وَلَا يَزَالُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْهُ حَتّٰى تَأْتِيَهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً اَوْ يَأْتِيَهُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَق۪يمٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا | ve |
|
2 | يَزَالُ | bitmez |
|
3 | الَّذِينَ |
|
|
4 | كَفَرُوا | inkar edenlerin |
|
5 | فِي | içinde (olmaları) |
|
6 | مِرْيَةٍ | kuşku |
|
7 | مِنْهُ | o(Kur’a)ndan |
|
8 | حَتَّىٰ | kadar |
|
9 | تَأْتِيَهُمُ | kendilerine gelinceye |
|
10 | السَّاعَةُ | o sa’at |
|
11 | بَغْتَةً | ansızın |
|
12 | أَوْ | yahut |
|
13 | يَأْتِيَهُمْ | kendilerine gelinceye kadar |
|
14 | عَذَابُ | azabı |
|
15 | يَوْمٍ | günün |
|
16 | عَقِيمٍ | kısır (hayırsız) |
|
Aqame عقم : عُقْمٌ sözcüğü temelde bir iz veya etkinin oluşmasını engelleyen kuruluk/sertliktir. داءٌ عٌقامٌ iyileşmeyen hastalıktır. Fiil olarak عَقِمَت الْمَرْأة kadın kısır idi/ o hale geldi manasında kullanılır. Kur'an-ı Kerim'de geçen رِيحٌ عَقِيمٌ ifadesi bir bulut ya da ağacı aşılamayan rüzgar anlamındadır. Son olarak يَوْمٌ عَقِيمٌ sözü de hiçbir sürur ve sevincin olmadığı gündür. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim formunda 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli akâmete uğramaktır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَا يَزَالُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْهُ حَتّٰى تَأْتِيَهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً اَوْ يَأْتِيَهُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَق۪يمٍ
وَ istînâfiyyedir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَزَالُ nakıs, merfû muzari fiildir. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl , يَزَالُ ’nün ismi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
ف۪ي مِرْيَةٍ car mecruru يَزَالُ ’nün mahzuf haberine mütealliktir. مِنْهُ car mecruru مِرْيَةٍ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
Süreklilik (devamlılık) bildiren nakıs fiillerin isim ve haber alabilmeleri ve devamlılık manası ifade etmeleri için kendilerinden önce nefy (olumsuzluk), nehiy, dua, istifham-ı inkâri (kınama ve sitem amaçlı soru) edatlarından birinin bulunması gerekir. Başlarındaki مَا menfilik harfi olmasına rağmen fiile olumsuzluk değil devamlılık manası kazandırır. مَا زَالَ fiilinin muzarisi لَا يَزَالُ şeklinde gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. تَأْتِيَ muzari fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.
تَأْتِيَ mansub muzari fiildir. السَّاعَةُ fail olup lafzen merfûdur.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَغْتَةً hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَأْتِيَهُمْ atıf harfi اَوْ ’le تَأْتِيَهُمُ ’e matuftur. يَأْتِيَ mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَذَابُ fail olup lafzen merfûdur. يَوْمٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَق۪يمٍ kelimesi يَوْمٍ ‘nin sıfatı olup lafzen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَق۪يمٍ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا يَزَالُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْهُ حَتّٰى تَأْتِيَهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً اَوْ يَأْتِيَهُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَق۪يمٍ
وَ , istînâfiyyedir. Nakıs fiil لَا يَزَالُ ’nun dahil olduğu isim cümlesinde has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, nakıs fiil لَا يَزَالُ ’nun ismidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. لَا يَزَالُ’nun haberi mahzuftur. ف۪ي مِرْيَةٍ, bu mahzuf habere mütealliktir.
Mevsûlün sılası olan كَفَرُوا ف۪ي مِرْيَةٍ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olmasının yanında o kişilere tahkir ifade eder.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
زَالَ, “ayrıldı, vazgeçti, bıraktı, kayboldu” demektir. Başına olumsuzluk edatı مَا geldiğinde مَا زَالَ olur yani iki menfî yan yana gelir; devamlılık ifade eder. زَالَ nakıs fiildir. زَالَ ’nin mazisinde مَا, muzarisinde de لَا kullanımı daha yaygındır.
مِرْيَةٍ ’deki tenkir, teksir ve tahkir ifade eder.
ف۪ي مِرْيَةٍ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla şüphe, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü مِرْيَةٍ hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Şüphe içinde olmadaki aşırılığı ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
مِنْهُ [Ondan yana] ifadesindeki zamir Kur’an’a ya da Hz. Peygambere racidir.
Gaye bildiren harf-i cer حَتّٰى ’nın gizli أنْ ‘le masdar yaptığı تَأْتِيَهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup başındaki حَتّٰى ile birlikte لَا يَزَالُ ’nun haberine mütealliktir.
حَتّٰى kelimesi, bir şeyin başlangıcına dayanmaksızın sonunu bildirir. Kendisinden sonra gelen gizli bir اَنْ ’le muzari fiili nasb eder ve harf-i cerdir. (Süyûtî, el-İtkan)
Aynı üslupta gelerek masdar-ı müevvele اَوْ harfiyle atfedilen اَوْ يَأْتِيَهُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَق۪يمٍ cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
بَغْتَةً, mef’ûlün halini bildiren ıtnâb sanatıdır.
عَذَابُ يَوْمٍ عَق۪يمٍ [Günün azabı] ifadesinde mecaz-ı aklî vardır. İsnad güne yapılarak azabın korkunçluğu artırılmıştır. Hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
يَوْمٍ için sıfat olan عَق۪يمٍ, sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. يَوْمٍ ’in nekre gelişi tazim içindir.
Son cümlede zamir yerine zahir isim olarak يَوْمٍ tekrarlanmış, o günün önemi vurgulanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
تَأْتِيَهُمُ - يَأْتِيَهُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Allah, kıyametten bahsedip, siz de ayetteki يَوْمٍ عَق۪يمٍ yine kıyamet manasına alırsanız, o zaman lüzumsuz bir tekrar söz konusu olur denilirse biz deriz ki: “Bu bir tekrar değildir. Çünkü السَّاعَةُ, kıyametin işaretleridir, يَوْمٍ عَق۪يمٍ ise kıyametin bizzat kendisidir. Durum bu soruyu soranın dediği gibi olsa bile bu bir tekrar olmaz. Çünkü birincisinde kıyamet, ikincisinde de o günün azabı kastedilmiştir. السَّاعَةُ ile herkesin ölüm zamanının, يَوْمٍ عَق۪يمٍ azabı ile de kıyamet gününün (dehşetinin) kastedilmiş olması da muhtemeldir.” (Fahreddin er-Râzî)
اَوْ يَأْتِيَهُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَق۪يمٍ [Yahut da onlara kıyamet gününün azabı gelecektir] cümlesinde güzel bir istiare vardır. Bu, istiarelerin en güzellerindendir. Çünkü عَق۪يمٍ, çocuk doğurmayan, kısır kadın demektir. Sanki Yüce Allah o günü, kendisinden sonra ne gece ne de gündüz gelmeyecek olan bir gün olarak nitelemiştir. Çünkü zaman bitmiş yükümlülük sona ermiştir. Günler, gecelerin çocukları yerine konmuş ve bu günlerin arasından o gün, istiare yoluyla “kısır” kılınmıştır. (Safvetu’t Tefasir)
Bu kıyametten murad, kıyamet alametleri olmayıp kıyametin kendisidir. Nitekim “ansızın” ifadesinden de anlaşılmaktadır. Zira bu ifade, ancak gerçek kıyamet için kullanılmaktadır. Diğer bir görüşe göre ise bu kıyametten kastedilen, ölümdür. Kısır gün de kendisinden sonra gün olmayan son gündür. Sanki her gün, kendisinden sonra gelen günü doğurmaktadır. Kendisinden sonra gün gelmeyen gün ise kısırdır. Bundan maksat yine kıyamet günüdür. Sanki şöyle denilmiştir: Ya da onlara, kıyametin azabı gelip çatacaktır. اَوْ يَأْتِيَهُمْ عَذَابُها yerine اَوْ يَأْتِيَهُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَق۪يمٍ denilerek, zamir yerine açık isim getirilmesinin sebebi korku ve dehşeti artırmak içindir. (Ebüssuûd)