وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ وَلَنْ يُخْلِفَ اللّٰهُ وَعْدَهُۜ وَاِنَّ يَوْماً عِنْدَ رَبِّكَ كَاَلْفِ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَسْتَعْجِلُونَكَ | ve senden çabucak istiyorlar |
|
2 | بِالْعَذَابِ | azabı |
|
3 | وَلَنْ | fakat |
|
4 | يُخْلِفَ | caymaz |
|
5 | اللَّهُ | Allah |
|
6 | وَعْدَهُ | sözünden |
|
7 | وَإِنَّ | ve şüphesiz |
|
8 | يَوْمًا | bir gün |
|
9 | عِنْدَ | yanında |
|
10 | رَبِّكَ | Rabbinin |
|
11 | كَأَلْفِ | bin (yıl) gibidir |
|
12 | سَنَةٍ | yıl |
|
13 | مِمَّا |
|
|
14 | تَعُدُّونَ | sizin saydıklarınızdan |
|
Dünya menfaati ve arzuları uğruna peygamberleri yalancılıkla itham edip insanlar üzerindeki haksızlık ve baskılarını sürdürenlerin, ne kadar debdebeli bir hayat yaşamış olurlarsa olsunlar, sonunda iflâh olmadıkları, er-geç cezalarını gördükleri Kur’an’ın birçok âyetinde ifade edilmiştir. Burada da böyle zulme dalmış nice topluluğun daha dünyada iken cezalandırılıp insanlık için ibret levhaları kılındığına değinilmektedir. 45. âyette hemen cezalandırma, 48. âyette de biraz süre verdikten sonra cezalandırma örneklerine işaret edilerek, bu hususun mutlak güç ve hikmet sahibi olan Allah’ın takdirinde olduğuna, ayrıca inkârcılık ve hak tanımazlık batağına saplanmış olduğu halde işleri yolunda gidenlerin bu durumuna aldanmamak gerektiğine dikkat çekilmiştir. 45. âyette geçen hâviye kelimesi Arapça’da hem “düşmüş” hem de “boş kalmış” anlamına geldiği için “hâviyetün alâ urûşihâ” ifadesine “çatıları çöküp duvarları onların üzerine düşmüş” veya “çatıları ayakta olmakla beraber bomboş kalmış” şeklinde mâna vermek mümkündür (Râzî, XXIII, 43-44).
Meâlinde her iki anlamı dikkate alarak bu kısmı, “evlerinin duvarları çatıları üzerine yıkılmış, ıpıssız kalmıştır” şeklinde çevirmeyi tercih ettik. 46. âyette kullanılan hayret ifadesiyle inkârcıların seyahat etmedikleri değil, bunlardan gezip dolaşanların etraflarına ibret gözüyle bakmadıkları ve anlatılanları ibret kulağıyla dinlemedikleri, bizzat seyahat etmeyenlerin de gezip dolaşanlardan aldıkları haberleri böyle bir değerlendirmeye tâbi tutmadıkları anlatılmak istenmiştir (İbn Âşûr, XVII, 287-288).
47. âyette geçen “Rabbinin katındaki bir gün sizin saymakta olduklarınızın bin yılı gibidir” ifadesi hakkında değişik yorumlar yapılmıştır. İlk dönem âlimlerinden, buradaki “gün”den maksadın, Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günlerden bir gün yahut âhiret günleri veya kıyamet günü olduğu yönünde rivayetler bulunmaktadır (bk. Taberî, XVII, 183-184).
Bu ifade ile azabın çabuk gelmesini isteyenler arasında nasıl bir fikrî bağlantı bulunduğu hususunda Taberî’nin zikrettiği yorumlardan ikisi şöyledir: a) Onlar dünyadaki azabın çabuk gelmesini isteyince Allah da vaadinden dönmeyip dünyadaki cezalarını vereceğini bildirmiş ve kendi katında onlara dünyada ve âhirette vereceği bir günlük azabın insanların dünyada saydıklarıyla bin yıl gibi olduğunu açıklamıştır. b) Allah onlara acele etmeyip kendi tayin ettiği vadeye kadar mühlet verdiğini, onlar bakımından çok uzun görünen sürenin kendisi bakımından yakın olduğunu bildirmiştir. Taberî bu görüşü doğruya en yakın bulduğunu, dolayısıyla bu âyetin şöyle anlaşılmasının uygun olacağını belirtir: Allah katındaki günlerden biri olan kıyamet günü sizin saymanızla bin yıla denk düşen bir gündür; bu O’na uzak değildir, size ise uzakta görünür. Bu sebeple O cezalandırmak istediğinin cezasını vermekte acele etmez, tayin ettiği müddetin sonuna bırakır (XVII, 184). Bu konuda Zeccâc’ın yorumu da şöyledir: Allah Teâlâ’nın kudreti açısından bir gün ile 1000 yıl aynıdır. Dolayısıyla onların çabucak gelmesini istedikleri azabın hemen vukuu ile geciktirilmesi arasında ilâhî kudret açısından fark yoktur. Şu var ki Allah mühlet vererek lutufta bulunmuştur. Ferrâ ise bu ilişkiyi şöyle açıklar:
Bu, onlara âhiretteki azaplarının ne kadar uzun olacağı yönünde bir tehdit anlamı taşır, yani onların âhiretteki azaplarının bir günü (buradaki hesaplarıyla) 1000 yıl gibi olacaktır. Bir başka izaha göre âhiretteki bir korku ve şiddet günü dünyada korku ve şiddetle geçen 1000 yıl gibidir; nimet günleri de buna göre düşünülmelidir (Şevkânî, III, 518-519). Râzî’nin zikrettiği şu iki yorumdan ilki Ebû Müslim’e ait olup kendisi de bunu tercih eder: a) Uğrayacakları azap onlara 1000 yıllık acı verecektir, bunu bilseler acele gelmesini istemezlerdi. b) Allah’a nisbetle bir gün ile 1000 yılın farkı yoktur, çünkü O mutlak kadirdir; şu halde O’nun bir gün mühlet vereceğini kabul etmeleri halinde 1000 yıl süre verebileceğini de kabul etmeleri gerekir (XXIII, 46). Esed’in belirtilen bu izahlardan bir kısmıyla örtüşen şu yorumu bize de uygun görünmektedir: İnsanın “zaman” ya da “süre”den anladığı şeyin Allah’a göre bir anlamı yoktur. Çünkü O, zamandan münezzehtir, zamanın ötesindedir, başlangıcı ve sonu yoktur. O’nun için –insanların hesaplamalarına göre– ha bir gün ha 1000 yıl aynı şeydir (II, 680; krş. Meâric 70/4).
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ وَلَنْ يُخْلِفَ اللّٰهُ وَعْدَهُۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir.
يَسْتَعْجِلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِالْعَذَابِ car mecruru يَسْتَعْجِلُونَ fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir.
يُخْلِفَ mansub muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.
وَعْدَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَسْتَعْجِلُونَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi عجل ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
يُخْلِفَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خلف ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاِنَّ يَوْماً عِنْدَ رَبِّكَ كَاَلْفِ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ
وَ atıf harfidir. İtiraziyye olması da caizdir. İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. يَوْماً kelimesi, اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
عِنْدَ mekân zarfı, يَوْماً ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. رَبِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَاَلْفِ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. سَنَةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَا ve masdar-ı müevvel, مِنْ harf-i ceriyle birlikte اَلْفِ سَنَةٍ ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
تَعُدُّونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ وَلَنْ يُخْلِفَ اللّٰهُ وَعْدَهُۜ
وَ , istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَسْتَعْجِلُونَكَ muzari fiili teceddüt ve istimrar için gelmiştir. Bu fiildeki çoğul zamir müşriklere aittir. (Âşûr)
يَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ cümlesi lafzen haber olmakla beraber istifham manasında inşâî cümledir. (Âlûsî)
بِالْعَذَابِ kavlindeki بِ acele etmenin şiddetini tekid için zaiddir. Sanki azabın acele gelmesini hırsla arzu ediyorlardır. (Âşûr)
وَلَنْ يُخْلِفَ اللّٰهُ وَعْدَهُ cümlesi makabline matuftur.
لَنْ muzari fiili nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren ve tekid ifade eden edattır. Cümle menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Allah’a ait zamirin وَعْدَ ’ye izafe edilmesi, vaadin şanı içindir.
O kâfirler, kendilerine vadedilen azabın gelmesini şiddetle inkâr ediyorlardı. Onların o azabın çabuk gelmesini istemeleri, Resulullah (s.a.) ile alay etmek ve kendi, iddialarına göre Resulullah'ı (s.a.) aciz bırakmak içindi. İşte bunun için bu halleri, hata sayılmak ve reddedilmek yolu ile kendilerinden hikâye edilmiştir.
(Ebüssuûd)
وَاِنَّ يَوْماً عِنْدَ رَبِّكَ كَاَلْفِ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ
وَ atıf veya itiraziyyedir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. كَاَلْفِ سَنَةٍ car mecruru, اِنَّ’nin mahzuf haberine müteallıiktir.
مِن harfiyle birlikte سَنَةٍ ’in mahzuf sıfatına müteallik olan müşterek ism-i mevsûl مَّا’nın sılası olan تَعُدُّونَ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette muzari sıygadaki fiiller hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Peygambere (s.a.) aid muhatab zamirinin رَبِّ lafzına izafesi, Peygamberimize teşrif ve destek amaçlıdır.
وَلَنْ يُخْلِفَ اللّٰهُ وَعْدَهُ [Allah da vaadinden asla caymayacaktır.] şeklindeki ilk cümle, o azabın, vadedilen vaktinden önce gelmesinin imkânsız olduğunu beyan ederek onların onu acele istemelerinin anlamsız olduğunu bildirmektedir. İkinci cümle وَاِنَّ يَوْماً عِنْدَ رَبِّكَ كَاَلْفِ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ [Rabbin katında bir gün, sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir.] ise Allah katında pek kısa olan bir müddetin onlar için çok uzun sayıldığını beyan ederek acele etmelerinin anlamsız olduğunu beyan etmektedir. (Ebüssuûd)
تَعُدُّونَ fiilinde hitap, Peygamber Efendimiz ve müminleredir. (Âşûr)
يَوْماً - سَنَةٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu kelimelerdeki tenvin muayyen olmayan cinsi ifade eder.