اَلَّذ۪ينَ اُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ بِغَيْرِ حَقٍّ اِلَّٓا اَنْ يَقُولُوا رَبُّنَا اللّٰهُۜ وَلَوْلَا دَفْعُ اللّٰهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَهُدِّمَتْ صَوَامِــعُ وَبِيَعٌ وَصَلَوَاتٌ وَمَسَاجِدُ يُذْكَرُ ف۪يهَا اسْمُ اللّٰهِ كَث۪يراًۜ وَلَيَنْصُرَنَّ اللّٰهُ مَنْ يَنْصُرُهُۜ اِنَّ اللّٰهَ لَقَوِيٌّ عَز۪يزٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الَّذِينَ | onlar |
|
2 | أُخْرِجُوا | çıkarıldılar |
|
3 | مِنْ | -ndan |
|
4 | دِيَارِهِمْ | yurtları- |
|
5 | بِغَيْرِ | etmedikleri halde |
|
6 | حَقٍّ | hak |
|
7 | إِلَّا | sadece |
|
8 | أَنْ | diye |
|
9 | يَقُولُوا | diyorlar |
|
10 | رَبُّنَا | Rabbimiz |
|
11 | اللَّهُ | Allah’tır |
|
12 | وَلَوْلَا | eğer olmasaydı |
|
13 | دَفْعُ | savunması |
|
14 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
15 | النَّاسَ | insanların |
|
16 | بَعْضَهُمْ | bazılarını |
|
17 | بِبَعْضٍ | diğer bazılarıyle |
|
18 | لَهُدِّمَتْ | yıkılırdı |
|
19 | صَوَامِعُ | manastırlar |
|
20 | وَبِيَعٌ | ve kiliseler |
|
21 | وَصَلَوَاتٌ | ve havralar |
|
22 | وَمَسَاجِدُ | ve mescidler |
|
23 | يُذْكَرُ | anılan |
|
24 | فِيهَا | içlerinde |
|
25 | اسْمُ | ismi |
|
26 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
27 | كَثِيرًا | çokca |
|
28 | وَلَيَنْصُرَنَّ | ve elbette yardım eder |
|
29 | اللَّهُ | Allah |
|
30 | مَنْ | kimseye |
|
31 | يَنْصُرُهُ | kendine yardım eden |
|
32 | إِنَّ | kuşkusuz |
|
33 | اللَّهَ | Allah |
|
34 | لَقَوِيٌّ | kuvvetlidir |
|
35 | عَزِيزٌ | galibdir |
|
اَلَّذ۪ينَ اُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ بِغَيْرِ حَقٍّ اِلَّٓا اَنْ يَقُولُوا رَبُّنَا اللّٰهُۜ
İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ينَ, mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri, هم (onlar) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası اُخْرِجُوا ’dir.Îrabdan mahalli yoktur.
اُخْرِجُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i faili olarak mahallen merfûdur.
مِنْ دِيَارِهِمْ car mecruru اُخْرِجُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِغَيْرِ car mecruru naib-i faile mütealliktir. حَقٍّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِلَّٓا istisna harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, müstesna olarak mahallen mansubdur.
يَقُولُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, رَبُّنَا اللّٰهُ ’dir. يَقُولُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
رَبُّنَا mübteda olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اللّٰهُ lafza-i celâl haber olup lafzen merfûdur.
اُخْرِجُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi خرج ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَلَوْلَا دَفْعُ اللّٰهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَهُدِّمَتْ صَوَامِــعُ وَبِيَعٌ وَصَلَوَاتٌ وَمَسَاجِدُ يُذْكَرُ ف۪يهَا اسْمُ اللّٰهِ كَث۪يراًۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لَوْلَٓا cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani “Değil mi?” manasındadır. (Âşûr)
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
دَفْعُ mübteda olup lafzen merfûdur. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Haber mahzuftur. Takdiri, موجود (vardır.) şeklindedir.
النَّاسَ kelimesi masdar olan دَفْعُ ’un mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Masdar; bir iş, bir oluş, bir durum bildiren ve zamanla ilgili olmayan kelimelerdir. Masdarlar fiil gibi zamanla ilgili olmadığından isimdirler.
Masdarın fiil gibi amel şartları şunlardır:
1.Tenvinli olmalıdır.
2. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır.
3. Masdarın failine muzâf olmalıdır.
4. Masdarın mef’ûlüne muzâf olmalıdır.
Not: Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir.
Bu amel şartlarından birini taşıyan masdar kendisinden sonra fail veya mef’ûl alabilir. Bu ayette النَّاسَ kelimesi masdar olarak gelip failine muzâf olmuştur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَعْضَهُمْ kelimesi النَّاسَ ’den bedel olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِبَعْضٍ car mecruru دَفْعُ ’ya mütealliktir.
لَ harfi لَوْلَا ’nın cevabının başına gelen rabıtadır. هُدِّمَتْ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir.
صَوَامِــعُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
بِيَعٌ atıf harfi و ’la makabline matuftur.
مَسَاجِدُ atıf harfi و ’la makabline matuftur. مَسَاجِدُ kelimesi مفاعل vezninde olduğu için gayri munsariftir. Gayri munsarif olduğu için tenvin almamıştır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُذْكَرُ ف۪يهَا اسْمُ اللّٰهِ كَث۪يراً cümlesi مَسَاجِدُ ’nun sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُذْكَرُ merfû meçhul muzari fiildir. ف۪يهَا car mecruru يُذْكَرُ fiiline mütealliktir.
اسْمُ naib-i fail olup lafzen merfûdur. كَث۪يراً mef’ûlu mutlaktan naibdir. Takdiri, ذكرا كثيرا şeklindedir. Mahzuf mef’ûln mutlakın sıfatı olup fetha ile mansubdur.
هُدِّمَتْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi هدم ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَلَيَنْصُرَنَّ اللّٰهُ مَنْ يَنْصُرُهُۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattie harfidir.
يَنْصُرَنَّ fiilinin sonundaki نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakîledir. Fetha üzere mebni muzari fiildir.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَنْصُرُهُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يَنْصُرُهُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ اللّٰهَ لَقَوِيٌّ عَز۪يزٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli, اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. قَوِيٌّ mübteda olup lafzen merfûdur. عَز۪يزٌ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
قَوِيٌّ - عَز۪يزٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَّذ۪ينَ اُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ بِغَيْرِ حَقٍّ اِلَّٓا اَنْ يَقُولُوا رَبُّنَا اللّٰهُۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. اَلَّذ۪ين takdiri هم (Onlar) olan mahzuf mübtedanın haberidir. Sılası olan …اُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اُخْرِجُوا fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يَقُولُوا رَبُّنَا اللّٰهُۜ cümlesi masdar teviliyle müstesnadır. Müspet muzari fiil sıygasındaki cümlenin mekulü’l-kavli رَبُّنَا اللّٰهُۜ, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.
Ayetteki istisna munkatı’dır.
Ayette ulûhiyet ve rububiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiştir. Allah ve Rabb isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rabb olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 234)
اِلَّٓا اَنْ يَقُولُوا رَبُّنَا اللّٰهُ (Rabbimiz Allah demelerinden başka bir suçları yoktu) cümlesinde, yermeye benzeyen şeyle övmeyi pekiştirme sanatı vardır. (Safvetu’t Tefasir)
Bu ayetteki istisna, ilk bakışta kendisinden sonra Müslümanların yurtlarından çıkarılmasını gerektirecek bir şeyin geleceği düşüncesini çağrıştırmaktadır. Ancak mûtat istisna yapılarının tersine ikram edilmelerini gerektirecek bir sıfat (Rabbimiz Allah’tır, ifadesi) kullanılmıştır. Böylece inkârcıların haksızlığı, müminlerin haklılığı çarpıcı bir şekilde beyan edilmiş olmaktadır. (Zemahşerî, Keşşâf, III, 157)
Zemme benzeyen medih sanatında önce bir medih sıfatı zikredilir, istisna edatından sonra başka bir medih sıfatı daha söylenir. Yani müspet bir medih sıfatından başka bir medih sıfatı istisna edilir. Bu üslubun bu şekilde isimlendirilmesinin sebebi muhatabın ilk anda zem işitmeye hazırlanması, buna mukabil mütekellimin sözünün başında zikrettiği medhi tekid eden bir söz söylemesidir. istisna ve istidrak harfleri kendinden sonra zıd manada bir şeyler geleceğini hissettirir. Bunun için bazı alimler bu sanatı istisna diye adlandırırlar. Tabii ki buradan hareketle her istisna cümlesinin bu manayı taşıdığı düşünülmemelidir. Bu üslup tekid yollarından biridir. Muhatap beklemediği bir sonuçla karşılaştığı için etkisi kuvvetlidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Yurtlarından murat Mekke'dir. Onlar, yurtlarından çıkarılmalarını gerektiren bir durum olmadığı halde sırf tevhit inançları sebebiyle çıkarılmışlardır. Halbuki bu inançları onların yurtlarından çıkarılmalarını, oradan kovulmalarını gerektirmez, aksine orada saygın olarak kalmalarını gerektirmektedir. (Ebüssuûd)
وَلَوْلَا دَفْعُ اللّٰهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَهُدِّمَتْ صَوَامِــعُ وَبِيَعٌ وَصَلَوَاتٌ وَمَسَاجِدُ يُذْكَرُ ف۪يهَا اسْمُ اللّٰهِ كَث۪يراًۜ
İstînâf cümlesidir. لَوْلَا harfi, bir şeyin mevcudiyetinden dolayı imtina harfi olur. İsim cümlesine dahil olur. Şayet müspet mana taşıyorsa cevabı önünde ل harfi bulunan fiil olarak gelir. Şayet menfi mana taşıyorsa cevabı ل ’sız gelir. (Süyûtî, el-İtkan, c.1, s. 481)
Şart üslubunda gelmiş cümlede دَفْعُ اللّٰهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ , şart cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan دَفْعُ اللّٰهِ ’nin, takdiri موجود (mevcuttur) olan haberi mahzuftur.
بَعْضَهُمْ mef’ûl olan النَّاسَ ’den bedeldir. Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
…لَهُدِّمَتْ صَوَامِــعُ وَبِيَعٌ cümlesi لَوْلَا ’nın cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
بِيَعٌ , صَلَوَاتٌ , مَسَاجِدُ, naib-i fail olan صَوَامِــعُ ’ya temâsül nedeniyle atfedilmiştir.
يُذْكَرُ ف۪يهَا اسْمُ اللّٰهِ كَث۪يراً cümlesi مَسَاجِدُ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda faide-i haber, ibtidaî kelamdır.
Haberî isnad yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
مَسَاجِدُ - وَبِيَعٌ - صَلَوَاتٌ صَوَامِــعُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayet-i kerimede geçen لَهُدِّمَتْ lafzı teksir ifade etmek için şeddeli olarak ve şeddesiz olarak okunmuştur.
صَوَامِــعُ : Tepesi sivri ve yüksek olan bina demektir ki İslamiyet’ten önce Hristiyan rahiplerinin manastırlarının ve sâbie (yıldızlara tapanlar) sofularının zaviyelerinin adı olmuştu. Sonra Müslümanların ezan yerleri olan minareler için de kullanılmaya başlandı. Ancak ayette kastedilen Hristiyanların manastırları veya sâbienin zaviyeleridir.
بِيَعٌ : Hristiyanların ibadet yeri olan kilise demektir.
صَلَوَاتٌ : Bu kelime İbranice Saluta'dan gelen ve sonradan Arapçalaşan bir sözcüktür ki Yahudilerin namaz yeri yani havra demektir. Görülüyor ki mescitler, “Allah'ın adının çok anıldığı yer” olarak nitelendirilmiştir ki bunda iki nükte vardır. Birincisi, İslamın emrettiği ibadetlerden asıl maksadın Allah'ın adının çokça anılması olduğunu vurgulamak, ikincisi de diğerlerinin var olmalarının asıl sebebi olan Allah'ın anıldığı yer olmaktan çıkıp başka maksatlar için kullanıldığına işarettir. (Elmalılı)
“İçlerinde Allah'ın adı çokça anılan” vasfının camilere tahsis edilmesi, onun ve cemaatinin üstünlüğünü belirtmek içindir. (Ebüssuûd)
Cenab-ı Hakk’ın وَبِيَعٌ ve صَوَامِــعُ kelimelerini مَسَاجِدُ kelimesinden önce getirmesinin sebebi, var olma bakımından daha önce olmalarıdır. Bir de tefekkürde ilk olanın, amelde son olmasından ötürüdür. (Fahreddin er-Râzî)
Cenab-ı Hak şöyle demek istemiştir: “Şayet, müminlere, kâfirlerle cihat etmeleri hususunda izin vermek, düşmanlarına karşı onlara yardım etmek suretiyle Allah'ın müminler vasıtasıyla müşrikleri defetmesi olmasaydı, o zaman şirk ehli din mensuplarına hükümran olur ve o din mensuplarının ibadet ettikleri o mahalleri harabeye çevirirdi. Ancak ne var ki Cenab-ı Hakk bunları, din mensuplarının ibadete ve ibadet mahallerini yapmaya zaman bulabilmeleri için din düşmanlarıyla savaşılmasını emretmek suretiyle def etmiştir. İşte bu itibarla her ne kadar Müslüman olmayanlara ait olsa dahi havra, kilise ve manastır ifadesine yer verilmiştir.” (Fahreddin er-Râzî)
وَلَيَنْصُرَنَّ اللّٰهُ مَنْ يَنْصُرُهُۜ
Lam-ı muvattienin dahil olduğu cümle, mahzuf kasemin cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle mahzuf kasem ve nûn-u sakile olmak üzere iki unsurla tekid edilmiştir. Kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf kasem ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasem cevabına yapılır. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
لَيَنْصُرَنَّ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’nın sılası olan يَنْصُرُهُ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede fiilin muzari sıygada gelmesi hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَيَنْصُرَنَّ - يَنْصُرُهُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Yemin olsun ki Allah dostlarına yahut dinine yardım edenlere muhakkak yardım edecektir. Nitekim Allah vaadini gerçekleştirerek Muhacirleri ve Ensar'ı Arap ulularına, İran kisralarına ve Rum kayserlerine musallat etti ve topraklarına ve yurtlarına varis kıldı. (Ebüssuûd)
اِنَّ اللّٰهَ لَقَوِيٌّ عَز۪يزٌ
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عَز۪يزٌ, haber olan لَقَوِيٌّ için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celalle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَقَوِيٌّ - عَز۪يزٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Önceki ayet ve bu ayette üç fiilin meçhul olarak geldiği görülür. Önceki ayetteki fiil اُذِنَ ’dir. Mazlumlar için savaşmanın mübah olduğuna delalet eder. Makam teşrî‘ makamıdır. Allah’tan başka şeriat koyucu olmadığı için zikrine gerek görülmemiştir. Ancak bu ayetteki diğer iki fiil يُقَاتَلُونَ ve اُخْرِجُوا fiillerinin failleri, kâfirlerdir ve ağzı kirletmemek için hakir görülerek hazf edilmişlerdir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetin son cümlesi, mesel tarikinde tezyîl cümlesidir.
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekit etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Cenab-ı Hak, müminlere vadettiği o yardıma gücünün yettiğini, bu hususta hiçbir engel tanımadığını beyan etmiştir ki bu da O'nun عَز۪يزٌ /Azîz ifadesinden anlaşılmaktadır: Çünkü عَز۪يزٌ /Azîz, küçük düşürülemeyen zulme uğratılamayan ve yapmak istediği şeyden alıkonulamayan demektir. (Fahreddin er-Râzî)