Tâ-Hâ Sûresi 69. Ayet

وَاَلْقِ مَا ف۪ي يَم۪ينِكَ تَلْقَفْ مَا صَنَعُواۜ اِنَّمَا صَنَعُوا كَيْدُ سَاحِرٍۜ وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُ حَيْثُ اَتٰى  ...

“Sağ elindekini (değneğini) at ki, onların yaptıklarını yutsun. Şüphesiz yaptıkları bir sihirbaz hilesidir. Sihirbaz ise nereye varsa kurtuluşa eremez.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَلْقِ ve at ل ق ي
2 مَا olanı
3 فِي
4 يَمِينِكَ sağ elinde ي م ن
5 تَلْقَفْ yutsun ل ق ف
6 مَا şeyleri
7 صَنَعُوا onların yaptıkları ص ن ع
8 إِنَّمَا çünkü
9 صَنَعُوا onların yaptıkları ص ن ع
10 كَيْدُ hilesidir ك ي د
11 سَاحِرٍ bir büyücünün س ح ر
12 وَلَا ve asla
13 يُفْلِحُ iflah olmaz ف ل ح
14 السَّاحِرُ büyücü س ح ر
15 حَيْثُ nereye ح ي ث
16 أَتَىٰ varsa ا ت ي
 
İsrâiloğulları’nın Mısır’daki varlığının ve Hz. Mûsâ tarafından eski yurtlarına götürülmeleri için ortaya konan çabanın Firavun yönetimi nezdinde oluşturduğu siyasî kaygılar, psikolojik bir harp ortamı doğurmuştu. Böyle bir ortamda, o günün şartları içinde geniş kitleleri derinden etkilemekte olan ve dinî bir hüviyet de taşıyan sihir olgusunu ön plana çıkaran bir mücadele metodu, Hz. Mûsâ’nın peygamberliğini ve liderliğini kabul ettirmesini kolaylaştırabilecekti. Çünkü Firavun ve çevresindeki ileri gelenler de sihri tevhid çağrısına karşı kullanabilecekleri en etkili silâh olarak görüyorlar ve sihirbazlara bir taraftan baskı, bir taraftan da teşvik uygulayarak bu mücadeleden mutlak zaferle çıkacaklarını sanıyorlardı. İlâhî irade böyle bir atmosferde Hz. Mûsâ’yı sihirbazların bütün hünerlerini boşa çıkaracak mûcizelerle donatıp Firavun ve çevresindekilere bir imtihan fırsatı daha vermek şeklinde tecelli etmişti. Bu âyetlerde ve Kur’an’ın başka yerlerinde açıklandığı üzere, bizzat bu silâhı kullanan sihirbazlar dahi apaçık hakikati gördükleri için imana geldikleri halde Firavun ve adamları inkârcılıktaki inatlarını sürdürdüler, Firavun bununla da yetinmeyip iman eden sihirbazları çok ağır ceza ve işkencelerle tehdit etme yoluna girdi. Fakat birkaç saat öncesine kadar Firavun’un gözüne girip ödül almak için yarışan bu insanlar imanın lezzetini tattıktan sonra âhiret mutluluğunun–hayatın bağışlanması tarzında bile olsa– dünyadaki hiçbir ödülle değişilemeyeceğini idrak edip bunu açıkça ifade etme cesaretini gösterdiler (bu olayla ilgili bilgilerin Kitâb-ı Mukaddes’tekilerle karşılaştırılması için bk. A‘râf 7/103-126). Tefsirlerde 56. âyette Firavun’a gösterildiği ifade edilen kanıtların neler olduğu açıklanırken genellikle tevhide (Allah’ın birliğine) ilişkindeliller ve Hz. Mûsâ’nın peygamberliğini ortaya koyan mûcizeler üzerinde durulur. Ayrıca, bunlardan “bütün kanıtlarımızı” şeklinde söz edilmiş olmakla beraber Arap dilindeki kullanımlar dikkate alınarak bu ifadenin, “pek çok âyetimizi / kanıtımızı, bunca âyetimizi / kanıtımızı” şeklinde anlaşılmasının uygun olacağı belirtilir (bk. Râzî, XXII, 70-71). 58. âyetin “uygun bir yer” şeklinde tercüme ettiğimiz kısmı, “iki tarafa eşit uzaklıkta bir yer, seyircilerin görüşünü engellemeyecek düz bir alan, iki tarafın da rızâ göstereceği bir yer, şu anda bulunduğumuz mekân” gibi mânalarla açıklanmıştır (bk. Râzî, XXII, 71-72). 59. âyette “şenlik günü” diye çevrilen yevmü’z-zîne tamlaması hakkında değişik açıklamalar yapılmıştır; bunların ortak noktası, Hz. Mûsâ’nın o toplumda şenlik veya kutlama amacı taşıyan ve halkı bir araya getiren belirli bir güne atıfta bulunmuş olduğudur. Bu ifadenin Firavun’a ait olduğu yorumu da yapılmıştır (Zemahşerî, II, 438; Râzî, XXII, 72-73). 63. âyetin “tuttuğunuz örnek yolu” şeklinde tercüme ettiğimiz kısmına “sahip olduğunuz onurlu ve seçkin konumu” şeklinde mâna vermek de mümkündür (bk. Taberî, XVI, 182-183; İbn Atıyye, IV, 51). 67-68. âyetlerden, sihirbazların halkın gözünü bağlayan bir büyü ortaya koyması karşısında Hz. Mûsâ’nın dahi bir an için etkilenip insanların buna kapılmalarından endişe duyduğu (İbn Atıyye, IV, 51-52), fakat Allah’ın gerçeği bildirmesiyle mâneviyatının yükseltildiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte 69. âyet onun üstün gelmesinin sihir yarışını kazanma anlamında alınmaması için sihirbazların ortaya koydukları çabanın dinen asla tasvip edilmediğine de dikkat çekilmiştir (sihir konusunda bilgi için bk. Bakara 2/102). 
Kuran Yolu Tefsiri
 

وَاَلْقِ مَا ف۪ي يَم۪ينِكَ تَلْقَفْ مَا صَنَعُواۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  اَلْقِ  illet harfinin hazfi ile emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

ف۪ي يَم۪ينِكَ  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  karînesi olmadan gelen  تَلْقَفْ   cümlesi mukadder şartın cevabıdır. Takdiri, إن تلق ما (Şeyi atarsan…) şeklindedir.

تَلْقَفْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir. 

Müşterek ismi mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  صَنَعُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

صَنَعُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 


 اِنَّمَا صَنَعُوا كَيْدُ سَاحِرٍۜ 

 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

مَا  ism-i mevsûl olup  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  صَنَعُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

صَنَعُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

كَيْدُ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.  سَاحِرٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 


 وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُ حَيْثُ اَتٰى

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir. لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

يُفْلِحُ  merfû muzari fiildir. السَّاحِرُ  fail olup lafzen merfûdur.  حَيْثُ  mekân zarfı,  يُفْلِحُ  fiiline müteallıktır.

حَيْثُ  mekân zarfıdır. Bu edat cümleye muzâf olur. Edattan sonraki cümle isim ve fiil cümlesi olabilir. Edat kendisinden önceki bir fiilin mekân zarfı yani mef‘ûlun fihidir. Sonu damme üzere mebni olduğundan mahallen mansubdur.

اَتٰى  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَتٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

السَّاحِرُ  kelimesi sülâsî mücerred olan  سحر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُفْلِحُ   fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  فلح ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

وَاَلْقِ مَا ف۪ي يَم۪ينِكَ تَلْقَفْ مَا صَنَعُواۜ 

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki mekulü’l-kavl cümlesine atfedilmiştir.

Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası mahzuftur.  ف۪ي يَم۪ينِكَ , bu mahzuf sılaya müteallıktır. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

تَلْقَفْ مَا صَنَعُواۜ  talebin cevap fiili olarak meczumdur.

تَلْقَفْ  fiilinin mef’ûlu konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  صَنَعُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidai kelamdır. 

[Sağ elindekini at] ifadesinde ne olduğunu söylemeyip kapalı bırakması onu gözden düşürmek içindir. Yani onların iplerine ve sopalarına aldırma, elindeki o sırık parçasını at demektir ya da onu büyütmek için söylemiştir, yani o şeylerin çokluk ve kalabalığına aldırma; çünkü senin sağ elindeki şey etki bakımından onlardan daha büyüktür.

تَلْقَفْ  fiilinin aslı  تَتَلْقَفْ  şeklindedir. İki  تَ 'den biri hazf edilmiştir. Muzaraat harfinin te’nise de hitaba da ait olması ihtimali vardır. O zaman fiil müsebbebe (sonuca) isnat edilmiş olur. (Beyzâvî)

Sağ elindeki asanı yere atıver, demektir. Nitekim A'râf sûresinde böyle zikredilmektedir. Burada asanın açık olarak zikredilmeyip müphem bırakılması, durumunu korkunç göstermek, şanını tazim etmek ve bu asanın, normal eserleri olan asalar cinsinden, olmadığını, fakat bu asanın, cinsinin diğer fertlerinin dışında, mahiyeti müphem ve eserleri garip bir asâ olduğunu bildirmek içindir. Başka ayetlerde asanın sarih olarak zikredilip bu nüktenin gözetilmemesi, hadisenin hikâye edilmesinde de bunun gözetilmemesini gerektirmez. ( Ebüssuûd) 


اِنَّمَا صَنَعُوا كَيْدُ سَاحِرٍۜ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ  ile tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّ ’nin isminin müşterek ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tazim amacına matuftur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nin sılası olan  صَنَعُوا , müspet mazi fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اِنَّ ’nin haberi olan  كَيْدُ سَاحِرٍ  cümlesi, veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.

سَاحِرٍۜ ’deki tenvin tahkir içindir.

سَاحِرٍۜ 'in tekil olması ondan mutlak cins murat edilmesindendir. Bunun içindir ki   وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُ  buyurmuştur. Yani sihirbaz cinsi iflah olmaz demektir. Birinci  سَاحِرٍۜ 'in nekre olması muzâfı nekre kılmak içindir. (Beyzâvî)


 وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُ حَيْثُ اَتٰى

 

Cümle atıf harfi وَ ’la  اِنَّمَا صَنَعُوا…رٍ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  اَتٰى  cümlesi, mekân zarfı  حَيْثُ ’nun muzâfun ileyhidir.

السَّاحِرُ ‘deki marifelik, bilinen cinsi kastetmesi dolayısıyla cins içindir. (Âşûr)  

صَنَعُوا - السَّاحِرُ - مَا  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Asanın şanının ve ilâhî bir mucize olmasının belirtilmesi, sebebi daha da takviye edeceği halde belirtilmemesi, bunların açık olduğunun zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)