Hac Sûresi 39. Ayet

اُذِنَ لِلَّذ۪ينَ يُقَاتَلُونَ بِاَنَّهُمْ ظُلِمُواۜ وَاِنَّ اللّٰهَ عَلٰى نَصْرِهِمْ لَقَد۪يرٌۙ  ...

Kendilerine savaş açılan müslümanlara, zulme uğramaları sebebiyle cihad için izin verildi. Şüphe yok ki Allah’ın onlara yardım etmeğe gücü yeter.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أُذِنَ izin verildi ا ذ ن
2 لِلَّذِينَ kendileriyle
3 يُقَاتَلُونَ savaşılanlara ق ت ل
4 بِأَنَّهُمْ yüzünden
5 ظُلِمُوا onlara zulmedilmeleri ظ ل م
6 وَإِنَّ ve şüphesiz
7 اللَّهَ Allah
8 عَلَىٰ
9 نَصْرِهِمْ onlara yardım etmeğe ن ص ر
10 لَقَدِيرٌ kadirdir ق د ر
 
Genellikle bu âyetlerin Kur’an’da savaş izni veren ilk âyetler olduğu kabul edilir. Konuya ilişkin rivayetlere göre Mekke’de müşriklerin ağır baskı ve işkencelerine mâruz kalan müslümanlar onlara karşılık vermek istediklerinde Resûlullah, Allah’tan savaş izninin gelmediğini söyleyip kendilerine sabırlı olmalarını tavsiye etmiş, nihayet bu âyetlerin gelmesiyle ilk savaş müsaadesi verilmiştir. Bu izaha göre âyetlerin Medine döneminin başlangıcında inmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Bununla birlikte, âyetlerin Mekke’den Habeşistan’a göç etmek zorunda kalan müslümanlar hakkında indiğine dair rivayetler ışığında bunların Mekke’de inmiş olabileceğini düşünen müfessirler de vardır. Onlara göre burada, müminlerin zulüm ve baskı altında bulunduklarının tescil edilip hicrete izin verildiğinin bildirilmesi ve Allah’ın müslümanlara nasip edeceği zaferin yakın olduğu ima edilerek onlara moral verilmesi amaçlanmıştır (Şevkânî, III, 514-516; Derveze, VII, 104-105). Öte yandan, burada Hz. Peygamber ve ashabına verilmiş genel bir savaş izninden söz edildiği yahut bu iznin sadece Mekke’den Medine’ye hicret etmek için yola çıktıkları sırada engellenmeye çalışılan belirli bir grup müslüman için olduğu yönünde de rivayetler bulunmaktadır (bk. Taberî, XVII, 171-173).
 
 39 ve 40. âyetler birlikte değerlendirildiğinde, inanç özgürlüğünü ve dinin icaplarını yaşama serbestisini sağlama hedefinin, savunma hazırlıklarını haklı kılan sebeplerin başında geldiği söylenebilir (İslâm’ın savaş konusuna bakışı hakkında açıklama için bk. Bakara 2/190-193; savaşın “dinde zorlama olamayacağı” ilkesi açısından değerlendirilmesi için bk. Bakara 2/256; Kur’an’da “öldürme” emrinin geçtiği ifadeler için bk. Tevbe 9/5; Kur’an’da “cihad” kavramı ve savaşla ilişkisi hakkında bk. Nisâ 4/84, 95; Mâide 5/35). 
 
40. âyette geçen ve sırasıyla “manastırlar, kiliseler, havralar” şeklinde tercüme edilen kelimeler genel kabul esas alınarak çevrilmiştir; buna göre anılan kelimelerin ilki rahiplerin ibadet için kapandıkları yüksek ve sarp yerlere yapılmış inziva yerleri, ikincisi hıristiyanların ve üçüncüsü yahudilerin ibadet mahalleri anlamındadır. Tefsirlerde, bunların hangi din mensuplarına ait mâbedler olduğu hususunda farklı görüşler de bulunmaktadır (bk. Taberî, XVII, 175-177; Râzî, XXIII, 40; İbn Âşûr, XVII, 277-278). Bu âyetin “ki oralarda Allah’ın adı bol bol anılır” şeklinde çevrilen kısmını sadece mescidlerin sıfatı olarak yorumlayan müfessirler de vardır (Şevkânî, III, 515). Bu yorumu esas alan Elmalılı Muhammed Hamdi, burada bir taraftan İslâm’daki ibadetlerde Allah’ı çokça anmanın temel hedef olduğuna, bir taraftan da âyette değinilen diğer din mensuplarına ait mâbedlerde asıl amaç olan Allah’ı anmaktan uzaklaşılıp başka maksatlarla kullanılır hale getirildiğine işaret bulunduğunu belirtir (V, 3409). Bütün ilâhî dinlerdeki ibadetlerde Allah’ı çokça anmanın temel hedef olduğunda kuşku yoktur; âyette diğer din mensuplarına ait mâbedlerde bu aslî amaçtan uzaklaşıldığına dair bir işaret bulunduğunu söylemek de isabetli görünmemektedir. Aynı âyetin “eğer Allah’ın, insanların bir kısmı ile diğer kısmını engellemesi olmasaydı” şeklinde tercüme ettiğimiz kısmı hakkında değişik yorumlar yapılmıştır (bk. Râzî, XXIII, 39-40). Taberî bu konudaki başlıca yorumları aktardıktan sonra, burada özel bir durumun kastedildiğine dair bir açıklama bulunmadığına göre âyeti kapsamlı biçimde anlamanın uygun olacağını belirtir. Buna göre âyeti yorumlarken, Allah’ın, O’nun birliğine inananlara, putperestlere karşı mücadele gücü vermesi, topluma bireylerinin birbirlerine haksızlık etmelerini önleyen bir yönetim nasip etmesi, tanıklık vb. hukukî yolları göstererek hak sahiplerinin hak gaspı yapan tarafa karşı korunmasını sağlaması gibi durumları göz önünde bulundurmak gerekir (XVII, 174-175).
 
 Tefsirlerde genellikle, 41. âyette övülen kişilerin kendilerine hicret veya savaş izni verilen sahâbîler olduğu belirtilir. Bununla birlikte âyetteki ifadenin Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak isteyen bütün müminleri kapsayacak biçimde anlaşılmasına bir engel bulunmamaktadır. Burada asıl dikkat çekilmek istenen nokta, kendilerine imkân ve güç lutfedilen gerçek müminlerin, bu imkânlara kavuşunca adaleti elden bırakmamaları, ahlâkın bozulmasına fırsat vermemeleri ve bunu güvence altına almak için de dinin temel umdelerine sıkı biçimde sarılıp onlara sahip çıkma çabası içinde olmaları gerektiğidir (“İyiliği emretme ve kötülükten alıkoymaya çalışma” şeklinde çevirdiğimiz “emir bi’l-ma‘rûf ve nehiy ani’l-münker” ifadesinin açıklaması için bk. Âl-i İmrân 3/104; Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için başka yere göç etme konusunda bk. Nisâ 4/100).
 

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 736-738
 

اُذِنَ لِلَّذ۪ينَ يُقَاتَلُونَ بِاَنَّهُمْ ظُلِمُواۜ 

 

Fiil cümlesidir.  اُذِنَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili mahzuftur.

لَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  اُذِنَ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  يُقَاتَلُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يُقَاتَلُونَ  fiili, نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i faili olarak mahallen merfûdur.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar,

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  اُذِنَ  fiiline mütealliktir.  هُمْ  muttasıl zamir  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. ظُلِمُوا  fiili,  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. ظُلِمُوا  damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i faili olarak mahallen merfûdur.

يُقَاتَلُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi قتل ’dir.

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

Müşareket (İşteşlik-ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَاِنَّ اللّٰهَ عَلٰى نَصْرِهِمْ لَقَد۪يرٌۙ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اِنَّ nin ismi olup fetha ile mansubdur.

عَلٰى نَصْرِهِمْ  car mecruru قَد۪يرٌ ’e mütealliktir.  Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

قَد۪يرٌ  kelimesi  اِنَّ nin  haberi olup lafzen merfûdur. قَد۪يرٌ  kelimesi,mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اُذِنَ لِلَّذ۪ينَ يُقَاتَلُونَ بِاَنَّهُمْ ظُلِمُواۜ 

 

Istînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Meçhul bina edilen  اُذِنَ  fiilinin naib-i faili mahzuftur.

Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Harf-i cerle birlikte  اُذِنَ  fiiline müteallik has ism-i mevsûl  لِلَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  يُقَاتَلُونَ بِاَنَّهُمْ ظُلِمُوا, müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi masdar tevilinde,  بِ  harfiyle birlikte  يُقَاتَلُونَ  fiiline mütealliktir. Faide-i haber inkârî kelam olan masdar-ı müevvel cümlesinde müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Ayet-i kerîme’de geçen  بِاَنَّهُمْ  ibaresinde  بِ, sebebiyyedir.

اُذِنَ  ve  يُقَاتَلُونَ  kelimeleri hem malum hem de meçhul sıygayla okunmuş olup, “Onlara ‘savaş hakkında’ izin vermiştir/verilmiştir.” anlamındadır. İzin verilen şey, arkadan gelen يُقَاتَلُونَ  fiili delalet ettiği için hazf edilmiştir. (Keşşâf)

Bu Müslümanlar, Peygamberimizin ashabıdır. Önceleri müşrikler, onlara eziyet ediyorlardı ve onlar dövülmüş ve kafaları kırılmış olarak Peygamberimize (s.a.) gelip şikayet ediyorlardı. Peygamberimiz de onlara: “Sabredin; zira Bana henüz savaş emri verilmedi.” diyordu. Nihayet Müslümanlar, Medine'ye hicret ettikten sonra bu ayet nazil oldu. Yetmiş küsur ayette Müslümanlara savaş yasaklandıktan sonra savaş izni hakkında nazil olan ilk ayet budur. (Ebüssuûd)


 وَاِنَّ اللّٰهَ عَلٰى نَصْرِهِمْ لَقَد۪يرٌۙ

 

اُذِنَ  cümlesine  وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهُ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Cümlede müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Haber olan  لَقَد۪يرٌۙ, mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلٰى نَصْرِهِمْ, amili olan  اِنَّ ’nin haberine ihtimam için takdim edilmiştir.  

Bu ayet, Müslümanlara zafer vadetmekte, Allah'ın onlara olan mezkûr ikram vaadini tekid etmektedir. Mezkûr vaatten murat, sadece Müslümanları müşriklerin elinden kurtarmak olmadığını, fakat aynı zamanda onları galip muzaffer kılmak olduğunu sarahatle bildirmektedir. Allah'ın onlara yardıma kādir olduğunu haber vermek, ilâhî azametin tarzıdır. (Ebüssuûd)