13 Haziran 2025
Hac Sûresi 73-78 (340. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Hac Sûresi 73. Ayet

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ ضُرِبَ مَثَلٌ فَاسْتَمِعُوا لَهُۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَنْ يَخْلُقُوا ذُبَاباً وَلَوِ اجْتَمَعُوا لَهُۜ وَاِنْ يَسْلُبْهُمُ الذُّبَابُ شَيْـٔاً لَا يَسْتَنْقِذُوهُ مِنْهُۜ ضَعُفَ الطَّالِبُ وَالْمَطْلُوبُ  ...


Ey insanlar! Size bir örnek verildi. Şimdi ona iyi kulak verin. Sizin Allah’tan başka taptıklarınız bir sinek dahi yaratamazlar, hepsi bunun için toplansalar bile. Eğer sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan kurtaramazlar. İsteyen de âciz, istenen de.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 النَّاسُ insanlar ن و س
3 ضُرِبَ size verildi ض ر ب
4 مَثَلٌ bir temsil م ث ل
5 فَاسْتَمِعُوا dinleyin س م ع
6 لَهُ onu
7 إِنَّ şüphesiz
8 الَّذِينَ
9 تَدْعُونَ yalvardıklarınız د ع و
10 مِنْ
11 دُونِ başka د و ن
12 اللَّهِ Allah’tan
13 لَنْ
14 يَخْلُقُوا yaratamazlar خ ل ق
15 ذُبَابًا bir sinek dahi ذ ب ب
16 وَلَوِ şayet
17 اجْتَمَعُوا bir araya toplansalar ج م ع
18 لَهُ onların hepsi
19 وَإِنْ ve eğer
20 يَسْلُبْهُمُ onlardan kapsa س ل ب
21 الذُّبَابُ sinek ذ ب ب
22 شَيْئًا bir şey ش ي ا
23 لَا
24 يَسْتَنْقِذُوهُ bunu kurtaramazlar ن ق ذ
25 مِنْهُ ondan
26 ضَعُفَ aciz ض ع ف
27 الطَّالِبُ isteyen de ط ل ب
28 وَالْمَطْلُوبُ istenen de ط ل ب
İnsanların tek bir tanrısı bulunduğunu ikna edici biçimde ortaya koyan ve Allah’tan başkasına ibadet etmenin boş bir davranış olduğunu hatırlatan delillerden, öğüt ve uyarılardan sonra burada da, sahte tanrıların ve onlara tapanların durumunu özlü biçimde anlatan bir misal getirilmiştir. Bu temsilî anlatımda, öncelikle muhataplar bir an için, aklî muhâkemelerini kısıtlayan önyargılardan ve esiri oldukları alışkanlıklardan sıyrılıp akıllarını kullanmaya, verilen örneği can kulağıyla dinlemeye davet edilmektedir. Örnek şudur: Allah’tan başka kendilerine tapılan, yalvarılan bütün varlıklar birleşseler yine de bir sinek dahi yaratamazlar, hatta onlar sineğin kapıp götürdüğünü bile geri alma kudretine sahip değildirler. Kendinden istenen âcizdir, çünkü temizliği ve bakımı için dahi başkasına muhtaçtır; isteyen de âcizdir, çünkü yalvardığı varlığın kendisine bile hayrı yoktur, o halde isteyen de eli boş kalmaya mahkûmdur.
 
 Buradaki misalin kimin tarafından verildiğine dair değişik yorumlar yapılmış olmakla beraber (bk. Taberî, XVII, 202-203; Şevkânî, III, 529), genellikle bunun Allah tarafından getirilmiş bir misal olduğu kabul edilir. Yine, müfessirler arasındaki genel kanaate göre, “Allah’tan başka kendilerine yalvarılıp yakarılanlar”dan maksat, müşriklerin tapındıkları putlardır. Bazılarına göre burada, insanları Allah’a itaatten alıkoyan lider kesimi kastedilmiştir; bazılarına göre ise maksat, Allah’a âsi olmaya teşvik eden şeytanlardır (Şevkânî, III, 529). “İsteyen” (tâlip) ve “kendisinden istenen” (matlûp) kelimeleriyle kastedilenler hakkında da değişik yorumlar yapılmıştır: Bir görüşe göre sineği yaratmak veya onun kaptığını kurtarmak isteyen konumunda olduğu için tâlipten maksat putlar, matlûptan maksat sinektir; diğer bir yoruma göre tâlipten maksat putlara tapanlar, matlûptan maksat putlardır (Taberî, XVII, 203; Şevkânî, III, 529).
 
 “Allah’ı gereği gibi tanımamaları”, O’na gereğince kulluk etmemeleri ve O’na lâyık olduğu biçimde tâzimde bulunmamaları, Allah’ın verdiği nimetlerin kıymetini bilmemeleri, putlara ve süflî arzulara kulluk etmeleri gibi anlamlarla açıklanmıştır (ayrıca bk. En‘âm 6/91).
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 753-754

Selebe سلب :  سَلْبٌ bir şeyi zorla ve cebir yoluyla söküp almaktır. Türkçede de tekili/müfredi kullanılan أسالِيبٌ sözcüğü ise muhtelif üsluplar, tarzlar, biçimler veya türler demektir. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil olarak yalnızca 1 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli uslûbdur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ ضُرِبَ مَثَلٌ فَاسْتَمِعُوا لَهُۜ 

 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  النَّاسُ  münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur. 

Münada: kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayri maksude. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا, müennes isimlerde  اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  ضُرِبَ مَثَلٌ ’dur. 

ضُرِبَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  مَثَلٌ  naib-i fail olup afzen merfûdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن أردتم العبرة ( eğer ibret almak isterseniz..) şeklindedir.

اسْتَمِعُوا  fiili,  ن un hazfi ile mebni emir fiildir.  Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur.

لَهُ  car mecruru  اسْتَمِعُوا  fiiline mütealliktir.

اسْتَمِعُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  سمع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

    

 اِنَّ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَنْ يَخْلُقُوا ذُبَاباً وَلَوِ اجْتَمَعُوا لَهُۜ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَدْعُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

تَدْعُونَ  fiili,  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مِنْ دُونِ  car mecruru mahzuf aid zamirine mütealliktir. Takdiri,  تعبدونه كائنا من دون الله (Siz ona Allah'tan başka bir varlık olarak tapıyorsunuz.) şeklindedir. 

اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

لَنْ يَخْلُقُوا ذُبَاباً  cümlesi  اِنَّ ’nin  haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder. يَخْلُقُوا  fiili,  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

ذُبَاباً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.  اجْتَمَعُوا  şart fiili olup damme üzere mebni mazi fiildir.  Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

لَهُ  car mecruru  اجْتَمَعُوا   fiiline mütealliktir.

اجْتَمَعُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  جمع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


وَاِنْ يَسْلُبْهُمُ الذُّبَابُ شَيْـٔاً لَا يَسْتَنْقِذُوهُ مِنْهُۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  يَسْلُبْهُمُ  meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  الذُّبَابُ  fail olup lafzen merfûdur.  شَيْـٔاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

فَ  karinesi olmadan gelen  لَا يَسْتَنْقِذُوهُ مِنْهُ  cümlesi şartın cevabıdır.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَسْتَنْقِذُوهُ  şartın cevabı olduğu için  نَ ’un hazfi ile meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  مِنْهُ  car mecruru  يَسْتَنْقِذُوهُ  fiiline mütealliktir.

يَسْتَنْقِذُوهُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  نقذ ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

   

 ضَعُفَ الطَّالِبُ وَالْمَطْلُوبُ

 

Fiil cümlesidir.  ضَعُفَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الطَّالِبُ  fail olup lafzen merfûdur.

الْمَطْلُوبُ  atıf harfi وَ ’la  الطَّالِبُ ’ye matuftur. 

الطَّالِبُ kelimesi sülâsî mücerred olan  طلب  fiilinin  ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْمَطْلُوبُ  kelimesi, sülasi mücerredi  طلب  olan fiilin ism-i mef’ûludur.

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ ضُرِبَ مَثَلٌ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Kur’an’da  يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ  formundaki nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. 

İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi arkadan gelecek olan şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Arkadan  اَيُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile arkadan gelen elif-lâmlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, arkadan gelen kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyân gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’ânî, s. 43) (Ahzab Suresi, 70)

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ  ile hitap müşrikleredir. Çünkü  اِنَّ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ  sözünün delili ile  maksat onları reddetmek ve azarlamaktır. (Âşûr)

Buradaki  النَّاسُ  ile kastedilen, Kur’an'da çoğunlukla olduğu gibi müşriklerdir.  النَّاسُ  ile kastedilenin, ister müslüman ister müşrik olsun bütün insanlar olması da caizdir. Ve surenin başında  يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ  ile başlayıp yine bu hitap ile bitirmesi reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatıdır. (Âşûr) 

Nidanın cevabı olan  ضُرِبَ مَثَلٌ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

ضُرِبَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

ضُرِبَ  sözündeki geçmiş zaman sıygası, ilk ihtimale göre maziyi şimdiki zamana yaklaştırmak için kullanılmıştır.  لَوْ تَرَكُوا مِن خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعافًا  (Nisa/9) ayetinde olduğu gibi ki bu ayette ‘’bıraksalardı’’ değil ‘’öldükten sonra bırakacak olsalardı’’ manasındadır. (Âşûr) Dolayısıyla bu ayette de ‘misal verildi’ değil, ‘misal verilecek olsaydı’ manası kastedilmiştir.

Ayrıca bu bina nai-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

مَثَلٌ ’deki tenvin tazim ifade eder.

Ayetteki ‘misal getirildi’ ifadesi geçmişi anlatan bir ifadedir. Halbuki Cenab-ı Hak, bunu şu anda yapmaktadır. Söylediği şeyler, daha önce bilinmekte olan şeyler olduğu için böyle söylemesi caizdir ve bu şekilde söylemesi, daha önce geçmiş bir işi anlatma gibidir. (Fahreddin er-Râzî)


 فَاسْتَمِعُوا لَهُۜ 

 

فَ  mahzuf şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Cevap cümlesi olan  فَاسْتَمِعُوا لَهُۜ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri;  إن أردتم العبرة  (Eğer ibret almak isterseniz…)  olan mahzuf şart cümlesiyle birlikte terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.


اِنَّ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَنْ يَخْلُقُوا ذُبَاباً وَلَوِ اجْتَمَعُوا لَهُۜ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi bahsedilen kişilerin bilinen bir grup olduğunu belirtmesi yanında bu kişilere tahkir ifade eder. 

İsm-i mevsûlün sılası olan  تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.  مِنْ دُونِ اللّٰهِ  izafeti, gayrının tahkiri içindir.

مِنْ دُونِ اللّٰهِ  tabirinin, Allah'tan gayrı ve Allah'la beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur’an, c. 8, s. 723)

اِنَّ ’nin haberi olan  لَنْ يَخْلُقُوا ذُبَاباً  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.  ذُبَاباً ’deki tenvin cins ve tahkir ifade eder.

Cümlede muzari sıygada gelen fiiller hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Hal  وَ ‘ıyla gelen  وَلَوِ اجْتَمَعُوا لَهُۜ  cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi اجْتَمَعُوا لَهُۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Takdiri;  لن يخلقوا ذبابا (Asla bir karasinek yaratmayacaklar) olan cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Bu takdire göre mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır.

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.

لَنْ  edatı, içindeki tekidli nefyi ile birlikte, menfi ile menfi anh arasındaki tezatı gösterir (bir şeye gücü yetmemek, yetip de yapamamaktan daha tekidlidir). ذُبّ , ذُبَاباً 'den gelir ki o da kovmak ve savmaktır. Bunun için toplansalar da onu yaratmak  için ibaresi mukadder cevabıyla birlikte mübalağa için getirilmiş haldir. Yani ‘toplu halde bile yapamazlar, kaldı ki ayrı ayrı olsalar’ demektir. (Beyzâvî)

لَا  yerine  لَنْ  kullanması taptıkları olan varlıkların bu yaratma eylemini hiçbir zaman yapamayacaklarını ifade etmek içindir. 

لَنْ  gelecekte olumsuzluk anlamı verme bakımından  لَا  ile aynı gruptandır. Ancak  لَنْ  olumsuzluğu tekidli bir şekilde yapar. Burada tekit ettiği şey, onlar tarafından sineğin yaratılmasının, halleri itibariyle muhal oluşudur. Adeta “Yaratmaları muhaldir” denilmiştir. (Keşşâf)

Bu ayette, aşırı mübalağa içeren ve daha önce görülmemiş (garîb), ama hak ve gerçek olan bir temsil vardır. İfadenin önemi, Allah’ın dışında bütün mahlukatın bir sinek dahi yaratmaya veya sinek onlardan birşey kapsa, bunu ondan kurtarmaya güçlerinin yetmemesinde gizlidir. İşte bu daha önce görülmemiş yeni bir manadır. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)

اِنَّ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَنْ يَخْلُقُوا ذُبَاباً [Allah'ı bırakıp da taptıklarınız asla bir sinek yaratamazlar] cümlesinde çok güzel bir temsil vardır. Kâfirlerin, Allah'tan başkasına tapmaları hususundaki durumları, bir tek si­nek yaratamayan putların durumuna benzer. Zemahşerî şöyle der: Dinlenen bu parlak kıssaya, bazı meseller benzetilerek, istihsan yoluyla mesel denilmiştir. (Safvetü’t Tefâsîr)

Burada haber  إنَّ  harfiyle, olumsuzluk da  لَنْ  harfiyle tekid edilmiştir. Çünkü muhataplar haberin manasını inkâr eden menziline konmuştur. (Âşûr)


وَاِنْ يَسْلُبْهُمُ الذُّبَابُ شَيْـٔاً لَا يَسْتَنْقِذُوهُ مِنْهُۜ 

 

Şart üslubunda gelen cümle …إنّ الذين تدعون  cümlesine  وَ ’la atfedilmiştir. İki cümle arasında haberî olmak bakımından mutabakat vardır. Aralarındaki anlam bağlantısı da barizdir.

Şart cümlesi  يَسْلُبْهُمُ الذُّبَابُ شَيْـٔاً  şeklinde müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  شَيْـٔاً ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder.

ف  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  لَا يَسْتَنْقِذُوهُ مِنْهُۜ , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.


ضَعُفَ الطَّالِبُ وَالْمَطْلُوبُ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

Ayetin bu son cümlesi tezyîl olarak ıtnâbdır. 

Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

الطَّالِبُ  - الْمَطْلُوبُ  kelimeleri arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr ve iştikak cinası sanatları vardır. 

الذُّبَابُ ’ın tekrarında ıtnâb ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

Ayetteki  ضَعُفَ الطَّالِبُ وَالْمَطْلُوبُ  [İsteyen de aciz, istenen de] ifadesi ile ilgili şu iki görüş vardır:

1) Bundan murad, tapılan putlar ve o sinektir. Binaenaleyh put, yaratması ve kendisinden kapılan şeyi geri alması istendiği zaman bundan aciz kalacağı için isteyen, sinek de istenen mesabesindedir. 

2) İsteyen putperestler, istenen ise ya putların kendisi yahut onlara yapılan ibadettir. (Fahreddin er- Râzî)

 
Hac Sûresi 74. Ayet

مَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ لَقَوِيٌّ عَز۪يزٌ  ...


Allah’ın kadrini gereği gibi bilemediler. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا
2 قَدَرُوا takdir edemediler ق د ر
3 اللَّهَ Allah’ı
4 حَقَّ hakkıyle ح ق ق
5 قَدْرِهِ kadrini ق د ر
6 إِنَّ şüphesiz
7 اللَّهَ Allah
8 لَقَوِيٌّ kuvvetlidir ق و ي
9 عَزِيزٌ üstündür ع ز ز

مَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ۜ

 

Fiil cümlesidir.   مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  قَدَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup lafzen mansubdur.

حَقَّ  mef’ûlu mutlaktan naibdir. Aynı zamanda muzâftır.  قَدْرِه۪ٓ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  ه۪ٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


  اِنَّ اللّٰهَ لَقَوِيٌّ عَز۪يزٌ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  قَوِيٌّ  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. عَز۪يزٌ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.

قَوِيٌّ  -  عَز۪يزٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Ayetin ilk cümlesi menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

حَقَّ , kelimesi  ما قدروا الله قدرَه الحقَّ  şeklinde takdir edilen mef’ûlu mutlak olan masdardan naib olarak gelmiştir. 

Veciz anlatım kastıyla gelen  حَقَّ قَدْرِه۪ۜ  izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan قَدْرِ  ve  حَقَّ  şan ve şeref kazanmıştır.

قَدَرُوا - قَدْرِه۪ۜ  kelimeleri arasında iştikak cinası sanatı ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 


اِنَّ اللّٰهَ لَقَوِيٌّ عَز۪يزٌ

 

Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عَز۪يزٌ , ikinci haberdir. Mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

لَقَوِيٌّ  ve عَز۪يزٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Allah’ın  قَوِيٌّ  ve  عَز۪يزٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. 

(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

Ayetin son cümlesi, mesel tarikinde tezyîl cümlesidir. 

Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekîd etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekit etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Hac Sûresi 75. Ayet

اَللّٰهُ يَصْطَف۪ي مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ رُسُلاً وَمِنَ النَّاسِۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ بَص۪يرٌۚ  ...


Allah, meleklerden de resûller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 اللَّهُ Allah
2 يَصْطَفِي seçer ص ف و
3 مِنَ -den
4 الْمَلَائِكَةِ melekler- م ل ك
5 رُسُلًا elçiler ر س ل
6 وَمِنَ ve
7 النَّاسِ insanlardan ن و س
8 إِنَّ şüphesiz
9 اللَّهَ Allah
10 سَمِيعٌ işitendir س م ع
11 بَصِيرٌ görendir ب ص ر
Allah’ın peygamberlerine vahyi iletme vb. işler için meleklerden elçiler seçtiği gibi, kullarına kendi emir ve yasaklarını tebliğ etmek üzere insanlardan da elçiler görevlendirdiği ve her şeyin bilgisinin kendi katında mevcut olduğu belirtilmektedir. 75. âyetin bazı müşriklerin “İşte Kur’an aramızdan birine indirildi” şeklindeki sözleri üzerine nâzil olduğu, bu hususun onların iradesine değil Allah’ın dilemesine bağlı bulunduğunu vurgulama amacı taşıdığı rivayet edilmiştir (Taberî, XVII, 204).76. âyetteki “Onların önlerindekini de arkalarındakini de bilir” ifadesi, “Onların yapacaklarını da daha önce yaptıklarını da bilir” ve “Onların açıkladıklarını da gizlediklerini de bilir” şeklinde de anlaşılmıştır. Yine, buradaki “onlar” zamiri ile 67. âyetten itibaren sözü edilen “müşrikler”in veya bir önceki âyette geçen “melekler ve insanlar”ın kastedilmiş olması muhtemeldir (İbn Âşûr, XVII, 344-345).
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 754

اَللّٰهُ يَصْطَف۪ي مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ رُسُلاً وَمِنَ النَّاسِۜ

 

İsim cümlesidir.  اَللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَصْطَف۪ي  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يَصْطَف۪ي  mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ  car mecruru  يَصْطَف۪ي   fiiline mütealliktir.  رُسُلاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

مِنَ النَّاسِ  car mecruru  يَصْطَف۪ي   fiiline mütealliktir.  يَصْطَف۪ي  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi صفو ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ بَص۪يرٌۚ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنَّ nin ismi olup lafzen mansubdur.  

سَم۪يعٌ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. بَص۪يرٌ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.

سَم۪يعٌ  ve بَص۪يرٌ  kelimeleri mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَللّٰهُ يَصْطَف۪ي مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ رُسُلاً وَمِنَ النَّاسِۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهُ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

اَنَّ ‘nin haberi olan  يَصْطَف۪ي  muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَللّٰهُ يَصْطَف۪ي  sözünde lafza-i celâl olan müsnedün ileyhin fiil cümlesi şeklindeki habere takdim edilmesi, ihtisas içindir. Yani, ‘sizi seçen sadece Allah'tır, siz değilsiniz’ anlamına gelir. (Âşûr)  

مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ  ve  مِنَ النَّاسِ  ifadelerinin başındaki  مِنَ , ba'diyet manasındadır. 

Denildiğine göre; el-Velid b. el-Muğire'nin: ‘’Zikir (Kur'an-ı Kerîm) aramızdan ona mı indirildi?’’, demesi üzerine bu ayet-i kerîme nazil olmuş ve peygamber gönderilecek şahsın seçiminin Yüce Allah'a ait olduğunu bildirilmiştir. (Kurtubî)


اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ بَص۪يرٌۚ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Masdar harfi  اَنَّ  ile tekid edilmiş, isme isnad olan masdar tevilindeki  اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ بَص۪يرٌ cümlesi sübut ve istimrar ifade eden cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla, Allah lafzında tecrîd sanatı vardır. Müsnedün ileyhin tüm esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde barındıran lafza-i celâlle marife olması tazim, telezzüz, teberrük ve ikaz içindir.

Zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak, hükmün illetini bildirmek için tekrarlanmasında, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

سَمِیعٌ - بَص۪يرٌ  sıfatlarının aralarında وَ  olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. 

Bu cümlede ‘gereken karşılığı verir’ anlamı kastedilmiştir. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır.

Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

 
Hac Sûresi 76. Ayet

يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ  ...


Onların önlerindekini de (yaptıklarını da), arkalarındakini de (yapacaklarını da) bilir. Bütün işler hep Allah’a döndürülür.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَعْلَمُ bilir ع ل م
2 مَا olanı
3 بَيْنَ arasında (önlerinde) ب ي ن
4 أَيْدِيهِمْ elleri (önlerinde) ي د ي
5 وَمَا ve olanı
6 خَلْفَهُمْ arkalarında خ ل ف
7 وَإِلَى ve
8 اللَّهِ Allah’a
9 تُرْجَعُ döndürülür ر ج ع
10 الْأُمُورُ bütün işler ا م ر

يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْۜ 

 

Fiil cümlesidir.  يَعْلَمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

بَيْنَ  zaman zarfı,  mahzuf sılaya mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  atıf harfi  وَ ‘la makablindeki  مَا ‘ya matuftur. 

خَلْفَهُمْ  zaman zarfı,  mahzuf sılaya mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  


 وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ

 

وَ  atıf harfidir.  إِلَى ٱللَّهِ  car mecruru  تُرۡجَعُ  fiiline mütealliktir.  تُرۡجَعُ  merfû meçhul muzari fiildir.  ٱلۡأُمُورُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.

اِلَى  intihâ-i gaye bildirir. Bir şeyin sonunun nereye gideceği, nereden başladığına bağlıdır. Bütün her şey Allah’tan, Allah’ın emri, iradesi ve hikmeti, ilmi ile başlamış ve aynı güzergâhta O’na varmış ve varacaktır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası mahzuftur.  بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ , bu mahzuf sılaya müteallıktır. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Ayetteki ikinci mevsûl birinciye matuftur. Atıf sebebi tezattır.

‘’Önlerindekiler ve arkalarındakiler’’ ifadesi bütün yönlerden ve zamanlardan kinayedir. Cümlenin gayesi Allah’ın her şeyi bildiği gerçeğini vurgulamaktır. 

بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ - خَلْفَهُمْۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatı,  مَا ’ların tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 


 وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ

 

 

Ayetin son cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.

Car mecrurun amiline takdimi, kasr ifade eder. (Âşûr) Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. إِلَى ٱللَّهِ , kasr ilmi tabirleriyle hem mevsuf hem de maksûrun aleyhdir.  تُرۡجَعُ ٱلۡأُمُورُ ; hem sıfat hem de maksûrdur. Kasr, hakiki ve tahkikidir. Çünkü hem vakıaya hem de hakikate uygundur.

Mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.

تُرْجَعُ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

‘’Cümle işler Allah’a döndürülür’’ zikredilmiş, gereken karşılığı görür manası kastedilmiştir. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ  [İşler Allah’a döndürülür] ifadesinde çok şiddetli tehdit anlamı vardır. Bu cümlede az sözle çok mana ifade etme sanatı olan îcâz-ı kasr sanatı vardır.

Önlerindekini de arkalarındakini de o bilir ifadesi, Allah'ın ilminin tamlığına; Bütün işler ancak Allah'a döndürülür ifadesi de kudretinin tamlığına, ulûhiyyete ve hükümde tek olduğuna işarettir. Her iki ayetin toplamı, insanı günaha yeltenmekten alabildiğine alıkoymayı kapsar. (Fahreddin er- Râzî)

الْاُمُورُ ‘deki marifelik, istiğrak içindir. (Âşûr)

 
Hac Sûresi 77. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ وَافْعَلُوا الْخَيْرَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَۚ  ...


Ey iman edenler, rükû edin, secde edin, Rabbinize kulluk edin ve hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan ا م ن
4 ارْكَعُوا rüku’ edin ر ك ع
5 وَاسْجُدُوا ve secde edin س ج د
6 وَاعْبُدُوا ve ibadet edin ع ب د
7 رَبَّكُمْ Rabbinize ر ب ب
8 وَافْعَلُوا ve işleyin ف ع ل
9 الْخَيْرَ hayır خ ي ر
10 لَعَلَّكُمْ umulur ki
11 تُفْلِحُونَ kurtuluşa erersiniz ف ل ح
Riyazus Salihin, 235 Nolu Hadis
Abdulah İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu:
“Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.”
(Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 38, 60;Tirmizî, Hudûd 3, Birr 19; İbni Mâce, Mukaddime 17)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ وَافْعَلُوا الْخَيْرَ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı olarak gelen  ارْكَعُوا  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  

İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi arkadan gelecek habere dikkatleri çekmek içindir. Sılası olan  اٰمَنُوا  mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اٰمَنُوا  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

Aynı üslupta gelen  وَاسْجُدُوا  ve   وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ  ve  وَافْعَلُوا الْخَيْرَ  cümleleri, hükümde ortaklık nedeniyle nidanın cevabına atfedilmiştir.

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  اَيُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lâmlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhâmdan sonra beyân gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)

İman edenlere ait  كُمْ  zamirinin  رَبَّ  ismine izafeti, iman edenleri şereflendirmek ve desteklemek içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

ارْكَعُوا - اسْجُدُو  ve  اعْبُدُوا - اٰمَنُوا  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr  sanatı vardır.

İman edenlere emredilen konuların sıralanması taksim sanatı üslubudur.

ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا  (Rükû ve secde edin) cümlesi mecâz-ı mürseldir. Zikr-i cüz irade-i küll kabilindendir. Yani bir parçayı söyleyip, tümünü kastetmek kabilindendir. Buna göre mana: ‘’Namaz kılınız’’ şeklinde olur. Çünkü rükû ve secde namazın rükünlerindendir. (Safvetü’t Tefâsîr)

ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ وَافْعَلُوا الْخَيْرَ  (Rükû ve secde edin, Rabbinize ibadet edin, hayır işleyin) cümlesinde husustan sonra umum zikredilmiştir. Maksat, hususi olanın önemini dikkate almakla birlikte umum ifade etmek­tir. Yüce Allah, ayette önce hususi olanla başladı, sonra umumi olanı, sonra da daha umumi olan anlattı. (Safvetü’t Tefâsîr)

Ayet-i kerîmede hususi olan ifadeden sonra umumi olanın söylenmesi (zikr-i âm ba‘de’l-hâs) türünden ıtnâb vardır. Önce hususi olan rükû ve secde etme emri zikredilmiş, ardından bu ikisini kapsayan ibadet etme emri ve en son da bunların hepsini kapsayan daha genel bir ifade ile her türlü hayrın işlenmesi emredilmiştir. Bu, hususi olarak zikredilenin şanın yüceliğine dikkat çekmek içindir. 

Burada ilk önce müminler halis zikir olan namaza, ardından namaz haricindeki oruç, hac, gazve gibi ibadetlere çağrılmış, sonra da diğer hayırlara genel olarak teşvik edilmişlerdir. Râzî de: “Bana göre bu sıralamanın izahı şöyledir: Namaz ibadetlerden bir çeşittir, ibadet de hayır fiillerinden bir çeşittir. Zira hayır işleri, Allah Teâlâ’yı tazimden ibaret olan mabûda hizmet ve Allah’ın mahlûkatına şefkatten ibaret olan ihsan kısımlarına ayrılır ve ihsanın içine iyilik, maruf, fakirlere tasadduk etmek ve insanlarla güzel konuşmak gibi şeyler de girer. Sanki Allah Teâlâ: “Sizi namazla mükellef kıldım, hatta namazdan daha umumi olan ibadetlerle mükellef kıldım ve hatta ibadetten de daha genel olan hayırları işlemekle mükellef kıldım” buyurmuştur” demektedir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)

افْعَلُوا  fiili zamana bağlı olmayan işlerde kullanılır. ‘Acele ediniz’ manasını taşıması bakımından bu ayette  فْعَلُ  fiili kullanılmıştır. Ayette emredilen işin, beklemeden süratle yapılması istenmektedir. (Süyûtî, el-İtkan)

Râgıb İsfahanî ”el-Müfredât" ında şöyle demiştir: ”Hayır, akıl, doğruluk, fazilet ve faydalı şey gibi her yönüyle arzu edilen şey; şer de bunun zıddıdır." Elde etmek ve arzu edilene kavuşmak demek olan felah (kurtuluş) ise, dünya ve ahirete yönelik olmak üzere iki kısımdır: Dünyaya yönelik olanı; zenginlik, üstünlük ve ilimden ibaret olan mutluluğa ermek; ahirete yönelik olan felah ise dört şeyden ibarettir: Faniliği olmayan ebedilik, fakirliği olmayan zenginlik, zilleti olmayan üstünlük ve cehaleti olmayan bilgidir. Bu sebeple, ”Gerçek hayat, ahiret hayatıdır" denmiştir. (Ruhu’l Beyan) 


 لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَۚ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.

لَعَلَّ ’nin haberi olan  تُفْلِحُونَۚ ‘nin muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘...olsun diye, ...olması için’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لَعَلَّ  edatı terecci içindir yani ‘ümitvar olma’ manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub;  لَعَلَّ  kelimesi ‘için’ manasındadır, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)

لَعَلَّ  gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (İbn Âşûr)

Ayet, surenin sonuna işaret eden anlamıyla berâat-i intihâya güzel bir örnek teşkil etmektedir.

Berâat-i intihâ sanatı, son bölümde sözün bittiğine dair bir işaret bulunmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’  İlmi)

لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ  [Hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz.] Yüce Allah, daha başka bir çok yerde vacip (farz) olduğu sahih olarak sabit olmuş farzların dışındaki amelleri de ayetle teşvik etmektedir. (Kurtubî)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ وَافْعَلُوا الْخَيْرَ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı olarak gelen  ارْكَعُوا  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  

İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi arkadan gelecek habere dikkatleri çekmek içindir. Sılası olan  اٰمَنُوا  mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اٰمَنُوا  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

Aynı üslupta gelen  وَاسْجُدُوا  ve   وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ  ve  وَافْعَلُوا الْخَيْرَ  cümleleri, hükümde ortaklık nedeniyle nidanın cevabına atfedilmiştir.

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  اَيُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lâmlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhâmdan sonra beyân gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)

İman edenlere ait  كُمْ  zamirinin  رَبَّ  ismine izafeti, iman edenleri şereflendirmek ve desteklemek içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

ارْكَعُوا - اسْجُدُو  ve  اعْبُدُوا - اٰمَنُوا  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr  sanatı vardır.

İman edenlere emredilen konuların sıralanması taksim sanatı üslubudur.

ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا  (Rükû ve secde edin) cümlesi mecâz-ı mürseldir. Zikr-i cüz irade-i küll kabilindendir. Yani bir parçayı söyleyip, tümünü kastetmek kabilindendir. Buna göre mana: ‘’Namaz kılınız’’ şeklinde olur. Çünkü rükû ve secde namazın rükünlerindendir. (Safvetü’t Tefâsîr)

ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ وَافْعَلُوا الْخَيْرَ  (Rükû ve secde edin, Rabbinize ibadet edin, hayır işleyin) cümlesinde husustan sonra umum zikredilmiştir. Maksat, hususi olanın önemini dikkate almakla birlikte umum ifade etmek­tir. Yüce Allah, ayette önce hususi olanla başladı, sonra umumi olanı, sonra da daha umumi olan anlattı. (Safvetü’t Tefâsîr)

Ayet-i kerîmede hususi olan ifadeden sonra umumi olanın söylenmesi (zikr-i âm ba‘de’l-hâs) türünden ıtnâb vardır. Önce hususi olan rükû ve secde etme emri zikredilmiş, ardından bu ikisini kapsayan ibadet etme emri ve en son da bunların hepsini kapsayan daha genel bir ifade ile her türlü hayrın işlenmesi emredilmiştir. Bu, hususi olarak zikredilenin şanın yüceliğine dikkat çekmek içindir. 

Burada ilk önce müminler halis zikir olan namaza, ardından namaz haricindeki oruç, hac, gazve gibi ibadetlere çağrılmış, sonra da diğer hayırlara genel olarak teşvik edilmişlerdir. Râzî de: “Bana göre bu sıralamanın izahı şöyledir: Namaz ibadetlerden bir çeşittir, ibadet de hayır fiillerinden bir çeşittir. Zira hayır işleri, Allah Teâlâ’yı tazimden ibaret olan mabûda hizmet ve Allah’ın mahlûkatına şefkatten ibaret olan ihsan kısımlarına ayrılır ve ihsanın içine iyilik, maruf, fakirlere tasadduk etmek ve insanlarla güzel konuşmak gibi şeyler de girer. Sanki Allah Teâlâ: “Sizi namazla mükellef kıldım, hatta namazdan daha umumi olan ibadetlerle mükellef kıldım ve hatta ibadetten de daha genel olan hayırları işlemekle mükellef kıldım” buyurmuştur” demektedir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)

افْعَلُوا  fiili zamana bağlı olmayan işlerde kullanılır. ‘Acele ediniz’ manasını taşıması bakımından bu ayette  فْعَلُ  fiili kullanılmıştır. Ayette emredilen işin, beklemeden süratle yapılması istenmektedir. (Süyûtî, el-İtkan)

Râgıb İsfahanî ”el-Müfredât" ında şöyle demiştir: ”Hayır, akıl, doğruluk, fazilet ve faydalı şey gibi her yönüyle arzu edilen şey; şer de bunun zıddıdır." Elde etmek ve arzu edilene kavuşmak demek olan felah (kurtuluş) ise, dünya ve ahirete yönelik olmak üzere iki kısımdır: Dünyaya yönelik olanı; zenginlik, üstünlük ve ilimden ibaret olan mutluluğa ermek; ahirete yönelik olan felah ise dört şeyden ibarettir: Faniliği olmayan ebedilik, fakirliği olmayan zenginlik, zilleti olmayan üstünlük ve cehaleti olmayan bilgidir. Bu sebeple, ”Gerçek hayat, ahiret hayatıdır" denmiştir. (Ruhu’l Beyan) 


 لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَۚ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.

لَعَلَّ ’nin haberi olan  تُفْلِحُونَۚ ‘nin muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘...olsun diye, ...olması için’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لَعَلَّ  edatı terecci içindir yani ‘ümitvar olma’ manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub;  لَعَلَّ  kelimesi ‘için’ manasındadır, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)

لَعَلَّ  gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (İbn Âşûr)

Ayet, surenin sonuna işaret eden anlamıyla berâat-i intihâya güzel bir örnek teşkil etmektedir.

Berâat-i intihâ sanatı, son bölümde sözün bittiğine dair bir işaret bulunmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’  İlmi)

لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ  [Hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz.] Yüce Allah, daha başka bir çok yerde vacip (farz) olduğu sahih olarak sabit olmuş farzların dışındaki amelleri de ayetle teşvik etmektedir. (Kurtubî)


Hac Sûresi 78. Ayet

وَجَاهِدُوا فِي اللّٰهِ حَقَّ جِهَادِه۪ۜ هُوَ اجْتَبٰيكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدّ۪ينِ مِنْ حَرَجٍۜ مِلَّةَ اَب۪يكُمْ اِبْرٰه۪يمَۜ هُوَ سَمّٰيكُمُ الْمُسْلِم۪ينَ مِنْ قَبْلُ وَف۪ي هٰذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَه۪يداً عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِۚ فَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللّٰهِۜ هُوَ مَوْلٰيكُمْۚ فَنِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّص۪يرُ  ...


Allah uğrunda hakkıyla cihad edin. O, sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi. Babanız İbrahim’in dinine uyun. Allah, sizi hem daha önce, hem de bu Kur’an’da müslüman diye isimlendirdi ki, Peygamber size şahit (ve örnek) olsun, siz de insanlara şahit (ve örnek) olasınız. Artık namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah’a sarılın. O, sizin sahibinizdir. O, ne güzel sahip, ne güzel yardımcıdır!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَجَاهِدُوا ve cihad edin ج ه د
2 فِي uğrunda
3 اللَّهِ Allah
4 حَقَّ hakkıyla ح ق ق
5 جِهَادِهِ cihadın ج ه د
6 هُوَ O
7 اجْتَبَاكُمْ sizi seçti ج ب ي
8 وَمَا ve
9 جَعَلَ yüklemedi ج ع ل
10 عَلَيْكُمْ size
11 فِي
12 الدِّينِ dinde د ي ن
13 مِنْ hiç bir
14 حَرَجٍ güçlük ح ر ج
15 مِلَّةَ dinine م ل ل
16 أَبِيكُمْ babanız ا ب و
17 إِبْرَاهِيمَ İbrahim’in
18 هُوَ O
19 سَمَّاكُمُ size adını verdi س م و
20 الْمُسْلِمِينَ müslümanlar س ل م
21 مِنْ
22 قَبْلُ bundan önce ق ب ل
23 وَفِي ve
24 هَٰذَا bu(Kur’a)nda
25 لِيَكُونَ olması için ك و ن
26 الرَّسُولُ Elçi’nin ر س ل
27 شَهِيدًا şahid ش ه د
28 عَلَيْكُمْ size
29 وَتَكُونُوا ve sizin olmanız için ك و ن
30 شُهَدَاءَ şahid ش ه د
31 عَلَى üzerine
32 النَّاسِ insanlar ن و س
33 فَأَقِيمُوا haydi kılın ق و م
34 الصَّلَاةَ namazı ص ل و
35 وَاتُوا ve verin ا ت ي
36 الزَّكَاةَ zekatı ز ك و
37 وَاعْتَصِمُوا ve sarılın ع ص م
38 بِاللَّهِ Allah’a
39 هُوَ O’dur
40 مَوْلَاكُمْ mevlanız (sahibiniz) و ل ي
41 فَنِعْمَ ne güzel ن ع م
42 الْمَوْلَىٰ mevladır و ل ي
43 وَنِعْمَ ve ne güzel ن ع م
44 النَّصِيرُ yardımcıdır ن ص ر
Riyazus Salihin, 638 Nolu Hadis
Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, ürkütmeyiniz.”
(Buhâr, İlim 11, Edeb 80, Cihâd 164; Müslim, Cihâd 6-7. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 17)

وَجَاهِدُوا فِي اللّٰهِ حَقَّ جِهَادِه۪ۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  جَاهِدُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فِي اللّٰهِ  car mecruru  جَاهِدُوا  fiiline mütealliktir. İki muzâfı mahzuftur. Takdiri;  في إقامة دين الله (Allah’ın dinin ikame etmede) şeklindedir.  حَقَّ  mef’ûlu mutlaktan naibdir.  جِهَادِه  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  ه  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَاهِدُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  جهد ’dir.

Mufâale babı fiile  müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

Müşareket (İşteşlik-ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

هُوَ اجْتَبٰيكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدّ۪ينِ مِنْ حَرَجٍۜ 

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اجْتَبٰيكُمْ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

اجْتَبٰيكُمْ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

عَلَيْكُمْ  car mecruru  جَعَلَ ‘nin mahzuf ikinci mef’ûlune mütealliktir.  فِي الدّ۪ينِ  car mecruru  جَعَلَ  fiiline mütealliktir.  مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  حَرَجٍ  lafzen mecrur,  جَعَلَ  fiilinin birinci mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  

Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ  kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. 

Bu ayette “ Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اجْتَبٰيكُمْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  جبي ’dır.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

 

مِلَّةَ اَب۪يكُمْ اِبْرٰه۪يمَۜ هُوَ سَمّٰيكُمُ الْمُسْلِم۪ينَ مِنْ قَبْلُ وَف۪ي هٰذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَه۪يداً عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِۚ 

 

مِلَّةَ  kelimesi mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri, اتّبعوا (Tabi olun) şeklindedir.  اَب۪يكُمْ  muzâfun ileyh olup harfle îrab olan beş isimden biri olup  cer alameti  ى  harfidir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِبْرٰه۪يمَ  kelimesi  اَب۪يكُمْ ‘den atf-ı beyan olup gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. Cer alameti fethadır.

Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  سَمّٰيكُمُ  mübtedanın haberi olup elif üzere mukadder fetha ile mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. 

Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  الْمُسْلِم۪ينَ  ikinci mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

مِنْ قَبْلُ  car mecruru  سَمّٰيكُمُ  fiiline mütealliktir.  قَبْلُ  cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.

قَبْلَ  ve  بَعْدَ  kelimeleri muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete, izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir.  قَبْلَ  zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir.  ف۪ي هٰذَا  car mecruru  سَمّٰيكُمُ  fiiline mütealliktir.

لِ  harfi,  يَكُونَ  fiilini gizli  أن ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. 

أن  ve masdar-ı müevvel  لِ  harf-i ceriyle birlikte  سَمّٰيكُمُ  fiiline mütealliktir.

يَكُونَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

الرَّسُولُ  kelimesi  يَكُونَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.  شَه۪يداً  kelimesi  يَكُونَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.  عَلَيْكُمْ  car mecruru  شَه۪يداً ‘e mütealliktir. 

وَ  atıf harfidir.  تَكُونُوا  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

تَكُونُوا ’nin ismi, cemi müzekker olan و  merfû muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. 

شُهَدَٓاءَ  kelimesi  تَكُونُوا ’nin haberi olup  فعلاء  vezninden olduğu için gayri munsariftir ve tenvin almamıştır.

Gayri munsarif isimler kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife, “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَلَى النَّاسِ  car mecruru  شُهَدَٓاءَ ’ye mütealliktir.

الْمُسْلِم۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan ifal babının ism-i failidir. İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


فَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللّٰهِۜ 

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;  إن كنتم أهلا لهذه التسمية (Eğer siz bu şekilde isimlendirilmeye ehilseniz) şeklindedir. 

اَق۪يمُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  الصَّلٰوةَ  mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اٰتُوا الزَّكٰوةَ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘ makabline matuftur. اٰتُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  الزَّكٰوةَ  mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

وَ  atıf harfidir.  اعْتَصِمُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  بِاللّٰهِ  car mecruru  اعْتَصَمُوا  fiiline mütealliktir.

اعْتَصِمُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındadır. Sülâsîsi  عصم ’dır.

Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

اَق۪يمُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  قوم ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


هُوَ مَوْلٰيكُمْۚ 

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مَوْلٰيكُمْ  haber olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

 

فَنِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّص۪يرُ

 

فَ  istinâfiyyedir.  نِعْمَ  camid fiil olup medih fiillerindendir.  الْمَوْلٰى  kelimesi  نِعْمَ ’nin faili olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.  نِعْمَ  fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri,  الله  şeklindedir.

وَ  atıf harfidir.  نِعْمَ  camid fiil olup medih fiillerindendir. النَّص۪يرُ  kelimesi  نِعْمَ ’nin failidir.  نِعْمَ  fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri,  الله  şeklindedir.

وَجَاهِدُوا فِي اللّٰهِ حَقَّ جِهَادِه۪ۜ 

 

Ayet  وَ ’la önceki ayetteki nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İlk cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Veciz anlatım kastıyla gelen  حَقَّ جِهَادِه۪ۜ  izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan  حَقَّ   ve  جِهَادِ  tazim edilmiştir. 

Bu izafet sıfatın mevsufuna izafeti kabilindendir. Aslı  جِهادَهُ الحَقَّ ‘dır. (Âşûr)

فِي اللّٰهِ  ibaresindeki  ف۪ٓي  harfinde istiare vardır.  ف۪ٓي  hakiki manasında kullanılmamıştır. Bilindiği gibi bu harfte zarfiyet manası vardır. Allah hakiki manada içine girilecek bir varlık değildir. 

فِي اللّٰهِ , “Allah’ın zatı hakkında” ve “O’nun için” demektir. İzafet en ufak bir alaka ve ilişkilendirme yolu ile olabilir. Cihad, sırf rızası için yapılması istenilen ve bu itibarla Allah’a özgü kılınması gerekli bir durum olunca, doğrudan Allah’a izafeti sahih olmuştur. Kaldı ki zarfların kullanımında genelde bir esneklik söz konusudur.  وَجَاهِدُوا [Cihat edin!] ifadesi hem gaza yapmayı, hem de nefisle ve arzularla mücahede etmeyi emretmektedir ki bu ikincisi cihâd-ı ekberdir. (Keşşâf)

Cihadın,  ه۪ۜ  zamirine muzâf olması mecazîdir ya da Allah'a mahsus demektir, öyle ki Allah Teâlâ'nın hatırı için ve sırf onun için yapılmıştır. (Beyzâvî)

جَاهِدُوا - جِهَادِه۪ۜ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


هُوَ اجْتَبٰيكُمْ 

 

Ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsned olan  اجْتَبٰيكُمْ , müspet mazi fiil sıygasında cümle formunda gelerek hudûs, hükmü takviye, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

هُوَ اجْتَبٰيكُمْ  [Sizi o seçti.] sizi dini ve yardım için seçti, bunda cihadı neyin gerektirdiğine ve neyin ona davet ettiğine dikkat çekilmiştir. (Beyzâvî) 


 وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدّ۪ينِ مِنْ حَرَجٍۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümlenin makabline matuf olduğu da söylenmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

فِي الدّ۪ينِ  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla din içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü din hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Dinle irtibattaki mübalağayı ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

مِنْ حَرَجٍۜ ’deki  مِنْ  tekid ifade eden zaid harftir. Kelimedeki tenvin ise kıllet ve nev ifade eder.  مِنْ  harfi kelimeye ‘hiçbir’ manası katmıştır. Menfi siyakta nekre, umum ve şümule işaret eder.


مِلَّةَ اَب۪يكُمْ اِبْرٰه۪يمَۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مِلَّةَ , takdiri  اتّبعوا  (tabi olun) olan fiilin mef’ûlüdür. Bu takdire göre cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اِبْرٰه۪يمَۜ  bedel olup,  اَب۪يكُمْ  ifadesini  açıklamak  için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Râgıb el-İsfahânî şöyle demiştir: ”Millet, tıpkı din gibi, Allah Teâlâ'nın peygamberler vasıtasıyla kullarına ilettiği nizamın adıdır. Milletle din arasındaki fark şudur: Millet, tıpkı ”İbrahim’in milletine uyun" dendiği gibi, sadece peygamber'e nispet edilir. Bu sebeple; Allah'ın milleti, milletim veya Zeyd’in milleti denmez." (Ruhu’l Beyan) 


هُوَ سَمّٰيكُمُ الْمُسْلِم۪ينَ مِنْ قَبْلُ وَف۪ي هٰذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَه۪يداً عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِۚ 

 

Ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsned olan  سَمّٰيكُمُ الْمُسْلِم۪ينَ مِنْ قَبْلُ , müspet mazi fiil sıygasında cümle formunda gelerek hudûs, hükmü takviye, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Car mecrur  مِنْ قَبْلُ ’nun muzâfun ileyhinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Kelimenin merfû oluşu, bu hazfin işaretidir.

ف۪ي هٰذَ  ibaresindeki  ف۪ٓي  harfinde istiare vardır.  ف۪ٓي  hakiki manasında kullanılmamıştır. Bilindiği gibi bu harfte zarfiyet manası vardır. Kur’an’da demektir. Kur’an içine girilmeye müsait bir yapıda olmadığı için zarfla mazruf arasındaki mutlak irtibata benzetilmiştir. 

Harflerde istiare kurulurken harfe değil, müteallakına îtibar edilir. Müteallak müştak olduğu için de istiare; tebeiyye olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَه۪يداً عَلَيْكُمْ  cümlesine dahil olan  لِ , sebep bildiren masdar harfi lam-ı ta’lildir. Muzariyi gizli  ان ’le nasb eder. لِ  ve akabindeki cümle, masdar tevilinde  سَمّٰيكُمُ ’e mütealliktir. Masdar-ı müevvel,  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  وَتَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِۚ  cümlesi, masdar-ı müevvel cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

شَه۪يداً - شُهَدَٓاءَ  ve  يَكُونَ - تَكُونُوا  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası, reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Size önceden o, Müslümanlar adını verdi Kur'an'dan önceki kitaplarda ve bunda da ifadesindeki zamir Allah'a racidir. (Beyzâvî)


فَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللّٰهِۜ 

 

فَ  rabıtadır. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan  اَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ  cümlesi, takdiri … إن كنتم أهلا لهذه التسمية  (Eğer siz bu şekilde isimlendirilmeye ehilseniz) olan mahzuf şartın cevabıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevabından oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Aynı üslupta gelen  وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ  ve  وَاعْتَصِمُوا بِاللّٰهِۜ  cümleleri, şartın cevabına hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.

الصَّلٰوةَ - الزَّكٰوةَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 

 هُوَ مَوْلٰيكُمْۚ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, lafza-i celalden hal-i müekkide olarak ıtnâbdır.  وَ ’la gelmeyen bu hal cümlesi, hal sahibinin durumunu tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına  وَ  gelmez.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


 فَنِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّص۪يرُ

 

فَ , istînâfiyyedir. Cümle gayrı talebî inşâî isnaddır. Mazi sıygada camid, medih fiili olan  نِعْمَ ’nin mahsusu mahzuftur. Takdiri;  الله ‘dır.  الْمَوْلٰى , fiilin failidir.

Aynı üslupta gelen  وَنِعْمَ النَّص۪يرُ  cümlesi makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümlelerde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Her iki cümlede de medh fiillerinin mahsusu mahzuftur.

مَوْلٰيكُمْۜ - الْمَوْلٰى  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.  

الْمَوْلٰى - النَّص۪يرُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

نِعْمَ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Hüsn-i intihâ: Mütekellimin sözünü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır. Kur’an’daki surelerin sonu bu sanatın en güzel örnekleridir. Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

 
Günün Mesajı
77. Ayet, bilhassa Âhirette kurtuluşa ermenin yegâne yolunu tarif buyurmaktadır. Burada şu noktayı belirtmeliyiz ki, Din'in tamamı Allah'a üzerimizde olan nimetlerinden dolayı şükretmek için tatbik edilir; yoksa gelecekte yeni bir ücret ve mükâfat istemek için değil. “Kulluk, zaten verilmiş bulunan nimetlerin şükrünü ifa içindir; yoksa gelecekte verilmesi bekleneh mükâfatlar için değildir.” Ama Allah (c.c. mü'minlere olan hususi rahmetinden, Rahimiyeti'nden dolayı, kulluğu bizi affetmek ve Cennetine koymak için sebep kılmıştır. Yoksa biz, hayatımızın her salisesini O'na ibadetle geçirsek, yine de, diyelim ki sadece göz nimetinin şükrünü yerine getirmiş olmayız. Sonra, nimet deyince yalnız azalarımızı veya dünyada sahip kılındığımız şeyleri düşünmemeliyiz. Baştan başa tabiat, hayat, bir aile ve toplum içinde olma, sevgi ve merhamet gibi duygular, iman, ibadet ve daha pek çok şey nimetlere dahildir. Hava ve su gibi temel jhtiyaçlarımız bize bedava bahşedildiği gibi, diğerleri de bizden az bir emek karşılığı, yine bedava denebilecek bir tarzda temin edilmektedir. Dolayısıyla, ne kadar ibadet de etsek, kimse Allah'ın hususi rahmeti olmadan kurtulamaz ve Cennet'e giremez. Fakat Allah (c.c.), iman ve salih ameli, bu hususi rahmeti için bir sebep kılmıştır.
Sayfadan Gönüle Düşenler
İnsan, Allah yolunda mükemmel olmakla değil de, elinden geleni yapmakla mükelleftir. Ancak, bazı insanlar, hayatlarının bazı dönemlerinden geçerken, Allah’ın kendisine yüklemediği sorumluluğu yüklenmeye çalışır. Birçok şeyi kontrol edemediği bu alemde, sanki her şeyi kontrol edebiliyormuş gibi endişelere kapılır. Halbuki yemek yedikten sonra bedenine güvendiği kadar bile, yapması gerekeni yaptıktan sonra Allah’a güvense, dünyalık bütün yorgunluklar üzerinden dökülüp gidecektir. Zira, O, en güzel Mevla’dır ve en güzel yardımcıdır.

Ey Allahım! Bizi; İslam bayrağı altında gölgelendirdiğin için Sana sonsuz şükürler olsun. Rahmetinle; kıyamet gününde de İslam bayrağı altında gölgelenenlerden ve müslümanlarla beraber cennetine koşanlardan olalım. Bizi; Sana ibadet edenlerden ve secdeye kapananlardan eyle. İzninle; kurtuluşa erenlerden olalım. Bizi; Sana sımsıkı bağlananlardan ve namaz ile zekatını kabul buyurduklarından eyle. Dostluğunun bereketinden nasiplenenlerden ve yardımın ile mağfiretine mazhar olanlardan olalım.

Şeksiz ve şüphesiz bir halde, Allah’a güvenenlerden ve dünyalık yorgunluklardan arınanlardan olmak duasıyla..

Amin.
Zeynep Poyraz  @zeynokoloji