Tâ-Hâ Sûresi 72. Ayet

قَالُوا لَنْ نُؤْثِرَكَ عَلٰى مَا جَٓاءَنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالَّذ۪ي فَطَرَنَا فَاقْضِ مَٓا اَنْتَ قَاضٍۜ اِنَّمَا تَقْض۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ  ...

Sihirbazlar şöyle dediler: “Bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana seni asla tercih etmeyeceğiz. Artık sen vereceğin hükmü ver. Sen ancak bu dünya hayatında hüküm verirsin.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ki ق و ل
2 لَنْ asla
3 نُؤْثِرَكَ seni tercih edemeyiz ا ث ر
4 عَلَىٰ
5 مَا
6 جَاءَنَا bize gelene ج ي ا
7 مِنَ
8 الْبَيِّنَاتِ açık delillere ب ي ن
9 وَالَّذِي ve kimseye
10 فَطَرَنَا bizi yaratan ف ط ر
11 فَاقْضِ o halde yap ق ض ي
12 مَا şeyi
13 أَنْتَ sen
14 قَاضٍ yapacağın ق ض ي
15 إِنَّمَا ancak
16 تَقْضِي (istediğini) yapabilirsin ق ض ي
17 هَٰذِهِ bu
18 الْحَيَاةَ hayatında ح ي ي
19 الدُّنْيَا dünya د ن و
 
İsrâiloğulları’nın Mısır’daki varlığının ve Hz. Mûsâ tarafından eski yurtlarına götürülmeleri için ortaya konan çabanın Firavun yönetimi nezdinde oluşturduğu siyasî kaygılar, psikolojik bir harp ortamı doğurmuştu. Böyle bir ortamda, o günün şartları içinde geniş kitleleri derinden etkilemekte olan ve dinî bir hüviyet de taşıyan sihir olgusunu ön plana çıkaran bir mücadele metodu, Hz. Mûsâ’nın peygamberliğini ve liderliğini kabul ettirmesini kolaylaştırabilecekti. Çünkü Firavun ve çevresindeki ileri gelenler de sihri tevhid çağrısına karşı kullanabilecekleri en etkili silâh olarak görüyorlar ve sihirbazlara bir taraftan baskı, bir taraftan da teşvik uygulayarak bu mücadeleden mutlak zaferle çıkacaklarını sanıyorlardı. İlâhî irade böyle bir atmosferde Hz. Mûsâ’yı sihirbazların bütün hünerlerini boşa çıkaracak mûcizelerle donatıp Firavun ve çevresindekilere bir imtihan fırsatı daha vermek şeklinde tecelli etmişti. Bu âyetlerde ve Kur’an’ın başka yerlerinde açıklandığı üzere, bizzat bu silâhı kullanan sihirbazlar dahi apaçık hakikati gördükleri için imana geldikleri halde Firavun ve adamları inkârcılıktaki inatlarını sürdürdüler, Firavun bununla da yetinmeyip iman eden sihirbazları çok ağır ceza ve işkencelerle tehdit etme yoluna girdi. Fakat birkaç saat öncesine kadar Firavun’un gözüne girip ödül almak için yarışan bu insanlar imanın lezzetini tattıktan sonra âhiret mutluluğunun–hayatın bağışlanması tarzında bile olsa– dünyadaki hiçbir ödülle değişilemeyeceğini idrak edip bunu açıkça ifade etme cesaretini gösterdiler (bu olayla ilgili bilgilerin Kitâb-ı Mukaddes’tekilerle karşılaştırılması için bk. A‘râf 7/103-126). Tefsirlerde 56. âyette Firavun’a gösterildiği ifade edilen kanıtların neler olduğu açıklanırken genellikle tevhide (Allah’ın birliğine) ilişkindeliller ve Hz. Mûsâ’nın peygamberliğini ortaya koyan mûcizeler üzerinde durulur. Ayrıca, bunlardan “bütün kanıtlarımızı” şeklinde söz edilmiş olmakla beraber Arap dilindeki kullanımlar dikkate alınarak bu ifadenin, “pek çok âyetimizi / kanıtımızı, bunca âyetimizi / kanıtımızı” şeklinde anlaşılmasının uygun olacağı belirtilir (bk. Râzî, XXII, 70-71). 58. âyetin “uygun bir yer” şeklinde tercüme ettiğimiz kısmı, “iki tarafa eşit uzaklıkta bir yer, seyircilerin görüşünü engellemeyecek düz bir alan, iki tarafın da rızâ göstereceği bir yer, şu anda bulunduğumuz mekân” gibi mânalarla açıklanmıştır (bk. Râzî, XXII, 71-72). 59. âyette “şenlik günü” diye çevrilen yevmü’z-zîne tamlaması hakkında değişik açıklamalar yapılmıştır; bunların ortak noktası, Hz. Mûsâ’nın o toplumda şenlik veya kutlama amacı taşıyan ve halkı bir araya getiren belirli bir güne atıfta bulunmuş olduğudur. Bu ifadenin Firavun’a ait olduğu yorumu da yapılmıştır (Zemahşerî, II, 438; Râzî, XXII, 72-73). 63. âyetin “tuttuğunuz örnek yolu” şeklinde tercüme ettiğimiz kısmına “sahip olduğunuz onurlu ve seçkin konumu” şeklinde mâna vermek de mümkündür (bk. Taberî, XVI, 182-183; İbn Atıyye, IV, 51). 67-68. âyetlerden, sihirbazların halkın gözünü bağlayan bir büyü ortaya koyması karşısında Hz. Mûsâ’nın dahi bir an için etkilenip insanların buna kapılmalarından endişe duyduğu (İbn Atıyye, IV, 51-52), fakat Allah’ın gerçeği bildirmesiyle mâneviyatının yükseltildiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte 69. âyet onun üstün gelmesinin sihir yarışını kazanma anlamında alınmaması için sihirbazların ortaya koydukları çabanın dinen asla tasvip edilmediğine de dikkat çekilmiştir (sihir konusunda bilgi için bk. Bakara 2/102). 
Kuran Yolu Tefsiri
 

قَالُوا لَنْ نُؤْثِرَكَ عَلٰى مَا جَٓاءَنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالَّذ۪ي فَطَرَنَا 

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli  لَنْ نُؤْثِرَكَ ‘dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.

نُؤْثِرَكَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl , عَلٰى harf-i ceriyle birlikte  نُؤْثِرَكَ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  جَٓاءَنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.

جَٓاءَنَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مِنَ الْبَيِّنَاتِ  car mecruru  نَا  zamirinin mahzuf haline müteallıktır.     

Müfred müzekker has ism-i mevsûl وَ ‘la müşterek ism-i mevsûl   مَا ‘ya matuf olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası   فَطَرَنَا  ‘dır. Îrabtan mahalli yoktur.

فَطَرَنَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

نُؤْثِرَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أثر ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.


 فَاقْضِ مَٓا اَنْتَ قَاضٍۜ 

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن أردت عقابنا (Bizi cezalandırmak istersen) şeklindedir.

اقْضِ  illet harfinin hazfi ile mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَنْتَ قَاضٍ  ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

Munfasıl zamir  اَنْتَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  قَاضٍ  haber olup mahzuf  ي  üzere mukadder damme ile merfûdur. Mankus isimdir.

Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere “mankus isimler” denir. Mankus isimlerin îrab durumu şöyledir: 

a. Merfû halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi), 

b. Mansub halinde lafzi olarak yani fetha ile (رَاعِيًا  – اَلرَّاعِيَ  gibi), 

c. Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi) îrab edilir. 

Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdirî îrab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzî olarak îrab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür. 

Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki “ya” harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. Îrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَاضٍ  kelimesi; sülâsî mücerred olan قضي  fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

   

اِنَّمَا تَقْض۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ

 

 اِنَّمَا  kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir.

تَقْض۪ي  mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.  İsm-i işaret  هٰذِهِ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

الْحَيٰوةَ  ism-i işaretten bedel veya atfı beyan olarak mahallen mansubdur.

الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةَ ’in sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.

الدُّنْيَا  kelimesi maksur isimdir. Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi.

Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile irab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

قَالُوا لَنْ نُؤْثِرَكَ عَلٰى مَا جَٓاءَنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالَّذ۪ي فَطَرَنَا 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan … لَنْ نُؤْثِرَكَ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Mekulü’l-kavl iman eden sihirbazların Firavun’a verdikleri cevaptır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl,  عَلٰى  harfiyle birlikte  نُؤْثِرَكَ  fiiline müteallıktır. Sılası olan  جَٓاءَنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ  cümlesi, müspet mazi fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

وَالَّذ۪ي فَطَرَنَا  cümlesinde وَ  kasem وَ ‘ıdır. Mecrur mahaldeki has ismi mevsul  الَّذ۪ي , mahzuf kasem fiiline müteallıktır. Cümle gayrı talebî inşaî isnadtır. Veya  الَّذ۪ي  ve sılası, atıf harfi  وَ  ile önceki mevsûl  مَا ‘ya matuftur.

Ayette Allah'ın (cc) Fâtıriyyet (yoktan var etmek) unvanıyla zikredilmesi, bu hükmün gerekçesini zımnen bildirmek içindir. Zira Allah'ın, onların Yaratıcısı olması ve Firavun'un da yaratılmışlar cümlesinden bulunması, Firavun'u Allah'a tercih etmemelerini gerektirmektedir. (Ebüssuûd)


فَاقْضِ مَٓا اَنْتَ قَاضٍۜ 

 

فَ  rabıtadır. Bu; cümleden önce mahzuf bir şart olduğunun işaretidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan  اقْضِ مَٓا اَنْتَ قَاضٍۜ  cümlesi, mahzuf şartın cevabıdır.

Takdiri … إن أردت عقابنا  [Bizi cezalandırmak istersen] olan mahzuf şart ve mezkür cevabından oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ‘nın sılası olan  اَنْتَ قَاضٍ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı [devamlılığı] ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Cümlenin müsnedi olan  قَاضٍ , ism-i fail kalıbında gelmiştir. Haberin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsufa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)  

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


 اِنَّمَا تَقْض۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

Cümle kasr edatı  اِنَّمَا  ile tekid edilmiş fiil cümlesidir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّمَا  kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Firavun’un hüküm vermesi dünya hayatına kasredilmiştir. Ahirette o hüküm veremez. Hakiki kasrdır. (Âşûr)

الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةَ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. Muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Dünya hayatının  هٰذِهِ  ile işaret edilmesi mütekellimin dünya hayatını küçümseme ve tahkir kastına işarettir.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

اقْضِ - قَاضٍ - تَقْض۪ي  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr      sanatları vardır.