قَالَ هِيَ عَصَايَۚ اَتَوَكَّـؤُ۬ا عَلَيْهَا وَاَهُشُّ بِهَا عَلٰى غَنَم۪ي وَلِيَ ف۪يهَا مَاٰرِبُ اُخْرٰى
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dedi ki |
|
2 | هِيَ | O |
|
3 | عَصَايَ | asa’mdır |
|
4 | أَتَوَكَّأُ | dayanıyorum |
|
5 | عَلَيْهَا | ona |
|
6 | وَأَهُشُّ | ve yaprak silkeliyorum |
|
7 | بِهَا | onunla |
|
8 | عَلَىٰ | için |
|
9 | غَنَمِي | davarım |
|
10 | وَلِيَ | ve benim var |
|
11 | فِيهَا | onda |
|
12 | مَارِبُ | ihtiyaçlarım |
|
13 | أُخْرَىٰ | daha başka |
|
Veke'e وكأ : وِكاءٌ kırba/tulum gibi şeylerin ağzını bağlamaya yarayan bağ/iptir. Bazen bir şeyi bozulmaktan korumak için bir kaba koymakta böyle adlandırılır. Kur'an-ı Kerim'de de geçen tefe'ul babındaki تَوَكَّأ kullanımı güç kuvvet alarak dayanmak ve yaslanmayı ifade eder. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
قَالَ هِيَ عَصَايَۚ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli عَصَايَۚ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Munfasıl zamir هِيَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
عَصَايَ mübtedanın haberi olup elif üzere mukadder damme ile merfudur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَتَوَكَّـؤُ۬ا عَلَيْهَا وَاَهُشُّ بِهَا عَلٰى غَنَم۪ي وَلِيَ ف۪يهَا مَاٰرِبُ اُخْرٰى
Fiil cümlesidir. اَتَوَكَّـؤُ۬ا merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. عَلَيْهَا car mecruru اَتَوَكَّـؤُ۬ا fiiline müteallıktır. اَتَوَكَّـؤُ۬ا cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “وَقَدْ” gelir. Bazen sadece “و ” gelir. Nadiren “و ” sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَهُشُّ atıf harfi وَ ‘la اَتَوَكَّـؤُ۬ا ‘ye matuftur. اَهُشُّ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir.
بِهَا car mecruru اَهُشُّ ‘ya müteallıktır. عَلٰى غَنَم۪ي car mecruru اَهُشُّ ‘deki mef’ûlun mahzuf haline müteallıktır. Takdiri; ورق الشجر متساقطا على غنمي (Koyunlarımın üzerine düşen ağacın yaprağı) şeklindedir.
وَ atıf harfidir. لِيَ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
ف۪يهَا car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
مَاٰرِبُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. اُخْرٰى kelimesi مَاٰرِبُ ‘nun sıfatı olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَتَوَكَّـؤُ۬ا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
قَالَ هِيَ عَصَايَۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan هِيَ عَصَايَ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mekulü’l-kavl cümlesi Musa (as)’ın sözleridir.
Müsned olan عَصَايَ , veciz ifade yollarından olan izafet formunda gelerek, az sözle çok anlam ifade etmiştir.
Allah Teâlâ her şeyi bildiği halde Musa (as)‘ın, elindeki asayı uzun uzun anlatması, korkusunu yatıştırmak maksadıyladır.
Hazret-i Musa'nın, asayı kendi nefsine isnat etmesi, asanın niçin sağ elinde olduğunu tahkik için ve ileride kendisine isnat edilecek fiillere bir ön hazırlık olması içindir. (Ebüssuûd)
اَتَوَكَّـؤُ۬ا عَلَيْهَا وَاَهُشُّ بِهَا عَلٰى غَنَم۪ي وَلِيَ ف۪يهَا مَاٰرِبُ اُخْرٰى
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki وَاَهُشُّ بِهَا عَلٰى غَنَم۪ي cümlesi, وَ harfiyle اَتَوَكَّـؤُ۬ا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Yine hükümde ortaklık sebebiyle وَاَهُشُّ بِهَا عَلٰى غَنَم۪ي cümlesine atfedilen وَلِيَ ف۪يهَا مَاٰرِبُ اُخْرٰى , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır. Car mecrur لِيَ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مَاٰرِبُ muahhar mübtedadır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اُخْرٰى kelimesi مَاٰرِبُ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
[Musa dedi ki: Bu benim asamdır. Ona dayanır ve onunla koyunlarıma yaprak silkelerim] ayetinde ıtnâb sanatı vardır. Çünkü, ‘’Bu, benim asamdır’’ demesi yeterdi. Fakat o, konuşmadan daha çok zevk almak için cevabı geniş ve uzun verdi. (Safvetü’t Tefâsir)
Allah'ın (cc) bunu sormasından maksat, asanın hakikatini ve menfaatlerini tafsil ve icmali olarak anlatmak, bu asanın da diğer asalar cinsinden olduğunu ve onların menfaatlerini içerdiğini beyan etmek içindir.(Ebüssuûd)