Tâ-Hâ Sûresi 40. Ayet

اِذْ تَمْش۪ٓي اُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى مَنْ يَكْفُلُهُۜ فَرَجَعْنَاكَ اِلٰٓى اُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَۜ وَقَتَلْتَ نَفْساً فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ وَفَتَنَّاكَ فُتُوناً۠ فَلَبِثْتَ سِن۪ينَ ف۪ٓي اَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلٰى قَدَرٍ يَا مُوسٰى  ...

“Hani kız kardeşin (Firavun ailesine) gidiyor ve “size onun bakımını üstlenecek kimseyi göstereyim mi?” diyordu. Derken, gözü aydın olsun, üzülmesin diye seni annene döndürdük. (Sana baktı, büyüdün) ve (kazara) bir cana kıydın da biz seni kederden kurtardık, seni sıkı bir denemeden geçirdik (ve kaçıp Medyen’e gittin). Medyen halkı içinde yıllarca kaldın, sonra (peygamber olman için) takdir edilmiş bir zamanda (Tûr’a) geldin ey Mûsâ!”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِذْ hani
2 تَمْشِي gidiyordu م ش ي
3 أُخْتُكَ kızkardeşin ا خ و
4 فَتَقُولُ ve diyordu ق و ل
5 هَلْ mi?
6 أَدُلُّكُمْ size göstereyim د ل ل
7 عَلَىٰ
8 مَنْ birini
9 يَكْفُلُهُ ona bakacak ك ف ل
10 فَرَجَعْنَاكَ böylece seni geri verdik ر ج ع
11 إِلَىٰ
12 أُمِّكَ annene ا م م
13 كَيْ ki
14 تَقَرَّ aydın olsun ق ر ر
15 عَيْنُهَا gözü ع ي ن
16 وَلَا ve asla
17 تَحْزَنَ üzülmesin ح ز ن
18 وَقَتَلْتَ ve sen öldürmüştün ق ت ل
19 نَفْسًا bir adam ن ف س
20 فَنَجَّيْنَاكَ seni kurtarmıştık ن ج و
21 مِنَ
22 الْغَمِّ tasadan غ م م
23 وَفَتَنَّاكَ ve seni denemiştik ف ت ن
24 فُتُونًا (iyi bir) deneyişle ف ت ن
25 فَلَبِثْتَ sonra kaldın ل ب ث
26 سِنِينَ yıllarca س ن و
27 فِي arasında
28 أَهْلِ halkı ا ه ل
29 مَدْيَنَ Medyen
30 ثُمَّ sonra
31 جِئْتَ bize geldin ج ي ا
32 عَلَىٰ
33 قَدَرٍ belirlediğimiz vakitte ق د ر
34 يَا مُوسَىٰ Musa
 
Bu âyetlerde, başta Resûl-i Ekrem olmak üzere Allah’ın birliği inancına çağrıda bulunacak bütün tebliğ adamlarına, hangi şartlar altında olursa olsun, Allah’a olan güveni bir an bile yitirmemek gerektiği fikri, Hz. Mûsâ’nın hayatından kesitler verilerek telkin edilmektedir. Nitekim Hz. Mûsâ kendisine verilen görevin ağırlığı karşısında başarısız olmaktan endişelenmiş, ama yine rabbinin engin lutfuna sığınmıştı. Allah da ona, bu vazifeyi başarıyla yerine getirebilmesi için gönlünün ferahlatılması, zihninin açılması, işinin kolaylaştırılması, diline açıklık verilmesi ve yakınlarından bir yardımcıyla desteklenmesi hususundaki dileklerinin kabul edildiğini bildirmiş, hemen ardından da kendisinin bu günlere nasıl geldiğini hatırlatmıştır. Gerçekten, İsrâiloğulları’nın bütün erkek çocuklarının katledildiği bir ortamda Mûsâ’nın bizzat bu kararı alan Firavun’un sarayında büyütülmesi akıl alacak bir şey değildi. Yetişkinlik çağına geldiğinde hata ile adam öldürme olayına karışması da onun hayatına mal olabilirdi; fakat ilâhî lutuf sayesinde bundan da kurtulmuş, nihayet beklenen an gelmişti: Mûsâ, kendisini en ulu varlık olarak görmeye başlayan Firavun’u imana çağıracak ve İsrâiloğulları’nı Allah’ın yardımıyla onun zulmünden kurtaracaktı (Hz. Mûsâ’nın başından geçen bu olaylar hakkında Kur’an’da ve Kitâb-ı Mukaddes’te verilen bilgiler ve karşılaştırılması için bk. Bakara 2/49-59; Kasas 28/3 vd.). Firavun gibi kendisini insanların tanrısı sayacak kadar onları küçümseyen bir kibir âbidesinin yanına yaklaşıp diyalog kurabilmek kolay değildi. Cenâb-ı Allah Mûsâ’nın Firavun ailesi içinde yetişmesini sağlamak suretiyle ona bu imkânı çok önceden hazırlamıştı. Buna rağmen Hz. Mûsâ yüklendiği görevin ne kadar ağır olduğunun bilinci içinde endişelerini ifade etmekten ve rabbinden yardım dilemekten geri durmadı. Tefsirlerde Hz. Mûsâ’nın duasında yer alan “dilimden düğümü çöz” ifadesiyle neyin kastedildiği açıklanırken genellikle şu olay aktarılır: Mûsâ henüz küçükken, eşi Firavun’dan onu kucağına alıp sevmesini ister, Firavun bunu yapar, fakat Mûsâ onun sakalını yolar. Bunun üzerine Firavun “bu bana düşman!” diye haykırıp cellâtlarını çağırır. Karısı Firavun’un öfkesini yatıştırmak için onun henüz aklının ermediğini söyler ve bunu ispat için önüne, birinde mücevher diğerinde ateş bulunan iki kap koymasını önerir. Bu öneri uygulanır. Mûsâ elini içinde ateş bulunan kaba uzatıp bir kor parçasını ağzına götürür, böylece öldürülmekten kurtulur. Bu rivayeti aktaran müfessirler, 27. âyette, bu olaydan sonra Mûsâ’nın dilinde meydana gelen ârızaya ve bunun yol açtığı konuşma zorluğuna işaret bulunduğunu kaydederler (bk. Taberî, XVI, 159). Başka bir âyette belirtildiğine göre Mûsâ bu görevde kardeşi Hârûn’la desteklenmesini isterken onun kendisinden daha iyi konuştuğunu ifade ediyordu (Kasas 28/34).Yine bu bilgi ile paralellik taşıyan Tevrat’taki bir ifadeye göre Hârûn iyi bir hatip idi (Çıkış, 4/14). Fakat Hz. Mûsâ’nın bu dileği 28. âyette belirtilen gerekçe ve Mûsâ’nın yanı sıra Hârûn’un da Firavun’a tebliğde bulunmanın zorluklarıyla ilgili kaygılar taşıdığını gösteren 45. âyet ışığında incelendiğinde, onun kendisindeki fizyolojik bir ârızaya değil, üstlendiği görevin ağırlığı karşısında duyduğu sorumluluk duygusunun oluşturduğu psikolojik duruma ve bu konudaki endişelerine işaret etmek istediği anlaşılmaktadır. Zira 28. âyette belirtildiği üzere Hz. Mûsâ, “sözünün iyi anlaşılmasını” arzu etmektedir. Bu cümlenin yüklemini oluşturan “fekuhe” fiili Arap dilinde sıradan bir anlamayı değil, konunun inceliklerine inerek anlamayı ve derin bir idraki ifade etmek için kullanılır. Şu halde burada sırf bir konuşma kusuruna ve bunun yol açacağı anlama problemine değinildiğini söylemek isabetli olmaz. Öte yandan Hz. Mûsâ’nın bu dileği, büyünün ve göz boyama usullerinin çok revaçta olduğu bir toplumun ileri gelenlerini dahi akla ve idrak yeteneğine hitap eden delillerle ikna etme görevi üstlenmiş olduğunu, daha sonra halkın huzurunda sihirbazlara karşı ortaya konacak mûcizelerin ise tevhid çağrısının temel kanıtları olmayıp insanları kandırma aracı olarak kullanılan bu usullerin ne kadar temelsiz olduğunu gözler önüne sermeyi hedeflediğini göstermektedir. 24 ve 43. âyetlerde Firavun’a uyarıcı gönderilme gerekçesi olarak “onun sınırı çok aştığı” ifade edildiği halde 44. âyette “Yine de ona söyleyeceklerinizi yumuşak bir üslûpla söyleyiniz, ola ki aklını başına toplar veya içine bir korku düşer” buyurulması özellikle dinin tebliği görevinde başarılı olabilmek için izlenecek metodun ve kullanılacak üslûbun ne kadar önemli olduğunu ortaya koyması açısından oldukça dikkat çekicidir. Hz. Mûsâ’nın kardeşi Hârûn’la birlikte Firavun’a gidip ona bütün evrenin yaratıcısı olan Allah tarafından gönderilmiş elçiler olduklarını söylemeleri üzerine aralarında geçen diyalog ve Firavun’un kendini tanrı ilân ettiğine ilişkin ifadeler Kur’an’ın değişik yerlerinde farklı bağlamlar içinde özetlenir (meselâ bk. Şuarâ 26/23-29; Kasas 28/38; Nâziât79/24). Burada 49-53. âyetlerde de bu diyalogdan bir kesit verilmektedir: Firavun’un Mûsâ’ya alaycı bir ifadeyle “Sizin rabbiniz de kimmiş?” diye sorması üzerine, Mûsâ O’nun evrendeki her şeyi özüyle ve biçimiyle var eden sonra da her varlığa yolunu yordamını gösteren Allah olduğunu söylemiş, böylece Firavun da dahil olmak üzere her şeyin varlığını O’na borçlu olduğuna dikkat çekmişti. Ardından Firavun gelip geçen nesillerin durumunu sorarak muhtemelen, dünyada güç sahiplerinin yaptıklarının yanına kâr kaldığına işaret etmiş ve Mûsâ’dan buna açıklık getirmesini istemişti. Hz. Mûsâ onların da rabbinin bilgisi dışında olmadığını ve her şeyin Allah katında kayıtlı bulunduğunu ifade etmiş, Allah’ın ilminin ilâhî hikmet gereği yapılan bu kayıtlara bağlı olmadığını hatırlatmak üzere de O’nun asla yanılmaz ve unutmaz olduğunu sözlerine eklemişti. Râzî’nin tercihe şayan gördüğü yoruma göre ise, Firavun’un gelip geçen nesillere dair soru sorması konuyu değiştirme ve Hz. Mûsâ’yı hikâye türü açıklamalara çekip meşgul etme amacı taşıyordu; zira Mûsâ bir önceki soruya güçlü ve kuşatıcı bir cevap vermişti, Mûsâ’nın o konudaki ikna edici konuşmaya devam etmesinden ve çevresindeki insanların bundan etkilenmelerinden endişe duydu. Hz. Mûsâ da bunu anladığı için yeni soruya pek iltifat etmedi ve genel bir cevap vererek geçiştirmeyi yeğledi (XXII, 66-67. Firavun hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/103). 55. âyette Kur’an’ın değişik vesilelerle dikkat çektiği bir hususa, insanın topraktan geldiği yine oraya döndürüleceği, sonra da oradan tekrar hayata kavuşturulacağı yani öldükten sonra diriltileceği gerçeği hatırlatılmaktadır. Bazı kimselerce reenkarnasyon iddiasını güçlendirmek için bu ve benzeri âyetlerden de destek alınmaya çalışılmaktadır. Ancak bu isabetli değildir (bu konuda bk. Bakara 2/28). 
 
 

اِذْ تَمْش۪ٓي اُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى مَنْ يَكْفُلُهُۜ

 

اِذْ  zaman zarfı,  اَلْقَيْتُ  fiiline veya  تُصْنَعَ  ‘ya veya takdiri  أذكر  fiiline müteallıktır. 

تَمْش۪ٓي  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

إِذْ  : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) إِذْ  mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) إِذْ ‘den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c)  بَيْنَا  ve  بَيْنَمَا  dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnidir. Burada mef’ûlun fihdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

تَمْش۪ٓي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  اُخْتُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

فَ  atıf harfidir.  تَقُولُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir. 

Mekulü’l-kavli  هَلْ اَدُلُّكُمْ ‘dur.  تَقُولُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.      

هَلْ  istifham harfidir.  اَدُلُّكُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  عَلٰى  harf-i ceriyle birlikte  اَدُلُّكُمْ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  يَكْفُلُهُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

يَكْفُلُهُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.


  فَرَجَعْنَاكَ اِلٰٓى اُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  رَجَعْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اِلٰٓى اُمِّكَ  car mecruru  رَجَعْنَا  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

كَيْ  ve masdar-ı müevvel mukadder  ل۪  harf-i ceri ile birlikte  رَجَعْنَاكَ  fiiline müteallıktır.

تَقَرَّ  mansub muzari fiildir.  عَيْنُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


 وَلَا تَحْزَنَۜ وَقَتَلْتَ نَفْساً فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

تَحْزَنَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. 

قَتَلْتَ  atıf harfi  وَ  ‘la makabline matuftur.  قَتَلْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.  نَفْساً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

فَ  atıf harfidir.  نَجَّيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  مِنَ الْغَمِّ  car mecruru  نَجَّيْنَاكَ  fiiline müteallıktır. 

نَجَّيْنَا  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  نجو  ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 وَفَتَنَّاكَ فُتُوناً۠ فَلَبِثْتَ سِن۪ينَ ف۪ٓي اَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلٰى قَدَرٍ يَا مُوسٰى

 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  فَتَنَّا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

فُتُوناً۠  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فَ  istînâfiyyedir.  لَبِثْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. 

سِن۪ينَ  zaman zarfı,  لَبِثْتَ  fiiline müteallıktır. Cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti  ى ‘dir.  ف۪ٓي اَهْلِ  car mecruru  لَبِثْتَ  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır.  مَدْيَنَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. Cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:

1. Munsarif isimler: Tenvini ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.

2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.

Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

جِئْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. عَلٰى قَدَرٍ  car mecruru  جِئْتَ ‘deki failin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri;  موافقا لما قدّر لك أو كائنا على قدر معيّن  (Sana takdir edilene veya belli bir miktara razı olarak) şeklindedir.

يَا  nida harfidir.  مُوسٰى  münadadır. Müfred alem olup damme üzere mebni mukadder fiilin mef’ûlun bihi olarak mansubdur. Takdiri;  أدْعوُ  (Çağırıyorum) şeklindedir.

مُوسٰى  kelimesi gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

 

اِذْ تَمْش۪ٓي اُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى مَنْ يَكْفُلُهُۜ 

 

Fasılla gelen ayetle önceki ayet arasında meskutun anh mevcuttur.

اِذْ  ’in muzâfun ileyhi olan  تَمْش۪ٓي اُخْتُكَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَتَقُولُ  cümlesi öncesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Hz. Musa’nın kız kardeşinin sözleri olan mekulü’l-kavl cümlesi  هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى مَنْ يَكْفُلُهُ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Mecrur mahaldeki  مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu,  عَلٰى  harfiyle birlikte  اَدُلُّكُمْ  fiiline müteallıktır. Sılası olan  يَكْفُلُهُ  cümlesi, müspet muzari fiil olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.


فَرَجَعْنَاكَ اِلٰٓى اُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَۜ

 

Cümle, takdir edilmiş bir müstenefeye matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin mazi sıygada gelmesi hudûs, temekkün ve istikrar, azamet zamirine isnad edilmesi tazim ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Masdar harfi  كَيْ  ve akabindeki  تَقَرَّ عَيْنُهَا  cümlesi, mukadder  ل۪  harf-i ceri ile birlikte  رَجَعْنَاكَ  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Nefy üslubunda, talebî inşâî isnad olan  وَلَا تَحْزَنَۜ  cümlesi  تَقَرَّ عَيْنُهَا  cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

‘Gözü aydın olsun’ dedikten sonra ‘üzülmesin’ sözünün ilavesi onun mutluluğunun ne denli fazla olduğunu belirtmeye yönelik ıtnâbdır. Gözü aydın olan zaten hüzünlenmeyeceği için ikinci cümle birinciyi kuvvetlendirmiştir.

Burada  göz zikredilip insan kastedilmiştir. Maksat sevinç, mutluluktur. Bu da en çok gözden anlaşılır. Cüz’iyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Ayetteki, "Gözü aydın olsun ve tasalanmasın diye" cümlesine gelince, bununla şu kastedilmiştir: "Senin annene döndürülmenden maksat, annenin sevinmesi ve hüznünün gitmesidir." Bununla şu kastedilmiştir: "Annenin, sana kavuşmadan dolayı gözü aydın olsun ve kendisinden başkasının sütünün senin midene girmemesi sebebi ile de hüznü zail olsun." (Fahreddin er-Râzî)


وَقَتَلْتَ نَفْساً فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ وَفَتَنَّاكَ فُتُوناً۠ 

 

وَقَتَلْتَ نَفْساً , istînâf cümlesidir. Cümleler arasında meskûtun anh vardır.

Müspet mazi fiil sıygasında, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ  cümlesi,  قَتَلْتَ  cümlesine matuftur. Müspet mazi fiil faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlelerin azamet zamirine isnadı tazim ifade etmektedir.

Aynı üslupla gelen  فَتَنَّاكَ  cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. Mef’ûlu mutlak olan  فُتُوناً۠ , cümleyi tekid etmiştir.

‘’Seni çeşitli denemelerle denemiştik’’ sözü, çeşitli belalara maruz bırakmış ya da değişik imtihanlara tabi tutmuştuk demektir.  فُتُوناً۠  kelimesi  فتن 'in çoğuludur. (Beyzâvî) 

فُتُوناً ; Deneme manasında masdar olarak gelmiştir. Hem kötü hem de iyi deneme manasını barındırır.  الفِتْنَةُ  şeklindeki tekil hali ise sadece zarar veren manada kullanılır. Kelimenin sonundaki tenvin taklîl ifade eder. (Âşûr)


فَلَبِثْتَ سِن۪ينَ ف۪ٓي اَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلٰى قَدَرٍ يَا مُوسٰى

 

فَ , istînâfiyyedir.  فَلَبِثْتَ سِن۪ينَ ف۪ٓي اَهْلِ مَدْيَنَ , müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupla gelen  جِئْتَ عَلٰى قَدَرٍ  cümlesi,  ثُمَّ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

عَلٰى قَدَرٍ  derken harf-i cer mecazî istilâ için temekkün manasında gelmiştir. (Âşûr)

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

Ayetin sonundaki nida ve münada, takdiri  أدعو  (Çağırıyorum) olan mahzuf fiilin mef’ûlüdür. İtiraziyye olan cümle nidâ üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”In Kullanımı)

Ayetin sonunda "Ey Musa!" denilmesi, Hz. Musa'yı teşrif için ve birinciden sonra ikinci kez anlatılan hikâyenin sonuna gelindiğine dikkat çekmek, içindir. (Ebüssuûd)

اَدُلُّكُمْ  يَكْفُلُهُۜ  ve  اُخْتُكَ  اُمِّكَ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr, قَتَلْتَ - نَجَّيْنَا  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatları vardır.