Tâ-Hâ Sûresi 50. Ayet

قَالَ رَبُّنَا الَّـذ۪ٓي اَعْطٰى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدٰى  ...

Mûsâ, “Rabbimiz, her şeye hilkatini (yaratılış özelliklerini) veren, sonra onlara yol gösterendir” dedi.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ق و ل
2 رَبُّنَا Rabbimiz ر ب ب
3 الَّذِي o ki
4 أَعْطَىٰ verendir ع ط و
5 كُلَّ her ك ل ل
6 شَيْءٍ şeye ش ي ا
7 خَلْقَهُ yaratılışını خ ل ق
8 ثُمَّ sonra
9 هَدَىٰ onu doğru yola iletendir ه د ي
 
Bu âyetlerde, başta Resûl-i Ekrem olmak üzere Allah’ın birliği inancına çağrıda bulunacak bütün tebliğ adamlarına, hangi şartlar altında olursa olsun, Allah’a olan güveni bir an bile yitirmemek gerektiği fikri, Hz. Mûsâ’nın hayatından kesitler verilerek telkin edilmektedir. Nitekim Hz. Mûsâ kendisine verilen görevin ağırlığı karşısında başarısız olmaktan endişelenmiş, ama yine rabbinin engin lutfuna sığınmıştı. Allah da ona, bu vazifeyi başarıyla yerine getirebilmesi için gönlünün ferahlatılması, zihninin açılması, işinin kolaylaştırılması, diline açıklık verilmesi ve yakınlarından bir yardımcıyla desteklenmesi hususundaki dileklerinin kabul edildiğini bildirmiş, hemen ardından da kendisinin bu günlere nasıl geldiğini hatırlatmıştır. Gerçekten, İsrâiloğulları’nın bütün erkek çocuklarının katledildiği bir ortamda Mûsâ’nın bizzat bu kararı alan Firavun’un sarayında büyütülmesi akıl alacak bir şey değildi. Yetişkinlik çağına geldiğinde hata ile adam öldürme olayına karışması da onun hayatına mal olabilirdi; fakat ilâhî lutuf sayesinde bundan da kurtulmuş, nihayet beklenen an gelmişti: Mûsâ, kendisini en ulu varlık olarak görmeye başlayan Firavun’u imana çağıracak ve İsrâiloğulları’nı Allah’ın yardımıyla onun zulmünden kurtaracaktı (Hz. Mûsâ’nın başından geçen bu olaylar hakkında Kur’an’da ve Kitâb-ı Mukaddes’te verilen bilgiler ve karşılaştırılması için bk. Bakara 2/49-59; Kasas 28/3 vd.). Firavun gibi kendisini insanların tanrısı sayacak kadar onları küçümseyen bir kibir âbidesinin yanına yaklaşıp diyalog kurabilmek kolay değildi. Cenâb-ı Allah Mûsâ’nın Firavun ailesi içinde yetişmesini sağlamak suretiyle ona bu imkânı çok önceden hazırlamıştı. Buna rağmen Hz. Mûsâ yüklendiği görevin ne kadar ağır olduğunun bilinci içinde endişelerini ifade etmekten ve rabbinden yardım dilemekten geri durmadı. Tefsirlerde Hz. Mûsâ’nın duasında yer alan “dilimden düğümü çöz” ifadesiyle neyin kastedildiği açıklanırken genellikle şu olay aktarılır: Mûsâ henüz küçükken, eşi Firavun’dan onu kucağına alıp sevmesini ister, Firavun bunu yapar, fakat Mûsâ onun sakalını yolar. Bunun üzerine Firavun “bu bana düşman!” diye haykırıp cellâtlarını çağırır. Karısı Firavun’un öfkesini yatıştırmak için onun henüz aklının ermediğini söyler ve bunu ispat için önüne, birinde mücevher diğerinde ateş bulunan iki kap koymasını önerir. Bu öneri uygulanır. Mûsâ elini içinde ateş bulunan kaba uzatıp bir kor parçasını ağzına götürür, böylece öldürülmekten kurtulur. Bu rivayeti aktaran müfessirler, 27. âyette, bu olaydan sonra Mûsâ’nın dilinde meydana gelen ârızaya ve bunun yol açtığı konuşma zorluğuna işaret bulunduğunu kaydederler (bk. Taberî, XVI, 159). Başka bir âyette belirtildiğine göre Mûsâ bu görevde kardeşi Hârûn’la desteklenmesini isterken onun kendisinden daha iyi konuştuğunu ifade ediyordu (Kasas 28/34).Yine bu bilgi ile paralellik taşıyan Tevrat’taki bir ifadeye göre Hârûn iyi bir hatip idi (Çıkış, 4/14). Fakat Hz. Mûsâ’nın bu dileği 28. âyette belirtilen gerekçe ve Mûsâ’nın yanı sıra Hârûn’un da Firavun’a tebliğde bulunmanın zorluklarıyla ilgili kaygılar taşıdığını gösteren 45. âyet ışığında incelendiğinde, onun kendisindeki fizyolojik bir ârızaya değil, üstlendiği görevin ağırlığı karşısında duyduğu sorumluluk duygusunun oluşturduğu psikolojik duruma ve bu konudaki endişelerine işaret etmek istediği anlaşılmaktadır. Zira 28. âyette belirtildiği üzere Hz. Mûsâ, “sözünün iyi anlaşılmasını” arzu etmektedir. Bu cümlenin yüklemini oluşturan “fekuhe” fiili Arap dilinde sıradan bir anlamayı değil, konunun inceliklerine inerek anlamayı ve derin bir idraki ifade etmek için kullanılır. Şu halde burada sırf bir konuşma kusuruna ve bunun yol açacağı anlama problemine değinildiğini söylemek isabetli olmaz. Öte yandan Hz. Mûsâ’nın bu dileği, büyünün ve göz boyama usullerinin çok revaçta olduğu bir toplumun ileri gelenlerini dahi akla ve idrak yeteneğine hitap eden delillerle ikna etme görevi üstlenmiş olduğunu, daha sonra halkın huzurunda sihirbazlara karşı ortaya konacak mûcizelerin ise tevhid çağrısının temel kanıtları olmayıp insanları kandırma aracı olarak kullanılan bu usullerin ne kadar temelsiz olduğunu gözler önüne sermeyi hedeflediğini göstermektedir. 24 ve 43. âyetlerde Firavun’a uyarıcı gönderilme gerekçesi olarak “onun sınırı çok aştığı” ifade edildiği halde 44. âyette “Yine de ona söyleyeceklerinizi yumuşak bir üslûpla söyleyiniz, ola ki aklını başına toplar veya içine bir korku düşer” buyurulması özellikle dinin tebliği görevinde başarılı olabilmek için izlenecek metodun ve kullanılacak üslûbun ne kadar önemli olduğunu ortaya koyması açısından oldukça dikkat çekicidir. Hz. Mûsâ’nın kardeşi Hârûn’la birlikte Firavun’a gidip ona bütün evrenin yaratıcısı olan Allah tarafından gönderilmiş elçiler olduklarını söylemeleri üzerine aralarında geçen diyalog ve Firavun’un kendini tanrı ilân ettiğine ilişkin ifadeler Kur’an’ın değişik yerlerinde farklı bağlamlar içinde özetlenir (meselâ bk. Şuarâ 26/23-29; Kasas 28/38; Nâziât79/24). Burada 49-53. âyetlerde de bu diyalogdan bir kesit verilmektedir: Firavun’un Mûsâ’ya alaycı bir ifadeyle “Sizin rabbiniz de kimmiş?” diye sorması üzerine, Mûsâ O’nun evrendeki her şeyi özüyle ve biçimiyle var eden sonra da her varlığa yolunu yordamını gösteren Allah olduğunu söylemiş, böylece Firavun da dahil olmak üzere her şeyin varlığını O’na borçlu olduğuna dikkat çekmişti. Ardından Firavun gelip geçen nesillerin durumunu sorarak muhtemelen, dünyada güç sahiplerinin yaptıklarının yanına kâr kaldığına işaret etmiş ve Mûsâ’dan buna açıklık getirmesini istemişti. Hz. Mûsâ onların da rabbinin bilgisi dışında olmadığını ve her şeyin Allah katında kayıtlı bulunduğunu ifade etmiş, Allah’ın ilminin ilâhî hikmet gereği yapılan bu kayıtlara bağlı olmadığını hatırlatmak üzere de O’nun asla yanılmaz ve unutmaz olduğunu sözlerine eklemişti. Râzî’nin tercihe şayan gördüğü yoruma göre ise, Firavun’un gelip geçen nesillere dair soru sorması konuyu değiştirme ve Hz. Mûsâ’yı hikâye türü açıklamalara çekip meşgul etme amacı taşıyordu; zira Mûsâ bir önceki soruya güçlü ve kuşatıcı bir cevap vermişti, Mûsâ’nın o konudaki ikna edici konuşmaya devam etmesinden ve çevresindeki insanların bundan etkilenmelerinden endişe duydu. Hz. Mûsâ da bunu anladığı için yeni soruya pek iltifat etmedi ve genel bir cevap vererek geçiştirmeyi yeğledi (XXII, 66-67. Firavun hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/103). 55. âyette Kur’an’ın değişik vesilelerle dikkat çektiği bir hususa, insanın topraktan geldiği yine oraya döndürüleceği, sonra da oradan tekrar hayata kavuşturulacağı yani öldükten sonra diriltileceği gerçeği hatırlatılmaktadır. Bazı kimselerce reenkarnasyon iddiasını güçlendirmek için bu ve benzeri âyetlerden de destek alınmaya çalışılmaktadır. Ancak bu isabetli değildir (bu konuda bk. Bakara 2/28). 
 
 

قَالَ رَبُّنَا الَّـذ۪ٓي اَعْطٰى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدٰى

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. Mekulü’l-kavli,  رَبُّنَا الَّـذ۪ٓي اَعْطٰى ‘dır.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  رَبُّنَا  mübteda olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّـذ۪ٓي , mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَعْطٰى ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.  اَعْطٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.  كُلَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

خَلْقَهُ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

هَدٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.  اَعْطٰى  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  عطو ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

قَالَ رَبُّنَا الَّـذ۪ٓي اَعْطٰى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدٰى

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ayette Musa ve Harun (as) Firavun’un sorusunu cevaplamaktadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  رَبُّنَا الَّـذ۪ٓي اَعْطٰى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Müsnedün ileyh olan  رَبُّنَا , izafet formunda gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir. Ayrıca bu izafet muzâfun ileyhin şanı içindir.

Cümlenin müsnedi olan  الَّـذ۪ٓي , sonraki habere dikkat çekmek amacının yanında tazim ve yüceltmek için ism-i mevsûlle marife olmuştur. Sılası olan  اَعْطٰى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ  cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Ayette müsned, ism-i mevsûl olarak zikredilmiştir. Yaratmak ve doğru yolu göstermek çok büyük iştir ve ancak ilah olan bir varlığın yapabileceği bir şeydir. Firavun ise aciz bir mahluk olduğundan bunların hiçbirine muktedir değildir. Ayet bu gerçeği vurgulamak, Firavun’u hakir görüp Rabbi yüceltmek için müsnedi ism-i mevsûl olarak zikretmiştir.

Musa (as)'ın buradaki "Bizim Rabbimiz her şeyi yaratıp sonra da yol gösterendir sözündeki  الَّـذ۪ٓي  kelimesi, marife olan bir mefhumu malum bir cümle ile tavsif etmeyi ifade eder. Dolayısıyla bu mananın mutlaka, Firavun tarafından bilindiğine hükmetmek gerekir. (Fahreddin er-Râzî)

شَيْءٍ ‘deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.

الخَلْقُ ; meydana getirme anlamında bir masdardır ve  الإعْطاءِ  yani verme fiili ile birlikte kullanılarak, yaratmanın ve meydana getirmenin bir nimet olduğuna dikkat çekilmiştir. Bu şekildeki kullanım hem rububiyete hem de nimetlerin hatırlatılmasına bir istidlal niteliğindedir. (Âşûr)

ثُمَّ  hem zamansal (kronolojik) hem rütbe (sıra) anlamında bir düzeni ifade eden atıf harfidir. (Âşûr)

Ayetin sonundaki  هَدٰى  fiili,  ثُمَّ  atıf harfiyle sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.