Tâ-Hâ Sûresi 70. Ayet

فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّداً قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ هٰرُونَ وَمُوسٰى  ...

(Mûsâ’nın değneği, sihirbazların ipleriyle değneklerini yutunca) sihirbazlar hemen secdeye kapandılar ve, “Hârûn ve Mûsâ’nın Rabbine inandık” dediler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأُلْقِيَ sonra kapandılar ل ق ي
2 السَّحَرَةُ büyücüler س ح ر
3 سُجَّدًا secdeye س ج د
4 قَالُوا dediler ق و ل
5 امَنَّا inandık ا م ن
6 بِرَبِّ Rabbine ر ب ب
7 هَارُونَ Harun’un
8 وَمُوسَىٰ ve Musa’nın
 
İsrâiloğulları’nın Mısır’daki varlığının ve Hz. Mûsâ tarafından eski yurtlarına götürülmeleri için ortaya konan çabanın Firavun yönetimi nezdinde oluşturduğu siyasî kaygılar, psikolojik bir harp ortamı doğurmuştu. Böyle bir ortamda, o günün şartları içinde geniş kitleleri derinden etkilemekte olan ve dinî bir hüviyet de taşıyan sihir olgusunu ön plana çıkaran bir mücadele metodu, Hz. Mûsâ’nın peygamberliğini ve liderliğini kabul ettirmesini kolaylaştırabilecekti. Çünkü Firavun ve çevresindeki ileri gelenler de sihri tevhid çağrısına karşı kullanabilecekleri en etkili silâh olarak görüyorlar ve sihirbazlara bir taraftan baskı, bir taraftan da teşvik uygulayarak bu mücadeleden mutlak zaferle çıkacaklarını sanıyorlardı. İlâhî irade böyle bir atmosferde Hz. Mûsâ’yı sihirbazların bütün hünerlerini boşa çıkaracak mûcizelerle donatıp Firavun ve çevresindekilere bir imtihan fırsatı daha vermek şeklinde tecelli etmişti. Bu âyetlerde ve Kur’an’ın başka yerlerinde açıklandığı üzere, bizzat bu silâhı kullanan sihirbazlar dahi apaçık hakikati gördükleri için imana geldikleri halde Firavun ve adamları inkârcılıktaki inatlarını sürdürdüler, Firavun bununla da yetinmeyip iman eden sihirbazları çok ağır ceza ve işkencelerle tehdit etme yoluna girdi. Fakat birkaç saat öncesine kadar Firavun’un gözüne girip ödül almak için yarışan bu insanlar imanın lezzetini tattıktan sonra âhiret mutluluğunun–hayatın bağışlanması tarzında bile olsa– dünyadaki hiçbir ödülle değişilemeyeceğini idrak edip bunu açıkça ifade etme cesaretini gösterdiler (bu olayla ilgili bilgilerin Kitâb-ı Mukaddes’tekilerle karşılaştırılması için bk. A‘râf 7/103-126). Tefsirlerde 56. âyette Firavun’a gösterildiği ifade edilen kanıtların neler olduğu açıklanırken genellikle tevhide (Allah’ın birliğine) ilişkindeliller ve Hz. Mûsâ’nın peygamberliğini ortaya koyan mûcizeler üzerinde durulur. Ayrıca, bunlardan “bütün kanıtlarımızı” şeklinde söz edilmiş olmakla beraber Arap dilindeki kullanımlar dikkate alınarak bu ifadenin, “pek çok âyetimizi / kanıtımızı, bunca âyetimizi / kanıtımızı” şeklinde anlaşılmasının uygun olacağı belirtilir (bk. Râzî, XXII, 70-71). 58. âyetin “uygun bir yer” şeklinde tercüme ettiğimiz kısmı, “iki tarafa eşit uzaklıkta bir yer, seyircilerin görüşünü engellemeyecek düz bir alan, iki tarafın da rızâ göstereceği bir yer, şu anda bulunduğumuz mekân” gibi mânalarla açıklanmıştır (bk. Râzî, XXII, 71-72). 59. âyette “şenlik günü” diye çevrilen yevmü’z-zîne tamlaması hakkında değişik açıklamalar yapılmıştır; bunların ortak noktası, Hz. Mûsâ’nın o toplumda şenlik veya kutlama amacı taşıyan ve halkı bir araya getiren belirli bir güne atıfta bulunmuş olduğudur. Bu ifadenin Firavun’a ait olduğu yorumu da yapılmıştır (Zemahşerî, II, 438; Râzî, XXII, 72-73). 63. âyetin “tuttuğunuz örnek yolu” şeklinde tercüme ettiğimiz kısmına “sahip olduğunuz onurlu ve seçkin konumu” şeklinde mâna vermek de mümkündür (bk. Taberî, XVI, 182-183; İbn Atıyye, IV, 51). 67-68. âyetlerden, sihirbazların halkın gözünü bağlayan bir büyü ortaya koyması karşısında Hz. Mûsâ’nın dahi bir an için etkilenip insanların buna kapılmalarından endişe duyduğu (İbn Atıyye, IV, 51-52), fakat Allah’ın gerçeği bildirmesiyle mâneviyatının yükseltildiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte 69. âyet onun üstün gelmesinin sihir yarışını kazanma anlamında alınmaması için sihirbazların ortaya koydukları çabanın dinen asla tasvip edilmediğine de dikkat çekilmiştir (sihir konusunda bilgi için bk. Bakara 2/102). 
Kuran Yolu Tefsiri
 

فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّداً 

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir. Cümle mukadder istînâfa matuftur. Takdiri,  فألقى موسى عصاه فتلقّفت كلّ ما صنعوا (Ve Musa (as) asasını attı ve asa onların yaptığı her şeyi yuttu) şeklindedir.

اُلْقِيَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  السَّحَرَةُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.

سُجَّداً  kelimesi hal olup fetha ile mansubdur. سُجَّداً  kelimesi sülâsî mücerred olan  سجد  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ هٰرُونَ وَمُوسٰى

 

Fiil cümlesidir.  قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli  اٰمَنَّا بِرَبِّ هٰرُونَ وَمُوسٰى ’dır.  قَالُٓوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اٰمَنَّا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

بِرَبِّ  car mecruru  اٰمَنَّا  fiiline müteallıktır.  هٰرُونَ  muzâfun ileyh olup fetha ile mecrurdur. Gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُوسٰى  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  هٰرُونَ ‘ye matuf olup elif üzere mukadder fetha ile mecrurdur. Gayri munsarif olduğu için esre almamıştır.

اٰمَنَّا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّداً

 

Cümle, takdiri  فألقى موسى عصاه فتلقّفت كلّ ما صنعوا  (Ve Musa (as) asasını attı ve asa onların yaptığı her şeyi yuttu) olan mukadder istînâfa atfedilmiştir. Önceki ayetle bu ayet arasında meskutun anh vardır.

Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.  Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اُلْقِيَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mefule dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

سُجَّداً  kelimesi haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Burada sihirbaz kelimesiyle kastedilenler müminlerdir. Aslında müminler için sihirbaz kelimesi kullanılmaz. Burada geçmişteki vasıfları zikredilerek hatırlatılmıştır. Kevniyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)


 قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ هٰرُونَ وَمُوسٰى

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُٓوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اٰمَنَّا بِرَبِّ هٰرُونَ وَمُوسٰى , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mekulü’l-kavl cümlesinde mütekellim iman eden sihirbazlardır.

Beyzâvî ayette  هٰرُونَ / Harun lafzının  مُوسٰى / Musa lafzından önce zikredilmesiyle ilgili olarak üç ihtimalden bahseder: 

“Birinci ihtimale göre, Harun, Musa’dan yaşça büyük olduğu için önce zikredilmiştir. 

İkinci ihtimale göre, ayet sonlarının uyması için önce Harun sonra Musa zikredilmiştir. (fasılaya riayet). Zira ayetlerin fasılaları  مُوسٰى  / الْاَعْلٰى  / اَتٰى  / مُوسٰى  şeklinde sıralanmaktadır. 

Üçüncü ihtimal ise şudur: Firavun Musa’yı küçükken büyütmüştü. Eğer sadece Musa’nın Rabbi denilse idi ya da Musa as önce zikredilmiş olsaydı, zihne Rabden kastın Firavun olduğu, Harun’un da ona tabi olduğu için zikredilmiş olduğu ihtimali gelebilirdi. 

Görüldüğü gibi müfessirimiz burada Harun lafzının Musa kelimesinden önce yer almasını yaşına hürmet, fasılaları gözetmek ve şüpheyi izale etmek şeklinde üç nükteye bağlamaktadır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı, Âşûr, Ebüssuûd)

Harun ve Musa'nın Rabb lafzına izafeti onları şereflendirmek içindir.