اَنِ اقْذِف۪يهِ فِي التَّابُوتِ فَاقْذِف۪يهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ ل۪ي وَعَدُوٌّ لَهُۜ وَاَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِنّ۪يۚ وَلِتُصْنَعَ عَلٰى عَيْن۪يۢ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَنِ | ki |
|
2 | اقْذِفِيهِ | onu koy |
|
3 | فِي |
|
|
4 | التَّابُوتِ | sandığa |
|
5 | فَاقْذِفِيهِ | ve at |
|
6 | فِي |
|
|
7 | الْيَمِّ | suya |
|
8 | فَلْيُلْقِهِ | onu bıraksın |
|
9 | الْيَمُّ | su |
|
10 | بِالسَّاحِلِ | sahile |
|
11 | يَأْخُذْهُ | onu alacaktır |
|
12 | عَدُوٌّ | düşman olan |
|
13 | لِي | bana |
|
14 | وَعَدُوٌّ | ve düşman olan |
|
15 | لَهُ | ona |
|
16 | وَأَلْقَيْتُ | ve koydum |
|
17 | عَلَيْكَ | senin üzerine |
|
18 | مَحَبَّةً | bir sevgi |
|
19 | مِنِّي | benden |
|
20 | وَلِتُصْنَعَ | yetiştirilmen için |
|
21 | عَلَىٰ | önünde |
|
22 | عَيْنِي | gözümün |
|
Tebete تبت : تابُوت kelimesinin manası tabut, sandık ya da kutudur. Bakara,2/248. ayette geçen kullanımı için alimler iki mana uygun görmüşlerdir: a) ağaçtan yapılmış bir sanduka olup içine hikmet yerleştirilmiştir. b) Diğer bir görüşe göre ise tâbût تابُوت kalptir; sekîne ise onun içinde bulunan ilim/bilgidir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim olarak 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli tabuttur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Sehale سحل : Geçtiği tek ayetteki manası Türkçede de kullanıldığı gibi deniz kıyısı anlamındaki ساحِل dir. Asıl anlamı hakkında ise iki görüş mevcuttur: a) Kelimenin kökü demiri eğeledi ve kabuğunu soydu şeklindeki kullanımdan gelir. b) Diğer görüşe göre ise eğelenmiş/kabuğu soyulmuş yani su tarafından aşındırılmış anlamına gelir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim formunda sadece 1 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli sahildir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَنِ اقْذِف۪يهِ فِي التَّابُوتِ فَاقْذِف۪يهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ ل۪ي وَعَدُوٌّ لَهُۜ
اَنِ tefsiriyye harfidir. Masdar olması da caizdir. اقْذِف۪يهِ fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Muttasıl zamir ي fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هِ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. فِي التَّابُوتِ car mecruru اقْذِف۪يهِ fiiline müteallıktır.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اقْذِف۪يهِ fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Muttasıl zamiri ي fail olarak mahallen merfûdur. فِي الْيَمِّ car mecruru اقْذِف۪يهِ fiiline müteallıktır.
فَ atıf harfidir. ل۪ emir lamıdır. يُلْقِهِ fiili, illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir.
الْيَمُّ fail olup lafzen merfûdur. بِالسَّاحِلِ car mecruru فَلْيُلْقِهِ fiiline müteallıktır.
فَ karînesi olmadan gelen يَأْخُذْهُ cümlesi şartın cevabıdır.
يَأْخُذْهُ meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir هِ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَدُوٌّ fail olup lafzen merfûdur. ل۪ي car mecruru عَدُوٌّ ‘un mahzuf sıfatına müteallıktır.
عَدُوٌّ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. لَهُ car mecruru ikinci عَدُوٌّ ‘e müteallıktır.
وَاَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِنّ۪يۚ وَلِتُصْنَعَ عَلٰى عَيْن۪يۢ
اَلْقَيْتُ عَلَيْكَ cümlesi قد takdiriyle hal cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Haliyye olması da caizdir.
اَلْقَيْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْكَ car mecruru اَلْقَيْتُ fiiline müteallıktır.
مَحَبَّةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنّ۪ي car mecruru مَحَبَّةً ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır.
لِتُصْنَعَ atıf harfi وَ ile mukadder masdar-ı müevvele matuftur. Takdiri; ألقيت عليك المحبّة ليتلطّف بك ولتصنع على عيني (Sana karşı lütufkâr olsunlar ve Benim gözetimimde büyütülesin diye sana bir sevgi bırakmıştım.) şeklindedir.
لِ harfi, تُصْنَعَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte اَلْقَيْتُ fiiline müteallıktır.
تُصْنَعَ mansub muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. عَلٰى عَيْن۪ي car mecruru تُصْنَع fiiline müteallıktır.
اَلْقَيْتُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi لقي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَنِ اقْذِف۪يهِ فِي التَّابُوتِ فَاقْذِف۪يهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ
Tefsiriyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
أنْ masdar harfi ve akabindeki اقْذِف۪يهِ فِي التَّابُوتِ cümlesi, masdar teviliyle tefsiriyye veya önceki ayetteki ما يوحى ‘daki ismi mevsûlden bedeldir.
Masdar-ı müevvel, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قذف , atmak için de koymak için de kullanılır. Mesela “Kalplerine korku saldı” (Ahzab/26) ayetinde olduğu gibi. رمي de öyledir, رماهُ الله باحسن يافعا (Allah bütün güzelliği o gence vermiş) sözünde olduğu gibi. (Beyzâvî)
فَاقْذِف۪يهِ فِي الْيَمِّ cümlesi فَ atıf harfiyle hükümde ortaklık nedeniyle tefsiriyyeye atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
الْيَمُّ Musa’nın (as) kavminin dilinde deniz demektir.
الْيَمّ Deniz demektir. Burada Nil Nehri kastedilmiştir. (Âşûr)
Aynı üslupta gelerek tefsiriyyeye atfedilen فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Büyük suyun onu sahile atması, ilahî iradenin gereği olarak mutlaka olacak bir husus olduğundan, o büyük su, bununla emir olunmuş temyiz sahibi bir itaatli varlık gibi kabul edilmiştir. (Ebüssuûd)
فَلْيُلْقِهِ fiilinin الْيَمُّ ‘ya isnad edilmesi mecaz-ı aklîdir.
السّاحِلُ sahil anlamındadır ve فَلْيُلْقِهِ kelimesindeki lam’ul emr, oluş (takvin) emrine işaret eder. Yani denize, onu (bebeği) sahile atmasını, kendilerinden uzak bir mekâna götürmemesini emrettik. Burada marife olarak gelen السّاحِلُ ise bilinen bir sahil olup Firavun ailesinin yüzmek için gittiği yerdir. (Âşûr)
يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ ل۪ي وَعَدُوٌّ لَهُۜ
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ ل۪ي وَعَدُوٌّ لَهُۜ
cümlesi, فَ karînesi olmadan gelmiş cevap cümlesidir.
Mahzuf şart ve mezkür cevabından oluşan terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
عَدُوٌّ - اقْذِف۪يهِ - يَمُّ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Benim ve senin düşmanın şeklinde عَدُوٌّ kelimesi tekrarlanmıştır. Bu ıtnâbın amacı Firavun’un kötülüğüne ve düşmanlığına dikkat çekerek önemini ortaya koymaktır. Ayrıca bununla birlikte, kelimedeki tenvin düşmanlığın had safhada olduğuna işaret etmektedir.
Ayetin metninde düşman kelimesinin iki kez tekrar edilmesi mübalağa için, emri sarihleştirmek için ve bir de şu gerçeği bildirmek içindir: Firavun'un, Hz. Musa'ya olan düşmanlığı muhakkak olduğu halde onu etkilemez ve ona zarar vermez; aksine muhabbetine sebep olur. Zira zahiren helak sebebi olan bir şeyi, yani büyük suya atılmasını ve hem Allah'ın düşmanı, hem de kendisinin düşmanı olan Firavun'un eline düşmesini emretmek, bize bildiriyor ki, zahirî bir kahır altında gizli bir lütuf vardır. (Ebüssuûd)
وَاَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِنّ۪يۚ وَلِتُصْنَعَ عَلٰى عَيْن۪يۢ
وَ ‘la atfedilen cümle istînâfiyye veya قد takdiriyle haldir. Hal cümleleri, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber, ibtidaî kelamdır.
Sebep bildiren masdar ve cer harfi لِ ‘nin gizli أنْ ‘le masdar yaptığı وَلِتُصْنَعَ عَلٰى عَيْن۪يۢ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup başındaki harf-i cerle birlikte اَلْقَيْتُ fiiline müteallıktır.
مَحَبَّةً kelimesindeki tenvin bizim anlayamayacağımız bir nev’e işaret ediyor olabilir. Veya kıllet için olabilir. Allah Teâlâ’nın en az muhabbeti dahi akıllara sığmayacak derecedir. Ya da kesret ifade eder.
إلْقَي ألْمحبة ifadesinde istiare vardır. Burada gerçek anlamda Musa’nın üzerine bırakılması/atılması kastedilmiyor. Ancak bu ifade şu anlama geliyor: Ben seni, gören herkesin seveceği ve kalbinin sana meyledeceği şekilde yarattım. Hatta Firavun ve eşi de seni görüp sevdiler, seni evlat edindiler, seni terbiye edip yetiştirdirler, sana sütanne tuttular, bakımını üstlendiler. Bu ifade على وَجْهِ فُﻻَنٌ قَبُولٌ (Falancanın yüzünde kabul (hoşnutluk) var) sözü gibidir. Gerçekte burada onu işaret eden hiçbir şey yoktur. Şu var ki, ona, onun yüzüne her bakan kimsenin kalbi onu sever, ruhu ona ısınır. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
Allah'ın düşmanı Firavun onu o kadar çok sevdi ki neredeyse ondan hiç ayrılamıyor. İşte ["Sana karşı tarafımdan bir büyük sevgi bırakmışımdır"] cümlesi, bunu ifade etmektedir. Allah (cc) tarafından kalplere ekilen bu muhabbet, o kadar büyüktü ki, Hz. Musa'yı gören kimseler neredeyse ondan ayrılamıyorlardı. İşte bundan dolayıdır ki, Firavun ve ailesi de Hz. Musa'yı çok seviyorlardı. (Ebüssuûd)
وَلِتُصْنَعَ عَلٰى عَيْن۪يۢ [Gözümün önünde yetiştirilmen için] cümlesinde istiare-i temsiliyye vardır. Aşırı derecede korunma ve gözetlenme, bakanın gözü önünde yetiştirilen kimseye benzetildi. Çünkü bir şeyi koruyan, genellikle sürekli bir şekilde ona bakar. İşte bu, başkasının gözü önünde yetiştirilen kimseye benzetilmiştir. (Safvetü’t Tefâsîr)
Buradaki عَيْن۪ ile, bilme manası veya bakıp gözetme manası kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
عَلٰى عَيْن۪يۢ harf-i cerindeki istilâ, mecazî istilâdır. Yani güçlü bir beraberlik ifadesi için beraberlik manasındaki بِ harf-i cerinin yerine gelmiştir.
عَيْن۪يۢ kelimesi, gözetleme manasında mecazen gelmiştir. (Âşûr)
يَأْخُذْهُ - عَلَيْكَ kelimeleri arasında gaibden muhataba geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
فَلْيُلْقِهِ - اَلْقَيْتُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
عَدُوٌّ - مَحَبَّةً ve فَاقْذِف۪يهِ - فَلْيُلْقِهِ gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
["Üzerine, tarafımdan bir sevgi attım."] Zemahşerî şöyle der: " مِنّ۪يۚ ‘deki harf-i cer ya اَلْقَيْتُ fiiline müteallıktır ki buna göre mana: "Ben seni sevdim. Allah'ın sevdiğini, bütün kalpler de sever" şeklindedir. Ya da bu harf-i cer mahzûf bir fiile müteallıktır" İşte bu husustaki ikinci görüş de budur. O mahzuf şey, ayetteki "muhabbet" kelimesinin sıfatı olup, "Benim tarafımdan hasıl olan bir sevgi, yani Benim tarafımdan olan ve Benim yaratmamla olan bir sevgiyi senin üzerine attım. Bundan ötürü Firavun'un karısı, seni sevdi ve ["Benim için de, senin için de bir göz aydınlığı! Onu öldürmeyin"] (Kasas, 9) dedi" demektir. Rivayet olunduğuna göre, Hazreti Musa (as)'ın yüzünde öyle bir güzellik, gözlerinde öyle bir tatlı bakış vardı ki gören ona bakakalır, bundan kendini alamazdı. Bu tıpkı, 'Rahman onlar için (gönüllerde) bir sevgi verecektir '(Meryem/96) ayetinde olduğu gibidir. (Fahreddin er-Râzî)
Keşşâf sahibi şöyle der: Ayetteki zamirlerin hepsi, Hazreti Musa (as)'a racidir. Çünkü bunların bir kısmını Hazret-i Musa (as)'a bir kısmını da tabuta vermek, ayetin nazmında bir tenâfür (uygunsuzluk) bulunduğu neticesine götürür. Buna göre şayet, "Denize atılan da; sahile atılan da tabuttur" denirse, biz deriz ki: Denize atılan tabutun içinde olarak yine Hazret-i Musa (as) olduğunu söylemekte bir sakınca yoktur. Binaenaleyh bütün zamirlerin mercii farklı farklı olmamış ve böylece ayetin nazmında bir tenâfür olmamış olur. (Fahreddin er-Râzî)