Mü'minûn Sûresi 71. Ayet

وَلَوِ اتَّبَعَ الْحَقُّ اَهْوَٓاءَهُمْ لَفَسَدَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّۜ بَلْ اَتَيْنَاهُمْ بِذِكْرِهِمْ فَهُمْ عَنْ ذِكْرِهِمْ مُعْرِضُونَۜ  ...

Eğer hak onların arzularına uysaydı, gökler ile yer ve onlarda bulunanlar elbette bozulur giderdi. Hayır, biz onlara şereflerini (Kur’an’ı) getirdik. Onlar ise bu şereflerinden yüz çeviriyorlar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوِ ve eğer
2 اتَّبَعَ uysaydı ت ب ع
3 الْحَقُّ hak ح ق ق
4 أَهْوَاءَهُمْ onların keyiflerine ه و ي
5 لَفَسَدَتِ bozulur giderdi ف س د
6 السَّمَاوَاتُ gökler س م و
7 وَالْأَرْضُ ve yer ا ر ض
8 وَمَنْ ve kimseler
9 فِيهِنَّ bunların içinde bulunan
10 بَلْ bilakis
11 أَتَيْنَاهُمْ biz onlara getirdik ا ت ي
12 بِذِكْرِهِمْ Zikir’lerini ذ ك ر
13 فَهُمْ fakat onlar
14 عَنْ -nden
15 ذِكْرِهِمْ Zikirleri- ذ ك ر
16 مُعْرِضُونَ yüz çeviriyorlar ع ر ض
 
Hak kavramı, 70. âyette olduğu gibi burada da Peygamber’in getirdiği bilgileri, hükümleri, buyruk ve yasakları veya bütünüyle evrensel gerçekliği, varlıktaki düzen ve dengeyi ifade etmektedir. Başka bir deyişle hak kelimesi, yüce Allah’ın hem evrenin düzenini belirleyen hem de insan eylemlerinin nasıl olması gerektiğini bildiren yasalarını ifade edebilir. Âyete göre bu yasalar objektiftir; mutlaktır; insanların keyfi arzularına göre değişmez; en küçük bir sapma göstermeden ilâhî irade nasıl tayin ettiyse öylece işler; aksi halde ne göklerin ve yerin ne de onlarda bulunan canlı ve cansız varlıkların düzeni kalırdı; bu durumda insan eylemleri de yasasız, düzensiz bir anarşi halini alırdı. Cenâb-ı Hakk’ın bu temel kanunu dolayısıyladır ki, bir inkârcı işini gerektiği şekilde yaparsa Allah onu başarıya ulaştırır, bir mümin işini iyi yapmazsa onu da başarıdan mahrum eder. Aksi halde âlemde düzenden, hak ve adaletten söz edilemezdi.
 
Tefsirlerde bu âyetteki zikir kelimesine çoğunlukla bizim tercih ettiğimiz “şan ve şeref” anlamı verildiği gibi, “açıklama, hatırlatma” anlamına gelebileceği de belirtilmiştir (Taberî, XVIII, 43; Kurtubî, XII, 148). Her iki anlamda da Kur’ân-ı Kerîm kastedilmiştir. İlk anlama göre bu yüce kitap insanlık için bir onur ve değer kaynağıdır; dolayısıyla ona sırt çeviren putperest Araplar, âyete göre aslında kendi onur kaynaklarını reddetmiş oluyorlardı. İslâm’dan önce Araplar’ın hâkimiyetleri yarımadanın sınırlarını aşmazken, ana kaynağı Kur’an olan İslâm dini, sadece bu millete önemli devletler kurdurmak ve ismini ebedîleştirmekle kalmamış; ayrıca –başta Türkler olmak üzere– Kur’an’ı ve İslâm’ı tanıyıp ilkelerini yaşayan birçok millet de bu sayede şanlı ve onurlu bir tarih yaşamıştır. Bunlar bugün de varlıklarını, maddî ve mânevî değerlerini korumalarını büyük ölçüde İslâm’a borçludurlar.
 
  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 35-36
 

وَلَوِ اتَّبَعَ الْحَقُّ اَهْوَٓاءَهُمْ لَفَسَدَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّۜ

 

وَ  itiraziyyedir. لَوِ  gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.

اتَّبَعَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اتَّبَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْحَقُّ  fail olup lafzen merfûdur.  اَهْوَٓاءَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.  فَسَدَتِ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تِ  te’nis alametidir.  السَّمٰوَاتُ  fail olup lafzen merfûdur.  الْاَرْضُ  atıf harfi  وَ  ile  السَّمٰوَاتُ ’a matuftur. 

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu,  السَّمٰوَاتُ ’ye matuf olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası mahzuftur. 

ف۪يهِنَّ  car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf sılasına mütealliktir.

اتَّبَعَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

 

 بَلْ اَتَيْنَاهُمْ بِذِكْرِهِمْ فَهُمْ عَنْ ذِكْرِهِمْ مُعْرِضُونَۜ

 

بَلْ  idrâb harfi, hükmü iptal için gelmiştir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَتَيْنَاهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

بِذِكْرِهِمْ  car mecruru  اَتَيْنَاهُمْ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

عَنْ ذِكْرِهِمْ  car mecruru  مُعْرِضُونَ ‘ye mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مُعْرِضُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

مُعْرِضُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

اٰتَيْنَاهُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أتي ’dir.

İf’al babı fiile  tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

وَلَوِ اتَّبَعَ الْحَقُّ اَهْوَٓاءَهُمْ لَفَسَدَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّۜ 

 

Bu ayet, hakkın şanının ne kadar yüce ve makamının ne kadar yüksek olduğuna açıkça dikkat çekmektedir. (Ebüssuûd) 

وَ , itiraziyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet mazi fiil sıygasındaki  اتَّبَعَ الْحَقُّ اَهْوَٓاءَهُمْ  cümlesi şarttır.

Lam-ı rabıtanın dahil olduğu, aynı üslupla gelen  لَفَسَدَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ  cümlesi  لَوْ ’in cevabıdır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haberî isnad yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder.  (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)

Nahivciler  لَوْ  edatını, şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır, diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. (Abdullah Hacibekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler Doktora Tezi)

لَوْ  harfinin dahil olduğu hem şart hem de cezâ fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْحَقُّ ‘nun,  اتَّبَعَ  fiiline isnadı, aklî mecazdır.

اتَّبَعَ الْحَقُّ اَهْوَٓاءَهُمْ  ifadesinde istiâre vardır. Kastedilen anlam şudur: Eğer hak onların keyfi arzularına uysaydı her biri şaşkınlığa ve sapkınlığa düşerdi. Çünkü hak yararlı, hayırlı ve güzel şeylere çağırırken, hevaî arzular bozuk, kötü, hayırsız, çirkin ve fena şeylere sevkeder. O yüzden hak, heva kılavuzuna uysaydı bozulma ve karışıklıklar herkesi ve her şeyi kaplar, hidayet sancakları yere iner, dalalet bayrakları göğe yükselirdi. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları) 

Faile matuf olarak merfû mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası mahzuftur.  ف۪يهِنَّ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Fesatın, semavat, arz ve her ikisinde olanlar şeklinde sayılması taksim sanatıdır.

Semavat, arzı da kapsadığı halde semavattan sonra arzın ve orada bulunanların zikredilmesi umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâb sanatıdır. 

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.


بَلْ اَتَيْنَاهُمْ بِذِكْرِهِمْ فَهُمْ عَنْ ذِكْرِهِمْ مُعْرِضُونَۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen  بَلْ اَتَيْنَاهُمْ بِذِكْرِهِمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

فَهُمْ عَنْ ذِكْرِهِمْ مُعْرِضُونَ  cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Makablindeki fiil cümlesine atfedilmiştir. 

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

Burada zikirden murad, onların iftihar ve şeref vesilesi olan Kur’an'dır. (Ebüssuûd)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَنْ ذِكْرِهِمْ car mecruru, siyaktaki önemine binaen amiline takdim edilmiştir. Bu takdim kasr ifade eder.

Onların, ondan (gökte ve yerdeki nice ayetlerden) yüz çeviriyor oldukları, kasr üslubuyla tekidli bir şekilde bildirilmiştir.

Car mecrurun amiline takdim edilmesi ondan yüz çevirmelerinin şaşılacak bir durum olduğunu ifade etmek için zikrinin önemi dolayısıyladır. (Âşûr)  

Belâgatçıların cumhuruna göre ister mef’ûl, ister zarf, isterse harf-i cerle mecrur olsun amilin mamulüne takdimi kasr ifade eder. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)

Âşûr ise bu takdimin kasr ifade ettiği görüşündedir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned olan  مُعْرِضُونَ  ism-i fail kalıbında gelmiştir. 

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

ذِكْرِهِمْ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.