Nûr Sûresi 28. Ayet

فَاِنْ لَمْ تَجِدُوا ف۪يهَٓا اَحَداً فَلَا تَدْخُلُوهَا حَتّٰى يُؤْذَنَ لَكُمْۚ وَاِنْ ق۪يلَ لَكُمُ ارْجِعُوا فَارْجِعُوا هُوَ اَزْكٰى لَكُمْۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَل۪يمٌ  ...

Eğer evde kimseyi bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Eğer size, “Geri dönün” denirse, hemen dönün. Çünkü bu, sizin için daha nezih bir davranıştır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla bilendir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِنْ eğer
2 لَمْ
3 تَجِدُوا bulamazsanız و ج د
4 فِيهَا orada
5 أَحَدًا kimseyi ا ح د
6 فَلَا
7 تَدْخُلُوهَا oraya girmeyin د خ ل
8 حَتَّىٰ kadar
9 يُؤْذَنَ izin verilinceye ا ذ ن
10 لَكُمْ size
11 وَإِنْ ve eğer
12 قِيلَ denirse ق و ل
13 لَكُمُ size
14 ارْجِعُوا dönün! ر ج ع
15 فَارْجِعُوا o halde dönün ر ج ع
16 هُوَ o
17 أَزْكَىٰ daha temizdir ز ك و
18 لَكُمْ sizin için
19 وَاللَّهُ ve Allah
20 بِمَا şeyleri
21 تَعْمَلُونَ yaptıklarınız ع م ل
22 عَلِيمٌ bilendir ع ل م
 
İffet ve namusla ilgili iftirayı yasaklayan, bu davranışın ne kadar büyük bir günah ve ağır bir suç teşkil ettiğini açıklayan âyetlerden sonra ve iffeti korumak için tedbirler getiren âyetlerden önce her iki konuyla da sebep-sonuç ilişkisi bulunan bir konuya yer verilmektedir: Başkalarının evlerine girip çıkma kuralları. Başkalarının evlerine girme konusunda bazı kurallara ve ihtiyat tedbirlerine uyulmaması halinde hem girip çıkanları görenlerin suizanna kapılmaları ve tecessüs duygularının tahrik edilmesi hem de girip çıkanların bazı aile sırlarına vâkıf olmaları, ailenin görülmesini istemediği bazı şeyleri görmeleri, o anda veya ileride bazı olumsuz ve yasak duyguların, niyetlerin oluşması gibi kötü sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Bugün şehirlerde, elektriğin ve elektronik araçların bulunduğu binalarda oturanlar, gelenlerle konuşmak, kimliklerini sormak, hatta onları görmek, buna göre kapıyı açmak veya açmamak imkânlarına sahip bulunmaktadırlar. Böyle imkânların bulunmaması halinde kapıya gelenin bazı kurallara kendiliğinden riayet etmesi ve edebe aykırı yollara tevessül etmemesi gerekir. Belli kimselerin oturmasına mahsus bulunmayan, ya boş olan veya hanlar, kervansaraylar, oteller, abdesthaneler, dükkânlar gibi her isteyenin girip çıkmasına, oturup kalkmasına, alışveriş yapmasına açık bulunan yerlere girmek için yukarıdaki usule göre izin almak gerekli değildir. “İçinde kendinize ait eşya bulunan” şeklinde çevirdiğimiz ifadeyi, “faydalanmanıza açık bulunan” şeklinde de anlamak mümkündür. Yukarıdaki örnekler bu anlayışa uygun bulunmaktadır. Bizim çevirimize uygun örnek ise sahipleri tarafından terkedilmiş ve içine başkaları tarafından yakacak vb. eşya konmuş binalar ve yerlerdir. Câhiliye dönemiyle İslâm’ın ilk yıllarında insanlar birbirlerinin evine girerken “iyi sabahlar, iyi akşamlar” gibi iltifat ifadeleri kullanmakla birlikte bu konularda muaşeret kurallarına yeterince önem verilmiyor, baskın yapar gibi evlere dalanlar oluyor; sık sık rahatsız edici, hatta utanç verici durumlarla karşılaşılıyordu (Buhârî, “İsti’zân”, 11; Râzî, X, 197). Daha sonra, özellikle konumuz olan âyetler ile diğer âyet ve hadislerde evlere girerken izin isteme ve izin verme konularında özel hükümler getirilmiş; böylece meskenlerin mahremiyeti ve dokunulmazlığı, bireyin ve ailenin saygınlığı korunmak istenmiştir. Kaynaklarda izin konusunda bilhassa şu hususlar üzerinde durulmaktadır: a) Yukarıda belirtilen istisnaî yerler ile kural olarak sahibince veya yetkili kişi ve makamlarca söz, işaret, yazılı belge, tabela vb. yollarla girilmesine izin verilen yerler dışındaki mahallere, özel ve mahrem mekanlara izin almadan girilemez. Ancak bir hadiste belli bir zamanda bir yere gelmesi için davet edilen kişinin belirtilen zamanda o yere girmesi için izin alması gerekmediği ifade edilir (Buhârî, “İsti’zân”, 14). b) Hz. Peygamber’in belirlediği bir kurala göre bir yere girmek için izin isteyen kişi, bu isteğini en çok üç defa tekrar etmeli, buna rağmen izin ifade eden bir karşılık alamazsa dönüp gitmelidir (Buhârî, “İsti’zân”, 13; Müslim, “Âdâb”, 32, 34, 35, 37; Râzî, XXIII, 197-198). Ancak sesinin duyulmadığını düşünen kimsenin izin talebini üçten fazla tekrar edebileceği belirtilmektedir (Kurtubî, XII, 218). c) Konumuz olan 27. âyette izin isterken ev halkına ayrıca selâm verilmesi de istenmiştir. Hz. Peygamber’in böyle durumlarda genellikle selâm verip kendisini tanıtarak izin istediği bildirilmektedir (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 138). 27. âyetin söz dizilişinde selâm izin istemeden sonra gelmektedir. Bununla birlikte âyetteki sıranın bağlayıcı olmadığı, duruma göre önce selâm verip kendini tanıttıktan sonra izin istemenin mümkün olduğu görüşü de vardır (Nevevî, XVI, 131). Hz. Peygamber’in, izin almadan huzuruna giren birini, “Dışarı çık, ‘Selâmün aleyküm, girebilir miyim?’ de” şeklinde uyarırken önce selâmı zikrettiği görülmektedir (Dârimî, “Salât”, 88). d) İzin isteyen kişi içeridekilere kendisini açıkça tanıtmalıdır. Nitekim Resûl-i Ekrem, içeri girmek isteyen birine kim olduğunu sorunca bu kişinin “benim” demesine canı sıkılmış, “Sen de kimsin!” diyerek yaptığının yanlışlığını hatırlatmıştır (Buhârî, “İsti’zân”, 17; “Edeb”, 94). Bu durumda kapı tokmağını kullanma, zil çalma, diyafonla seslenme gibi modern imkânlardan yararlanırken de kendini açıkça tanıtmak gerekmektedir. e) Bir kimsenin izinsiz girmesi câiz olmayan yeri iyi niyetle de olsa kapı aralığından veya pencereden gözetlemesi de câiz değildir. Zira izin isteme hükmünün konuluş sebebi, aile mahremiyeti gibi ilgililerin görülmesini istemediği mahremiyetleri yabancı gözlere karşı korumaktır (Aynî, XVIII, 286, 294). Müminlerin casusluk yapar gibi birbirlerinin mahrem durumlarını araştırmalarını yasaklayan âyetin (Hucurât 49/12) bu konuyla da ilgili olduğu kabul edilmektedir. Hz. Peygamber, birinin bu şekilde evini gözetlediğini görünce onu sert bir dille uyarmıştır (Buhârî, “İsti’zân”, 11; “Diyât”, 15, 23; ayrıca bk. Mustafa Çağrıcı “İzin”, DİA, XXIII, 509-510)
 

فَاِنْ لَمْ تَجِدُوا ف۪يهَٓا اَحَداً فَلَا تَدْخُلُوهَا حَتّٰى يُؤْذَنَ لَكُمْۚ 

 

Fiil cümlesidir. Ayet atıf harfi  فَ  ile nidanın cevabına matuftur. Ya da bu harf istinaf içindir.

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

تَجِدُوا  şart fiili olup  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهَٓا  car mecruru  تَجِدُوا  fiiline mütealliktir.  اَحَداً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَدْخُلُوهَا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  يُؤْذَنَ  muzari fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  تَدْخُلُوهَا  fiiline mütealliktir.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُؤْذَنَ  mansub meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  لَكُمْ  car mecruru  يُؤْذَنَ  fiiline mütealliktir.


 وَاِنْ ق۪يلَ لَكُمُ ارْجِعُوا فَارْجِعُوا هُوَ اَزْكٰى لَكُمْۜ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. 

ق۪يلَ  şart fiili olup fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  ارْجِعُوا  fiili  ق۪يلَ ’nin naib-i faili olarak mahallen merfûdur.  لَكُمُ  car mecruru naib-i faile mütealliktir.  ارْجِعُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir

ارْجِعُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

اَزْكٰى لَكُمْ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

اَزْكٰى  ism-i tafdil kalıbındandır. لَكُمْ  car mecruru  اَزْكٰى  fiiline mütealliktir.

İsm-ii tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَل۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle  عَلِيمٌ’ne mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  تَعْمَلُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

تَعْمَلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  عَل۪يمٌ mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. 

عَل۪يمٌ  kelimesi,mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

فَاِنْ لَمْ تَجِدُوا ف۪يهَٓا اَحَداً فَلَا تَدْخُلُوهَا حَتّٰى يُؤْذَنَ لَكُمْۚ 

 

 

Ayet,  فَ  ile nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından mutabakat da vardır.

Veya  فَ  istînâfiyyedir. Âşûr, istînâfi beyâni olduğu görüşündedir.

اِنْ  şart harfidir. Olumsuz muzari fiille gelmiş şart cümlesi  لَمْ تَجِدُوا ف۪يهَٓا اَحَداً , faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَلَا تَدْخُلُوهَا حَتّٰى يُؤْذَنَ لَكُمْ  ise nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Dolayısıyla cümle şart uslubunda, talebî inşâî isnaddır.

Gaye bildiren harf-i cer  حَتّٰى ’nın gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  يُؤْذَنَ لَكُمْ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup başındaki  حَتّٰى  ile birlikte  تَدْخُلُوهَا  fiiline mütealliktir. 

حَتّٰى يُؤْذَنَ لَكُمْ  sözündeki gaye bildiren harf-i cer,  فَلَا تَدْخُلُوهَا deki nehyi tekid içindir. Yani sahibi gelip size izin verilinceye kadar anlamındadır. (Âşûr)

حَتّٰى  kelimesi, bir şeyin başlangıcına dayanmaksızın sonunu bildirir. Kendisinden sonra gelen gizli bir  اَنْ ’le muzari fiili nasb eder ve harf-i cerdir. (Süyûtî, el-İtkan)

اَحَداً ’deki tenvin muayyen olmayan bir cinse işaret eder.

فَاِنْ لَمْ تَجِدُوا ف۪يهَٓا اَحَداً  [bu evlerde hiç kimsenin bulunmamasından] ifadesinden murad, ya; izin vermeye yetkili kimsenin bulunmamasıdır ki buna göre izin verme etkisi olmayan kadınların ve çocukların bulunup bulunmamaları arasında bir fark yoktur ya da izin yetkisi olsun veya olmasın, hiç kimsenin bulunmamasıdır. Buna göre ayet-i kerimenin sarih ifadesi, boş evlere dahi girmenin yasak olduğudur. (Ebüssuûd)


 وَاِنْ ق۪يلَ لَكُمُ ارْجِعُوا فَارْجِعُوا

 

İkinci cümle, önceki şart cümlesine atfedilmiştir.  ق۪يلَ لَكُمُ ارْجِعُوا  şart cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müspet mazi fiil sıygasındaki  ق۪يلَ  fiilinin mekulü’l-kavli  ارْجِعُوا  emir üslubunda, talebî inşâî isnaddır.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَارْجِعُوا هُوَ اَزْكٰى لَكُمْ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Bu şart cümlesinde, şart ve ceza cümlelerinde iki mananın eşleşmesi olan, müzavece sanatı vardır. Müzâvece sadece cezada vukû bulur. Buna tezâvüc de denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Size girin denilirse girin cümlesine, girmeyin denilirse, girmeyin anlamı idmâc edilmiştir.

ارْجِعُوا  kelimesinin tekrarında reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatı vardır.


هُوَ اَزْكٰى لَكُمْۜ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Zamandan bağımsız, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned olan  اَزْكٰى ’nın ism-i tafdil kalıbında gelmesi mübalağa ifade etmiştir.

هُوَ اَزْكٰى لَكُمْ  cümlesinde, konu açık olduğu için müsnedün ileyhin açıkça zikredilmesine gerek olmadan zamir gelmiştir.


وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَل۪يمٌ

 

Ayetin son cümlesi istînâf  وَ ’ıyla gelmiş isim cümlesidir. İstînâfiye وَ ’ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Lafza-i celâl mübteda,  عَل۪يمٌ۟ haberdir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  عَل۪يمٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve celâl sıfatları bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu, teşvik ve heybet uyandırmak içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâl’de tecrîd sanatı vardır. 

Cümle faide-i haber talebî kelamdır. 

Cümlede car mecrur  بِمَا تَعْمَلُونَ  amilinin önüne geçmiştir. Bu takdim, ihtimam içindir. 

عَل۪يمٌ ’e müteallik olan mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  تَعْمَلُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَل۪يمٌ [Allah sizin ne yaptığınızı çok iyi bilir] ayeti evlerin içindekini görmek kastı ile tecessüsde bulunup masiyet maksadıyla ev halkının haberi olmadan içeri giren, helal ve caiz olmayan şeylere bakmak ve buna benzer günah işleme kastında olan diğer kimseler için bir tehdittir. (Kurtubî)   

تَعْمَلُونَ - عَل۪يمٌ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadri sanatları vardır

Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.