Nûr Sûresi 25. Ayet

يَوْمَئِذٍ يُوَفّ۪يهِمُ اللّٰهُ د۪ينَهُمُ الْحَقَّ وَيَعْلَمُونَ اَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ الْمُب۪ينُ  ...

O gün Allah, onlara kesinleşmiş cezalarını tastamam verecek ve onlar Allah’ın apaçık bir gerçek olduğunu bileceklerdir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَوْمَئِذٍ o gün
2 يُوَفِّيهِمُ onlara tam verir و ف ي
3 اللَّهُ Allah
4 دِينَهُمُ cezalarını د ي ن
5 الْحَقَّ hak ettikleri ح ق ق
6 وَيَعْلَمُونَ ve onlar bilirler ع ل م
7 أَنَّ şüphesiz
8 اللَّهَ Allah
9 هُوَ O
10 الْحَقُّ Hak’tır ح ق ق
11 الْمُبِينُ apaçık ب ي ن
 
İftiraya uğrayanlar her zaman Hz. Âişe kadar şanslı olamazlar, kendilerini temize çıkaramaz, iftiranın izini silemezler. Bu sebeple hem iftiraya uğrayıp temize çıkamayanların teselliye ihtiyaçları vardır hem de dünyada ettiklerinin yanlarına kaldığını zannedenlere bir mânevî yaptırım gerekmektedir. Bu dünya fânidir, ebedî âlemde hesap, kitap, mahkeme, şaşmaz adalet, reddi kabil olmayan tanıklıklar, ispat vasıtaları, dünyadaki ile kıyas kabul etmez büyük cezalar vardır. İftira edenlerin imanları varsa bunları ve dünya hayatını lânet içinde geçirdiklerini düşünmeleri gerekir. İftiraya uğrayanlar da bu dünyada mâsum olduklarını ispat edemedikleri için üzülseler bile kendilerini yiyip bitirmesinler; bilsinler ki Allah, dünyada yakalarını kurtaran iftiracılara cezalarının tamamını âhirette verecek, onları cümle âlemin önünde rezil rüsvâ edecektir.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 63-64
 

يَوْمَئِذٍ يُوَفّ۪يهِمُ اللّٰهُ د۪ينَهُمُ الْحَقَّ وَيَعْلَمُونَ اَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ الْمُب۪ينُ

 

يَوْمَ  zaman zarfı, إذ  için muzâftır.  يُوَفّ۪يهِمُ  fiiline mütealliktir.  إذ  mahzuf cümleye muzâftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. Takdiri;  يوم إذ تشهد عليهم (Onların aleyhine şahitlik ettiği gün) şeklindedir. 

يُوَفّ۪يهِمُ  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هِمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اللّٰهُ  lafza-i celâlili,  fail olup lafzen merfûdur.

د۪ينَهُمُ  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هِمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  الْحَقَّ  üçüncü mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

يَعْلَمُونَ  fiili  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  يَعْلَمُونَ  fiilinin iki mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  اللّٰهَ  lafza-i celâl  اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. هُوَ  fasıl zamiridir.  الْحَقُّ  kelimesi  اَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. 

الْمُب۪ينُ  kelimesi  الْحَقُّ  sıfat olup damme ile merfûdur.

Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat - mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْمُب۪ينُ  kelimesi, sülâsi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

يُوَفّ۪يهِمُ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  وفى ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

 

يَوْمَئِذٍ يُوَفّ۪يهِمُ اللّٰهُ د۪ينَهُمُ الْحَقَّ وَيَعْلَمُونَ اَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ الْمُب۪ينُ

 

Ayet, beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı  يَوْمَئِذٍ  önemine binaen amili olan  يُوَفّ۪يهِمُ  fiiline takdim edilmiştir. 

يَوْمَئِذٍ  izafetinde, muzâfun ileyh olan cümlenin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهُ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

الْحَقَّ , ceza anlamındaki  د۪ينَ  için sıfattır. Bütün cinslere delalet eden masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

وَيَعْلَمُونَ اَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ الْمُب۪ينُ  cümlesi, öncesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  اَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ الْمُب۪ينُ  isim cümlesi sübut ve istimrar ifade eder. Cümle masdar teviliyle  يَعْلَمُونَ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.

Fasıl zamiri ve haberin tarifi ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

الْحَقُّ  kelimesi  اَنَّ ’nin haberidir. Müsnedin  ال  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin  ال  ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife olması sebebiyle üç katlı tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Ayetteki ilk  الْحَقَّ  kelimesiyle, anlam farkı olan ikincisi arasında tam cinas, bu kelimenin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Allah lafzında tecrîd, tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu ayetteki ceza ve karşılık anlamlarına gelen  د۪ينَ  kelimesi ‘tam vermek, ödemek’ anlamındaki  وَفَّى kelimesiyle ilgisi dolayısıyla hareke farkıyla borç anlamındaki dîne kelimesi gibi okunacağı vehmine yol açabilir. Ve buna îhâm-ı taḥrîf denir. 

Îhâmda kastedilen doğrusu olmakla birlikte yanlışı vehmettiren, doğru ve yanlış iki farklı anlamın mevcut olmasıdır. Bu vehim; sanatın bulunduğu lafızla alakalı başka bir kelimenin bulunması nedeniyle o lafzın yazılışı aynı fakat anlamı farklı başka bir kelime olduğu vehmini uyandırmasıyla olabilir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

يَعْمَلُونَ (yaparlar) (24. ayetteki) - يَعْلَمُونَ  (bilirler) kelimeleri arasında cinâs-ı nakıs vardır.

Ayetin metnindeki  الْمُب۪ينُ  kelimesi, eşyayı olduğu gibi bildiren ya da  hak olduğu apaçık olan demektir. (Ebüssuûd)

“Hakk Teâlâ'ya, başkasına değil, sadece kendisine ibadet etmek hak (doğru) olduğu için yahut da emrettiklerinde başkası değil ancak o hak olduğu için “hak” diye adlandırılmıştır. Mübîn kelimesinin manası da bu dediğimizi teyit etmektedir. Bazıları da Hak kelimesinin, Allah'ın isimlerinden olup ‘var, mevcut’ manasında olduğunu bunun zıddının ‘yok’ demek olan batıl kelimesi olduğunu, “mübin”in de ‘ortaya koyan’ manasında olduğunu ileri sürmüşlerdir. Buna göre ayetin manası, “O'nun kudreti ile mümkinatın (kâinatın) varlığı ortaya çıkmıştır.” şeklindedir. Dolayısıyla Cenab-ı Allah'ın “hak” oluşu, zatı gereği mevcûd olması; “mübîn” oluşu da başkasına varlık ve hayat veren olması manasınadır. (Fahreddin er-Râzî)