Tâ-Hâ Sûresi 123. Ayet

قَالَ اهْبِطَا مِنْهَا جَم۪يعاً بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي هُدًى فَمَنِ اتَّـبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقٰى  ...

Allah, şöyle dedi: “Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin. Eğer tarafımdan size bir yol gösterici (kitap) gelir de, kim benim yol göstericime uyarsa artık o, ne (dünyada) sapar ne de (ahirette) sıkıntı çeker.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ki ق و ل
2 اهْبِطَا inin ه ب ط
3 مِنْهَا oradan
4 جَمِيعًا hepiniz ج م ع
5 بَعْضُكُمْ bir kısmınız ب ع ض
6 لِبَعْضٍ diğerinize ب ع ض
7 عَدُوٌّ düşmansınız ع د و
8 فَإِمَّا artık
9 يَأْتِيَنَّكُمْ size geldiği zaman ا ت ي
10 مِنِّي benden
11 هُدًى bir hidayet ه د ي
12 فَمَنِ sonra kim
13 اتَّبَعَ uyarsa ت ب ع
14 هُدَايَ benim hidayetime ه د ي
15 فَلَا yoktur (ona)
16 يَضِلُّ sapkınlık ض ل ل
17 وَلَا ve yoktur
18 يَشْقَىٰ bir sıkıntı ش ق و
 
Genellikle müfessirler bu âyetlerle Kur’an’da uyarılara tekrar tekrar yer verildiğini bildiren 113. âyet arasında bağ kurarlar; burada, insanoğlunun ilâhî uyarılar karşısındaki hatalı tutumunun ilk atasından beri görülen bir durum olduğuna işaret bulunduğunu belirtirler (Taberî, XVI, 220; Râzî, XXII, 123). Bu sûreden önce inen Sâd ve A‘râf sûrelerinde Âdem’in yaratılması ve İblîs’in ilâhî buyruğa karşı gelmesi olayına geniş yer verilmiştir. Yine A‘râf sûresinde Âdem’e –yasak ağaca yaklaşmamaları koşuluyla– eşiyle birlikte cennette kalma imkânı verildiğinden, fakat şeytanın kışkırtması sonucu buradan çıkarıldıklarından, ardından da yaptıkları yüzünden derin pişmanlık duyduklarından söz edilmiştir. Aynı konulara farklı bağlamlarda ve farklı üslûplarla değinilmesi, Kur’an’ın hususiyetleri hakkında bilgi sahibi olanlar için yabancı bir durum değildir. Burada önceki değinilerden farklı olarak Âdem’in tövbesinin kabul edildiğinden hatta onun seçkin kılındığından yani peygamber olarak görevlendirildiğinden (Şevkânî, III, 439) söz edilmektedir. Bu bağlamdan şu sonucu çıkarmak mümkündür: Her ne kadar insanoğlunun ilâhî uyarı ve bildirimler karşısındaki hatalı tutumu ilk atasından beri görülen bir durum ise de, insanlar –hıristiyan inancında kabul edildiğinin aksine– dünyaya ilk atalarının işlediği günah sebebiyle günahkar olarak gelmezler; Âdem işlediği günahtan sonra tövbe etmiş ve tövbesi kabul edilmiştir. Şu halde Hz. Âdem’den sonra da her insan bir taraftan günah işlemeye yatkın bir ortamda ve iyiliğe de kötülüğe de kullanılabilecek yeteneklerle donatılmış olarak sınava tâbi olacak, bir taraftan da işlediği günahlardan arınmak için aracı koymaksızın, bizzat rabbine yalvarıp, af dileyecektir. Bu ilkeden yola çıkıldığında ise Hıristiyanlığın temel akîde esaslarından olan rabbin insanlığı bu aslî günahtan arındırmak için Îsâ’yı kurban ettiği iddiası temelden yoksun kalmaktadır. Dolayısıyla, burada Hz. Âdem hakkında bu bilgiye yer verilmesi ile bu sûrenin Hz. Îsâ’nın nasıl dünyaya geldiğini açıklayan ve bu konudaki yanlış kabulleri mahkûm eden Meryem sûresinden sonra inmiş olması arasında bir anlam örgüsü bulunduğunu söylemek mümkündür (Derveze, III, 92-93; Âdem’in yaratılışı, İblîs’in Allah’a isyan etmesi; kendisiyle birlikte, aldattığı Âdem ve eşinin cennetten çıkarılmaları hakkında bilgi için bk. Bakara 2/30 vd.; A‘râf 7/11 vd.).
 
 115. âyetin “Âdem’den söz almıştık” şeklinde çevirdiğimiz kısmını “Âdem’e buyruğumuzu bildirmiştik” şeklinde anlayanlar da vardır. Bu yorumda söz konusu olan buyruk, kendisinin ve eşinin düşmanı olan şeytana uymamasıyla ilgili uyarı olup 117. âyette ayrıca açıklanmıştır. 
 
 Aynı âyetin “Biz onda yeterli bir kararlılık görmedik” şeklinde çevirdiğimiz kısmı değişik şekillerde tefsir edilmiştir. Bir yoruma göre, burada Âdem’in önce yasak ağaçtan yememeye karar vermişken, şeytanın kışkırtması karşısında kararlı davranamadığı veya yapılan cazip öneriye karşı direnemediği anlatılmaktadır. Diğer bir yoruma göre ise burada maksat, Âdem’in günah işlemede ısrarlı davranmamış olduğudur (Şevkânî, III, 438). Bu âyetteki lafzan “unuttu” anlamına gelen fiil daha çok“Rabbinin buyruğunu terketti” şeklinde açıklanmıştır (Taberî, XVI, 220; Râzî, XXII, 124).
 
 124. âyette ifadesini bulan “Allah’ı anmaktan yüz çevirme”, Allah’ı inkâr etme, O’nun gösterdiği yolu beğenmeme, öğütlerine kulak asmama gibi mânalarla açıklanmıştır. Aynı âyette söz konusu edilen “sıkıntılı hayat”ın mahiyeti ve nerede olacağı hususunda ise ilk dönem müfessirlerinden farklı rivayet ve yorumlar nakledilmiştir. Burada sözü edilen sıkıntılı yaşantının kabir hayatı aşamasıyla ilgili olduğu veya âhirette yaşanacak sıkıntılara işaret edildiği rivayetlerinin yanı sıra dünya hayatındaki sıkıntılar anlamına ağırlık veren rivayet ve izahlar da vardır. Dünya hayatındaki sıkıntı, bu tür kimselerin maddî açıdan bolluk içinde olsalar bile, inançsızlığın, yanlış hedeflere yönelmenin, haram yollardan kazanmanın verdiği psikolojik baskı altında büyük bir darlık ve sıkıntı hissedecekleri, Allah’ın hoşnutluğunu kazanma amacının mutluluğundan yoksun kalmanın ıstırabını tadacakları şeklinde yorumlanabilir (bk. Taberî, XVI, 225-227). Allah’a ve âhirete inanmayanların, inananlara göre çok daha dar bir maddî-mânevî alan tasavvuru ve bu tasavvura bağlı darlık içinde yaşayacakları da ayrı bir gerçektir.
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 657-658
 

قَالَ اهْبِطَا مِنْهَا جَم۪يعاً بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.  Mekulü’l-kavli  اهْبِطَا مِنْهَا جَم۪يعاً ’dır. قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اهْبِطَا  fiili,  ن ’un hazfi ile mebni emir fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur. مِنْهَا  car mecruru  اهْبِطَا  fiiline müteallıktır. جَم۪يعاً  hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ  cümlesi  اهْبِطَا ’deki failin ikinci hali olarak mahallen mansubdur.

بَعْضُكُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur.  لِبَعْضٍ  car mecruru  عَدُوٌّ ’un mahzuf haline mütealliktir.  عَدُوٌّ  haber olup lafzen merfûdur. 


 فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي هُدًى فَمَنِ اتَّـبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقٰى

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِمَّا  lafzında, şart harfi olan  إنْ  harfi,  مَّا ’ya idgam edilmiştir.  مَّا, zaide olup fiilin başındaki şart manasını, fiilin sonundaki  نَّ  da fiili tekid etmektedir.

اِمَّا daki  إنْ  şartıyedir,  مَّا  ise ona tekid için ziyade kılınmıştır, bunun içindir ki sonuna fiili tekid eden  نَّ u getirmek mümkün olmuştur. (Beyzâvî, İsra Suresi, 23)

اِمَّا ; yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır.  اِمَّا  ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. el-Mâlekî, talebî cümlelerden sonra kullanılan  اِمَّا  edatının tahyir ve ibaha, haberî cümlelerden sonra kullanılan  اِمَّا  edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi)

يَأْتِيَنَّكُمْ  fetha üzere mebni, mahallen meczum şart fiilidir. Fiilin sonundaki  نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.  مِنّ۪ي  car mecruru  يَأْتِيَنَّكُمْ  fiiline mütealliktir.  هُدًى  fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. مَنِ  iki muzariyi cezm eden şart harfidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  اتَّـبَعَ  fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  اتَّـبَعَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو dir. 

هُدَايَ  mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.  يَ  muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَضِلُّ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir.

لَا يَشْقٰى  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَشْقٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. 

اتَّـبَعَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

 

قَالَ اهْبِطَا مِنْهَا جَم۪يعاً بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mütekellim Allah Teâlâ’dır. 

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اهْبِطَا مِنْهَا جَم۪يعاً  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. اهْبِطَا  fiilinin failinden hal olan  جَم۪يعاً, ıtnâb sanatıdır.

بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ  cümlesi وَ  olmadan gelen müekked hal cümlesidir. Sahibu’l-hal yine اهْبِطَا  fiilinin failidir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hal, manayı kuvvetlendirmek için gelen ıtnâb sanatıdır.

Hal-i müekkide: Sahibinden ayrılmayan sabit bir vasıftır. Mesela: هذا اخوك عطوف “Bu, çok şefkatli kardeşindir.” cümlesinde olduğu gibi. Bunun gibi uzunluk, kısalık, esmerlik, sarışınlık vs. sabit vasıfların ifade edildiği hal cümleleri böyledir. Bunlar her zaman و sız gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

لِبَعْضٍ , önemine binaen haber olan  عَدُوٌّ ’a takdim edilmiştir.

بَعْضُ - لِبَعْضٍ  kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.

اهْبِطَا  emrinden sonra cemi hitaba geçilmesi iltifat sanatıdır.

Ebu Müslim: “Hitap, hem zürriyetiyle birlikte  Hz. Âdem'e hem de zürriyeti ile birlikte İblis’edir. Hz. Âdem'le İblis ayrı iki cins oldukları için ‘ikiniz ininiz denilmesi’, bu her bir cinsin kalabalık kimseleri ihtiva etmiş olmasından dolayı cemi hitap doğru olmuştur.” Keşşâf sahibi şöyle demiştir: “Hz. Âdem ve Havva (a.s.), beşerin aslı ve beşerin kendilerinden çıkıp dallanıp budaklandığı sebep ve kök oldukları için o ikisi, beşerin tamamı kabul edilmiş ve onlara, tıpkı beşerin tamamına hitap edilmiş gibi çoğul olarak hitap edilmiştir.”


 فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي هُدًى فَمَنِ اتَّـبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقٰى

 

Cümle,  فَ  ile mekulü’l-kavle atfedilmiştir. İki cümle arasında lafzen ve manen ittifak mevcuttur.  اِمَّا, şart harfi  إنْ  ve tekid ifade eden zaid  ما ’dan oluşmuştur. Şart cümlesi   يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي هُدًى  muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. 

Ayetin başında  قَالَ  fiilinde gaib zamir kullanılırken,  مِنّ۪ي ’de mütekellim zamirine iltifat edilmiştir. Fail konumundaki  هُدًى ’nın tenkiri, tazim ifade eder.

Cevap cümlesi  فَ  karinesiyle gelen  فَمَنِ اتَّـبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقٰى, şart üslubunda haberî isnaddır.  مَنِ اتَّـبَعَ هُدَايَ  şart cümlesidir. Şart ismi  مَنِ mübteda,  اتَّـبَعَ هُدَايَ  cümlesi, haberdir. Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

فَ  karinesiyle gelen  فَلَا يَضِلُّ  cümlesi cevaptır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri  هُوَ  olan müsnedün ileyh mahzuftur. Bu takdire göre cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. Menfi muzari fiil sıygasındaki  لَا يَضِلُّ  cümlesi, haber konumundadır. Aynı üslupta gelen  وَلَا يَشْقٰى, hükümde ortaklık nedeniyle cevap cümlesine matuftur.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil cümle, şart üslubunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve şart üslubunda gelmiş cevap cümlesinden oluşan ayet ise şart üslubunda, talebî inşaî isnaddır.

İsim cümlesinde müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi, cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

هُدَايَ - هُدًى  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

هُدَايَ - يَضِلُّ  tıbâk-ı îcab,  اتَّـبَعَ - يَشْقٰى  kelimeleri arasında manevi tıbâk sanatı vardır.

Ayette, sonra ne zaman size benden bir hidayetçi gelir sözünden sonra taksim vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî’ İlmi)