Tâ-Hâ Sûresi 71. Ayet

قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۜ اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ فَلَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ ف۪ي جُذُوعِ النَّخْلِۘ وَلَتَعْلَمُنَّ اَيُّـنَٓا اَشَدُّ عَذَاباً وَاَبْقٰى  ...

Firavun, “Demek, ben size izin vermeden önce ona (Mûsâ’ya) inandınız ha! Şüphe yok, o size sihiri öğreten büyüğünüzdür. Şimdi andolsun, sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve mutlaka sizi hurma dallarına asacağım. Hangimizin azabı daha şiddetli ve daha kalıcıymış, mutlaka göreceksiniz.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ (Fir’avn) dedi ki ق و ل
2 امَنْتُمْ inandınız mı? ا م ن
3 لَهُ ona
4 قَبْلَ önce ق ب ل
5 أَنْ ki
6 اذَنَ ben izin vermeden ا ذ ن
7 لَكُمْ size
8 إِنَّهُ şüphesiz O
9 لَكَبِيرُكُمُ büyüğünüzdür ك ب ر
10 الَّذِي kimsedir
11 عَلَّمَكُمُ size öğreten ع ل م
12 السِّحْرَ büyüyü س ح ر
13 فَلَأُقَطِّعَنَّ öyleyse ben keseceğim ق ط ع
14 أَيْدِيَكُمْ sizin ellerinizi ي د ي
15 وَأَرْجُلَكُمْ ve ayaklarınızı ر ج ل
16 مِنْ
17 خِلَافٍ çapraz خ ل ف
18 وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ ve sizi asacağım ص ل ب
19 فِي
20 جُذُوعِ dallarına ج ذ ع
21 النَّخْلِ hurma ن خ ل
22 وَلَتَعْلَمُنَّ ve bileceksiniz ع ل م
23 أَيُّنَا hangimizin
24 أَشَدُّ daha çetinmiş ش د د
25 عَذَابًا azabı ع ذ ب
26 وَأَبْقَىٰ ve sürekli imiş ب ق ي
 
İsrâiloğulları’nın Mısır’daki varlığının ve Hz. Mûsâ tarafından eski yurtlarına götürülmeleri için ortaya konan çabanın Firavun yönetimi nezdinde oluşturduğu siyasî kaygılar, psikolojik bir harp ortamı doğurmuştu. Böyle bir ortamda, o günün şartları içinde geniş kitleleri derinden etkilemekte olan ve dinî bir hüviyet de taşıyan sihir olgusunu ön plana çıkaran bir mücadele metodu, Hz. Mûsâ’nın peygamberliğini ve liderliğini kabul ettirmesini kolaylaştırabilecekti. Çünkü Firavun ve çevresindeki ileri gelenler de sihri tevhid çağrısına karşı kullanabilecekleri en etkili silâh olarak görüyorlar ve sihirbazlara bir taraftan baskı, bir taraftan da teşvik uygulayarak bu mücadeleden mutlak zaferle çıkacaklarını sanıyorlardı. İlâhî irade böyle bir atmosferde Hz. Mûsâ’yı sihirbazların bütün hünerlerini boşa çıkaracak mûcizelerle donatıp Firavun ve çevresindekilere bir imtihan fırsatı daha vermek şeklinde tecelli etmişti. Bu âyetlerde ve Kur’an’ın başka yerlerinde açıklandığı üzere, bizzat bu silâhı kullanan sihirbazlar dahi apaçık hakikati gördükleri için imana geldikleri halde Firavun ve adamları inkârcılıktaki inatlarını sürdürdüler, Firavun bununla da yetinmeyip iman eden sihirbazları çok ağır ceza ve işkencelerle tehdit etme yoluna girdi. Fakat birkaç saat öncesine kadar Firavun’un gözüne girip ödül almak için yarışan bu insanlar imanın lezzetini tattıktan sonra âhiret mutluluğunun–hayatın bağışlanması tarzında bile olsa– dünyadaki hiçbir ödülle değişilemeyeceğini idrak edip bunu açıkça ifade etme cesaretini gösterdiler (bu olayla ilgili bilgilerin Kitâb-ı Mukaddes’tekilerle karşılaştırılması için bk. A‘râf 7/103-126). Tefsirlerde 56. âyette Firavun’a gösterildiği ifade edilen kanıtların neler olduğu açıklanırken genellikle tevhide (Allah’ın birliğine) ilişkindeliller ve Hz. Mûsâ’nın peygamberliğini ortaya koyan mûcizeler üzerinde durulur. Ayrıca, bunlardan “bütün kanıtlarımızı” şeklinde söz edilmiş olmakla beraber Arap dilindeki kullanımlar dikkate alınarak bu ifadenin, “pek çok âyetimizi / kanıtımızı, bunca âyetimizi / kanıtımızı” şeklinde anlaşılmasının uygun olacağı belirtilir (bk. Râzî, XXII, 70-71). 58. âyetin “uygun bir yer” şeklinde tercüme ettiğimiz kısmı, “iki tarafa eşit uzaklıkta bir yer, seyircilerin görüşünü engellemeyecek düz bir alan, iki tarafın da rızâ göstereceği bir yer, şu anda bulunduğumuz mekân” gibi mânalarla açıklanmıştır (bk. Râzî, XXII, 71-72). 59. âyette “şenlik günü” diye çevrilen yevmü’z-zîne tamlaması hakkında değişik açıklamalar yapılmıştır; bunların ortak noktası, Hz. Mûsâ’nın o toplumda şenlik veya kutlama amacı taşıyan ve halkı bir araya getiren belirli bir güne atıfta bulunmuş olduğudur. Bu ifadenin Firavun’a ait olduğu yorumu da yapılmıştır (Zemahşerî, II, 438; Râzî, XXII, 72-73). 63. âyetin “tuttuğunuz örnek yolu” şeklinde tercüme ettiğimiz kısmına “sahip olduğunuz onurlu ve seçkin konumu” şeklinde mâna vermek de mümkündür (bk. Taberî, XVI, 182-183; İbn Atıyye, IV, 51). 67-68. âyetlerden, sihirbazların halkın gözünü bağlayan bir büyü ortaya koyması karşısında Hz. Mûsâ’nın dahi bir an için etkilenip insanların buna kapılmalarından endişe duyduğu (İbn Atıyye, IV, 51-52), fakat Allah’ın gerçeği bildirmesiyle mâneviyatının yükseltildiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte 69. âyet onun üstün gelmesinin sihir yarışını kazanma anlamında alınmaması için sihirbazların ortaya koydukları çabanın dinen asla tasvip edilmediğine de dikkat çekilmiştir (sihir konusunda bilgi için bk. Bakara 2/102). 
Kuran Yolu Tefsiri
 

Qata'a قطع : قَطْعٌ ister cisimler gibi gözle görülen bir şey olsun ister aklın alanına girerek basiretle idrak edilen bir şey olsun onları aralarında aralık bırakarak ya da yarık oluşacak şekilde ayırmaktır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 36 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri (mesafe) kat etmek, maktu', kat'i, kıta, makta, inkıta, ikta ve mukataadır . (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۜ 

 

Fiil cümlesidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

Mekulü’l-kavli  اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ ‘dur.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اٰمَنْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

لَهُ  car mecruru  اٰمَنْتُمْ  fiiline müteallıktır.  قَبْلَ  zaman zarfı  اٰمَنْتُمْ  fiiline müteallıktır.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  قَبْلَ ’nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur. 

Fiil-i muzarinin başına  اَنْ  harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰذَنَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو dir.  لَكُمْ  car mecruru  اٰذَنَ  fiiline mütealliktir.

اٰمَنْتُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile  tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.


اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

كَب۪يرُكُمُ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl , كَب۪يرُكُمُ ‘un sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  عَلَّمَكُمُ السِّحْرَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

عَلَّمَكُمُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

السِّحْرَ  kelimesi ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

عَلَّمَكُمُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  علم ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


فَلَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ ف۪ي جُذُوعِ النَّخْلِۘ 

 

فَ  istînâfiyyedir. لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  اُقَطِّعَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ’dir.

Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lâmı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

اَيْدِيَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَرْجُلَكُمْ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  اَيْدِيَكُمْ ‘e matuftur.

مِنْ خِلَافٍ  car mecruru  الأيدي والأرجل ‘nin mahzuf haline müteallıktır. مِنْ خِلَافٍ  sözündeki  مِنْ  harf-i ceri ibtidaiyye içindir. (Âşûr)

مِنْ  harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

وَ  atıf harfidir.  لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  اُصَلِّبَنَّكُمْ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

ف۪ي جُذُوعِ   car mecruru  اُصَلِّبَنَّكُمْ  fiiline müteallıktır. النَّخْلِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اُقَطِّعَنَّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındadır. Sülâsîsi  قطع ‘dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.    


وَلَتَعْلَمُنَّ اَيُّـنَٓا اَشَدُّ عَذَاباً وَاَبْقٰى

 

وَ  atıf harfidir. لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  تَعْلَمُنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.

تَعْلَمُنَّ  fiili  ن ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. İki sakin bir araya geldiği için fail mahzuftur.

اَيُّ  müşterek ism-i mevsûl,  تَعْلَمُنَّ ‘nin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَشَدُّ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. Mütekellim zamiri  نَٓا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَشَدُّ  mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri; هو  şeklindedir. عَذَاباً     kelimesi temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَبْقٰى  atıf harfi  وَ ‘la  اَشَدُّ ‘ye matuf olup mukadder damme ile merfûdur.

اَبْقٰى  -   اَشَدُّ  kelimeleri ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ  cümlesi, müspet mazi fiil cümlesi lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mekulü’l-kavl, Firavun’un sözlerinden oluşmaktadır. Muhatapları, iman eden sihirbazlardır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  اٰذَنَ لَكُمْ  cümlesi, قَبْلَ ’nin muzâfun ileyhidir. Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

 

اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, kizbî haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin haberi olan  لَكَب۪يرُكُمُ , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.

كَب۪يرُكُمُ ‘un sıfatı konumundaki müfred has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ‘nin sılası olan  عَلَّمَكُمُ السِّحْرَ   cümlesi, mazi fiil sıygasında gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka  olmak üzere üç tekid içeren  bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Firavun Musa’nın onlara sihir öğreten üstatları olduğunu söylerken cümlesini  اِنَّ ve lamla tekid etmiş, ayrıca Musa’dan (as) bahsederken ism-i mevsûl kullanmıştır. Bu, onu tahkir içindir.


 فَلَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ ف۪ي جُذُوعِ النَّخْلِۘ وَلَتَعْلَمُنَّ اَيُّـنَٓا اَشَدُّ عَذَاباً وَاَبْقٰى

 

Kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.  …لَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ  cümlesi mahzuf kasemin cevabıdır. Kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle mahzuf kasem ve nûn-u sakile olmak üzere cümle iki unsurla tekid edilmiştir.

Aynı üsluptaki  وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ ف۪ي جُذُوعِ النَّخْلِۘ  ve  وَلَتَعْلَمُنَّ اَيُّـنَٓا اَشَدُّ عَذَاباً وَاَبْقٰى  cümleleri, kasemin cevabına atıf harfi  وَ ‘la atfedilmiştir. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

لَتَعْلَمُنَّ  fiilinin mef’ûlü konumundaki ism-i mevsûl  اَيُّـ ’nun sılası olan  ـنَٓا اَشَدُّ عَذَاباً  cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri  هو  olan mübteda mahzuftur.  اَبْقٰى , haber olan  اَشَدُّ ‘ye tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir.  عَذَاباً , temyizdir.

اَشَدُّ  ve  اَبْقٰى  ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Meydânî bu ayet-i kerimede belâgatçıların  وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ ف۪ي جُذُوعِ النَّخْلِۘ  ifadesinde في  harf-i cerinin istiare-i tebeiyye yoluyla  على harfi yerine kullanıldığını ifade etmektedir. Meydânî belâgatçıların Firavun’un inanan kimselere şiddetli bir şekilde işkence edeceği için ayet-i kerimede في  harf-i cerinin على ‘nın yerine kullanıldığı kanaatinde olduğunu beyan eder. Çünkü  في   harf-i ceri bir nesnenin bir şeyin içinde bulunduğunu ifade etmek için kullanılır. Ayette ise insanların cesetlerinin çivilerle ağaca şiddetli bir şekilde çakılı olduğunu ifade etmek için  في  harf-i ceri  على ‘nın yerine kullanılmıştır. Ebû Muhammed Abdullah b. Muslim b. Kuteybe ed-Dîneverî, Edebü’l-kâtib Meydânî, belâgatçıların bu nedenle  في  harf-i cerinin  على ‘nın yerine kullanılmasını istiare-i tebeiyye konusunda ele aldıklarını ifade eder. (İbrahim Kara , Abdurrahman Hasan Habenneke El-Meydânî Ve Belâgat İlmine Katkıları, Âşûr)

Bilindiği gibi  ف۪ي  harfi, zarfiyedir. İdam işi ağacın içinde değil üzerinde olur. Dolayısıyla burada  على  harfi olmalıydı. Alimlere göre harf-i cerler birbirinden naib olmazlar. Bunun için kendi manasında kullanılmayan harfin niçin tercih edildiğini araştırmak gerekir. Harfler söz konusu olduğu zaman harf, harfin manası ve müteallakının düşünülmesi gerekir. على  harfinin manası isti’lâdır. Bu mananın müteallakı galib gelenlerdir, yani düşmanını yenerek galip gelen ve onları hurma ağacına asma fiilini işleyen kişilerdir. ف۪ي  ise zarfiyedir. Müteallakı da hurma ağacının içindekilerdir. Burada ‘‘alâ’’ mânâsının müteallakı,  ف۪ي  manasının müteallakına ve  على ‘nın isti’lâ manası, ف۪ي ‘nin zarfiye manasına benzetilmiştir. Böylece istilânın müteallakı, zarfiyenin müteallakına benzemiş oldu. Yani; bir şeyi yenerek galip gelmek, bir şeyin içinde olmaya benzetildi. Câmi’; sübûttur (Devamlı olmak). Ağacın üzerine asılan kişiler, ağacın gövdesinin içinde olan kişilere benzetildi (Yani ağaç gövdesi, zarfa benzetildi). Böylece kapalı bir yerde asılan kişilerin gören kimse olmadığı için hiçbir kurtuluş ümidinin olmadığı ifade edilmiş oldu. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

وَلَتَعْلَمُنَّ اَيُّـنَٓا  [Hangimizin olduğunu elbette bileceksiniz] sözüyle Firavun kendisi ile Musa'yı kastetmektedir, çünkü,  اٰمَنْتُمْ لَهُ  demiştir. Allah'ın kitabında nerede iman lafzı lâm ile birlikte geçmişse Allah'tan başkası murad edilmiştir. Firavun böyle "hangimizin olduğunu bileceksiniz” demekle Musa'yı küçültmek ve onunla alay etmek istemiştir. 

Çünkü Musa'nın azapla bir alakası yoktu. Sihirbazların îman ettiği Rabbı da denilmiştir. (kastettiği de söylenmiştir.) (Beyzâvî, Ebüssuûd )

اَيْدِيَكُمْ - اَرْجُلَكُمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı  nazîr sanatı vardır.  كُمْ  zamirinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

لَتَعْلَمُنَّ   - عَلَّمَكُمُ  kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

لَاُقَطِّعَنَّ - لَاُصَلِّبَنَّ  kelimeleri arasında muvazene sanatı vardır.

Bazı alimlere göre  اَيُّـنَٓا  (hangimizin) ifadesiyle Firavun kendini ve Musa'nın Rabbini kastetmiştir.  اَشَدُّ عَذَاباً [Daha şiddetli azap] demesi de kendisinin dünya azabını ve bunun şiddetini görmüş olmasındandır. Çünkü o, ahiret azabını ve şiddetini görmemişti. (Ruhu’l Beyan)