Mü'minûn Sûresi 84. Ayet

قُلْ لِمَنِ الْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهَٓا اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ  ...

De ki: “Eğer biliyorsanız söyleyin: Yer ve yerde bulunanlar kime aittir?”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 لِمَنِ kimindir?
3 الْأَرْضُ dünya ا ر ض
4 وَمَنْ ve bulunanlar
5 فِيهَا içinde
6 إِنْ eğer
7 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
8 تَعْلَمُونَ biliyor ع ل م
 
Bu âyetlerin birinci amacı, Allah’ın yüce kudretinin kesin kanıtlarını ortaya koyarak inkârcıların, yeniden dirilmeyi imkânsız gören iddialarını reddetmek; ikincisi de Allah’tan başka, tanrı kabul etmeye ve tapınmaya değer hiçbir varlık bulunamayacağını kanıtlamaktır (Râzî, XXIII, 115-116). “Allah’a saygı” şeklinde çevirdiğimiz 87. âyetteki ittika kavramı sözlükte “bir tehlike karşısında akıllı davranarak önlem alma, tehlikeye karşı bir şeyi siper edinme, kendini koruma altına alma” mânasına gelir. Kelime “kişinin iman ve ibadetinin himayesinde kendisini âhiret azabına karşı koruması” anlamında kullanılmaktadır (bilgi için bk. A‘râf 7/26). “... büyülenmiş gibi davranıyorsunuz” şeklinde çevirdiğimiz 89. âyetin sonundaki tüsharûn fiilinin sözlük anlamı “sihirlenme, büyülenme”dir. Kelime burada, “büyülenmiş gibi şuurlu davranmaktan, aklını kullanmaktan mahrum kalma” anlamında kullanılmıştır. Gerek bu âyetin gerekse bundan önceki âyetlerin sonlarında yer alan eleştiri ve uyarılarda bilgiye, düşünüp taşınmaya, Allah’a saygıya ve şuurlu davranmaya vurgu yapılmak suretiyle insanlığın yalnız dünyevî sorunlarını değil, dinî ve metafizik sorunlarını çözmede de zihinsel faaliyetin, akıl ve bilgi verilerinin ne kadar gerekli olduğuna işaret edilmektedir. Müşriklerin 84-89. âyetlerdeki sorulara verdikleri cevaplar, onların Allah’a, O’nun sınırsız kudret ve hâkimiyetine inandıklarını göstermektedir. Bu durumda onların, bir yandan bu inanca sahip olurken diğer yandan Allah’ın peygamber ve kitap göndermesini, âhiret hayatını gerçekleştirmesini imkânsız görmeleri bir çelişki olduğu gibi bu tür inkârcı tutumlarıyla onlar “kesinlikle yalancı” olduklarını da ortaya koymuş bulunuyorlardı.
 

قُلْ لِمَنِ الْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهَٓا اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ   sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli,  لِمَنِ الْاَرْضُ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

مَنْ  müşterek ismi mevsul,  لِ  harf-i ceriyle birlikte mukaddem mahzuf habere mütealliktir.  الْاَرْضُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , makabline matuftur.  ف۪يهَٓا   car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  كُنْتُمْ  sükun üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamir  كان ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur.

تَعْلَمُونَ  fiili  كُنْتُمْ ‘un haberi olarak mahallen merfûdur.  تَعْلَمُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
 

قُلْ لِمَنِ الْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهَٓا 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لِمَنِ الْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهَٓا  cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve inkâr amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Mecrur mahaldeki istifham ismi, mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الْاَرْضُ , muahhar mübtedadır.

Ayetteki ikinci müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , ref mahallinde  الْاَرْضُ ’ya tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir. Sılası mahzuftur.  ف۪يهَٓا , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Farklı manalardaki  مًنْ ’ler arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 

اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mekulü’l-kavl yerindedir. Ayetin bu son cümlesi, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi  كان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Öncesinin delaletiyle cevap cümlesi hazf edilmiştir. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlesinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Şart cümlesinde müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

كَان ’nin  haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder.(Vakafât, s.103)

كَان ’nin  haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s.124)

اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ  (Eğer bilirseniz) şart cümlesinin cevabı hazf edilmiştir. Çünkü, şartın kendisi, cevabın ne olduğunu kesin olarak göstermek­tedir. Takdiri şöyledir:  اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ ذٰلِكَ فَأَخْبِرُونِي عَنْهُ  (Eğer biliyorsanız, onu bana haber verin) (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr) 

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  

2. Bilmezden gelinen durumlarda da: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.

3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edildiğinde: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

Ey Peygamberim! Sen de onlara de ki; eğer siz bir şey biliyorsanız, bana söyleyin bakalım, bu dünya ve ondaki varlıklar, kime aittir? Zira bu, cevap olarak yeterlidir.

Bu ifade, durumun gayet açık olduğunu ve onların cehaletini pek kuvvetli olarak açıkça ortaya koymaktadır.

Yahut ‘eğer bunu biliyorsanız, bana haber verin’, demektir. Buna göre ayet onları tahkir etmekte ve cehaletlerini açıklamaktadır. (Ebüssuûd)