بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
قُلْ اِنْ كَانَتْ لَكُمُ الدَّارُ الْاٰخِرَةُ عِنْدَ اللّٰهِ خَالِصَةً مِنْ دُونِ النَّاسِ فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | إِنْ | eğer |
|
3 | كَانَتْ | ise |
|
4 | لَكُمُ | size ait |
|
5 | الدَّارُ | yurdu |
|
6 | الْاخِرَةُ | ahiret |
|
7 | عِنْدَ | katında |
|
8 | اللَّهِ | Allah |
|
9 | خَالِصَةً | gerçekten |
|
10 | مِنْ | (değil de) |
|
11 | دُونِ | başkasının |
|
12 | النَّاسِ | insanlardan |
|
13 | فَتَمَنَّوُا | haydi temenni edin |
|
14 | الْمَوْتَ | ölümü |
|
15 | إِنْ | eğer |
|
16 | كُنْتُمْ | iseniz |
|
17 | صَادِقِينَ | sözünüzde doğru |
|
Bu ayetin bize verdiği mesaj; Ahireti arzulayan kişi olmak ve salih amelleri çoğaltmaktır.
Yahudiler kendilerinden başka hiç kimsenin cennete girmeyeceğine, Cennetin sadece kendileri için olduğuna inanıyorlar. Öyleyse burada ne işiniz var, ölümü temenni edin diyerek meydan okuyan bir ayettir.
قُلْ اِنْ كَانَتْ لَكُمُ الدَّارُ الْاٰخِرَةُ عِنْدَ اللّٰهِ خَالِصَةً مِنْ دُونِ النَّاسِ فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri, انت ' dir. Mekulü'l-kavl اِنْ كَانَتْ لَكُمُ الدَّارُ ’ dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَتْ ’in dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تْ te’nis alametidir. لَكُمُ car mecruru كان ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. الدَّارُ kelimesi كان ’nin muahhar ismi olup damme ile merfûdur. Muzaf mahzuftur. Takdiri, نعيم الدار (Ahiret yurdunun nimeti) şeklindedir.
الْاٰخِرَةُ kelimesi الدَّارُ ‘ nun sıfatıdır. عِنْدَ mekân zarfı خَالِصَةً ‘e veya كان ’nin haberine mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
خَالِصَةً kelimesi الدَّارُ ’ın hali olup fetha ile mansubdur. مِنْ دُونِ car mecruru خَالِصَةً ‘ e mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. النَّاسِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ف şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
تَمَنَّوُا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الْمَوْتَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَمَنَّوُا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi مني ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
خَالِصَةً kelimesi, sülâsi mücerredi خلص olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. صَادِق۪ينَ kelimesi كان ’nin haberi olup nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanırlar.
Şartın cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir.
صَادِق۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi صدق olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ اِنْ كَانَتْ لَكُمُ الدَّارُ الْاٰخِرَةُ عِنْدَ اللّٰهِ خَالِصَةً مِنْ دُونِ النَّاسِ فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ
Ayet istinâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mekulü’l-kavl cümlesi şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart cümlesi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim, tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur لَكُمُ ’ün müteallakı olan كَانَ ’nin mukaddem haberi mahzuftur. الدَّارُ kelimesi كَانَ ’nin muahhar ismidir.
فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ cümlesi şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
عِنْدَ اللّٰهِ izafeti muzâfın şanı içindir.
Sıfat olarak gelen الْاٰخِرَةُ kelimesi ve hâl olarak gelen خَالِصَةً kelimesi anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
خَالِصَةً "Yalnız, sadece” ifadesi دَارُ الْاٰخِرَة ifâdesinden hal olarak mansubtur. Bunun manası “Ahirette sizin dışınızda hiçbir kimse için bir hak olmaksızın, sadece sizin için...” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)
Ayetteki النَّاسِ kelimesi cins ifade eder. Bunun lam-ı tarifinin ahd için (belli insanları ifade etmek için) olduğu da söylenmiştir. O zaman bununla kastedilenler müslümanlardır. Fakat, ["Ancak Yahudi veya Hristiyan olanlar müstesna... "] (Bakara, 111) ifadesi ve burada belli bir grubun bulunmaması sebebiyle, bu lam-ı tarifin cins için olması daha evladır. (Fahreddin er- Râzî, Tefsir-i Kebir)
النَّاسِ cins ifade eder; bir görüşe göre malum insanları ifade eder ki bunlar da müslümanlardır. (Keşşâf)
اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Fasılla gelen cümlede fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.Cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Takdiri فتمنوا الموت ’tir.
Şartın cevabının mahzuf oluşu îcâz-ı hazif sanatıdır.
كُنْتُمْ - كَانَتْ kelimelerinin arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu cümlenin bir önceki âyette zikredildiği halde burada da tekrarlanması, ilzamı (haksızlığı ispat ile susturmayı) güçlendirmek ve anılan cevabın (haydi ölümü dileyin), şart cümlesine (eğer âhiret yurdu... yalnız size has ise) olan bağlılığına yalnız hakikat böyle olduğu için değil fakat onların iddiasına göre de böyle olduğuna dikkat çekmek içindir. Çünkü onlar bu iddiada bulunmuşlardı. (Ebüssuûd)
وَلَنْ يَتَمَنَّوْهُ اَبَداً بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالظَّالِم۪ينَ
Qaddemet eydihim ibaresi ellerinin önden gönderdiklerini ifade eder. Gelecek için dikeceğiniz, ondan ilerde meyva almayı umut ettiğiniz fidanı elinizle dikersiniz toprağa. İşte gelecek için yapılan yatırımlar için Kur’ân bu ifadeyi kullanır. Ahiret için bir yatırım yapmıyorsanız oraya gitmeyi de arzu etmezsiniz. Yatırımları dünyaya olduğu için burda kalıp bin yıl yaşamayı arzu ederler. (Nouman Ali Han, Özlü Tefsir Dersleri)
وَلَنْ يَتَمَنَّوْهُ اَبَدًا بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir.
يَتَمَنَّوْهُ fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَبَدًا zaman zarfı يَتَمَنَّوْهُ fiiline mütealliktir.
مَٓا müşterek ism-i mevsûl olan بِ harf-i ceriyle يَتَمَنَّوْهُ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur. Aid zamiri mahzuftur. Takdiri, قدمته أيديهم şeklindedir.
قَدَّمَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. اَيْد۪يهِمْ fail olup ي üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Ayette geçen لَنْ (hiçbir zaman) ifadesi devamlılık bildirir. Sonra onların ateşe girdikleri zaman ölümü temenni edeceklerini ve “Ey Mâlik! Artık Rabbin canımızı alsın.” (Zuhruf 43/77), “Ah keşke bitirici olsaydı.”(el-Hâkka 69/27) -yani ölüm gerçekleşseydi- diyeceklerini haber vermektedir. Fakat biz bu ayette geçen لَنْ ifadesinin sadece dünyada devamlılık anlamına geldiğini söyleriz ki aynı ifadenin benzer kullanımı: [Beni asla göremezsin.] (A‘râf 7/143) ayetinde bulunmaktadır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
ألأيدي kelimesi mankus isimlerdendir. Çoğuldur. Nekre geldiği zaman sonundaki ي harfi hazf edilir. Ref ve cer hallerinde sonunda damme ve kesra takdir edilir. Mansub olduğunda ي harfi hazf olmaz. Görünür ve sonuna tenvin elifi gelir. يد kelimesinin bir diğer çoğulu أياد şeklindedir. Aynı şekilde irab edilir. Ancak gayrı munsarıf olduğu için tenvin almaz.
يَتَمَنَّوْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi مني ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
قَدَّمَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi قدم ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالظَّالِم۪ينَ
İsim cümlesidir. اللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur. عَل۪يمٌ haber olup damme ile merfûdur. بِالظَّالِم۪ينَ car mecruru عَل۪يمٌ kelimesine müteallik olup, cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
ظَّالِم۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi ظلم olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَنْ يَتَمَنَّوْهُ اَبَدًا بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْۜ
Ayet istinâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Menfi fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca, olayı muhatabın gözünde canlandırarak konuyu daha iyi kavramasını sağlar.
Önceki ayetteki muhatap zamirinden bu ayette gaib zamire geçişte iltifat vardır.
اَبَدًا ’deki tenvin kesret içindir. Olumsuz siyakta tenvin, umum ifade eder.
اَبَدًا [Hiçbir zaman] kelimesi az, çok zaman dilimleri hakkında kullanılır. وقت ve حين gibi. Burada ise ömrün başından ölüme kadar olan süreyi kapsamaktadır. (Kurtubî)
مَا ism-i mevsûlünde tevcih sanatı vardır.
اَيْد۪يهِمْۜ ifadesinde kül-cüz veya âliyyet alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır.
اَيْد۪يهِمْۜ ’de tağlib sanatı vardır. El buyurulmuş ama ayak, göz, dil, kulak, hepsi kastedilmiştir. Ellerinin takdim ettiği şeyler sebebiyle onu asla arzu etmeyeceklerdir. Burada بِ harfi sebep ifade eder. Elleriyle yapmak değil de takdim etmek, öne çıkarmak buyurulmuştur. Ellerimizle yaptığımız şeylere dikkat etmeye işaret vardır.
وَلَنْ يَتَمَنَّوْهُ (Onlar ölümü asla istemeyecekler) buyruğu, bu ölüm temennisinin gelecekte de yapılmayacağına dair kesin bir haberdir. Bu, gaipten haber vermedir. Çünkü Hz.Muhammed (s.a.s)’i yalanlamaya sevkeden sebeplerin çok olmasına ve bu temennide bulunmanın kolaylığına rağmen Hak Teâlâ onların bunu hiç yapmayacaklarını haber vermiştir ki bu, aksine birçok deliller ve emareler bulunan bir iş hususunda kesin bir haberdir. Bu sebeple bu haberi elde etmek ancak vahiy yolu ile mümkündür. (Fahreddin er-Râzî)
ابدا "Ebediyyen, hiç” kaydı da bir başka gaybı haber vermedir. Çünkü Cenâb-ı Hak bunun hem hitap zamanında, hem de istikbalde asla olmayacağını haber vermiştir. Bütün vakitlere nisbet ederek bir şeyin olmayacağını haber vermek, şüphesiz gaybî haberler cümlesindendir. (Fahreddin er-Râzî)
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالظَّالِم۪ينَ
Bu cümle istinâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidâî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük haşyet uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
“Allah zalimleri iyi bilir.” Yani Allah onların cezasını iyi bilir ki onlar bu fiiller nedeniyle zalimdirler. Allah Teâlâ onları da başkalarını da biliyor olduğu halde burada hususen onları bildiğini ifade etmesinin sebebi tehdit maksadıdır. Bu şekilde söylemek en etkili tehdittir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
Bu cümlede lazım melzum alakasıyla mecazı mürsel vardır. ‘Allah zalimleri bilir’ manasının altında, onlara gereken karşılığı verir anlamı kastedilmiştir.
عَل۪يمٌ isminin mübalağalı ism-i fail kalıbında olması dolayısıyla, Allah zalimlerin ciğerini bilir; şeklinde tercüme edilebilir.
Ayette zamir (هم) değil zahir isim (ظَّالِم۪ينَ) kullanılması, onları zemmetmek ve kendilerinin olmayan bir şeyi iddia etmek ve onda başkalarının hâlikı olmadığını savunmak da dahil bütün işlerinde zalim olduklarını tescil etmek içindir. (Ebüssuûd)
وَلَتَجِدَنَّهُمْ اَحْرَصَ النَّاسِ عَلٰى حَيٰوةٍۚ وَمِنَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا يَوَدُّ اَحَدُهُمْ لَوْ يُعَمَّرُ اَلْفَ سَنَةٍۚ وَمَا هُوَ بِمُزَحْزِحِه۪ مِنَ الْعَذَابِ اَنْ يُعَمَّرَۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَتَجِدَنَّهُمْ | onları bulursun |
|
2 | أَحْرَصَ | en düşkünü |
|
3 | النَّاسِ | insanların |
|
4 | عَلَىٰ |
|
|
5 | حَيَاةٍ | hayata |
|
6 | وَمِنَ |
|
|
7 | الَّذِينَ | kimselerden |
|
8 | أَشْرَكُوا | ortak koşan(lar) |
|
9 | يَوَدُّ | ister |
|
10 | أَحَدُهُمْ | her biri |
|
11 | لَوْ | olsa |
|
12 | يُعَمَّرُ | yaşatılmasını |
|
13 | أَلْفَ | bin |
|
14 | سَنَةٍ | yıl |
|
15 | وَمَا | ve değildir |
|
16 | هُوَ | o |
|
17 | بِمُزَحْزِحِهِ | onu uzaklaştıracak |
|
18 | مِنَ | -dan |
|
19 | الْعَذَابِ | azab- |
|
20 | أَنْ | oysa |
|
21 | يُعَمَّرَ | (o kadar) yaşaması |
|
22 | وَاللَّهُ | Allah |
|
23 | بَصِيرٌ | görüyor |
|
24 | بِمَا | şeyleri |
|
25 | يَعْمَلُونَ | yaptıkları |
|
Rabbimize uzun ve hayırlı bir ömür için dua edelim.
Dünya sevgisi bütün hataların, bütün yanlış ve günahların başıdır. (Beyhaki, 7: 338)
وَلَتَجِدَنَّهُمْ اَحْرَصَ النَّاسِ عَلٰى حَيٰوةٍۚ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
تَجِدَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَحْرَصَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. النَّاسِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَلٰى حَيٰوةٍ car mecruru اَحْرَصَ ‘ya mütealliktir.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
اَحْرَصَ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمِنَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا يَوَدُّ اَحَدُهُمْ لَوْ يُعَمَّرُ اَلْفَ سَنَةٍۚ
وَ atıf harfidir. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl مِنَ harfi ceriyle öncesinin delaletiyle mahzuf cümleye mütealliktir. Takdiri, أحرص من الذين أشركوا (şirk koşanların en ..şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası اَشْرَكُوا ’ dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اَشْرَكُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَوَدُّ damme ile merfû muzari fiildir. اَحَدُ fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَوْ masdariyyedir. لَوْ ve masdar-ı müevvel, يَوَدُّ fiilinin mef’ûlu bihi olarak mahallen mansubdur.
لَوْ ‘ in bir masdar harfi olabilmesi için daha çok وَدَّ ve أحَبَّ gibi temenni bildiren fiillerle birlikte kullanılması şarttır.
يُعَمَّرُ damme ile merfû meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اَلْفَ zaman zarfı يُعَمَّرُ fiiline mütealliktir. سَنَةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يُعَمَّرُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi عمر ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اَشْرَكُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi شرك ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَا هُوَ بِمُزَحْزِحِه۪ مِنَ الْعَذَابِ اَنْ يُعَمَّرَۜ
وَ istînâfiyyedir. مَا olumsuzluk harfi olup, لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.
هُوَ munfasıl zamir مَا ‘ nın ismi olarak mahallen merfûdur. بِ harfi zaiddir. مُزَحْزِحِه۪ lafzen mecrur, مَا ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنَ الْعَذَاب car mecruru مُزَحْزِحِه۪ ‘ ye mütealliktir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, ism-i fail مُزَحْزِحِ ‘nin faili olarak mahallen merfûdur.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
يُعَمَّرَ fetha ile mansub meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Fiili muzarinin başına “ اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdarı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُعَمَّرَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi عمر ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
مُزَحْزِحِ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan تفعْللَ babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ۟
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ mübteda olup damme ile merfûdur. بَص۪يرٌ haber olup damme ile merfûdur. مَٓا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harf-i ceriyle بَص۪يرٌ ‘na mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يَعْمَلُونَ ‘ dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَعْمَلُونَ۟ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
بَص۪يرٌ kelimesi فعيلٌ vezninde sıfat-ı müşebbehe veya mübalağalı ism-i faildir.
وَلَتَجِدَنَّهُمْ اَحْرَصَ النَّاسِ عَلٰى حَيٰوةٍۚ وَمِنَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا
وَ atıftır. Atıf sebebi temâsüldür.
Ayet, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
Kasem cümlesinin hazfından dolayı îcâz-ı hazif sanatı vardır. Kasem لَ ’ı ve ن ‘u sakîle ile tekid edilen cevap cümlesi, müsbet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkarî kelamdır.
حَيٰوةٍۚ hayat kelimesi, bu hayatın özel bir hayat olduğunu göstermek için nekre getirilmiştir. Bu hayat, kişinin binlerce sene yaşatılacağı uzun bir hayattır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir)
حَيٰوةٍۚ şeklinde nekre olması da ondan hayatın fertlerinden herhangi bir fert kastedilmiş olmasındandır, o da uzun yaşamaktır. (Beyzâvî)
Sıla cümlesi olan اَشْرَكُوا mazi fiil olarak gelmiştir. Mazi fiil hudûs ifade eder.
يَوَدُّ اَحَدُهُمْ لَوْ يُعَمَّرُ اَلْفَ سَنَةٍۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Müsbet muzari fiil sıygasında, faideî haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiiller hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil, tecessüm özelliği sayesinde olayı göz önünde canlandırarak muhatabı etkiler.
Bu cümlenin hal olması da caizdir. Hal cümlesi konuya açıklık getirmek amacıyla yapılan ıtnâbtır.
لو kelimesi ليت (temenni) manasınadır. Aslı لو اعمر (keşke yaşatılsaydım)dır, يَوَدُّ 'den dolayı gaip sıygasıyla gelmiştir. (Beyzâvî)
اَلْفَ سَنَةٍۚ ’deki tenvin ölümsüzlüğü arzu eden kimselerle ilgili olduğu için kesretten kinayedir. (Mahmut Sâfî)
يَوَدُّ اَحَدُهُمْ [Biri (kimi) sever] Bu, yeni bir ifade başlangıcı şeklinde, onların dünyaya düşkünlüklerinin fazlalığını açıklamaktadır. لَوْ يُعَمَّرُ ifadesi يَوَدُّ اَحَدُهُمْ [her biri ister ki] ifadesindeki isteklerinin hikaye edilmesidir. Buradaki لَوْ , temenni manasındadır. Dil kurallarının kıyası gereği لو يُعَمَّرَ [keşke bana ömür verilse] şeklinde denilmesi gerekirdi, ancak burada ifade, “her biri ister ki” ifadesinden dolayı, gaib sigası / üçüncü şahıs kipi şeklinde gelmiştir. Bu tıpkı, حلف باللّٰه ليفعلن “yapacağım diyerek” değil de, “yapacağına dair Allah’a yemin etti” sözü gibidir. (Keşşâf)
Camiu’l-Ulûm ve başka eserlerde belirtildiği gibi, لَوْ يُعَمَّرُ ifadesi, اَنْ يُعَمَّرُ manasınadır. Çünkü burada, لَوْ kelimesi, اَنْ yerinde gelmiştir. Dolayısıyla اَنْ, fiili olan يُعَمَّرُ ile birlikte masdar manasındadır. Bu da يَوَدُّ fiilinin mef’ûlüdür. Yani; [Onlardan her biri ister ki bin yıl yaşasın.] (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
وَمَا هُوَ بِمُزَحْزِحِه۪ مِنَ الْعَذَابِ اَنْ يُعَمَّرَۜ
Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. nefy sıygasıyla gelmiş olan isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. مَا ’nın haberi olan بِمُزَحْزِحِه۪ ’ye dahil olan بِ harfi zaiddir.
Bu cümlenin hal olması da caizdir. Hal cümlesi konuya açıklık getirmek amacıyla yapılan ıtnâbtır.
اَنْ يُعَمَّرَۜ, masdar teviliyle بِمُزَحْزِحِه۪ ’nin failidir.
يُعَمَّرَۜ muzari fiili hudûs ve teceddüt ifade eder.
مِنَ , يُعَمَّرَۜ , مَا kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ۟
وَ istînâfiyyedir.
Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faideî haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük haşyet uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Ayetin bu son cümlesinde idmâc sanatı vardır. [Yaptıklarınızı görür] ifadesinde Allah Teâlâ, herşeyden haberdar olduğunu beyan ederken, bunun içine hesap ve cezayı idmâc etmiştir. Ya da lazım-melzum alakasıyla yaptıklarınızın karşılığı verilecektir manası taşır. Mecaz-ı mürseldir.
مَا ism-i mevsûlünde tevcih sanatı vardır.
Sıla cümlesi olan يَعْمَلُونَ۟ muzari fiil olarak gelmiştir. Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder.
قُلْ مَنْ كَانَ عَدُواًّ لِجِبْر۪يلَ فَاِنَّهُ نَزَّلَهُ عَلٰى قَلْبِكَ بِاِذْنِ اللّٰهِ مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَهُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | مَنْ | kim |
|
3 | كَانَ | ise (bilsin ki) |
|
4 | عَدُوًّا | düşmandır |
|
5 | لِجِبْرِيلَ | Cebrail’e |
|
6 | فَإِنَّهُ | şüphesiz o |
|
7 | نَزَّلَهُ | onu indirmiştir |
|
8 | عَلَىٰ |
|
|
9 | قَلْبِكَ | kalbine |
|
10 | بِإِذْنِ | izniyle |
|
11 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
12 | مُصَدِّقًا | doğrulayıcı olarak |
|
13 | لِمَا |
|
|
14 | بَيْنَ |
|
|
15 | يَدَيْهِ | kendinden öncekileri |
|
16 | وَهُدًى | ve hidayet |
|
17 | وَبُشْرَىٰ | ve müjdeci |
|
18 | لِلْمُؤْمِنِينَ | inananlar için |
|
Rabbimizin bu âyetinden anlaşıldığına göre yahudiler, Allah’ın peygamberlere vahiy getiren elçisi Cibril’e de düşman kesilmeye çalışıyorlardı. O bizim düşmanımızdır, o rahmet meleği değil, azap meleğidir diyorlardı.
Bu düşmanlığı şöyle anlamaya çalışıyoruz:
1- Diyorlardı ki: Ne oluyor ey Cebrâil? Hani bir zamanlar biz dosttuk, bize vahiy getiriyordun! Bu işin sahibi, bu işin ehli bizdik!
2-Ayetin devamında işaret buyurulduğu gibi:
"Çünkü senin kalbine kendisinden öncekileri tasdik eden bir kitap indirdi diye Cebrâil’e düşman oluyorlardı."
Yâni getirdiği bu yeni kitapla kendi kitaplarını tashih ettirdi diye, kendilerinin yanılgı noktalarını, tarih boyunca sapma noktalarını belirleyip ortaya koyuverdi diye, tarih boyunca işledikleri tüm pislikleri ortaya döküverdi diye düşman oluyorlardı Cebrâil’e. Tıpkı şimdi kimi insanların açık ve net bir biçimde Kur’ân’ın ortaya konmasından çekindikleri gibi. Çünkü Kur’ân, insanlar tarafından anlaşıldıkça sapık insanların sapıklık noktaları anlaşılacak da ondan. Bu tür insanlar Kur’ân’ın açık ve net bir biçimde ortaya konmasından hep rahatsız olurlar. İnsanların Allah vahyiyle, Allah bilgisiyle tanışmaları bunları korkutur. Çünkü o zaman kendi anlayışlarının, kendi inançlarının, kendi hayat programlarının boşluğu ve batıllığı açığa çıkacaktır.
Bunlar bunun için düşman kesiliyorlardı Cebrâil’e. Getirdiğin bu son kitapla bizi deşifre ettin diye. Bizim tarihî sapıklıklarımızı ortaya döküverdin diye. Peygamberleri öldürdüğümüzü, kitaplarımızı tahrif ettiğimizi, aramızda peygamber varken onu bırakıp buzağıya tapındığımızı, bedavadan üzerimize yağan Allah nimetlerine karşı nankörler kesildiğimizi, Allah’a kulluktan çıkıp keyfimize göre bir hayata yöneldiğimizi, tüm kirli çamaşırlarımızı ortaya döküverdi diye Cebrâil’e ve onun getirdiği son kitaba ve son elçiye düşman kesiliverdiler.
Aksine bu yahudilerin sevinmeleri gerekirdi. Teşekkür etmeleri gerekiyordu Cebrâil’e. Ey Cebrâil ne iyi ettin ki böyle bir kitap getirerek, bizi böyle bir Allah bilgisiyle karşı karşıya getirerek bizim bozuk taraflarımızı ortaya koydun! Bizim sapak noktalarımızı ortaya döktün! Meğer bizler bu halimizle cehenneme gidiyormuşuz! Bize bizi tanıttın! Biz senin bu getirdiğinle kendimizi sağlama imkânı bulduk diye sevinmeleri gerekirken, teşekkür etmeleri gerekirken düşman kesiliyordu ona hainler.
Günümüzde kendi yollarının, kendi anlayışlarının, kendi kitaplarının sağlamasını yapacağından korkup da Kur’ân’ın açık ve net bir biçimde ortaya konmasından rahatsız olanların da bu tavırlarından vazgeçip aksine büyük bir memnuniyet duymaları gerekmektedir. Çünkü bu kitap onların sapak noktalarını ortaya koyduğu için sevinmeleri gerekmektedir.
"Üstelik inananlar için hidâyet ve müjde olarak geliyordu bu kitap."
Halbuki Allah’ın yolu birdir. Halbuki Allah’a iman demek, Allah’ın gönderdiklerine, bildirdiklerine iman demektir. Allah’ı sevmek demek, Allah’ın sevdiklerini sevmek demektir. Allah’ı seven meleklerini de sever. Allah’a inanan meleklerine de inanır. Allah’a inanan peygamberlerinin tümüne inanır. Halbuki bunlar Allah’ın peygamberlerinden kimine dostluk iddiasında bulunurken, kimilerine de düşman oluyorlar. Bir meleğe dost olup ötekilere düşman oluyorlar. Halbuki herhangi bir Rasûlü inkâr eden, bütün Rasûlleri inkâr etmiş demektir. Meleği ve peygamberi inkâr eden onları gönderen Allah’ı da inkâr ediyor demektir. (Besairul Kur’ân Ali Küçük Tefsiri) ()
Kur’ân’ı Allah’ın izniyle senin kalbine indiren odur derken kalp özellikle zikredilmiştir. Kur’ânı Kerim’de kalp anlama, bilme ve bilgi alma yeridir. Bir şeyin kalbi dendiğinde onun bir şekilden başka bir şekle çevrilmesi, döndürülmesi kastedilir. Aynı kökten gelen inkılâb döndürülmek, bir işi bırakmak, çekilmek manasındadır. İnsanın kalbine gelince, deniyor ki çokça değiştiğinden bu adı almıştır. Türkçe’de benzer şekilde içine aldığı şeyin şeklini değiştirdiği için bu kökten kalıp kelimesi vardır. Kalpazan kelimesindeki kalp de Arapça olup değiştirmek manasındadır. Kulp da eğri olduğu için bu ismi almıştır.
Burada şu duayı da hatırlatmadan geçemeyeceğiz: يَا مُقَلِّبَ الْقُلُوبِ ثَبِّتْ قَلْب۪ي عَلَى د۪ينِكَ
'Ey kalpleri şekilden şekle çeviren Allah’ım kalbimi senin dinin üzere sabit kıl.'
Dikkat edilirse bu duada kalp kelimesi üç defa geçmiş, sebbit ‘sabit kıl’, dinike’ de ‘dinin’ olarak düşünülürse Türkçe bilen herkes bu duayı rahatlıkla anlayabilir.
قُلْ مَنْ كَانَ عَدُوًّا لِجِبْر۪يلَ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri, اَنْتَ ‘ dir. Mekulü’l-kavl مَنْ كَانَ عَدُوًّا ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlu bihi olarak mahallen mansubdur.
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. كَانَ عَدُواًّ لِجِبْر۪يلَ cümlesi, mübteda مَنْ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. Mahallen meczumdur. Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, فلا وجه لعداوته şeklindedir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. عَدُوًّا kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile
mansubdur. لِجِبْر۪يلَ car mecruru عَدُوًّا ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. جِبْر۪يلَ gayri munsariftir.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاِنَّهُ نَزَّلَهُ عَلٰى قَلْبِكَ بِاِذْنِ اللّٰهِ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَهُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ
İsim cümlesidir. فَ ta’liliyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. نَزَّلَهُ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
نَزَّلَهُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri, هو ‘ dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. عَلٰى قَلْبِكَ car mecruru نَزَّلَهُ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِاِذْنِ اللّٰهِ car mecruru مُصَدِّقًا ‘a mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مُصَدِّقًا kelimesi نَزَّلَهُ kelimesindeki, هُ zamirin hali olup fetha ile mansubdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl لِ harfi ceriyle مُصَدِّقًا ’a mütealliktir. Mekân zarfı بَيْنَ ism-i mevsûlun mahzuf sılasına mütealliktir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَدَيْهِ muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için يْ ile mecrurdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
هُدًى atıf harfi وَ ile مُصَدِّقًا ‘a matuf olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. بُشْرٰى atıf harfi وَ ile makabline matuftur. لِلْمُؤْمِن۪ينَ car mecruru بُشْرٰى veya بُشْرٰى ‘ya müteallik olup cer alameti ي ‘dir.Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَزَّلَهُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
مُصَدِّقًا kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.
مُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ مَنْ كَانَ عَدُوًّا لِجِبْر۪يلَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mekulü’l-kavl cümlesi şart üslubunda inşâî isnaddır.
Şartın cevabının mahzuf oluşu dolayısıyla îcâz-ı hazif sanatı vardır.
فَاِنَّهُ نَزَّلَهُ عَلٰى قَلْبِكَ بِاِذْنِ اللّٰهِ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَهُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ
Önceki cümledeki mahzuf şarta atıf olarak gelen cümle, اِنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır.
فَاِنَّهُ نَزَّلَهُ [Muhakkak ki o] zamirinin iki anlama gelme ihtimali vardır. Birincisine göre: Muhakkak Allah, Cebrail'i Hz.Peygamber’in kalbine indirmiştir. İkincisi ise; muhakkak Cebrail, Kur'an-ı Kerim'i Hz.Peygamber’in kalbine indirmiştir. Özellikle kalbin söz konusu edilmesi aklın, ilmin ve bilgileri telakki etmenin yeri oluşundan dolayıdır. Ayet-i kerime Cebrail (aleyhisselam)'ın şerefini gösterdiği gibi ona düşmanlık edenin yerilmiş olduğunu da göstermektedir. (Kurtubî)
فَاِنَّهُ نَزَّلَهُ [Onu o indirdi] ifadesinde ilk açık zamir Cebrail'e, ikincisi de Kur'an'a racidir. Daha önce geçmediği halde Kur'an'a raci olması şanının yüceliğini gösterir; sanki bilindiği ve çok meşhur olduğu için daha önce geçmesine gerek duyulmamıştır. (Beyzâvî)
نَزَّلَ mazi fiili hudûs ifade eder.
قَلْبِكَ izafetinde Hz.Peygamber’e ait olan zamire muzâf olan قَلْبِ ve اِذْنِ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan اِذْنِ kelimeleri şeref kazanmıştır.
مَا ism-i mevsûlünde tevcih sanatı vardır.
هدى - بشرى hal olan مُصَدِّقًا kelimesine matuftur. Cümlede, haller sebebiyle ıtnâb sanatı vardır.
بِاِذْنِ اللّٰهِ ‘nin müteallakı olan mahzuf hal ve مَا ism-i mevsûlünün mahzuf sılasından dolayı cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
مُصَدِّقًا - هُدًى - بُشْرٰى - مُؤْمِن۪ينَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Tevrat, burada elinin altında oluşu yani sürekli kullanım halinde olduğu vurgusunu ifade için belirsiz bir ifadeyle, kinaye olarak بَيْنَ يَدَيْهِ [iki elinin arasında] şeklinde ifade edilmiştir.
Yahudiler Cebrail (a.s)’a düşmandır. Cebrail ‘’Geber’’ ve ‘’El’’ kelimelerinden oluşmuştur. ‘’Geber’’ güçlü ‘’El’’ tanrı yani Güçlü Tanrı manasındadır. Cebrail (a.s) onlara hep belaları getirmiş, üstelik Peygamber Efendimiz'e de vahiy getirmiştir. Bunun için de ona düşmandılar.
مَنْ كَانَ عَدُواًّ لِلّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَرُسُلِه۪ وَجِبْر۪يلَ وَم۪يكَالَ فَاِنَّ اللّٰهَ عَدُوٌّ لِلْكَافِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَنْ | kim |
|
2 | كَانَ | ise |
|
3 | عَدُوًّا | düşman |
|
4 | لِلَّهِ | Allah’a |
|
5 | وَمَلَائِكَتِهِ | ve meleklerine |
|
6 | وَرُسُلِهِ | ve resullerine |
|
7 | وَجِبْرِيلَ | ve Cebrail’e |
|
8 | وَمِيكَالَ | ve Mikail’e |
|
9 | فَإِنَّ | şüphesiz |
|
10 | اللَّهَ | Allah da |
|
11 | عَدُوٌّ | düşmanıdır |
|
12 | لِلْكَافِرِينَ | inkar edenlerin |
|
Kim Allah’a ve meleklerine ve elçilerine ve Cebrail’e ve Mikail’e düşman idiyse Allah da kafirlere düşmandır. Önceki ayetle arasında mukabele vardır. Bunlara düşman olmak küfür belirtisidir.
Mikail a.s. Kur'ân'da sadece burada geçmiştir. Rüzgar vb tabiat olaylarından sorumlu melektir.
مَنْ كَانَ عَدُواًّ لِلّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَرُسُلِه۪ وَجِبْر۪يلَ وَم۪يكَالَ فَاِنَّ اللّٰهَ عَدُوٌّ لِلْكَافِر۪ينَ
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. كَانَ عَدُواًّ لِلّٰهِ cümlesi mübteda مَنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart fiilidir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هُو ’dir. عَدُوًّا kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur. لِلّٰهِ car mecruru عَدُوًّا ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
مَلٰٓئِكَتِه۪ kelimesi atıf harfi وَ ile لِلّٰهِ ‘ye matuftur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. رُسُلِه۪ atıf harfi وَ ile makabline matuftur. جِبْر۪يلَ ve م۪يكَالَ kelimeleri atıf harfi وَ ile makabline matuftur.
جِبْر۪يلَ - م۪يكَالَ kelimeleri gayri musariftir. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâl اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. عَدُوٌّ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur.
لِلْكَافِر۪ينَ car mecruru عَدُوٌّ ‘un mahzuf sıfatına müteallik olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
كَافِر۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi كفر olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ كَانَ عَدُوًّا لِلّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَرُسُلِه۪ وَجِبْر۪يلَ وَم۪يكَالَ فَاِنَّ اللّٰهَ عَدُوٌّ لِلْكَافِر۪ينَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır.
Şart cümlesi haberine كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şartın cevap cümlesi ise اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelamdır.
مَلٰٓئِكَتِه۪ ve رُسُلِه۪ izafetlerinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olmaları رُسُلِ ve مَلٰٓئِكَتِ kelimelerine şeref kazandırmıştır.
لِلّٰهِ ‘nin müteallakı olan mahzuf sıfat dolayısıyla îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Lafızlar birbirine atfedilirken daha önemli olan takdim edilir. Bu cümlede ise Allah, önemine binaen meleklere, peygamberlere, Cebrail ve Mikail’e takdim edilmiştir.
Düşman olunmaması gerekenlerin sayılması taksim sanatıdır. Buradaki وَ (ve bağlacı) اَوْ (ya da) anlamındadır, çünkü bir kimsenin Allah’ın düşmanlığını hak etmesi için meleklerin hepsine düşman olması gerekmez. Herhangi birine düşman olması kâfidir.
مَلٰٓئِكَتِه۪ kelimesinden sonra جِبْر۪يلَ وَم۪يكَالَ kelimelerinin zikri, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır. Şereflendirme ve yüceltme ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir)
لِلّٰهِ - مَلٰٓئِكَتِه۪ - رُسُلِه۪ - جِبْر۪يلَ - م۪يكَالَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayette müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle gelmesi ve tekrarlanması telezzüz, teberrük haşyet uyandırmak içindir.
عَدُوّ ve لِلّٰهِ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ales’sadr sanatı vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Şart ve cevap cümleleri arasında müzavece sanatı, عَدُوٌّ kelimesinde de müşâkele sanatı vardır.
فَاِنَّ اللّٰهَ عَدُوٌّ لِلْكَافِر۪ينَ [Allah kâfirlerin düşmanıdır.] cümlesi şartın cevabıdır. Onların yaptıklarının ne kadar çirkin olduğunu göstermek için isim cümlesi tercih edilmiştir. Zira isim cümlesi devamlılık ifade eder. عَدُوٌّ لِلْكَافِر۪ينَ terkibinde, عَدُوٌّ لَهُمْ şeklinde zamir kullanma yerine, zahir isim getirilmiştir. Bu da, küfür sıfatını onlara tescil etmek ve onların meleklere düşmanlıklarından dolayı kâfir olduklarını vurgulamak içindir. (Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir ve Keşşâf)
وَلَقَدْ اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍۚ وَمَا يَكْفُرُ بِهَٓا اِلَّا الْفَاسِقُونَ
Feseqa فسق :
فَسَقَ فُلانٌ filan kimse şeriatın haram dairesinin dışına çıktı. Bu kullanım Arapların taze hurma kabuğundan çıktığında söyledikleri bir sözden gelir.
Fısk sözcüğü (فِسْقٌ) küfür sözcüğünden daha genel anlamlıdır. Günahın azına da çoğuna da fısk denir. Fakat çok olan günahla olan kullanımı yaygınlık kazanmıştır.
Fâsık kelimesi (فاسِقٌ) ise daha çok dini hükümlere bağlanıp onları ikrar ettikten sonra onların tümünü veya bir kısmını ihlâl eden kişi için kullanılır.
Kendisinde bir habâset ve fısk olduğuna inanıldığından dolayı fare için de فُوَيْسِقَةٌ denmiştir. Deliğinden tekrar tekrar çıkması nedeniyle böyle adlandırıldığı da söylenmiştir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de bir fiil ve üç isim formunda 54 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri fısk, fâsık ve aynı kökten olmamasına rağmen manayı anımsattığı için işari olarak fıskiyedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَقَدْ اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍۚ
وَ istînâfiyedir. ل harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
Fiil cümlesidir. اَنْزَلْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَٓا fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْكَ car mecruru اَنْزَلْنَٓا fiiline mütealliktir. اٰيَاتٍ mef’ûlün bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. بَيِّنَاتٍ kelimesi اٰيَاتٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. ( (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْزَلْنَٓا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَا يَكْفُرُ بِهَٓا اِلَّا الْفَاسِقُونَ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَكْفُرُ damme ile merfû muzari fiildir. بِهَٓا car mecruru يَكْفُرُ fiiline mütealliktir.
اِلَّا hasr edatıdır. الْفَاسِقُونَ kelimesi fail olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanırlar.
الْفَاسِقُونَ kelimesi, sülâsi mücerredi olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَقَدْ اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Kasem üslubunda gayrı talebi inşâî isnaddır.
Kasem cümlesinin mahzuf oluşundan dolayı îcâz-ı hazif sanatı vardır. Kasemin cevabı yani muksemun aleyh, لَ ve tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş müsbet fiil cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
اَنْزَل fiilinde fail azamet ن ‘u olarak gelmiştir. Yani Allah Teâlâ celâliyle, otoritesiyle ayetleri indirmiştir. Bu da son derece büyük bir ikram ifade eder. Bunda ayetlerin menziline verilen önem hissedilir. Çünkü indiren Azîz, Gâlip, Kâhir ve Bâsit olan Zat’tır.
اَنْزَلْنَٓا mazi fiili hudûs ifade eder.
Sıfat olan بَيِّنَاتٍ anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
وَمَا يَكْفُرُ بِهَٓا اِلَّا الْفَاسِقُونَ
Ayetin ikinci cümlesi وَ ’la öncesine atfedilmiş menfi fiil cümlesi faide-î haber talebî kelamdır.
Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil olayın zihinde daha kolay canlandırılmasını sağlar.
Cümlede kasr vardır. مَا ve اِلَّا ile oluşan kasr, fiille faili arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
الْفَاسِقُونَ - يَكْفُرُ arasında mürâât-ı nazîr vardır.
الْفَاسِقُونَ kelimesindeki lam-ı tarif cins ifade eder; ancak en güzel yorum, bunun Ehl-i Kitab’a işaret ediyor olmasıdır. (Keşşâf)
Bu Kur'an'ın, bilhassa tebliğden maksadın ne olduğunu gösteren ve hakka davet eden muhkem ayetleri o kadar açık ve o kadar seçiktir ki, zerre kadar akıl, idrak ve insafı olan buna iman etmekte tereddüt etmez, dinden ve doğruluk yolundan çıkmış, ahdini bozmaya ve hep kötü yolda gitmeye alışmış, inancı bozuk fasıklardan başka hiç kimse bunları inkâr etmez. Bunu inkâra kalkanlar, surenin baş tarafında beyan olunan hep o hüsran ehli olan fasıklardır. (Elmalılı)
اَوَكُلَّمَا عَاهَدُوا عَهْداً نَبَذَهُ فَر۪يقٌ مِنْهُمْۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
اَوَكُلَّمَا عَاهَدُوا عَهْدًا نَبَذَهُ فَر۪يقٌ مِنْهُمْۜ
Hemze istifham harfidir. وَ atıf harfidir. كُلَّمَا şart manası taşıyan zaman zarfı, mef’ûlün fih olarak mahallen mansubdur. Zaman zarfı, şartın cevabı نَبَذَهُ fiiline mütealliktir. عَاهَدُوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَاهَدُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَهْدًا ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Birinci mef’ûlün bih mahzuftur. Takdiri, عاهدوا الله عهدا şeklindedir. Veya masdardan naib mef’ûlu mutlaktır.
فَ karînesi olmadan gelen نَبَذَهُ فَر۪يقٌ cümlesi şartın cevabıdır.
نَبَذَهُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl هُ zamiri mukaddem mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. فَر۪يقٌ fail olup damme ile merfûdur. مِنْهُمْ car mecruru فَر۪يقٌ ‘nun mahzuf sıfatına mütealliktir.
Buradaki soru harfi olan ve atıf و ‘ının başında kullanılmış olan hemze harfi, aslında kınama anlamı taşır ve öncesindeki اَفَكُلَّمَا جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ بِمَا لَا تَهْوٰٓى اَنْفُسُكُمُ اسْتَكْبَرْتُمْۚ فَفَر۪يقًا كَذَّبْتُمْۘ وَفَر۪يقًا تَقْتُلُونَ [Ama ne zaman size bir peygamber nefislerinizin hoşlanmadığı bir şey getirdiyse büyüklük taslayarak kimini yalanladığınız kimini de öldürdüğünüz doğru değil mi!] (Bakara 2/87) ayetiyle irtibatlıdır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
كُلَّمَا kelimesi كُلَّ ile masdariyye مَا ‘nın birleşimi olan cezmetmeyen şart edatıdır. Kendisinden sonra şart ve cevap olarak iki fiil bulunur. Bu fiiller daima mazi olur. Edat bu fiillerin tekrarlandığını ifade etmeye yarar. مَا ile masdara dönüşmüş şekline muzaf olur. (Arap Dilinde Edatlar, Hasan Akdağ)
عَاهَدُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi عهد ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
بَلْ idrab ve atıf harfidir.Önce söylenen birşeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrab denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. اَكْثَرُ mübteda olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَا يُؤْمِنُونَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْمِنُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَكْثَرُ sıfat-i müşebbehedir.Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوَكُلَّمَا عَاهَدُوا عَهْدًا نَبَذَهُ فَر۪يقٌ مِنْهُمْۜ
Ayet وَ ’la, takdiri olan أكفروا بالآيات البينات [apaçık ayetleri mi inkar ettiler?] mahzuf cümleye atfedilmiştir. Mahzuf cümleyle birlikte ayet, istifham üslubundadır. Hakiki manada soru olmadığı için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
….كُلَّمَا عَاهَدُوا cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart fiili olan عَاهَدُوا muzâfun ileyhtir. Şart manası taşıyan كُلَّمَا , cevap cümlesi نَبَذَهُ ’ya müteallıktır.
Ayetteki istifhamdan maksat, onların yapmaya cüret ettikleri şeyi yadırgayıp bunun ne kadar büyük bir kusur olduğunu göstermektir. Çünkü böyle birşey bu lafızlarla söylenildiği zaman bu ifade, o şeyin çirkinliğini ortaya koyma ve azarlama hususunda daha beliğ ve etkili olur. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)
Mazi fiiller hudûs ifade eder.
نَبَذَهُ فَر۪يقٌ ifadesinde önemine binaen me’ûl, faile takdim edilmiştir.
مِنْهُمْۜ ifadesinin müteallakı olan mahzuf sıfat dolayısıyla îcâz-ı hazif sanatı vardır.
عَهْدًا - عَاهَدُوا arasında cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr, şart ve cevap cümleleri arasında ise müzavece sanatı vardır.
فَر۪يقٌ ’daki tenvin tahkir içindir.
[İçlerinden bir kavim] ifadesi hususen kullanılmıştır; çünkü içlerinden bir başka kavim anlaşmayı bozmamıştır. (Keşşâf)
بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin izafetle marife olması , az sözle çok anlam ifade etme amacına matuftur.
بَلْ atıf edatlarından bir tanesidir. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu irab, yani hareke bakımından ma’tufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
Cümlede müsnedin, muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil olayın zihinde daha kolay canlandırılmasını sağlar.
[Hayır, onların çoğu iman etmez], yani Tevrat’a iman etmezler; onların dinle hiçbir ilişkileri yoktur; anlaşmayı bozmayı günah saymaz, hiç önemsemezler. (Keşşâf)
وَلَمَّا جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَهُمْ نَبَذَ فَر۪يقٌ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَۗ كِتَابَ اللّٰهِ وَرَٓاءَ ظُهُورِهِمْ كَاَنَّهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَمَّا | ne zaman |
|
2 | جَاءَهُمْ | onlara geldiyse |
|
3 | رَسُولٌ | bir elçi |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | عِنْدِ | katından |
|
6 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
7 | مُصَدِّقٌ | doğrulayan |
|
8 | لِمَا | şeyleri |
|
9 | مَعَهُمْ | yanlarındaki |
|
10 | نَبَذَ | attılar |
|
11 | فَرِيقٌ | bir gurup |
|
12 | مِنَ |
|
|
13 | الَّذِينَ | kendilerine |
|
14 | أُوتُوا | verilenlerden |
|
15 | الْكِتَابَ | kitap |
|
16 | كِتَابَ | kitabı |
|
17 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
18 | وَرَاءَ | arkasına |
|
19 | ظُهُورِهِمْ | sırtlarının |
|
20 | كَأَنَّهُمْ | sanki gibi |
|
21 | لَا |
|
|
22 | يَعْلَمُونَ | bilmiyorlarmış |
|
Yani onlar kitapla ilgiyi, alâkayı kestiler.
Onu arkalarına attılar. Ellerindeki kitabı bir kenara bıraktılar. Kitabın arkaya atılması, kitabın önüne başka şeylerin geçirilmesi demektir. Kitabın önüne başkalarının kitaplarını veya kendi düşüncelerini, şahsi kanaatlerini, kendi değer yargılarını, kendileri gibilerin değer yargılarını onun önüne almak anlamına gelmektedir. Ya da kitaptan yüz çevirmek, kitapla ilgiyi, alâkayı kesmek, hayat programını kitaba danışmadan hazırlamak, böyle bir kitap var mı, yok mu bundan habersiz yaşamak anlamına gelmektedir. Kitabın emirlerine ve yasaklarına karşı kayıtsız, vurdum duymaz bir hava içine girmek, kitabı ona ihtiyaç duyulmadığı için arkaya almak ve onu kendisine az bakılacak bir konuma getirmek demektir. Veya kitaba, onu sonra okuruz! Hele önce şunları şunları bir okuyalım da ondan sonra ona sıra gelsin diyerek onu ikinci, üçüncü plana atmak demektir. (Besairul Kur’ân Ali Küçük Tefsiri)
Kur’ânı arkasına atmamak isteyenler icin:
‘Kur’ân a aşık olmak”
4 dakika 22 saniye https://youtu.be/fi-CITO5Hj4
وَلَمَّا جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَهُمْ نَبَذَ فَر۪يقٌ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَۗ كِتَابَ اللّٰهِ وَرَٓاءَ ظُهُورِهِمْ
وَ harfi atıftır. لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. لَمَّا zaman zarfı şartın cevabı نَبَذَ fiiline mütealliktir.
جَٓاءَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef'ûlün bih olarak mahallen mansubtur. رَسُولٌ fail olup damme ile merfûdur.
مِنْ عِنْدِ car mecruru رَسُولٌ ‘ün mahzuf sıfatına müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مُصَدِّقٌ kelimesi رَسُولٌ ‘ün ikinci sıfatı olup damme ile merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَٓا kelimesi لِ harf-i ceriyle مُصَدِّق kelimesine mütealliktir. Mekân zarfı مَعَ mahzuf sılaya mütealliktir. Îrabta mahalli yoktur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ karînesi olmadan gelen نَبَذَ فَر۪يقٌ cümlesi şartın cevabıdır.
نَبَذَ fetha üzere mebni mazi fiildir. فَر۪يقٌ fail olup damme ile merfûdur. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl مِنَ harfi ceriyle فَر۪يقٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اُو۫تُوا الْكِتَابَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اُو۫تُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. الْكِتَابَ mef'ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
كِتَابَ amili نَبَذَ fiilinin mef'ûlün bihi olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَرَٓاءَ mekân zarfı نَبَذَ fiiline mütealliktir. ظُهُورِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamiri هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُو۫تُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتى ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُصَدِّق sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan tef’îl babının ism-i failidir. İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَاَنَّهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Cümle, فَر۪يقٌ ‘nun hali olarak mahallen mansubdur.
كَاَنَّ harfi اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de gibi cümleyi tekid eder.
هُمْ muttasıl zamiri كَاَنَّ ‘ nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَا يَعْلَمُونَ cümlesi كَاَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَمَّا جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَهُمْ نَبَذَ فَر۪يقٌ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَۗ كِتَابَ اللّٰهِ وَرَٓاءَ ظُهُورِهِمْ
Ayet, önceki ayete وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi temâsüldür. Şart üslubunda haberi isnaddır. Şart cümlesi, müsbet mazi fiil sıygasında gelmiş faide-i haber ibtidâî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı لَمَّا ’nın mütellakı olan نَبَذَ fiili şartın cevabıdır. Cevap cümlesi de mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidâî kelamdır.
Mazi fiiller hudûs ifade eder.
جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ ifadesinde önemine binaen mef’ûl faile takdim edilmiştir.
Mütekellim Allah Teâlâ olduğu için مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ ifadesinde tecrîd sanatı vardır.
Ayetteki sıfatlar anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
عِنْدِ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan عِنْدِ şeref kazanmıştır.
وَرَٓاءَ ظُهُورِهِمْ ifadesi bir darb-ı mesel olup bir şeyden tamamen yüz çevirmek, ona hiç bakmamak için kullanılır. Araplar, bir kimsenin bir şeyden tamamen yüz çevirdiğini ifade etmek için "onu arkaya attı" derler. Çünkü arkaya atılan şeye artık bakılmaz. Bu ifade, Yahudilerin Tevrat'tan tamamen yüz çevirmelerinden kinayedir. (Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir)
Kitap verilenlerden bir grup Allah’ın kitabını sırtının arkasına attı yani onu görmezden geldi, reddetti, kabul etmedi demektir.
Tevrat'ın; "Kitaballah / Allah'ın Kitabi" olarak vasıflandırılması, Tevrat'ı şereflendirmek (teşrif), Yahudiler üzerindeki hakkını tazim ve cüret ettikleri küfür sebebiyle onları korkutmak içindir. (Ebüssuûd)
Burada tecsîm, cisimlendirme sanatı vardır. Sanki adamın biri bir şeyi arkasına doğru fırlatıp atıyormuş gibi hissediyoruz, sanki onu görüyoruz. Bu benzetme, gözümüzde yükünü sırtının arkasına atmış bir hamalı canlandırır. Maksat, o şeyi muhatabın gözünde çirkinleştirip bir daha unutmamasını sağlamaktır.
Bu konularla ilgili Seyyid Kutub'un; Kur’an’da Kıyamet Sahneleri, Kur’an’da Edebî Tasvir kitaplarını tavsiye edebiliriz.
رَسُولٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ terkibinde tazim için رَسُولٌ kelimesi nekre olarak getirilmiştir. Rasulullah (s.a.v.)'ın Allah katından geldiğinin bildirilmesi de tazimin büyüklüğünü ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir)كَاَنَّهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Ayetin son cümlesi kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir.
Hal cümlesidir. Hal cümlesi konuya açıklık getirmek amacıyla yapılan ıtnâbdır.
Cümle faide-i haber talebî kelamdır. Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil olayın zihinde daha kolay canlandırılmasını sağlar.
"Sanki bilmiyorlarmış gibi" cümlesi, bilmeyen kimseye onların halini benzetmektedir. Çünkü onlar, bilmeyen cahil bir kimsenin yaptığı işi yapmışlardır. Böylelikle bu ifadeden onların bilerek inkâr ettikleri, küfre saptıkları anlaşılmaktadır. (Kurtubî)
Uzun yaşamanın sırrını arayan bir genç varmış. Köyün veya mahallenin en yaşlısını arar bulurmuş. Biraz market alışverişi yapar, orada bulduğu yaşlı amca veya teyzenin evine gidermiş. Konuşmalar aşağı yukarı hep aynı gelişirmiş. Hediyeler verilir, hal hatır sorulur sonra asıl meseleye gelinirmiş.
‘Bu yaşa kadar gelmenin sırrını bizimle paylaşır mısınız?’
Kimisinin gözlerinde bir hüzün belirir, kaybolurmuş. Kimisi ise sadece tebessüm edermiş. Lakin hepsinin verecek bir cevabı olurmuş. Bazısının sırrı bir egzersizde, bazısının ki ise bir gıdada ve hatta geçmişlerinden gelen genlerinde gizliymiş.
Bu sefer gittikleri amcanın hali ve gözlerindeki pırıltı bir başkaymış. Aynı sorunun üzerine amca gülümsemiş ama demiş ki: ‘yavrum, yere galiba bir şey düşürdüm, hele önce ona baksan’. Genç eğilmiş, tam ne düşürdüğünü soracakken amca ‘şak’ diye ensesine tokatı yapıştırmış.
‘A be akılsız evladım. Uzun yaşamaya düşkünlerin hallerinden habersiz olsan gerek. Uzun yaşamanın sırrını arayacağına, hayırlı ve bereketli ömrün sırrını arasana. Canı veren Allah. Ben ne yaparsam yapayım, ecelim geldiği anda soluğum tükenmiş, bu dünyadaki sürem dolmuş demektir.’
O sohbetten sonra genç, uzun ömrün sırrını aramayı bırakmış. Dudaklarında, kendisine amcadan kalan dualarla, hayırlı ve bereketli ömür yaşamanın peşine düşmüş.
‘Rabbim, bana verdiğin ömre, henüz tükenmeyen nefesime hamd olsun. Dünyanın yalanlarından ve nefsimin doymak bilmeyen hallerine kanmaktan Sana sığınırım. Ahirete olan düşkünlüğüm, dünyaya olanınkinden daha fazla olsun.
Rahman ve Rahim olan Allahım! Sana ve meleklerine ve kitaplarına ve peygamberlerine imanı ve muhabbeti nasip ettiğin için sonsuz şükürler olsun. Allahım, ömrümün geri kalanını, geçmişime kıyasla daha verimli, bereketli, huzurlu, ve ihlaslı yaşamamda yardımcım ol. Hayırla yaşayanlardan, hayırla ölenlerden, hayırla dirilenlerden ve cennetine giren kullarından olma duasıyla.’
Zeynep Poyraz @zeynokoloji