömer Kara)

Hal, anlamı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâbdır. Hal cümlesinde îcâz-ı hazif vardır. İsm-i mevsûlün sılası mahzuftur.

[Onun ötesindekini inkâr ederler] cümlesi قَالُوا 'daki zamirden hal’dir. وَرَٓاءَ aslında masdardır, zarf kılınmıştır. Faile muzâf olur, bundan da onunla gizlenen şey murat edilir ki, o da arkasıdır. Mef'ûl'e de muzâf olur, ondan da kendisini gizleyen şey murat edilir, o da önüdür. Bunun içindir iki zıt manaya kullanılan kelimelerdendir. وَهُوَ الْحَقُّ ’daki zamir وَرَٓاءَ 'ya racidir. Ondan murat edilen de Kur'an'dır. (Beyzâvî)

Cevherî der ki: وَرَٓاءَ , arka anlamındadır, ön anlamına kullanıldığı da olur. O bakımdan bu kelime zıt anlamlı kelimelerdendir. (Kurtubî)

Ayetteki ikinci hal cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber talebî kelamdır.

الْحَقُّ kelimesindeki ال cins içindir. (Âşûr)

قُلْ فَلِمَ تَقْتُلُونَ اَنْبِيَٓاءَ اللّٰهِ مِنْ قَبْلُ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ

Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle önceki cümleden fasılla ayrılmıştır. Müstenefedir. Mekulü’l-kavl ise فَ karinesiyle, mahzuf şartın cevap cümlesidir. Takdiri إن كنتم كذلك فلم تقتلون (Eğer bu durumdaysanız o halde niçin ….öldürüyorsunuz?) şeklinde olabilir.

Bu cevap cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle zahiren istifham üslubunda inşa cümlesi olmasına rağmen mana itibariyle kınama ve azarlama kastı taşımaktadır. Vaz edildiği anlamın dışında mana kazandığı için terkip, mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ şeklindeki son cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiş şart üslubunda inşâî isnaddır. Cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir.

يَكْفُرُونَ - مُصَدِّقًا ve اٰمِنُوا - يَكْفُرُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

ق۪يلَ - قُلْ - قَالُوا ; اَنْزَلَ - اُنْزِلَ ve اٰمِنُوا - نُؤْمِنُ - مُؤْمِن۪ينَ kelime grupları arasında cinası iştikak ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.

اللّٰهُ - اَنْبِيَٓاءَ ve اٰمِنُوا - مُصَدِّقًا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.

اَنْبِيَٓاءَ اللّٰهِ izafetinde اَنْبِيَٓاءَ kelimesi اللّٰهِ lafzına muzâf olması sebebiyle şeref kazanmıştır.

Mahzuf cümleler nedeniyle ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Bütün kemâl ve celâl sıfatların anlamlarına şamil lafza-i celâlin tekrarı telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırma amacına matuftur. Ayrıca bu tekrarda cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

[Onlara de ki; mademki inanıyor idiniz neden Allah’ın daha önceki peygamberlerini öldürüyordunuz?] ifadesi “Neden öldürdünüz?” demektir. Burada gelecek zaman kipi, “öldürüyorsunuz” ifadesi kullanılmakla birlikte bu, di-li geçmiş zaman kipi yerinde yani, “öldürdünüz” manasında kullanılmıştır. Çünkü, mananın böyle olduğunu, مِنْ قَبْلُ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ kısmı göstermektedir.

Yani; Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)den önce... demektir. Tevrat'a iman ettiklerini söylemelerine ve iddialarına rağmen peygamberleri öldürmelerine bir itirazdır bu. Çünkü Tevrat da, peygamberlerin öldürülmesini asla uygun bulmaz. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl, C. 1, S. 366)

Gerçek imanın hedefi haktır ve hak nerede bulunsa, her nereye inse yine hak iken, üstelik kendi yanlarındaki kitabın hak ve gerçek oluşu, ancak vahyin tasdikiyle açıklık kazanacak iken, bunlar kendi yanlarındakinden başka hiçbir şeye, hak da olsa, imana yanaşmazlar. Âlemde hak sevgisi bulunmayanların hepsi böyledir. Onlar için iman sözü bir nefsaniyet işidir. İnanacakları şeyde mutlaka kendilerini görmek isterler. Mesela kendilerinden olmayan âlime, âlim demezler, kendilerinden olmayan peygambere peygamber demezler. Deseler bile "Bizim peygamberimiz değil ki, ondan bize ne?" derler. Sırf bu yüzden ahir zaman peygamberine ve ona indirilen kitaba, "Bizim halkımızdan değildir, bizim lisanımızdan değildir, o Arab'ın peygamberidir, Arab'ın kitabıdır" diye düşmanlık ederler. Beşeriyeti tefrikaya düşüren, insanlığı şirke ve kavgaya sürükleyen, hak ve hakikate karşı kaba kuvvet kullanmaya, üstünlük yarışına, safsatalara iten, türlü türlü melanetler ve şeytanca planlar kullanarak saldıran ve saldırtan işte hep bu nefsaniyet, kibir ve bencilliktir. Hazret-i Âdem kıssasındaki İblis olayı, tamamen bunu temsil eder. Bunların en başında kendilerini kitap ehli, din ehli ve iman ehli gibi göstermek isteyen yahudiler vardır. (Elmalılı)

Bakara Sûresi 92. Ayet

وَلَقَدْ جَٓاءَكُمْ مُوسٰى بِالْبَيِّنَاتِ ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِه۪ وَاَنْتُمْ ظَالِمُونَ  ...


Andolsun, Mûsâ size açık mucizeler getirmişti de, arkasından sizler nefislerinize zulüm ederek buzağıyı ilâh edinmiştiniz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ Andolsun
2 جَاءَكُمْ size gelmişti ج ي ا
3 مُوسَىٰ Musa
4 بِالْبَيِّنَاتِ apaçık delillerle ب ي ن
5 ثُمَّ sonra
6 اتَّخَذْتُمُ (ilah) edinmiştiniz ا خ ذ
7 الْعِجْلَ buzağıyı ع ج ل
8 مِنْ -ndan
9 بَعْدِهِ ardı- ب ع د
10 وَأَنْتُمْ ve siz
11 ظَالِمُونَ zalimler olarak ظ ل م

 

وَلَقَدْ جَٓاءَكُمْ مُوسٰى بِالْبَيِّنَاتِ ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِه۪ 

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ل  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  كُمْ  mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مُوسٰى  fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Gayri munsariftir. بِالْبَيِّنَاتِ  car mecruru  جَٓاءَ  fiiline mütealliktir. 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.

اتَّخَذْتُمُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen merfûdur. الْعِجْلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. İkinci mef’ûlün bih mahzuftur. Takdiri ,إلها şeklindedir. مِنْ بَعْدِ  car mecruru  اتَّخَذْتُمُ  fiiline mütealliktir.  

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اتَّخَذْتُمُ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  أخذ ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

وَاَنْتُمْ ظَالِمُونَ

وَاَنْتُمْ ظَالِمُونَ  hal cümlesi olarak mahallen mansubdur.

İsim cümlesidir. وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ظَالِمُونَ  haber olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

ظَالِمُونَ  kelimesi, sülâsi mücerredi  ظلم  olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَقَدْ جَٓاءَكُمْ مُوسٰى بِالْبَيِّنَاتِ ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِه۪

وَla atfedilen ayet kasem üslubunda, gayrı talebî inşâî isnaddır. Kasem cümlesinin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır. Kasemin cevabı, لَ ve قَدْ harfiyle tekid edilmiştir. faide-i haber inkârî kelamdır.

بِالْبَيِّنَاتِ (İsra:101) ayetinde zikredilen dokuz mucize demektir. (Beyzâvî)

Ayetin ikinci cümlesi ثُمَّ atıf harfi ile ilk cümleye bağlanmıştır. ثُمَّ iki mana arasında kısa da olsa bir zaman aralığı olduğunu belirtir. Ayetteki ثُمَّ zaman itibarı ile olan terahi için değil, fakat rütbe veya derecedeki terahî (sonralık) ve yaptıklarının son derece çirkin bir hareket olduğunu ifade için kullanılmıştır. (Ebussuûd)

Mazi fiil sıygasıyla gelen cümle lazım-ı faide-i haber ibtidâî kelamdır.

اتَّخَذْتُمُ şeklindeki iftial kalıbı “Siz bu işle o kadar çok meşgul oldunuz ki bütün enerjinizi, hizmetinizi buna harcadınız” manasını taşır.

ثُمَّ - بَعْدِ  kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.

Sure'nin ismi Bakara'dır. Ama burada bakara değil de buzağıyı ilah edindiniz buyurulmuştur. Bunun sebebi ne olabilir? Buzağı manasındaki الْعِجْلَ acelecilikten gelir. Acelecilik, bir şeyi zamanından önce istemek demektir. Bu da şehvettir. Bu kişiler şehvetlerinin, dünyevi isteklerinin peşine düştükleri ve bu konulardaki acelecilikleri için الْعِجْلَ kelimesi seçilmiş olabilir. İsrailoğullarının 40 gün içinde inançlarında sapkınlık göstermeleri de bir acelecilik işaretidir. Bu ibarede meknî istiare vardır. Buzağıya ibadet etme sevgisi, kolay içilen lezzetli bir meşrubata benzetilmiştir. Sanki kalpler buzağı sevgisini yudum yudum içtiler de bu sevgi, meşrubatın ve lezzetli bir şeyin karıştığı gibi kalplere karıştı demektir. (Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir)

[Musa, size mucizeler getirdi.] cümlesinde, Hz. Musa'nın mucizeler getirdiğini bildirmekten maksat, peygamberlere tabi olmamaları sebebiyle onları kınamak ve susturmaktır. (Safvetü't Tefâsir)

 وَاَنْتُمْ ظَالِمُونَ

Son cümle hal وَı ile gelmiş isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidâî kelamdır. Bazı müfessirler, isme isnadın tekid olduğunu kabul ederler. İsim cümleleri subût ifade eder. Bu cümlede müsnedin ism-i fail kalıbında gelmesi sübutu kuvvetlendirmiştir.

[Ve böylece siz hakkı reddeden zalimlerden olmuştunuz.] cümlesi hal cümlesidir. Yani: “Siz, ibadet yapılmaması gereken bir yerde ve ibadet edilmemesi gereken bir şeye tapınarak yerinde bir kulluk yapmadınız. Halbuki buzağıya değil, Allah'a ibadet ve kullukta bulunacaktınız.” Ya da bu, bir itiraz yani parantez cümlesidir. Yani: “Siz, adetleri zulmetmek olan bir kavim ya da toplumsunuz.” demektir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

اَنْتُمْ ظَالِمُونَ cümlesi tetmim ıtnâbı babında haldir.

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsufa olan bağlılığına delalet eder; ki bu da, ihsanın onlarda sabit olduğunu, onlardan hiçbir şekilde ayrılmadığını ifade eder. (Vakafat, S. 8o)

Bakara Sûresi 93. Ayet

وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَۜ خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاسْمَعُواۜ قَالُوا سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَاُشْرِبُوا ف۪ي قُلُوبِهِمُ الْعِجْلَ بِكُفْرِهِمْۜ قُلْ بِئْسَمَا يَأْمُرُكُمْ بِه۪ٓ ا۪يمَانُكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ  ...


Hani, Tûr’u tepenize dikerek sizden söz almıştık, “Size verdiğimiz Kitab’a sımsıkı sarılın; ona kulak verin” demiştik. Onlar, “Dinledik, karşı geldik” demişlerdi. İnkârları yüzünden buzağı sevgisi onların kalplerine sindirilmişti. Onlara de ki: (Tevrat’a beslediğinizi iddia ettiğiniz) imanınızın size emrettiği şey ne kötüdür, eğer inanan kimselerseniz!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذْ hani bir zaman
2 أَخَذْنَا almıştık ا خ ذ
3 مِيثَاقَكُمْ kesin sözünüzü و ث ق
4 وَرَفَعْنَا ve kaldırmıştık ر ف ع
5 فَوْقَكُمُ üzerinize ف و ق
6 الطُّورَ Tur(dağın)ı ط و ر
7 خُذُوا tutun ا خ ذ
8 مَا şeyi
9 اتَيْنَاكُمْ size verdiğimiz ا ت ي
10 بِقُوَّةٍ kuvvetle ق و ي
11 وَاسْمَعُوا dinleyin (demiştik) س م ع
12 قَالُوا dediler ق و ل
13 سَمِعْنَا dinledik س م ع
14 وَعَصَيْنَا ve isyan ettik ع ص ي
15 وَأُشْرِبُوا ve içirildi ش ر ب
16 فِي
17 قُلُوبِهِمُ kalblerine ق ل ب
18 الْعِجْلَ buzağı (sevgisi) ع ج ل
19 بِكُفْرِهِمْ inkarlarıyla ك ف ر
20 قُلْ de ki ق و ل
21 بِئْسَمَا ne kötü şey ب ا س
22 يَأْمُرُكُمْ size emrediyor ا م ر
23 بِهِ onunla
24 إِيمَانُكُمْ imanınız ا م ن
25 إِنْ eğer
26 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
27 مُؤْمِنِينَ inanan kimseler ا م ن

"Kâfirlikleri sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi içirilmişti."Allah sevgisi yerine hakim olan bu buzağı sevgisine, dünya sev­gisi diyenler olmuş. Dünya sevgisi, dünyalıklar sevgisi kalplerine içirilmiştir onların. Öyle bir yöneliyorlar ki dünyaya, öyle bir hedefli­yor-lar ki dünyayı sanki içecekler, sanki içlerine alacaklar. Dünyanın dışında hiçbir şey düşünmüyorlar. Aman diyorlar mal! Aman diyorlar para! Aman diyorlar makam! Aman diyorlar koltuk! Aman diyorlar al­kış! Aman diyorlar şöhret! Bakın dediler ki:

"İşittik ve isyan ettik." Emirler, istekler karşısında toplum ikiye ayrılıyor. Ya evet dinledik itaat ederiz! Diyen mü'minler, ya da evet dinledik ama isyan ederiz! Diyenler. Ama bir üçüncü sınıf oluştu son dönemlerde.

Onlar da:

“Semi’na ve nesiyna”

Diyorlar. Dinledik, duyduk ama unuttuk diyenler. Dinledik ama buradan çıkmadan unuttuk, işi bitti! Diyenler. Evet böyle bir grup oluştu günümüzde. Dinliyoruz ama hemen unutuyoruz. Hem öyle ça­buk unutuyoruz ki Allah korusun bir âyetten ötekine ge­çince bile unutuluyor, baş tarafı unutuluyor.

Rabbim ne olur bize şuur ver! Ne olur bizi sana, kita­bına ve elçine karşı bu vurdumduymaz, bu saygısız, bu küstah tavır­ları­mızdan kurtar. Bize istediğin ve razı olduğun tavırları lütfet! Güzel tavırlar, güzel duruşlar nasip buyur! (Besairul Kur’ân Ali Küçük Tefsiri) 

“Kur’ânı Terketmeyin”

Sayfamızla alakalı eklediğim bir video

 6 dakika 11 sn  https://www.youtube.com/watch?v=-PS5ORcRKdI

  Araplar bir kimsenin gönlünü sevgi veya buğzun kapladığını ifade etmek için ‘şerab’ yani ‘içirme’ tabirini kullanırlardı.

  Su vücutta yayılması en kolay maddedir. Ayrıca ayette buzağı sevgisi içirildi demek yerine direkt buzağı içirildi denmiştir. İsrailoğullarının ona karşı olan aşırı sevgilerinden dolayı buzağı suretinin kalplerinden silinmeyecek bir hal aldığına işaret vardır. Nasıl ki su konduğu kabın şeklini alır, onların da kalbine adeta buzağı yerleşmiştir. Bu ayetteki şeribe Türkçe’deki meşreb kelimesini çağrıştırmaktadır (buzağı sevgisi onların meşrebi oldu gibi).

  İcl, öküz yavrusuna denir. Bu kökten dilimizde acele kelimesi vardır. Büyüyüp öküz olduğunda yitireceği acele edişi düşünülerek öküz yavrusuna icl denmiştir. 

 

وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَۜ

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Zaman zarfı  اِذْ, takdiri أذكر  (Hatırla, düşün) olan mahzuf fiile mütealliktir. اَخَذْنَا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Fiil cümlesidir. اَخَذْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. مِيثاقَكُمْ  mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

(إِذْ) : Yanlız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  haliyyedir. رَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَۜ  cümlesi  قَدْ  takdiriyle hal olup mahallen mansubdur.

Fiil cümlesidir. رَفَعْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. فَوْقَكُمْ  mekân zarfı  رَفَعْنَا  fiiline müteallıktır. الطُّور  kelimesi mef‘ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاسْمَعُواۜ

خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ  cümlesi, mahzuf fiilin mekulü’l-kavlidir. Takdiri, قلنا خذوا. (Biz dedik,alın) şeklindedir. 

Fiil cümlesidir. خُذُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  İsm-i mevsûlun sılası  اٰتَيْنَاكُمْ ’dır. Îrabta mahalli yoktur. 

اٰتَيْنَاكُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِ  sebebiyyedir. بِقُوَّةٍ  car mecruru  اٰتَيْنَا  fiiline veya mahzuf hale mütealliktir. 

وَاسْمَعُوا  atıf harfi  وَ  ile خُذُوا ‘ya matuftur. اسْمَعُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

اٰتَيْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi اٰتَي ‘dır. 

İf’al babı; fiile, ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

 قَالُوا سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَاُشْرِبُوا ف۪ي قُلُوبِهِمُ الْعِجْلَ بِكُفْرِهِمْۜ

Fiil cümlesidir. قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavl  سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا ’ dır. قَالُوا  fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. 

سَمِعْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. سَمِعْنَا  atıf harfi  وَ  ile makabline matuftur.

عَصَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

اُشْرِبُوا ف۪ي قُلُوبِهِمُ  cümlesi, قد  harfinin takdiriyle hal olarak mahallen mansubdur.  

وَ  haliyyedir. اُشْرِبُوا  damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. ف۪ي قُلُوبِ  car mecruru  اُشْرِبُوا  fiiline mütealliktir. 

الْعِجْلَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri, حب العجل (buzağı sevgisi) şeklindedir. بِ  sebebiyyedir.  بِكُفْرِهِمْ  car mecruru  اُشْرِبُوا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اُشْرِبُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi شرب dir. 

İf’al babı; fiile, ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

قُلْ بِئْسَمَا يَأْمُرُكُمْ بِه۪ٓ ا۪يمَانُكُمْ

Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri, انت 'dir.  Mekulü’l-kavl  بِئْسَمَا يَأْمُرُكُمْ بِه۪ٓ ‘ dir. قُلْ  fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. 

بِئْسَ  zem anlamı taşıyan camid fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بِئْسَمَا  kelimesinde bulunan  مَا  harfi, بِئْسَ  kelimesinin failini tefsir eden (açıklayan) nekra-i mevsufedir. بِئْسَ  fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri, عبادة العجل (buzağıya ibadet etmek) şeklindedir. 

يَأْمُرُكُمْ بِه۪ٓ   cümlesi  مَا ’nın sıfatı olarak mahallen mansubdur. 

يَأْمُرُ  damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef'ûlün bih olarak mahallen mansubdur.  بِه۪ٓ  car mecruru  يَأْمُرُ  fiiline mütealliktir. 

ا۪يمَانُ  fail olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِئْسَ  zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut  مَا  ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır: 

1. Failinin  ال ’lı gelmesi 

2. Failinin  ال ’lı İsme Muzaf Olarak Gelmesi 

3. Bu fiillerin  مَا  Harfine Bitişik Olarak Gelmesi

4. Failinin İsmi Mevsul Olarak Gelmesi. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ين

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. مُؤْمِن۪ينَ  kelimesi  كان ’nin haberi olup nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanırlar.

Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri,  فَإيمانُكم لا يَأْمُرُكم بِقَتْلِ الأنْبِياءِ وعِبادَةِ العِجْلِ (İmanınız size peygamberleri öldürmenizi ve buzağıya tapmanızı emretmez) şeklindedir.

مُؤْمِن۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَۜ

و atıftır. Ayet, أُذْكُروا نِعمتى [nimetimi hatırlayın] ifadesindeki نِعمتى ’ye matuftur. Şu halde ibarenin takdiri أُذْكُرُوا اذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَكُمْ (hatırlayın ki, sizden söz almıştık) demek olur. (Elmalılı Hamdi Yazır, Bakara/49)

Ya da zaman zarfı اِذْ ’in muteallakı, اذكروا şeklinde takdir edilen mahzuf fiildir. Bu durumda cümlede îcâz-ı hazif vardır. Cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cer mahallindeki muzâfun ileyh اَخَذْنَا cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidâî kelamdır.

اَخَذْنَا fiili azamet zamirine isnat edilmiştir. ٱذۡكُرُوا۟ نِعۡمَتِیَ ifadesindeki müfret یَ zamirinden نَا zamirine iltifat edilmiştir. Allah Teâlâ Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Sâmerrâî, Ala Tarîqi't Tefsîri'l Beyânî, C. 2).

Zaman ismi olan اِذْ ‘in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. ('Âşûr, Hac/26)

وَ ’la öncesine bağlanan رَفَعْنَا cümlesi haldir. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidâî kelamdır.

رَفَعْ ve فَوْقَ arasında  mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Tūr’un yükseltilmesi burada ikinci kez tekrar edilmiştir, zira bu tekrarda ilkinde olmayan bir ilave anlam söz konusu olup ayrıca tekit içermektedir. Sözünü “işittik” ama “emrine karşı çıktık dediler.” Peki, verdikleri bu  cevap, o söze nasıl mutabık olabilir, dersen, şöyle derim: Şu itibarla mutabıktır; onlara “işitin” denilmiştir ama, “işitme; kabul ve itaat şeklinde bir işitme olsun” denilmek istenmiştir; onlar ise “işittik, fakat itaat edecek tarzdaki bir işitmeyle değil” demişlerdir. (Keşşâf)

Beyzâvî, kıssanın tekrarının, Muhammed (s.a.v.) ile olan yollarının, atalarının Musa ile olan yolu olduğu konusunda uyarmak olduğunu ve bunun birinci nükte olduğunu söylemiştir. (Âşûr)

 خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاسْمَعُواۜ

Bu cümle mahzuf قلنا fiiliyle birlikte faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümlesidir. Dolayısıyla ayette ıtnâb sanatı vardır.

Nasb mahallindeki mekulü’l-kavl olan خُذُوا cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اَخَذْنَا - خُذُوا kelimeleri arasında cinâs-ı iştikak ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

قُوَّةٍ ‘deki tenvin nev ve kesret ifade eder.

وَاسْمَعُواۜ cümlesi hariç ayetin bu kısmı 63. ayetin tekrarıdır. İki ayet arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَاسْمَعُواۜ cümlesi temasül nedeniyle öncesine atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

مَٓا ism-i mevsulünde tevcih sanatı vardır.

Alınan sözün, size verilenleri kuvvetle tutun ve dinleyin şeklinde açıklanması taksim sanatıdır.

خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ sözünde vahiy, kitap, Tevrat, şeriat kelimeleri yerine gelen مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ şeklindeki kapalı ifadeye kinaye denir. Bu daha etkili, vurgulu bir ifadedir.

قَالُوا سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا اُشْرِبُوا ف۪ي قُلُوبِهِمُ الْعِجْلَ بِكُفْرِهِمْۜ

İstînâfiye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl nedeni, şibh-i kemâl-i ittisaldir. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَعَصَيْنَا , mekulü’l-kavl cümlesi olan سَمِعْنَا ’ya matuftur. Her iki cümle de müsbet mazi fiil sıygasında, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اُشْرِبُوا hal cümlesi fasılla gelmiştir. Meçhul bina edilmiş mazi fiil sıygasında, faide-i haber, ibtidâî kelamdır.

ف۪ي قُلُوبِهِمُ ibaresindeki ف۪ي  harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi ف۪ي  harfi cerinde zarfiye manası vardır. Kalp, içi olan bir nesneye benzetilmiştir. Cami her ikisindeki mutlak irtibattır.

خُذُوا fiilindeki muhatab zamirinden, قَالُوا fiilinde gaib zamire iltifat vardır.

Dinleyin buyuruldu. Çünkü verilen şey emir ve yasaklardır. Dinledik ve isyan ettik dediler. Ve kalplerinin içine buzağı içirildi. Aslında buzağı değil, buzağı sevgisi kastedilmiştir. Bu ibare buzağı sevgisi iliklerine işlendi (M. Demirci) şeklinde tercüme edilebilir.

سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا [İşittik ve isyan ettik] sözü ağızlarından lafzen çıkmamıştır, ama hareketleriyle isyan etmişlerdir. Ya da daha sonra yaşayan nesilleri bu isyanlarını dilleriyle söylemişlerdir. (Âşûr). Bunun üzerine de kalplerine maddiyat sevgisi, dünya hırsı, şehvet, heva gelmiştir.

وَاُشْرِبُوا ف۪ي قُلُوبِهِمُ الْعِجْلَ [Kalplerine buzağı sevgisi içirildi.] cümle­sinde istiâre-i mekniyye vardır. Buzağıya ibadet sevgisi, kolay içilen, lez­zetli bir meşrubata benzetilmiştir. Müşebbehün bih olan مشْرِوب kelimesi hazfe­dilmiş, onun levazımından olan اُشْرِبُ fiiliyle, istiare-i mekniyye yoluyla ona işaret edilmiştir. Şerif Râdî şöyle der: Bu bir istiaredir. Maksat, onların kalplerini, buzağıyı aşırı derecede sevmekle vasıflandırmaktır. Sanki kalpler buzağı sevgisini yudum yudum içtiler de bu sevgi, meşruba­tın ve lezzetli bir şeyin karıştığı gibi kalplere karıştı. (Safvetü't Tefâsir)

İsrâiloğullarının buzağıya olan sevgileri, tıpkı boyanın kumaşa işlemesi, içeceklerin de bedenin derinliklerine geçmesi gibi, onların içlerine sinmiş ve kalblerine işlemiştir. (Ebüssuûd)

وَاسْمَعُواۜ ve سَمِعْنَا arasında cinası iştikak ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.

عَصَيْنَا ile كُفْرِهِمْۜ kelimeleri arasında murat-ı nazir sanatı vardır.

الْعِجْلَ kelimesi önceki ayette de geçtiği için başındaki الْ takısı ahdi sarihidir. Buna ahdi zikri de denmiştir. Çünkü muhatap neden bahsedildiğini bilmektedir.

الْعِجْل nin muzâfı hazfedilmiştir. Takdiri حب العجل (buzağı sevgisi) şeklindedir. Dolayısıyla icâz-ı hazif sanatı vardır.

Cenâb-ı Hakk'ın, اُشْرِبُوا beyanı onların dışında bir failin, bu işi onlara yaptığına delalet eder. Allah'tan başka hiç kimsenin buna gücünün yetmeyeceği malûmdur. Onların aşırı düşkünlükleri ve buzağıya ibadete alışmış olmalarından ötürü, buzağının sevgisi onların kalbine içirilmiştir. İşte bundan ötürü Cenâb-ı Hak, bu sıygayı meçhul kalıbında getirmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Yahudilerin: سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا (Duyduk ve isyan ettik) sözlerinin ilavesiyle zikredilmiştir ki bu da onların son derece inatçı olduklarını gösterir.(Fahreddin er-Râzî)

 قُلْ بِئْسَمَا يَأْمُرُكُمْ بِه۪ٓ ا۪يمَانُكُمْ

Müstenefe cümlesidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mef’ûlü olan mekulü’l-kavl, gayrı talebî inşâ cümlesidir. بِئْسَ zem fiilidir.

Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Burada emrin imana isnadı, onlarla bir nevi alaydır. Nite­kim, [Dediler ki: "Ey Şuayb, babalarımızın taptıklarını bırakmamızı... na­mazın mı sana emrediyor.] Hud/87. mealindeki ayette emrin namaza is­nadında alay vardır. İmanın Yahudilere izafesi de böyledir. Zemahşerî bu şekilde açıklamıştır.

Emretme fiilinin imana atfedilmesi, alay ifade eder. (Keşşâf)

يَأْمُرُكُمْ بِه۪ٓ ا۪يمَانُكُمْ bu ifade de istiare vardır. Çünkü emir sadece sözle olacağı için gerçek anlamda imanın konuşması diye bir şey söz konusu olmaz. Öyleyse -Allahu a'lem- bununla anlatılmak istenen, imanın sadece küfrün ve dalaletin zıddını göstermesi, hidayete ve doğru yola uymaya rağbet etme arzusu uyandırmasıdır. İmanın akılsızlığa ve beyinsizliğe rağbet ettirmesi ve dalalet yolunu göstermesi söz konusu olamayacağından Yüce Allah burada, emri mecaz ve istiare yoluyla teşvik etme (tergib) ve yol gösterme (delalet) anlamında zikretmiştir. Çünkü bir şeye teşvik edilen ve o şeye delalet edilen kişi, o işin emredildiği ve kendisine münasip görülen kimsenin davrandığı gibi davranabilir.  (Kur'an Mecazları Şerif er-Radi)

قُلْ بِئْسَمَا يَأْمُرُكُمْ بِه۪ٓ ا۪يمَانُكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ين ifadesinde bedî’ sanatlarından tehekküm sanatı vardır. Terim olarak tehekküm; kibirli kimselere karşı hakaret anlamında yüceltme, korkutma/uyarma anlamında müjde, tehdit anlamında vaad, alay anlamında övgü lafzı getirmek suretiyle onlarla alay etmedir. (Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi ve Sanatları Dr. Mustafa Aydın)

اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ين

Müstenefe cümlesidir. Şart üslubunda gayrı talebî inşâi isnaddır. Şart cümlesi كانnin dahil olduğu isim cümlesidir. Cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. takdiri بئس ما يأمركم şeklinde olabilir.

İbtidaî kelamdır. Cevabı mahzuftur. Takdiri فَإيمانُكم لا يَأْمُرُكم بِقَتْلِ الأنْبِياءِ وعِبادَةِ العِجْلِ (İmanınız size peygamberleri öldürmenizi ve buzağıya tapmanızı emretmez) şeklindedir. (Âşûr)

Ayette, emrin Yahudilerin imanlarına ve imanlarının da kendilerine izafe edilmesi sırf tahkir ve aşağılamak maksadıyladır. اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ين  cümlesi de Yahudilerin imanlarının şüpheli olduğu gerçeğine işaret etmektedir ve davalarının doğru olmadığına, mümin olmadıklarına dair bir kötüleme ve ikazdır. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ين cümlesinin cezası hazfedildiği için îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Sayfadaki ayetlerin fasılalarındaki ونَ harflerinde lüzum ma-la yelzem sanatları vardır.

Kur’an-ı Kerim’deki bütün sayfaların ayet sonlarındaki ahenk, okuyanın gönlünü fethetmektedir.

Günün Mesajı
Amel imanın da imansızlığın da göstergesidir.
Karşılık amelin cinsinden olur. Büyüklük taslayan, rabb'inin nimetlerini inkar eden kâfirlere alçaltılmak ve zillete düşürülmek cezası ve birlikte ağır bir azap vardır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Kalbimin hakikatlere açılan penceresinden bakmaya çalışıyorum. Paslanmış ve pislenmiş camdan bir şey görmek mümkün değil. Kendim içinde hapsolmuş, bir kısır döngüye girmişim. Bana neyin iyi geleceğini bilirken, hiçbir şey yapmamayı seçen halime acıyorum. Bugünü yaşamaya mahkum bedenim için yarının asla gelmeyeceğini bilmeme rağmen, yapmak istediklerimi bir ‘yarın’a daha bırakıyorum.

Şüphesiz, Allah’ın merhameti, nankörlüğümden çok daha büyük. Bir ses çarpıyor önce kulaklarıma, sonra kalbimin duvarlarına. Kur’an-ı Kerim’in sesi karşısında soluğumu tutuyorum. Eriyen pasların arasından tuhaf bir koku ve duman çıkınca, can havliyle koşup, camı açıyorum. Kur’an sesi dalga dalga dolduruyor, kalbimin her noktasını.

Dinlemedikleri hakikat için  ‘سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا’ - ‘işittik ve isyan ettik’ diyenleri düşününce sarsılıyorum.

Allahım! Beni koru. İşittiğini iddia edip isyan ettim diyenler gibi kibire düşmekten. Beni muhafaza buyur. Ömrünü heba eden cahillere benzemekten. 
Kelamını kalbiyle işiten, nasıl desin: ‘işittim ve isyan ettim.’
Allahım! Kalbiyle işitenlerden olmamı nasip et. Yolumu, ömrümü ve evimi, hakikati kalbiyle işitenlerle aydınlat. Bizi, kul olarak Sana verdiği sözü tutan, ‘işittik ve itaat ettik’ diyen ve dediğine uygun yaşayanlar zümresine yaz. 

Yer, gökler, bedenimdeki her hücre, bulunduğum yerde gördüğüm görmediğim her varlık ve cisim şahidim olsun: ‘سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا’ - ‘işittik ve itaat ettik.’ Rabbim, itaatimizi kolaylaştır ve kabul buyur.

 

***

 

Belki de insan bünyesindeki duyguları ikiye ayırarak değerlendirmek gerekir: insanın temiz özünden gelen yani Allah’a yaklaştıranlar ve dünyaya olan bağlılığından dolayı ortaya çıkanlar. Kategorilerin isminden de anlaşılacağı gibi aslında duygular değil, onların dışarıya yansıtılma sebepleri ayrılmaktadır. Zira, amelleri sağlamlaştıran kalpteki niyetin şeklidir.

Muhabbet hoş bir duygudur ama bu her türlüsü helal demek değildir. Öfke için yorucu denilebilir ama gereken yerlerdeki yokluğu zarara sebep olur. Merhamet en tatlı hislerdendir ama Allah’ın haram kıldıklarına merhamet etmek, hem toplumun hem de kalplerin düzenini şaşırtır. Kıskançlık biraz nahoş bir histir ama her kıskançlık haline kötü demek haksızlık olur. 

Bu açıdan, dünya hayatında insana yüklenen sorumluluk, bazı duygularının yokluğu ve diğerlerinin de varlığı değil; onların doğru ölçüde, doğru niyetlerle açığa çıkma çabasıdır. Duygunun doğru ölçüde ve niyette olup olmadığını anlamanın yollarından biri; onun nefsî mi yoksa kalbî bir menfaate mi hizmet ettiği sorusuna verilen cevaptır.

Kıskançlığın yokluğu da, çokluğu da zarardır. Ailesini hiç kıskanmayan herhangi birinin, aile birliğini koruma içgüdüleri zayıflar ve aile içi ilişkilerindeki samimiyet tehlikeye girer. Zarara yol açan ve kişiyi nefsani -mantıksız- kararlar almaya iten ve hatta isyana ya da inkara sürükleyen yoğun kıskançlığın sebebi genellikle; Allah’ın bir başkasına nasip ettiğinden ya da dilediğinden razı olmamak halidir.

Ey Allahım! Rahmetin ve nurun ile kalplerimizi duyguların faydasız halinden ve zihinlerimizi düşüncelerin gereksiz gürültüsünden arındır. Bulunduğumuz mekan ve zamanlarda; doğru duygu ve düşünce hallerine bürünmemizi nasip eyle.

Ey Allahım! Bizim Senden ve nasip ettiklerinden razı oluşumuzun ya da olmayışımızın; Sana ne bir zararı, ne de faydası olur. Zararı da, faydası da kendimizedir. Bizi, Senden razı yaşayıp ölenlerden sonra da dirilenlerden ve Senin huzuruna rızanı kazanmış bir halde çıkarılanlardan eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji