قَالَ فَمَنْ رَبُّكُمَا يَا مُوسٰى
قَالَ فَمَنْ رَبُّكُمَا يَا مُوسٰى
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
Muzari fiillerin ( أَنَا – أَنْتَ – نَخْنُ ...) zamirleri fail (özne) konumunda olduklarında vücûben (zorunlu olarak) müstetir olurlar yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. ( هُوَ - هِيَ ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevazendir, yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mekulü’l-kavli, فَمَنْ رَبُّكُمَا ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن أوحي إليكما فمن ربّكما (Size vahyolunuyorsa Rabbiniz kimdir?) şeklindedir.
İstifham ismi مَنْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
رَبُّكُمَا mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَا nida harfidir. مُوسٰى münadadır. Müfred alem olup damme üzere mebni mukadder fiilin mef’ûlun bihi olarak mansubdur. Takdiri; أدْعوُ (Çağırıyorum) şeklindedir.
مُوسٰى kelimesi gayri munsarıftır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf ( اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ )” da denir.
Burada مُوسٰى kelimesi Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) olmasıyla beraber , ‘ucme/ a’cemi: Bir ismin yabancı bir dilden Arapçaya geçmiş olmasından dolayı gayri munsarife girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ فَمَنْ رَبُّكُمَا يَا مُوسٰى
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ayetler arasında meskûtun anh mevcuttur.
Allah Teâlâ’nın ikisine öğrettiği sözleri içeren ayetlerden hemen sonra Firavun’un cevabı gelince, Musa (as) ve Harun’un (as) Firavun’a gidip öğrendikleri sözleri aktardıklarını anlıyoruz.
مَنْ رَبُّكُمَا يَا مُوسٰى cümlesi, takdiri … إن أوحي إليكما (Eğer size vahyolunuyorsa) olan mahzuf bir şartın cevabıdır. Cümleye dahil olan rabıta فَ ‘si, bu hazfin işaretidir. Bu فَ harfini fasiha olarak yorumlayan alimler de vardır.
Cevap cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham ismi مَنْ mübtedadır. Müsned olan رَبُّكُمَا , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.
Mahzuf şart ve cevabından oluşan terkip قَالَ fiilinin mekulü’l-kavlidir. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayetin sonundaki nida ve münada, takdiri أدعو [Çağırıyorum] olan mahzuf fiilin mef’ûlüdür.
Ayetin sonundaki itiraziyye olan يَا مُوسٰى cümlesi nida üslubunda talebi inşâî isnaddır.
İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”In Kullanımı)
Firavun: ‘’Siz İkinizin Rabbi kim?’’ diyerek, iki kişiye hitap etmiş, ama nidayı, "Ey Musa" diyerek, sadece birine yöneltmiştir. (Fahreddin er-Râzî) Dolayısıyla iltifat vardır.
Hazret-i Musa ve Harun, Firavun'a varıp emrolunduklarını ona tebliğ ettikten sonra Firavun dedi ki: … Bunların zikredilmemesi, îcâz için ve onların aldıkları emirleri hiç gecikmeksizin süratle yerine getirdiklerini ve bir de bunların sarahatle zikrine ihtiyaç olmayacak kadar açık olduklarını zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd ve Âşûr)
Hazret-i Musa ve Harun (as) "Biz şüphesiz Rabbinin elçileriyiz.", "Biz gerçekten Rabbinden sana bir mucize getirdik" sözlerinde Firavun'a "senin rabbin" dedikleri halde, Firavun, onların sözlerini hikâye etmek yoluyla da olsa, "benim Rabbim de kim?" dememesi, son derece azgınlığının ve serkeşliğinin ifadesidir. "Sizin Rabbiniz de kim?" demiş, çünkü elçileri gönderenin, elçilerin Rabbi olması lazımdır. Yahut Hz. Musa ile Harun, "Şüphesiz biz, alemlerin Rabbinin elçisiyiz." sözlerinde kendi Rablerinin, herkesin Rabbi olduğunu sarahatle belirtmişlerdi. Yani siz Rabbinizin iki elçisi iseniz, o halde bana söyleyin; sizi gönderen Rabbiniz kimdir?
Firavun, her ikisine hitap ettiği halde nidayı Hz. Musa'ya tahsis etmiş (ey Musa! demiş), çünkü peygamberlikte asıl olan Hz. Musa'dır; Hz. Harun ise, onun veziridir. (Ebüssuûd ve Âşûr)
Firavun, Hazreti Musa (as) ile, Cenab-ı Hakk'ın mevcut olması konusunda münakaşa etmemiş, aksine Allah'ın mahiyetini sormuştur. Dolayısıyla bu, Firavun'un Allah'ın varlığını itiraf ettiğine delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)
Cenab-ı Hak bu surede Firavun'un, "Ey Musa, sizin Rabbiniz kim"dediğini, Şuara Suresinde ise, قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ الْعَالَم۪ينَ [Alemlerin Rabbi ne?] (Şuara/23) dediğini nakletmiştir. Binaenaleyh burada, keyfiyetin sorulduğu مَنْ /kim? edatı ile, orada ise mahiyetin sorulduğu مَا /ne? edatı ile soru sormuştur. Bu ikisi, birbirinden farklıdır, ama sorulan hadise ve varlık aynıdır. Doğrusu, "Kim" edatı ile sorulanın, "ne" edatı ile sorulandan önce olmasıdır. Çünkü Cenab-ı Hak, "Ben, Allah'ım ve Rabbim" diye cevap vermiştir. Firavun da: "Sizin Rabbiniz kim" demişti. Bunun üzerine Hazret-i Musa (as), Allah'ın varlığına deliller getirip, bu deliller çok açık ve net olduğundan dolayı Firavun bunlara cevap veremeyeceğini anlayınca, ikinci hususa yani mahiyeti sormaya geçmiştir. Bu da, onun Allah'ı bildiğine dikkat çeken hususlardandır. Çünkü o, bunu çok açık ve net olarak bildiği için bu hususta münakaşa etmeyi bırakmış ve en zor konu olan Allah'ın mahiyeti (ne olduğu) konusuna geçmiştir. Çünkü insan için Allah'ın mahiyetini bilmek mümkün değildir. (Fahreddin er-Râzî)