Tâ-Hâ Sûresi 18. Ayet

قَالَ هِيَ عَصَايَۚ اَتَوَكَّـؤُ۬ا عَلَيْهَا وَاَهُشُّ بِهَا عَلٰى غَنَم۪ي وَلِيَ ف۪يهَا مَاٰرِبُ اُخْرٰى  ...

Mûsâ dedi ki: “O benim değneğimdir. Ona dayanırım, onunla koyunlarıma yaprak silkelerim. Onunla başka işlerimi de görürüm.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ki ق و ل
2 هِيَ O
3 عَصَايَ asa’mdır ع ص و
4 أَتَوَكَّأُ dayanıyorum و ك ا
5 عَلَيْهَا ona
6 وَأَهُشُّ ve yaprak silkeliyorum ه ش ش
7 بِهَا onunla
8 عَلَىٰ için
9 غَنَمِي davarım غ ن م
10 وَلِيَ ve benim var
11 فِيهَا onda
12 مَارِبُ ihtiyaçlarım ا ر ب
13 أُخْرَىٰ daha başka ا خ ر
 
Gerek Kitâb-ı Mukaddes’te gerekse Kur’ân-ı Kerîm’de kendisinden en çok söz edilen peygamber Hz. Mûsâ’dır. İlk inen sûrelerde Hz. Mûsâ’ya verilen “sahifeler”e gönderme yapan ifadeler yer almış olmakla beraber, Kur’an âyetlerinin kronolojik sıralamasına göre onun peygamberlikle onurlandırılmasına, Firavun’a gidip onu doğru yola çağırmakla görevlendirilmesine, bu arada kendisinin Allah’ın lutfuyla bizzat Firavun’un sarayında büyütülmüş olduğuna, Firavun’a yapılan nasihat ve gösterilen mûcizelere rağmen inatçı tavrını sürdürdüğü için İsrâiloğulları’nın Mûsâ’nın öncülüğünde kurtarılıp Firavun ve ordusunun boğulmasına, daha sonra Mûsâ vahiy almak üzere Tûr’a gittiğinde İsrâiloğulları’nın buzağı heykeline taparak nankörlük ettiklerine geniş biçimde değinilen ilk yer bu âyet kümesinin başından 98. âyete kadarki bölümdür (Hz. Mûsâ’nın hayatı hakkında Kur’an’da ve Kitâb-ı Mukaddes’te verilen bilgiler ve karşılaştırılması için bk. Bakara 2/49-59; Kasas 28/3 vd.). Burada dikkat çeken husus, anlatımın Hz. Mûsâ’nın doğumu ve yetiştirilmesiyle değil, hemen ona peygamberlik görevinin verilmesi ve tevhid mücadelesi içine sokulmasıyla başlamasıdır. Bu durumla, sûrenin tevhid mücadelesinin sıkıntılı dönemlerini yaşayan Resûlullah’a ve müminlere teselli ve moral desteği verme hedefi arasında sıkı bir bağ bulunduğu söylenebilir. Kur’an’ın başka sûrelerinde verilen bilgilerle beraber değerlendirildiğinde 10. âyette, Hz. Mûsâ’nın Medyen’de sekiz (veya on) yıl kayın pederinin yanında çalıştıktan sonra ailesiyle birlikte Mısır’a gitmek üzere yola çıktığı günlerden söz edildiği anlaşılmaktadır. Tefsirlerde bu olayın soğuk bir kış gecesinde ve Mûsâ’nın yolunu kaybettiği bir sırada meydana geldiği, ateş zannettiği ışığın gerçekte ilâhî nur olduğu belirtilir (Taberî, XVI, 142). Burada önemli olan, onun bir ışık görmesinin sağlanması ve bunun ilâhî huzura çağırılmasına vesile kılınmasıdır. Hz. Mûsâ bu mazhariyete eriştikten sonra, (11-24. âyetlerde belirtildiği üzere) kendisine vahiy gelmiş, mûcizelerle donatıldığı kendisine gösterilip Firavun’a gitmesi istenmiştir. Tevrat’ta Mûsâ’nın ateş görmesi olayı şöyle anlatılır: “Ve rabbin meleği bir çalı ortasında ateş alevinde ona göründü; ve gördü, ve çalı tükenmiyordu; ve Mûsâ dedi: Şimdi döneyim, ve bu büyük manzarayı göreyim, çalı niçin yanıp tükenmiyor...” (Çıkış, 3/2-3). 12. âyette Hz. Mûsâ’dan niçin pabuçlarını çıkarmasının istendiği açıklanırken bazı müfessirler pabuçların yapıldığı malzeme üzerinde durmuşlarsa da, daha çok ayaklarının o kutsal mekâna doğrudan temas etmesinin ve bereketinden nasiplenmesinin istendiği yorumu tercih edilmiştir (bk. Taberî, XVI, 143-144). Fakat burada ilâhî vahye muhatap olacak olan Mûsâ’nın kendisini ruhen buna hazırlamasının amaçlandığı, dolayısıyla kendisine çeki düzen vermesi ve daha özel bir saygı göstermesi için uyarıldığı söylenebilir. İbn Atıyye de buna yakın bir yorum yapmaktadır (IV, 39). Âyetin son kısmına “Sen iki defa kutlu kılınmış vadidesin” mânasını veren Esed, âyetteki “tuvâ” (diğer okunuşuyla “tıvâ”) kelimesiyle ilgili olarak şu açıklamayı yapmaktadır: Ne var ki bazı müfessirler bu kelimenin “kutlu kılınan vadi”nin ismi olduğunu söylemişlerdir. Oysa Zemahşerî, “iki kere yapılan” anlamındaki tuvan yahut tıvan tabirinden yola çıkarak, sözcüğü “iki kere” anlamına yormuştur; yani “iki kere kutsanmış” yahut “iki kere kutlu kılınmış” (II, 624, 625). Halbuki Zemahşerî önce bu kelimenin yer adı olmasına ilişkin yoruma temas etmekte, daha sonra “İki defa anlamına geldiği de söylenmiştir” şeklinde kendi yorum ve tercihi olmaksızın bu görüşe işaret etmekte, ayrıca bu mânayı “iki defa kutsanma” yorumuna hasretmeyip “iki defa seslenilmiş olduğu” yorumundan da söz etmektedir (II, 429). Kaldı ki genellikle müfessirler –tercih belirterek veya belirtmeden– her iki yorumu (vadi ismi olduğunu ve iki kere mânasına geldiğini) nakletmektedirler (meselâ bk. Taberî, XVI, 145-147; İbn Atıyye, IV, 39). 14. âyetin “Beni hatırında tutmak için namazı kıl” şeklinde tercüme ettiğimiz kısmına “Hatırladığında namazı kıl” mânası da verilmiş ve bu yorum Hz. Peygamber’in “Bir namazı unutan kimse hatırladığında onu kılsın” buyurduktan sonra bu âyeti okuduğu rivayetiyle (Buhârî, “Mevâkît”, 37) desteklenmeye çalışılmıştır. Fakat Taberî âyetin lafzına göre ilk mânanın daha kuvvetli olduğunu belirtir (XVI, 147-148). 15. âyetteki “onu âdeta kendimden bile gizliyorsam da” diye çevirdiğimiz kıyamet günüyle ilgili yan cümle için değişik açıklamalar yapılmış, bu arada cümleye “Onu neredeyse açıklayacağım” mânası da verilmiştir. Fakat müfessirlerin çoğu, bu ifadenin Arap dilinde bilinen bir üslûp (mübalağa) olduğu, bizim tercih ettiğimiz “Âdeta kendimden dahi gizlemekteyim” anlamını taşıdığı ve Allah’ın bu bilgiyi kimseye vermediğini, o günün ansızın gelip çatacağını belirtmeyi hedeflediği kanaatindedir (bk. Taberî, XVI, 148-153; İbn Atıyye, IV, 40). Bu âyetin “herkes yapıp ettiğinin karşılığını görsün diye” şeklinde çevirdiğimiz kısmıyla bilinçli çabaların kastedildiği ve dolayısıyla –ahlâken iyi ya da kötü olduğuna bakılmaksızın– elde olmadan yapılan eylemlerle farkında olmadan yapılan ihmallerin hariç tutulduğu anlaşılmaktadır. Bu ilkeyi Hz. Mûsâ’nın kıssasını anlatırken telaffuz etmekle Kur’an, bütün gerçek dinlerin temelinde yatan ahlâkî kavram ve öğretilerin özde hep aynı olduğunu vurgulamaktadır. Esed bu inceliği daha belirgin hale getirme düşüncesiyle âyetin bu kısmına, “herkese (hayatta iken) peşinden koştuğu şeylere göre hak ettiği karşılık verilebilsin diye” şeklinde mâna vermiştir (II, 626-627). Kur’an’da değişik vesilelerle değinildiği üzere Hz. Mûsâ Firavun’a gönderilirken asâsının yılana dönüşmesi ve elini koynuna sokunca –kendisi esmer tenli olduğu halde– hastalık vb. bir sebeple olmaksızın elinin bembeyaz çıkması şeklinde iki mûcize ile desteklenmişti (ayrıca bk. A‘râf7/106-108; Kasas 28/31-32). 19-22. âyetlerde bunlara temas edildikten sonra 23. âyette bununla öncelikle Hz. Mûsâ’nın Allah’ın kudretine olan inancının pekiştirilmesinin amaçlandığı ifade edilmektedir. 
 

Veke'e وكأ :  وِكاءٌ kırba/tulum gibi şeylerin ağzını bağlamaya yarayan bağ/iptir. Bazen bir şeyi bozulmaktan korumak için bir kaba koymakta böyle adlandırılır. Kur'an-ı Kerim'de de geçen tefe'ul babındaki تَوَكَّأ  kullanımı güç kuvvet alarak dayanmak ve yaslanmayı ifade eder. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

قَالَ هِيَ عَصَايَۚ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli  عَصَايَۚ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Munfasıl zamir  هِيَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

عَصَايَ  mübtedanın haberi olup elif üzere mukadder damme ile merfudur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


اَتَوَكَّـؤُ۬ا عَلَيْهَا وَاَهُشُّ بِهَا عَلٰى غَنَم۪ي وَلِيَ ف۪يهَا مَاٰرِبُ اُخْرٰى

 

Fiil cümlesidir. اَتَوَكَّـؤُ۬ا  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir. عَلَيْهَا  car mecruru  اَتَوَكَّـؤُ۬ا  fiiline müteallıktır.  اَتَوَكَّـؤُ۬ا  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “وَقَدْ” gelir. Bazen sadece “و ” gelir. Nadiren “و ” sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَهُشُّ  atıf harfi  وَ ‘la  اَتَوَكَّـؤُ۬ا ‘ye matuftur.  اَهُشُّ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir. 

بِهَا  car mecruru  اَهُشُّ ‘ya müteallıktır. عَلٰى غَنَم۪ي  car mecruru  اَهُشُّ ‘deki mef’ûlun mahzuf haline müteallıktır. Takdiri;  ورق الشجر متساقطا على غنمي  (Koyunlarımın üzerine düşen ağacın yaprağı) şeklindedir. 

وَ  atıf harfidir.  لِيَ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

ف۪يهَا  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

مَاٰرِبُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  اُخْرٰى  kelimesi  مَاٰرِبُ ‘nun sıfatı olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)    

اَتَوَكَّـؤُ۬ا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

 

قَالَ هِيَ عَصَايَۚ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هِيَ عَصَايَ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mekulü’l-kavl cümlesi Musa (as)’ın sözleridir.

Müsned olan  عَصَايَ , veciz ifade yollarından olan izafet formunda gelerek, az sözle çok anlam ifade etmiştir. 

Allah Teâlâ her şeyi bildiği halde Musa (as)‘ın, elindeki asayı uzun uzun anlatması, korkusunu yatıştırmak maksadıyladır. 

Hazret-i Musa'nın, asayı kendi nefsine isnat etmesi, asanın niçin sağ elinde olduğunu tahkik için ve ileride kendisine isnat edilecek fiillere bir ön hazırlık olması içindir. (Ebüssuûd)  


اَتَوَكَّـؤُ۬ا عَلَيْهَا وَاَهُشُّ بِهَا عَلٰى غَنَم۪ي وَلِيَ ف۪يهَا مَاٰرِبُ اُخْرٰى

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Müspet muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Aynı üsluptaki  وَاَهُشُّ بِهَا عَلٰى غَنَم۪ي  cümlesi,  وَ  harfiyle  اَتَوَكَّـؤُ۬ا  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Yine hükümde ortaklık sebebiyle  وَاَهُشُّ بِهَا عَلٰى غَنَم۪ي  cümlesine atfedilen  وَلِيَ ف۪يهَا مَاٰرِبُ اُخْرٰى , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır. Car mecrur  لِيَ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  مَاٰرِبُ  muahhar mübtedadır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اُخْرٰى  kelimesi  مَاٰرِبُ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

[Musa dedi ki: Bu benim asamdır. Ona dayanır ve onunla koyunlarıma yaprak silkelerim] ayetinde ıtnâb sanatı vardır. Çünkü, ‘’Bu, benim asamdır’’ demesi yeterdi. Fakat o, konuşmadan daha çok zevk almak için cevabı geniş ve uzun verdi. (Safvetü’t Tefâsir) 

Allah'ın (cc) bunu sormasından maksat, asanın hakikatini ve menfaatlerini tafsil ve icmali olarak anlatmak, bu asanın da diğer asalar cinsinden olduğunu ve onların menfaatlerini içerdiğini beyan etmek içindir.(Ebüssuûd)