وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ تَعْرِفُ ف۪ي وُجُوهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا الْمُنْكَرَۜ يَكَادُونَ يَسْطُونَ بِالَّذ۪ينَ يَتْلُونَ عَلَيْهِمْ اٰيَاتِنَاۜ قُلْ اَفَاُنَبِّئُكُمْ بِشَرٍّ مِنْ ذٰلِكُمْۜ اَلنَّارُۜ وَعَدَهَا اللّٰهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | ve zaman |
|
2 | تُتْلَىٰ | okunduğu |
|
3 | عَلَيْهِمْ | kendilerine |
|
4 | ايَاتُنَا | ayetlerimiz |
|
5 | بَيِّنَاتٍ | apaçık |
|
6 | تَعْرِفُ | anlarsın |
|
7 | فِي |
|
|
8 | وُجُوهِ | yüzlerinde |
|
9 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
10 | كَفَرُوا | inkar eden |
|
11 | الْمُنْكَرَ | hoşnutsuzluk |
|
12 | يَكَادُونَ | neredeyse |
|
13 | يَسْطُونَ | üzerine saldıracaklar |
|
14 | بِالَّذِينَ |
|
|
15 | يَتْلُونَ | okuyanların |
|
16 | عَلَيْهِمْ | kendilerine |
|
17 | ايَاتِنَا | ayetlerimizi |
|
18 | قُلْ | de ki |
|
19 | أَفَأُنَبِّئُكُمْ | size haber vereyim mi? |
|
20 | بِشَرٍّ | daha kötü bir şey |
|
21 | مِنْ |
|
|
22 | ذَٰلِكُمُ | bundan |
|
23 | النَّارُ | ateş! |
|
24 | وَعَدَهَا | ve onu va’detmiştir |
|
25 | اللَّهُ | Allah |
|
26 | الَّذِينَ | kimselere |
|
27 | كَفَرُوا | inkar eden |
|
28 | وَبِئْسَ | ve ne kötü |
|
29 | الْمَصِيرُ | sondur |
|
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ تَعْرِفُ ف۪ي وُجُوهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا الْمُنْكَرَۜ
وَ atıf harfidir. اِذَا şart manalı, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
تُتْلٰى ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تُتْلٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni meçhul muzari fiildir. عَلَيْهِمْ car mecruru تُتْلٰى fiiline mütealliktir.
اٰيَاتُنَا naib-i fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بَيِّنَاتٍ kelimesi اٰيَاتُنَا naib-i failinin hali olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ karinesi olmadan gelen تَعْرِفُ ف۪ي وُجُوهِ cümlesi şartın cevabıdır. تَعْرِفُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
ف۪ي وُجُوهِ car mecruru تَعْرِفُ fiiline mütealliktir.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
الْمُنْكَرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْمُنْكَرَ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûludur.
يَكَادُونَ يَسْطُونَ بِالَّذ۪ينَ يَتْلُونَ عَلَيْهِمْ اٰيَاتِنَاۜ
يَكَادُونَ fiili نَ ’un sübutuyla nakıs, merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı يَكَادُونَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. كَاد fiili İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
Mukârebe (Yaklaşma) Fiilleri: Mübteda ve haberin başına gelerek nakıs fiiller gibi isim cümlesinin mübtedasını ismi, haberini ise haberi yaparlar. İsmini ref, haberini nasb ederler. Haberleri daima muzari fiil ile başlar. Bu fiiller, ‘- e yazdı, az kalsın … , neredeyse … , - mek üzereydi’ gibi manalara gelir. Bu fiillerden Kur'an’da sadece كَادَ ’nin kullanımına rastlanılmıştır. كَادَ fiili tam fiil olarak da kullanılır. Bu durumda peşinden muzari fiil gelmez ve gerçek anlamı olan ‘tuzak kurdu, hile yaptı, aldattı’ manalarına gelir. Bu şekilde geldiğinde normal fiil gibi amel eder. Yani fail ve mef’ûl alabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَسْطُونَ fiili, يَكَادُونَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. يَسْطُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiilidir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, بِ harf-i ceriyle birlikte يَسْطُونَ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يَتْلُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَتْلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
عَلَيْهِمْ car mecruru يَتْلُونَ fiiline mütealliktir. اٰيَاتِنَا mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قُلْ اَفَاُنَبِّئُكُمْ بِشَرٍّ مِنْ ذٰلِكُمْۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulül-kavli اَفَاُنَبِّئُكُمْ ’dur. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen merfûdur.
Hemze istifham harfidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُنَبِّئُكُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِشَرٍّ car mecruru اُنَبِّئُكُمْ fiiline mütealliktir.
مِنْ ذٰلِكُمْ car mecruru اُنَبِّئُكُمْ fiiline mütealliktir.
اُنَبِّئُكُمْ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نبأ ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اَلنَّارُۜ وَعَدَهَا اللّٰهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ
İsim cümlesidir. اَلنَّارُ mübteda olup lafzen merfûdur. وَعَدَهَا fiil cümlesi haber olarak mahallen merfûdur. وَعَدَهَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ۟
وَ istinâfiyyedir. بِئْسَ , zem anlamı taşıyan camid fildir. الْمَصٖيرُ failidir. بِئْسَ fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri; جهنّم şeklindedir.
Dönüş manasındaki الْمَصٖيرُ kelimesi mimli masdardır.
بِئْسَ zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut مَا ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır:
1. Failinin ال ’lı gelmesi
2. Failinin ال ’lı isme muzâf olarak gelmesi
3. Bu fiillerin مَا harfine bitişik olarak gelmesi
4. Failinin ism-i mevsûl olarak gelmesi
Burada faili ال ’lı gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ تَعْرِفُ ف۪ي وُجُوهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا الْمُنْكَرَۜ
اِذَا , cümleye muzaf olan şart ve mazi manalı zaman zarfıdır.
Cümle şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır. Cümlenin haber manalı olması, bu atfı mümkün kılmıştır.
اِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumunda olan şart cümlesi تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Veciz anlatım kastıyla gelen اٰيَاتُنَا izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan ayetler tazim edilmiştir.
بَيِّنَاتٍ , naib-i fail olan اٰيَاتُنَا ’dan haldir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.
فَ karinesi olmadan gelen تَعْرِفُ ف۪ي وُجُوهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا الْمُنْكَرَۜ şeklindeki cevap cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ف۪ي وُجُوهِ ibaresindeki فِي harfinde istiare vardır. Car ve mecrurun ilişkisi, zarf ve mazruf ilişkisine benzetilmiştir. وُجُوهِ , içine girilecek bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. وُجُوهِ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Konunun kesinliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
وُجُوهِ ’nin muzafun ileyhi konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan كَفَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَفَرُوا - الْمُنْكَرَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
تَعْرِفُ ف۪ي وُجُوهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا الْمُنْكَرَ [Kâfirlerin suratlarında hoşnutsuzluk sezersin] cümlesinde latif bir istiare vardır. Yani onların yüzlerinden hoşnutsuzluk sezer ve kötü bir şey yapmak istediklerini anlarsın. (Safvetü’t Tefasir)
Onlara, Kur'an'dan “açık açık” hak itikatlara ve İlahî hükümlere açıkça delalet eden ayetlerimiz okunduğu zaman kâfirlerin yüzlerinde hoşnutsuzluk görürsün cümlesi hakkı şiddetle reddetmelerinden ve öfkelerinden taklit ettikleri batılları müdafaa etmek için demektir. Bu da cahilliğin son kertesidir. Bunun içindir ki kâfirler zamir yerine konulmuştur. (Beyzâvî)
يَكَادُونَ يَسْطُونَ بِالَّذ۪ينَ يَتْلُونَ عَلَيْهِمْ اٰيَاتِنَاۜ
Fasılla gelen cümle ٱلَّذِینَ mevsûlünden hal-i müekkide olarak ıtnâbdır. و ’la gelmeyen bu hal cümlesi bu durumun, sürekli bir özellik olduğuna işaret eder. Veya وجوه kelimesinin halidir.
Nakıs fiil كَاد ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَاد ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
بِ harfiyle birlikte يَسْطُونَ fiiline müteallik olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan يَتْلُونَ عَلَيْهِمْ اٰيَاتِنَاۜ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Veciz anlatım kastıyla gelen اٰيَاتِنَاۜ izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan ayetler, şan ve şeref kazanmıştır.
يَتْلُونَ - تُتْلٰى kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetlerin tekrarı önemine binaen yapılan ıtnâb sanatıdır. Ayrıca bu tekrarda reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
سطوة ; hücum edip, çullanmak, şiddetle yakalamak demektir. Bir kimseyi şiddetle yakalamayı anlatmak üzere bu fiil kullanılır. Bu yakalayış esnasında dövmek ya da sövmek de olabilir. (Kurtubî)
قُلْ اَفَاُنَبِّئُكُمْ بِشَرٍّ مِنْ ذٰلِكُمْۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’-kavli olan اَفَاُنَبِّئُكُمْ بِشَرٍّ مِنْ ذٰلِكُمْۜ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen korkutmak ve azarlamak amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
بِشَرٍّ ’deki tenvin, tahkir, umum ve kesret ifade eder.
İşaret isminde istiare vardır. ذٰلِكُمْۜ ile duruma işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
اَلنَّارُۜ وَعَدَهَا اللّٰهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ
Beyanî istînâf veya tefsiriyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsned olan وَعَدَهَا اللّٰهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
اٰيَاتِنَا ’dan sonra اللّٰهُ lafzının zikrinde, iltifat sanatı vardır.
Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan كَفَرُواۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الَّذ۪ينَ - كَفَرُوا kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
[Allah onu vadetmiştir…] ifadesi söz başı olmaktadır (Dolayısıyla îrab açısından öncekilerle ilgisi yoktur). اَلنَّارُۜ , mübteda وَعَدَهَا ’nın haber olması da mümkündür. Yine اَلنَّارُۜ kelimesini mansub ya da mecrur kıldığın zaman gizli bir قد takdiri ile ateşin hali olması da mümkündür. (Keşşâf)
وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ۟
وَ , istînâfiyyedir. Cümle gayrı talebî inşâî isnaddır. Zem fiili olan بِئْس ’nin mahsusu, mahzuftur. Bu hazif îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri; اَلنَّارُ ’dır.
Zem fiili mahsusuyla birlikte tekid ifade eder.
الْمَص۪يرُ۟ ’deki الْ takısı umum ifade eden cins içindir. (Âşûr)
Ayetin bu son cümlesi tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb sanatıdır.
Hak Teâlâ, küfürleri üzere ölmeleri halinde o kâfirlere vadettiği şeyi de [O ne kötü bir varış yeridir!] diye beyan buyurmuştur. Keşşâf sahibi şöyle der: “Ayetteki وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ۟ ifadesi, müstenef bir cümle olabileceği gibi هو (cehennem) kelimesinin mübteda, bunun onun haberi olması da muhtemeldir.” (Fahreddin er-Râzî)