يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ ضُرِبَ مَثَلٌ فَاسْتَمِعُوا لَهُۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَنْ يَخْلُقُوا ذُبَاباً وَلَوِ اجْتَمَعُوا لَهُۜ وَاِنْ يَسْلُبْهُمُ الذُّبَابُ شَيْـٔاً لَا يَسْتَنْقِذُوهُ مِنْهُۜ ضَعُفَ الطَّالِبُ وَالْمَطْلُوبُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | النَّاسُ | insanlar |
|
3 | ضُرِبَ | size verildi |
|
4 | مَثَلٌ | bir temsil |
|
5 | فَاسْتَمِعُوا | dinleyin |
|
6 | لَهُ | onu |
|
7 | إِنَّ | şüphesiz |
|
8 | الَّذِينَ |
|
|
9 | تَدْعُونَ | yalvardıklarınız |
|
10 | مِنْ |
|
|
11 | دُونِ | başka |
|
12 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
13 | لَنْ |
|
|
14 | يَخْلُقُوا | yaratamazlar |
|
15 | ذُبَابًا | bir sinek dahi |
|
16 | وَلَوِ | şayet |
|
17 | اجْتَمَعُوا | bir araya toplansalar |
|
18 | لَهُ | onların hepsi |
|
19 | وَإِنْ | ve eğer |
|
20 | يَسْلُبْهُمُ | onlardan kapsa |
|
21 | الذُّبَابُ | sinek |
|
22 | شَيْئًا | bir şey |
|
23 | لَا |
|
|
24 | يَسْتَنْقِذُوهُ | bunu kurtaramazlar |
|
25 | مِنْهُ | ondan |
|
26 | ضَعُفَ | aciz |
|
27 | الطَّالِبُ | isteyen de |
|
28 | وَالْمَطْلُوبُ | istenen de |
|
Selebe سلب : سَلْبٌ bir şeyi zorla ve cebir yoluyla söküp almaktır. Türkçede de tekili/müfredi kullanılan أسالِيبٌ sözcüğü ise muhtelif üsluplar, tarzlar, biçimler veya türler demektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil olarak yalnızca 1 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli uslûbdur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ ضُرِبَ مَثَلٌ فَاسْتَمِعُوا لَهُۜ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. النَّاسُ münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur.
Münada: kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayri maksude. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde اَيُّهَا, müennes isimlerde اَيَّتُهَا getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı ضُرِبَ مَثَلٌ ’dur.
ضُرِبَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. مَثَلٌ naib-i fail olup afzen merfûdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن أردتم العبرة ( eğer ibret almak isterseniz..) şeklindedir.
اسْتَمِعُوا fiili, ن ’un hazfi ile mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
لَهُ car mecruru اسْتَمِعُوا fiiline mütealliktir.
اسْتَمِعُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi سمع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اِنَّ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَنْ يَخْلُقُوا ذُبَاباً وَلَوِ اجْتَمَعُوا لَهُۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تَدْعُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
تَدْعُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْ دُونِ car mecruru mahzuf aid zamirine mütealliktir. Takdiri, تعبدونه كائنا من دون الله (Siz ona Allah'tan başka bir varlık olarak tapıyorsunuz.) şeklindedir.
اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَنْ يَخْلُقُوا ذُبَاباً cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder. يَخْلُقُوا fiili, نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
ذُبَاباً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. اجْتَمَعُوا şart fiili olup damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
لَهُ car mecruru اجْتَمَعُوا fiiline mütealliktir.
اجْتَمَعُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi جمع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَاِنْ يَسْلُبْهُمُ الذُّبَابُ شَيْـٔاً لَا يَسْتَنْقِذُوهُ مِنْهُۜ
وَ atıf harfidir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. يَسْلُبْهُمُ meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الذُّبَابُ fail olup lafzen merfûdur. شَيْـٔاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ karinesi olmadan gelen لَا يَسْتَنْقِذُوهُ مِنْهُ cümlesi şartın cevabıdır.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَسْتَنْقِذُوهُ şartın cevabı olduğu için نَ ’un hazfi ile meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنْهُ car mecruru يَسْتَنْقِذُوهُ fiiline mütealliktir.
يَسْتَنْقِذُوهُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi نقذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
ضَعُفَ الطَّالِبُ وَالْمَطْلُوبُ
Fiil cümlesidir. ضَعُفَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الطَّالِبُ fail olup lafzen merfûdur.
الْمَطْلُوبُ atıf harfi وَ ’la الطَّالِبُ ’ye matuftur.
الطَّالِبُ kelimesi sülâsî mücerred olan طلب fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمَطْلُوبُ kelimesi, sülasi mücerredi طلب olan fiilin ism-i mef’ûludur.يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ ضُرِبَ مَثَلٌ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Kur’an’da يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ formundaki nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır.
İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi arkadan gelecek olan şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Arkadan اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile arkadan gelen elif-lâmlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, arkadan gelen kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyân gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’ânî, s. 43) (Ahzab Suresi, 70)
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ ile hitap müşrikleredir. Çünkü اِنَّ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ sözünün delili ile maksat onları reddetmek ve azarlamaktır. (Âşûr)
Buradaki النَّاسُ ile kastedilen, Kur’an'da çoğunlukla olduğu gibi müşriklerdir. النَّاسُ ile kastedilenin, ister müslüman ister müşrik olsun bütün insanlar olması da caizdir. Ve surenin başında يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ ile başlayıp yine bu hitap ile bitirmesi reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatıdır. (Âşûr)
Nidanın cevabı olan ضُرِبَ مَثَلٌ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
ضُرِبَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
ضُرِبَ sözündeki geçmiş zaman sıygası, ilk ihtimale göre maziyi şimdiki zamana yaklaştırmak için kullanılmıştır. لَوْ تَرَكُوا مِن خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعافًا (Nisa/9) ayetinde olduğu gibi ki bu ayette ‘’bıraksalardı’’ değil ‘’öldükten sonra bırakacak olsalardı’’ manasındadır. (Âşûr) Dolayısıyla bu ayette de ‘misal verildi’ değil, ‘misal verilecek olsaydı’ manası kastedilmiştir.
Ayrıca bu bina nai-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
مَثَلٌ ’deki tenvin tazim ifade eder.
Ayetteki ‘misal getirildi’ ifadesi geçmişi anlatan bir ifadedir. Halbuki Cenab-ı Hak, bunu şu anda yapmaktadır. Söylediği şeyler, daha önce bilinmekte olan şeyler olduğu için böyle söylemesi caizdir ve bu şekilde söylemesi, daha önce geçmiş bir işi anlatma gibidir. (Fahreddin er-Râzî)
فَاسْتَمِعُوا لَهُۜ
فَ mahzuf şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Cevap cümlesi olan فَاسْتَمِعُوا لَهُۜ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri; إن أردتم العبرة (Eğer ibret almak isterseniz…) olan mahzuf şart cümlesiyle birlikte terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
اِنَّ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَنْ يَخْلُقُوا ذُبَاباً وَلَوِ اجْتَمَعُوا لَهُۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi bahsedilen kişilerin bilinen bir grup olduğunu belirtmesi yanında bu kişilere tahkir ifade eder.
İsm-i mevsûlün sılası olan تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. مِنْ دُونِ اللّٰهِ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ tabirinin, Allah'tan gayrı ve Allah'la beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur’an, c. 8, s. 723)
اِنَّ ’nin haberi olan لَنْ يَخْلُقُوا ذُبَاباً cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. ذُبَاباً ’deki tenvin cins ve tahkir ifade eder.
Cümlede muzari sıygada gelen fiiller hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Hal وَ ‘ıyla gelen وَلَوِ اجْتَمَعُوا لَهُۜ cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi اجْتَمَعُوا لَهُۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Takdiri; لن يخلقوا ذبابا (Asla bir karasinek yaratmayacaklar) olan cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır.
لَنْ edatı, içindeki tekidli nefyi ile birlikte, menfi ile menfi anh arasındaki tezatı gösterir (bir şeye gücü yetmemek, yetip de yapamamaktan daha tekidlidir). ذُبّ , ذُبَاباً 'den gelir ki o da kovmak ve savmaktır. Bunun için toplansalar da onu yaratmak için ibaresi mukadder cevabıyla birlikte mübalağa için getirilmiş haldir. Yani ‘toplu halde bile yapamazlar, kaldı ki ayrı ayrı olsalar’ demektir. (Beyzâvî)
لَا yerine لَنْ kullanması taptıkları olan varlıkların bu yaratma eylemini hiçbir zaman yapamayacaklarını ifade etmek içindir.
لَنْ gelecekte olumsuzluk anlamı verme bakımından لَا ile aynı gruptandır. Ancak لَنْ olumsuzluğu tekidli bir şekilde yapar. Burada tekit ettiği şey, onlar tarafından sineğin yaratılmasının, halleri itibariyle muhal oluşudur. Adeta “Yaratmaları muhaldir” denilmiştir. (Keşşâf)
Bu ayette, aşırı mübalağa içeren ve daha önce görülmemiş (garîb), ama hak ve gerçek olan bir temsil vardır. İfadenin önemi, Allah’ın dışında bütün mahlukatın bir sinek dahi yaratmaya veya sinek onlardan birşey kapsa, bunu ondan kurtarmaya güçlerinin yetmemesinde gizlidir. İşte bu daha önce görülmemiş yeni bir manadır. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)
اِنَّ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَنْ يَخْلُقُوا ذُبَاباً [Allah'ı bırakıp da taptıklarınız asla bir sinek yaratamazlar] cümlesinde çok güzel bir temsil vardır. Kâfirlerin, Allah'tan başkasına tapmaları hususundaki durumları, bir tek sinek yaratamayan putların durumuna benzer. Zemahşerî şöyle der: Dinlenen bu parlak kıssaya, bazı meseller benzetilerek, istihsan yoluyla mesel denilmiştir. (Safvetü’t Tefâsîr)
Burada haber إنَّ harfiyle, olumsuzluk da لَنْ harfiyle tekid edilmiştir. Çünkü muhataplar haberin manasını inkâr eden menziline konmuştur. (Âşûr)
وَاِنْ يَسْلُبْهُمُ الذُّبَابُ شَيْـٔاً لَا يَسْتَنْقِذُوهُ مِنْهُۜ
Şart üslubunda gelen cümle …إنّ الذين تدعون cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. İki cümle arasında haberî olmak bakımından mutabakat vardır. Aralarındaki anlam bağlantısı da barizdir.
Şart cümlesi يَسْلُبْهُمُ الذُّبَابُ شَيْـٔاً şeklinde müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. شَيْـٔاً ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder.
ف karinesi olmadan gelen cevap cümlesi لَا يَسْتَنْقِذُوهُ مِنْهُۜ , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ضَعُفَ الطَّالِبُ وَالْمَطْلُوبُ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Ayetin bu son cümlesi tezyîl olarak ıtnâbdır.
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
الطَّالِبُ - الْمَطْلُوبُ kelimeleri arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr ve iştikak cinası sanatları vardır.
الذُّبَابُ ’ın tekrarında ıtnâb ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
Ayetteki ضَعُفَ الطَّالِبُ وَالْمَطْلُوبُ [İsteyen de aciz, istenen de] ifadesi ile ilgili şu iki görüş vardır:
1) Bundan murad, tapılan putlar ve o sinektir. Binaenaleyh put, yaratması ve kendisinden kapılan şeyi geri alması istendiği zaman bundan aciz kalacağı için isteyen, sinek de istenen mesabesindedir.
2) İsteyen putperestler, istenen ise ya putların kendisi yahut onlara yapılan ibadettir. (Fahreddin er- Râzî)