كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةًۜ وَاِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | كُلُّ | her |
|
2 | نَفْسٍ | nefis |
|
3 | ذَائِقَةُ | tadacaktır |
|
4 | الْمَوْتِ | ölümü |
|
5 | وَنَبْلُوكُمْ | ve sizi imtihan ederiz |
|
6 | بِالشَّرِّ | şer ile |
|
7 | وَالْخَيْرِ | ve hayır ile |
|
8 | فِتْنَةً | sınamak için |
|
9 | وَإِلَيْنَا | ve (sonunda) bize |
|
10 | تُرْجَعُونَ | döndürüleceksiniz |
|
كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ
İsim cümlesidir. كُلُّ mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. نَفْسٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ذَٓائِقَةُ mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. الْمَوْتِۜ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ذَٓائِقَةُ kelimesi sülâsî mücerred olan ذوق fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةًۜ وَاِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. نَبْلُوكُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Muzari fiillerin (أَنَا – أَنْتَ – نَخْنُ…) zamirleri fail (özne) konumunda olduklarında vücûben (zorunlu olarak) müstetir olurlar yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. (هُوَ - هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevazendir yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِالشَّرِّ car mecruru نَبْلُوكُمْ fiiline mütealliktir.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْخَيْرِ atıf harfi وَ ’la بِالشَّرِّ ’ye matuftur. فِتْنَةً mef’ûlun lieclih olup fetha ile mansubdur.
Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile, “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı
Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.
e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. اِلَيْنَا car-mecruru تُرْجَعُونَ fiiline müteallıktır.
تُرْجَعُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ
Ta’liliye olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
İlk cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin ve müsnedün ileyhin izafetle gelişleri az sözle çok anlam ifadesi içindir.
نَفْسٍ ’deki tenvin cinse delalet eder. Menfi siyakta nekre umum ve şümul ifade eder. Umum ifade eden kelimelerden olan كُلُّ de bu manayı kuvvetlendirir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümle mesel tarikinde tezyildir.
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Bu haber cümlesi hakiki manada gelmemiştir. Yani vaz olunduğu manada kullanılmamıştır. Çünkü haber cümlesi aslında faide-i haber veya lâzım-ı faide-i haber için gelir. Bu amaçlarla gelmediği zaman vaz olunduğu manada gelmemiş demektir. İşte böyle gelen haber cümlelerine mecâz-ı mürsel mürekkeb denir. Mecâz-ı mürselde alakalar çok olduğu halde bu tip mecazlarda alaka tektir. Bu tek alaka da lüzûmiyyet alakasıdır. Çünkü tahassür, zayıflığı izhar, dua gibi amaçların hepsi de haberin lâzımı sayılır.
ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِ ibaresinde istiare vardır. Burada ism-i fail olan kelime ذَٓائِقَةُ, ölümün şiddetini hissetmek manasında müstear olmuştur. Bir şey yiyip içen kişi nasıl ki bunların tadını hissediyorsa, ölen kişi de o esnada ölümü hissedecektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Ayetteki zevk’i (tadı) zahiri manasına almak mümkün değildir. Çünkü ölüm, yenilecek şeyden bir şey değildir ki tadılsın. Aksine zevk (tadma), belli bir algılamadır. Binaenaleyh bu ifadeyi, mecazî bir algılama saymak caizdir. Ayette sözü edilen ölüm ile de ölümün işaret emareleri olan, büyük acılar kastedilmiştir, çünkü ölümden önce, onu tatmak imkânsızdır. (Fahreddin er-Râzî)
ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِ (ölümü tadıcı) ifadesindeki izafet, lafzî bir izafettir. Çünkü bu, tıpkı [“avı helal sayıcı olmaksızın”] (Maide Suresi, 1) ve [“Kâbe’ye ulaşan bir kurban olarak”] (Maide Suresi, 95) ifadeleri gibi gelecekte olacak bir işe aittir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ayet, inkâr konusu olan, onların ebedi hayat sürmeyeceklerine delildir. Bu hitap, bütün insanlar veya yalnız kâfirler içindir. Yani her canlı ruhunun bedeninden ayrılması acısını tadacaktır. Bir çeşit imtihan olmak üzere sizi belalarla da nimetlerle de deneriz; sabır ve şükür edip etmediğinize bakarız. (Ebüssuûd)
Birbirine atfedilmiş iki cümlenin arasında mütearız cümleler vardır. İlk cümlenin muhtevası, ona matuf olan ikinci cümle olan وما جَعَلْنا لِبَشَرٍ مِن قَبْلِكَ الخُلْدَ (Enbiya/34) ayetinin muhtevasını teyit edici niteliktedir. Farklı bir vecihte tekrarının sebebi ise cümledeki amaç ve hedefin değişmesi olup, ilk cümlede müşriklerin inançlarına karşı bir ret ve cevap kastı varken, ikincisinde ise müminlere buradan alınacak dersleri öğretme kastı vardır. (Âşûr)
وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةًۜ وَاِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
Ta’lil cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Veya وَ istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الْخَيْرِ, tezat nedeniyle بِالشَّرِّ ’ye atfedilmiştir.
فِتْنَةً, mef’ûlün lieclihtir veya mef’ûlün mutlaktan naibdir. Çünkü نَبْلُوكُمْ ve فِتْنَةًۜ müradif kelimelerdir. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu ayette شَّرِّ (kötü) خَيْرِ (hayır)’a takdim edilmiştir. Bunun nedeni de insanların kötülük ile daha fazla sınanmalarıdır. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)
خَيْرِ - شَّرِّ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır.
Ayetin son cümlesi وَاِلَيْنَا تُرْجَعُونَ, önceki cümleye وَ ’la atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Fiil meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrurun amiline takdimi kasr ifade etmiştir. Takdim kasrında, takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. اِلَيْنَا, mevsûf/maksûrun aleyh, تُرۡجَعُونَ sıfat/maksûr olduğu için kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur. Yani başka kimseye değil, sadece ve sadece bize döndürüleceksiniz. Bu da şirk inancını iptal eder. (Âşûr)
اِلَيْنَا تُرْجَعُونَ [Bize döndürüleceksiniz.] sözü, lafzen sarih olarak Allah'a dönüşe delalet eder, bunun yanında söylenmemiş bu sarih delalet başka bir delaleti de kapsar, bu da hesap, sevap ve cezadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 4, Zuhruf Suresi 85, s. 370) Buna da lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel denir.
تُرْجَعُونَ : İnsan geldiği yere geri döner. Oraya ilk defa gitmiyoruz. Oradan geldik, oraya gidiyoruz manasını taşır. Allah’ın bizi yaratması bir nimet olduğu gibi öldürmesi de bir nimettir.
Başkasının bunda ne müstakil olarak, ne de müşterek olarak müdahalesi yoktur.
(Ebüssuûd)
Ayetin fasılası olan bu cümle Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla tekrarlanmıştır.
Bu gibi tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf Suresi 28, s. 314)
Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.