وَاَيُّوبَ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَۚ
وَاَيُّوبَ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَۚ
وَ istînâfiyyedir. اَيُّوبَ mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri, اذكر şeklindedir. Muzâf hazf edilmiştir. Takdiri, واذكر خبر أيوب (Eyyub'un haberini hatırla) şeklindedir.
Zaman zarfı اِذْ, mukadder muzâfa müteallıktır.
(إِذْ): Yalnız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ)’den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)’dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَادٰى ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نَادٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
رَبَّهُٓ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, mahzuf ب harf-i ceriyle birlikte نَادٰى fiiline müteallıktır. Takdiri, بأنّي مسّني الضرّ (zarar dokunması sebebiyle) şeklindedir.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. ي mütekellim zamiri اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
مَسَّنِيَ الضُّرُّ cümlesi اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
مَسَّنِيَ mukadder fetha üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الضُّرّ fail olup lafzen merfûdur.
اَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir اَنْتَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
اَرْحَمُ mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الرَّاحِم۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي ’dir.
الرَّاحِم۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi رحم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَيُّوبَ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الضُّرُّ
وَ, istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Muzâfun ileyh olan …نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي cümlesinin amili ve muzâfı mahzuftur. Takdiri: اذكر خبر اَيُّوبَ [Eyyub'un haberini hatırla!] şeklindedir. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اِذْ mazi ifade eden, cümleye muzâf olan zaman zarfıdır. Muzâfun ileyh konumunda olan …نَادٰى رَبَّهُٓ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اَيُّوبَ ’ye ait zamirin, رَبَّ lafzına izafeti, Hz. Eyyub’a tazim ve teşrif ifade eder.
Tekid ve masdar harfi اَنّ۪ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الضُّرُّ , masdar tevilinde, takdiri olan بِ harf-i ceriyle birlikte نَادٰى fiiline müteallıktır. اَنّ۪ ile tekid edilen cümle, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.
اَنّ۪ ’nin haberi مَسَّنِيَ şeklinde mazi fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, sebat ve temekkün ifade etmiştir.
الضُّرُّ ’nun, مَسَّ fiiline isnadı mecaz-ı aklîdir.
[Eyyub'u da an. Hani Rabbine: “Şüphesiz bana dert dokundu.” diye seslenmişti.]
بِأني demektir. Gizli قول maddesiyle veya nidaya قول manası vererek أني de okunmuştur. Fetha ile olduğunda ضَرَّ bütün sıkıntılar demektir, damme ile ضُرًّ ise hastalık ve zayıflık gibi nefse has olan şeyler demektir. (Beyzâvî)
وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَۚ
Ayetin وَ ’la gelen fasılası, hal cümlesidir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr üslubuyla tekid edilmiştir.
İsnadın Allah Teâlâ’ya olması karinesiyle, müsnedin izafetle marife olması, kasr ifade eder. Merhametlilerin en merhametlisi sadece odur. Vakıaya da uygun olduğu için hakiki ve tahkiki kasrdır. Yani mevsûfa hasredilen sıfat, başkasında hakiki manada bulunmaz ve vakıa da böyledir.
Cümlede müsned olan اَرْحَمُ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Müsnedin veciz ifade kastıyla gelen اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَۚ şeklindeki izafet formu, müsnedün ileyhin de tazimine işaret eder.
İsim cümleleri zamandan bağımsız olarak sübut ifade eder.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَرْحَمُ - الرَّاحِم۪ينَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَرْحَمُ - الضُّرُّ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Masdar-ı müevveldeki her iki cümle de haber üslubunda olmasına karşın, maksadı haber vermek olmadığından muktezâ-i zâhirin hilafına durum oluşmuştur. Bu nedenle cümleler, mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
اَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَۚ [Sen, merhamet edenlerin en merhametlisisin.] أرحَمُني (bana merhamet et) demeyip de böyle demesi, nazik bir şekilde dolaylı olarak merhamet istemektir.
Bu ayet-i kerimede görüldüğü gibi haber formu bazen muhataba kendini acındırma ve merhamet dileme anlamı taşıyabilir. Hz. Eyyub’un Allah’a seslenişinde derde uğradığını belirttikten sonra O’nun merhametlilerin en merhametlisi olduğunu ifade etmesi, derdini gidermede ondan merhamet dilemesi anlamını taşımaktadır. Bu idmâc sanatıdır.
Hz. Eyyub’un muhatabı Allah Teâlâ olduğu halde sözlerini tekid edatlarıyla pekiştirerek ifade etmesi, muktezâ-i zâhire uygun değil, fakat muktezâ-i hale uygundur. Bu durum, Hz. Eyyub’un üzüntüsünü belirtmek üzere içinde bulunduğu ruh halinin yansımasıdır.