Tâ-Hâ Sûresi 135. Ayet

قُلْ كُلٌّ مُتَرَبِّصٌ فَتَرَبَّصُواۚ فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ اَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِيِّ وَمَنِ اهْتَدٰى  ...

Ey Muhammed, de ki: “Herkes beklemektedir, siz de bekleyin. Yakında kimin düz yolun sahipleri olduğunu, kimin doğru yolu bulduğunu bileceksiniz!”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 كُلٌّ herkes ك ل ل
3 مُتَرَبِّصٌ gözetlemektedir ر ب ص
4 فَتَرَبَّصُوا gözetleyin ر ب ص
5 فَسَتَعْلَمُونَ bileceksiniz ع ل م
6 مَنْ kimdir
7 أَصْحَابُ sahipleri ص ح ب
8 الصِّرَاطِ yolun ص ر ط
9 السَّوِيِّ düzgün س و ي
10 وَمَنِ ve kimdir
11 اهْتَدَىٰ doğru yolda olan ه د ي
 
Hz. Peygamber’in ve ona inananların büyük sıkıntılar çektiği bir dönemde inmiş olan bu sûre, –ilk âyetlerinde olduğu gibi– Resûlullah’ın ve müminlerin moral gücünü artıran açıklamalarla sona ermektedir. Birçok âyette inkârcı kavimlerin başlarına gelen felâketlerden söz edilip bunlardan ibret alınması istenirken, Kur’an’ın ilk muhatapları arasında da artık bir ilâhî ceza gelmesi konusunun zihinleri kurcalaması tabii idi. Zira o sıralarda müşrikler müminlere karşı baskı ve işkencelerini gitgide arttırıyor ve gerçek peygamber olmadığına insanları inandırmak üzere Resûlullah hakkında küstahça nitelemelerde bulunuyorlardı. Bu durum inkârcı kesim açısından bir meydan okuma anlamı taşıdığı gibi, inançlı kesimde de Allah katından onlara ağır bir şamar inmesi beklentisini doğuruyordu. Bu âyetlerde yine ilâhî irade ile belirlenmiş vade dolmadıkça bu inkârcıların kökünü kazıyan bir ceza gelmeyeceği bildirilmekte; müminlerin İslâm mesajının hedefine ulaşması için bu tür beklentilere bel bağlamak yerine karşılaştıkları zorluklara katlanmaları, sürekli bir ibadet bilinci ve disiplini içinde mücadeleye devam etmeleri istenmekte; Allah yolunda eziyete katlanmalarına ve çalışıp çabalamalarına Allah’ın ihtiyacı olmayıp bunu asıl kendi iyilikleri için yapmış olacaklarına dikkat çekilmektedir. Mutlu geleceğe ancak Allah’a saygı şuuru içinde yaşayanların erişebileceği hatırlatılmaktadır.
 
 129. âyette sözü edilen vade ve zamanı geldiğinde verilecek ceza hakkında şöyle yorumlar yapılmıştır: Vade kıyamet günü, ceza cehennem azabıdır; vade her bir inkârcının ölüm vakti, ceza kabir azabıdır; vade Bedir Savaşı, ceza o gün azılı birçok inkârcının öldürülmesidir (İbn Atıyye, IV, 69).
 
 Tefsirlerde 130. âyette beş vakit namazın kastedildiğini ispatlamaya çalışan yorumlar yer almakla beraber, –bu sûrenin indiği dönemde henüz beş vakit namaz farz kılınmadığına göre– burada asıl amacın müminleri Allah’ı tesbih etmeye yani O’nun yüceler yücesi olduğunu ve her türlü eksiklikten uzak bulunduğunu daima hatırlarında tutup her fırsatta söz ve eylemleriyle bu inancı ortaya koymaya teşvik etmek olduğu, bunun da bireyi mânevî doyuma ve iç huzura kavuşturmayı hedeflediği anlaşılmaktadır.
 
 131. âyette Resûlullah’ın şahsında müminlere yapılan uyarı, 129. Âyette işaret edilen beklentinin bir başka türünü, yani bazı müminlerin Allah’ın birliğini inkâr edenlerin ferah fahur yaşantısına özenmiş olabilecekleri hatıra getirmektedir. Bu ve benzeri birçok âyette belirtildiği üzere, dünya hayatındaki refah düzeyi ebedî mutluluğun ve hele Allah’ın hoşnutluğunun göstergesi değildir; bu hayat bir sınavdan ibarettir. Fakat yaklaşım, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmanın dünya hayatını fakru zaruret içinde geçirmeye bağlı olduğu gibi ters bir mantık işletilmesinede izin vermez; aksine âyette sadece, Allah’a ve O’nun dinine sırt çevirip kendilerini geçici dünya nimetlerinin debdebesine kaptırmış olanların bu haline aldanılmaması ve onlara özenilmemesi istenmiş, Allah’ın hoşnutluğuna uygun olarak elde edilen maddî ve mânevî imkânların ise en iyi ve sonuçları itibariyle en kalıcı olduğu belirtilmiştir. Mümin helâlinden elde ettiği dünya nimetlerinden yararlanır, başkalarına da yardım eder; yokluk ve yoksulluk halinde çökmez, ayakta kalmasını, rabbine güvenmesini ve O’nun rızâsını elde etme bilinci içinde mutlu olmasını bilir. 
 
 130 ve 131. âyetlerin içeriği ve sûrenin anlam örgüsüne sıkı biçimde bağlı olduğu dikkate alındığında bunların Medine’de indiğine dair rivayeti tereddütle karşılamak gerekir; özellikle üslûp açısından bunların Mekkî âyet özelliği taşıdığı görülmektedir (Derveze, III, 95). 
 
 133. âyette “Peki önceki sahifelerde bulunan açık kanıt onlara gelmiş değil mi?” buyurularak, Kur’an’ın önceki peygamberlere indirilenlerle aynı temel gerçekleri dile getirdiği hatırlatılmakta, aynı zamanda önceki kitaplarda Muhammed aleyhisselâmın geleceğini haber veren işaretlere ilişkin bir imada bulunulmaktadır. Eski kutsal kitaplarda Hz. Muhammed’in peygamberliğini müjdeleyen bu bilgiler İslâm kaynaklarında “beşâirü’n-nübüvve” veya kısaca “beşâir” diye anılır (bilgi ve örnek için bk. A‘râf 7/157; Esed, II, 644).
 
 134. âyette, ilâhî çağrıya uymamakta direndikleri ayan beyan görülen ve Allah’ın ezelî ilminde öyle davranacakları belli olan bir topluluktan söz edilirken dahi, “Eğer gerekli tebligat yapılmadan cezaya çarptırılmış olsalardı haklı konuma gelebilirlerdi” biçiminde bir anlatıma yer verilerek, Kur’an’da değişik şekillerde ifade edilen “bildirimde bulunmadan sorumlu tutmama” ilkesine vurgu yapılmaktadır.  
 
135. âyette sûrenin başındaki hitabın amacıyla bağlantılı olarak Resûlullah’a ve ona gönülden bağlananlara şöyle bir mesaj verildiği anlaşılmaktadır: Müminlerin âhirette bütün hakikatlerin ortaya çıkacağına inanarak beklemelerine mukabil, kendini kişisel arzularının veya çevresel etkilerin anaforuna bırakmış insanlar da onların iddialarının boşa çıkacağı gibi bir beklenti içindedirler; tebliğ görevi hakkıyla yerine getirildikten sonra onlar bu tavırlarında ısrar ediyorlarsa, dünya hayatında insana verilen seçim özgürlüğünün bir sonucu olarak bu kuruntularıyla baş başa bırakılmalıdırlar, ama bir gün gerçekleri bütün çıplaklığıyla görüp anlayacaklardır.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 660-662
 

قُلْ كُلٌّ مُتَرَبِّصٌ فَتَرَبَّصُواۚ 

 

Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ’dir.

Mekulü’l-kavl cümlesi  كُلٌّ مُتَرَبِّصٌ ’dir. قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi  olarak mahallen mansubdur.

كُلٌّ  mübteda olup lafzen merfûdur. مُتَرَبِّصٌ  haber olup lafzen merfûdur.

فَ  sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir.

تَرَبَّصُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

تَرَبَّصُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ربص ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

مُتَرَبِّصٌ  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan  تَفَعَّلَ  babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ اَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِيِّ وَمَنِ اهْتَدٰى

 

Fiil cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir.  سَتَعْلَمُونَ  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.

تَعْلَمُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِيِّ dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اَصْحَابُ  mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri, هم (onlar) şeklindedir.

الصِّرَاطِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  السَّوِيِّ  kelimesi  الصِّرَاطِ  kelimesinin sıfatıdır.

مَن  müşterek ism-i mevsûl atıf harfi  وَ ’la birinci ism-i mevsûle matuf olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اهْتَدٰى ’dır. Îrabdan mahalli yoktur.

اهْتَدٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir.

اهْتَدٰى  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  هدى ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
 

قُلْ كُلٌّ مُتَرَبِّصٌ فَتَرَبَّصُواۚ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli, sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mübteda olan  كُلٌّ , umuma delalet etmek üzere nekre gelmiştir. كلّ واحد (Her biri) manasındadır. Kelimedeki tenvin muzâfun ileyhten ivazdır.

فَتَرَبَّصُواۚ  cümlesine dahil olan  ف , sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen, vaz edildiği emir anlamından çıkarak tehdit manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

مُتَرَبِّصٌ - فَتَرَبَّصُواۚ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

فَتَرَبَّصُواۚ  [Bekleyin] emri tehdit ve korkutma ifade eder. (Safvetü’t Tefasir) 


فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ اَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِيِّ وَمَنِ اهْتَدٰى

 

فَ , ta’liliyedir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. Cümleye dahil olan istikbal harfi  سَ , tekid ifade eder.

فَسَتَعْلَمُونَ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası  اَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِيِّ , sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri  هم olan müsnedün ileyh, mahzuftur. Az sözle çok anlam ifade eden izafet formunda gelen  اَصْحَابُ الصِّرَاطِ , müsneddir.

السَّوِيِّ , muzâfun ileyh olan  الصِّرَاطِ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

İkinci ism-i mevsûl, önceki mevsûle tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir. Sılası  اهْتَدٰى , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayetteki  مَنْ ’lerin istifham ismi olarak mübteda olduğu da söylenmiştir. 

Surenin bu son ayeti hüshü’l-inteha sanatının güzel bir örneğidir.

Ayrıca surenin genelinde olduğu gibi son sayfadaki ayetlerin fasılaları da dikkate şayandır. Ayet sonlarındaki bu mükemmel uyum, uzun seci sanatının en güzel örneklerindendir.

Bir çok surede olduğu gibi bu surenin de ayet sonlarındaki fasılalar surenin okunuşuna apayrı bir musiki katmaktadır. Bu özellik Kur’an’ı dinleyen kişide derin bir tesir bırakır. Ayet sonlarındaki fasılaların yanı sıra Kur'an'ın genelindeki bedî’ sanatların bir çoğunun özelliklerini Tâ-Hâ sûresi, bünyesinde barındırmaktadır.

Hz. Ömer’in İslamiyet’i kabul edişiyle ilgili meşhur rivayette Ömer'in, kız kardeşi ve eniştesinin evine baskın yaptığında işittiği ve çok etkilendiği ayetlerin, Tâ-Hâ Suresinin ayetleri olduğu söylenir. (Selim Güzel Yük. Lis. Tez.)