Nûr Sûresi 3. Ayet

اَلزَّان۪ي لَا يَنْكِحُ اِلَّا زَانِيَةً اَوْ مُشْرِكَةًۘ وَالزَّانِيَةُ لَا يَنْكِحُهَٓا اِلَّا زَانٍ اَوْ مُشْرِكٌۚ وَحُرِّمَ ذٰلِكَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ  ...

Zina eden erkek ancak, zina eden veya Allah’a ortak koşan bir kadınla evlenir. Zina eden bir kadınla da ancak zina eden veya Allah’a ortak koşan bir erkek evlenir. Bu, mü’minlere haram kılınmıştır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الزَّانِي zina eden erkek ز ن ي
2 لَا
3 يَنْكِحُ evlenmez ن ك ح
4 إِلَّا başkasıyla
5 زَانِيَةً zina eden kadından ز ن ي
6 أَوْ veya
7 مُشْرِكَةً müşrik kadından ش ر ك
8 وَالزَّانِيَةُ ve zina eden kadın ز ن ي
9 لَا
10 يَنْكِحُهَا evlenmez ن ك ح
11 إِلَّا başkasıyla
12 زَانٍ zina eden erkekten ز ن ي
13 أَوْ veya
14 مُشْرِكٌ müşrik erkekten ش ر ك
15 وَحُرِّمَ haram kılınmıştır ح ر م
16 ذَٰلِكَ bu
17 عَلَى üzerine
18 الْمُؤْمِنِينَ mü’minler ا م ن
 
Mâna ve hükmü genel olmakla beraber âyetin vahyedilmesinin özel bir sebebi vardır. Medine’ye hicret eden müslümanlardan Mirsed, gizlice Mekke’ye gidiyor, müşriklerin hapsederek veya bağlayarak hicret etmelerine izin vermedikleri müslümanları birer ikişer kaçırıyordu. Yine bir gece Mekke’ye girmiş, kaçıracağı müslümanın bulunduğu yere gelmişti. Mirsed’in Mekke’de oturan eski metresi Anâk onu gördü, yanına gelip o geceyi beraber geçirmelerini teklif etti. Mirsed, İslâm’ın zinayı yasakladığını söyleyerek teklifi reddedince kadın bağırdı, onun yerini ve niyetini Mekkeliler’e duyurdu. Mirsed kaçarak canını kurtardı. Sonra yine bir fırsatını bulup hapsedilmiş olan bir mümini daha kaçırarak Medine’ye geldi. Hz. Peygamber’in huzuruna çıktığında başından geçenleri anlattı ve “Anâk ile evlenebilir miyim?”diye sordu. Peygamberimiz hemen cevap vermedi, bir süre sonra âyet nâzil olunca bunu tebliğ etti ve Mirsed’e, “O kadınla evlenme” dedi (İbn Kesîr, VI, 8-9). Bir başka rivayete göre âyetin gönderilme sebebi, Suffe ehli diye bilinen, evsiz barksız oldukları için mescidin sofasında kalan müslümanların, Medine civarında paralı fuhuş yapan bazı kadınlarla evlenmek istemeleridir (Kurtubî, XII, 174).
 
 Âyetin mânası ve kısmen buna bağlı olarak hükmü konusunda da farklı anlayışlar vardır:
 
 a) Zina eden kadın veya erkek bunu yaparken karşısındaki de aynı çirkin fiili işlemektedir; yani bir kimse diğeri ile zina ediyorsa karşı tarafın fiili de ancak zina olur. Karşılıklı olarak zina yapmayı âdet haline getirmiş olanlar, bunda sakınca görmeyenler mümin de olamazlar. Diğer semavî dinlerde de zina haram kılındığı için bunu ancak müşrikler yaparlar. Nikâh kelimesini evlenme akdi değil, cinsel temas olarak alan bu yoruma göre âyette bir olgu tesbit edilmekte, sonra da zinanın haram olduğu bildirilmektedir.
 
 b) Nikâh kelimesini, Kur’an’daki hâkim mânasını göz önüne alıp evlenme akdi olarak anlayanların da farklı yorumları vardır: 1. Zina etmiş olan kimse ile mümin evlenemez, evlenirse akid feshedilir. Bu hüküm halen devam etmektedir diyen birkaç müctehide karşı daha çok sayıda fıkıhçıya göre hüküm, bu sûrenin 32. âyeti ile neshedilmiştir. Zina etmekte olan birisi ile evlenmek haram olmakla beraber nikâh feshedilmez. 2. Nesih söz konusu değildir, zina etmiş olsa bile tövbe etmiş, nefsini ıslah etmiş bulunan bir mümine zinakâr (zânî) denmez ve bunlarla evlenmekte bir sakınca yoktur. Âyette zânî dendiğine göre bundan maksat zinaya devam edenlerdir veya zina ettikten sonra âdet görüp temizlenmemiş kadınlardır. Bunlarla evlenmek haramdır, çirkindir, sâlih bir mümine yakışmaz, bunu yapsa yapsa zinakârlarla müşrikler yapar (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, III, 1329-1332).
 

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 51-52
 

اَلزَّان۪ي لَا يَنْكِحُ اِلَّا زَانِيَةً اَوْ مُشْرِكَةًۘ وَالزَّانِيَةُ لَا يَنْكِحُهَٓا اِلَّا زَانٍ اَوْ مُشْرِكٌۚ

 

İsim cümlesidir.  اَلزَّان۪ي  mübteda olup  ى  üzere mukadder damme ile merfûdur.

لَا يَنْكِحُ  fiili, haber olarak mahallen merfûdur. 

لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَنْكِحُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir. 

اِلَّا  istisna harfidir.  زَانِيَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُشْرِكَةً  atıf harfi  اَوْ  ile makabline matuftur.  

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الزَّانِيَةُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  لَا يَنْكِحُهَٓا  fiili haber olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَنْكِحُ  damme ile merfû muzari fiildir.

Muttasıl zamir  هَٓا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اِلَّا  istisna harfidir.  زَانٍ  fail olup mahzuf  ى  üzere mukadder damme ile merfûdur.

مُشْرِكٌ  atıf harfi  و la makabline matuftur. 

الزَّانِيَةُ  kelimesi, sülâsî mücerredi  زني  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُشْرِكَةً  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَحُرِّمَ ذٰلِكَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  حُرِّمَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir.

ذٰلِكَ  işaret ism-i naibi fail olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ  car mecruru  حُرِّمَ  fiiline mütealliktir.  الْمُؤْمِن۪ينَ nin cer alameti  ي dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

الْمُؤْمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَلزَّان۪ي لَا يَنْكِحُ اِلَّا زَانِيَةً اَوْ مُشْرِكَةًۘ وَالزَّانِيَةُ لَا يَنْكِحُهَٓا اِلَّا زَانٍ اَوْ مُشْرِكٌۚ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

Nefy harfi  لَا  ve istisna harfi  اِلَّا  ile kasr oluşmuştur. Kasr, fiille mef’ûlü arasındadır.  لَا يَنْكِحُ  maksûr/sıfat, mef’ûl olan  زَانِيَةً  maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.

زَانِيَةً  ve  مُشْرِكَةًۘ  kelimelerindeki tenvin, herhangi bir manasında cins içindir.

اَوْ  atıf harfiyle  زَانِيَةً ’e atfedilen  مُشْرِكَةًۘ ’in atıf sebebi tezâyüftür.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu cümleye matuf olan,  وَالزَّانِيَةُ لَا يَنْكِحُهَٓا اِلَّا زَانٍ اَوْ مُشْرِكٌۚ  cümlesi de aynı üslupla gelmiştir. Atıf sebebi tezattır.

اَلزَّان۪ي لَا يَنْكِحُ اِلَّا زَانِيَةً اَوْ مُشْرِكَةًۘ  cümlesiyle  وَالزَّانِيَةُ لَا يَنْكِحُهَٓا اِلَّا زَانٍ اَوْ مُشْرِكٌۚ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Bu iki cümle, haber formunda geldikleri halde nehiy manasındadırlar. Muktezâ-i zâhirin hilafına oldukları için cümleler mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

الزَّانِيَةُ - اَلزَّان۪ي - زَانِيَةً - زَانٍ  ile  ينكحْ - يَنْكِحُهَٓا  ve  مُشْرِكَةًۘ - مُشْرِكَ  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu ayet-i kerimede haberler nehiy manasında gelmiştir. Buna binaen bazı kıraatlerde  لَا يَنْكِحُ  cezimli okunmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Beyzâvî ayetin tefsîrinde şunları kaydeder: “Genellikle zinaya meyilli olan kimse saliha kadınlarla evlenmek istemez. Zina eden kadına da iyi kimseler rağbet etmez. Zira ahlaki benzeşme (müşakele), ülfet ve kucaklaşmanın sebebi olduğu gibi ahlaki muhalefet de nefret ve ayrılığın sebebidir. Mukabelenin hakkı cümlenin  الزَّانِيَةُ لَا يَنْكِحُ اِلَّا مَن هُوَ زَانِ اَوْ مُشْرِك  şeklinde gelmesi idi. Ancak asıl anlatılmak istenen kadınlarla evlenme arzusu içinde bulunan erkeklerin durumunu beyan etmek olduğundan ibare ayetteki gibi gelmiştir.

Yani mukabele için uygun olan muktezâ-i zâhir, nikâhın birinci hükümde zina eden ve müşrik olan erkeğe isnad edildiği gibi ikinci hükümde de zina eden ve müşrik olan kadına isnad edilmesiydi. Ancak asıl maksat erkeklerin bu tür kadınlara rağbetini dile getirmek olduğundan muktezâ-i zâhirin dışına çıkılarak mukabeleye riayet edilmemiş ve nikâh her iki hükümde de erkeğe isnad edilmiştir.” (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı) 

“Burada nikâhtan maksat sözleşme değil, cinsel ilişkidir” denmişse de, şu iki sebepten dolayı doğru değildir: 1) Kur’an’da nikâh her nerede gelmişse sadece akit anlamında kullanılmıştır. 2) Mana bozuk olmakta ve ifadeyi “Zinakâr erkek ancak zinakâr kadınla zina eder; zinakâr kadınla da ancak zinakâr erkek zina eder.” demeye götürmektedir. (Keşşâf) 

لَا يَنْكِحُ  “nikâhlamaz” ifadesi Amr b. Ubeyd’den cezimle,  لَا ينكحْ “nikâhlamasın” şeklinde nehiy olarak nakledilmiştir. Merfû‘ okunduğunda nehiy anlamı yine vardır. Hatta daha vurgulu ve daha pekiştirmelidir. Nitekim  رحمك الله، ويرحمك “rahimekâllāhu ve yerhamukâ’llāhu” ifadeleri [Allah sana rahmet etsin anlamında] ليرحمك  şeklindeki emir kipinden daha vurguludur.  لَا يَنْكِحُ “nikâhlamaz” fiilinin “onların âdetleri bu şekilde cereyan eder” anlamında sırf haber olması da caizdir. Müminin, kendisini bu adete alıştırmaması ve bundan korunması gerekir. (Keşşâf) 


 وَحُرِّمَ ذٰلِكَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ

 

Ayetin isti’naf وَ ’ıyla gelen son cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)

حُرِّمَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi  Suret-i İbrahim, s. 127)

Kur'an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.  حُرِّمَ  fiilinde de bir tehdit ve uyarı olduğu düşünülebilir. 

Müsnedün ileyhin ism-i işaretle gelmesi işaret edilene tazim ifade etmekte ve müsnedin, muhatabın zihninde daha iyi tasavvur edilerek yerleşmesini sağlamaktadır.

ذٰلِكَ ’de istiare vardır. İşaret ismi ile, müminlere haram kılınan fiile işaret edilmiştir.

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan istiare oluşur. Câmi’, her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân İlmi)  

Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm  Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)

الْمُؤْمِن۪ينَ - مُشْرِكَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

الزَّانِيَةُ ve عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ kelimelerinin başındaki elif lâm, her ne kadar zahiren umumilik ifade etse bile burada bu husus, ayetin kendileri hakkında nazil olduğu kimselere tahsis edilmiştir. (Fahreddin er-Razi)