Nûr Sûresi 2. Ayet

اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍۖ وَلَا تَأْخُذْكُمْ بِهِمَا رَأْفَةٌ ف۪ي د۪ينِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۚ وَلْيَشْهَدْ عَذَابَهُمَا طَٓائِفَةٌ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ  ...

Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun. Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dini(nin koymuş olduğu hükmü uygulama) konusunda onlara acıyacağınız tutmasın. Mü’minlerden bir topluluk da onların cezalandırılmasına şahit olsun.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الزَّانِيَةُ zina eden kadına ز ن ي
2 وَالزَّانِي ve zina eden erkeğe ز ن ي
3 فَاجْلِدُوا vurun ج ل د
4 كُلَّ her ك ل ل
5 وَاحِدٍ birine و ح د
6 مِنْهُمَا onlardan
7 مِائَةَ yüz م ا ي
8 جَلْدَةٍ değnek ج ل د
9 وَلَا ve asla
10 تَأْخُذْكُمْ sizi tutmasın ا خ ذ
11 بِهِمَا onlara karşı
12 رَأْفَةٌ acıma duygusu ر ا ف
13 فِي
14 دِينِ dininde (cezasını uygulamada) د ي ن
15 اللَّهِ Allah’ın
16 إِنْ eğer
17 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
18 تُؤْمِنُونَ inananlar ا م ن
19 بِاللَّهِ Allah’a
20 وَالْيَوْمِ ve gününe ي و م
21 الْاخِرِ ahiret ا خ ر
22 وَلْيَشْهَدْ ve şahid olsun ش ه د
23 عَذَابَهُمَا onlara yapılan azaba ع ذ ب
24 طَائِفَةٌ bir grup ط و ف
25 مِنَ -den
26 الْمُؤْمِنِينَ mü’minler- ا م ن
 
Daha önce (bk. Nisâ 4/15-16) zina ve cezası hakkında bazı bilgiler verilmişti. Burada ek olarak şunları kaydetmek mümkündür:
 
 İslâm’a göre zina, aralarında nikâh bağı bulunmayan kadın ve erkeğin birbirleriyle cinsel ilişkide bulunmasıdır. Bunun para karşılığında yapılmış olup olmaması zina kavramını değiştirmez. Câhiliye devrinde daha ziyade câriyeler ve az da olsa hür kadınlar, evlerine flamalar asarak bu işi ücret karşılığında yaparlardı ve onların yaptığına “biğâ” denirdi. Zina kelimesi ise menfaat karşılığı olmayan, aşka ve sevgiye dayanan veya zevk için yapılan gayri meşrû birleşmeler için kullanılırdı. Bu dönemde zina için uygulanan, hukukî işlerliği olan objektif bir ceza da yoktu. Zina eden kadının kocası veya velisi olayı namus meselesi yaparsa ya şahsen intikam alırdı veya araya girenler ihtilâfı sulh yoluyla çözerlerdi. 
 
 İslâm’dan sonra zina bütün çeşitleriyle yasaklandı, kınandı ve yapanlar için cezalar kondu. Nisâ sûresinde öngörülen cezalarda açıklanması gereken hususlar vardı, bu âyet zina eden erkeğe ve kadına yüzer adet sopa vurulacağını ifade ederek konuya açıklık getirdi. Tefsircilerin ve fıkıhçıların çoğu bu cezanın muhsan olmayan (sahih evlilik akdi içinde cinsel temas yapmamış) kimselere uygulanacağını, muhsan olanların cezasının ise recm yani taşlayarak öldürmek olduğunu belirtmişlerdir. Biz ise kendi tercihimizi, Nisâ sûresinde “Yüz sopa genel olarak cezadır (haddir), recm, sürgün vb. cezalar ise kanunlaştırılması ve uygulanması yönetimlere bırakılmış, ta‘zir diye bilinen ve değişmeye açık bulunan cezalardır” diyerek açıklamıştık.
 
 Fıkıhçılar, uygulama şekillerine bakarak sopanın ve uygulamanın nasıl olacağı konusunda detaylı açıklamalar yapmışlardır. Bu konudaki açıklamalarda dikkat çeken husus, çok acı vermeyecek bir sopanın veya kırbacın seçilmesi ve sakatlığa sebep olacak, hayatî tehlike oluşturacak şekilde vurulmaması gibi konularda gösterilen titizliktir.  
 
Cezanın gerekçeleri arasında suçluyu ıslah etmesi, ırza tecavüz durumunda mağduru tatmin etmesi, hem suçlu hem de diğerleri için caydırıcı ve ibret verici olması gibi hususlar vardır. Allah kullarını sevdiği ve onlara karşı sonsuz merhamet sahibi olduğu halde yine kullarının faydasına olduğu için acı bir ilâç gibi cezaya da yer vermiştir. İnsanlara yaratıcısından ve sahibinden fazla acımak kullara düşmez; suç işleyen hak ettiği cezayı çekmelidir, suçluya acıyarak –hukuk izin vermediği halde– cezadan vazgeçmek suçluya da topluma da hayır getirmeyecektir. Ceza infaz edilirken uygun sayı ve nitelikte bir grubun hazır bulunması, cezanın hukuka uygun bir şekilde infaz edilmesinin sağlanması ve ibret alma gerekçesinin gerçekleşmesi bakımından faydalı görülmüştür.
 

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 50-51
 
Medine’de zina eden Yahudi bir erkekle kadına Resûl-i  Ekrem’in recmden daha hafif bir ceza vereceğini umarak huzuruna geldiklerinde Peygamber Efendimiz onlara Tevrat’ın bu konudaki hükmünü sordu. Gerçeği gizleyen Yahudiler zina edenlere meydan dayağı attıklarını veya yüzleri kara çalıp dolaştırdıklarını ve böylece günahkârları rezil ettiklerini söylediler; fakat ünlü bir Yahudi âlimi iken İslamiyet’i kabul eden Abdullah ibni Selâm onların yalan söylediklerini , zira Tevrat’ta recm âyeti bulunduğunu belirtti. Tevrat’ı alıp getirdikleri zaman da recm âyetinin üzerini elleriyle kapatarak , orada böyle bir hüküm bulunmadığını ileri sürmeye kalktılar. Abdullah ibni Selâm yine onların oyununu bozunca Resûl-i Ekrem suçluların Tevrat’a göre cezalandırılmalarını emretti. 
( Buhâri, Menâkıb 26, Hudûd 24,37, Tevhid 51; Müslim , Hudûd 26,28).
 

اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍۖ 

 

İsim cümlesidir.  اَلزَّانِيَةُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muzâfı mahzuf olup takdiri; حكم الزانية (zaniyenin hükmü) şeklindedir. 

الزَّان۪ي  atıf harfi و ’la makabline matuftur.  الزَّان۪ي  kelimesi  ى üzere mukadder damme ile merfûdur. Haberin takdiri, في ما يتلى عليكم (size okunan şeyde) şeklindedir.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كنتم تؤمنون بالله وعاقبتموهما (Allah’a inanıyorsanız o ikisine ceza verin.) şeklindedir. 

اجْلِدُوا  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

كُلَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  وَاحِدٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مِنْهُمَا  car mecruru  وَاحِدٍ in mahzuf sıfatına mütealliktir.

مِائَةَ  kelimesi mef’ûlun mutlaktan naibdir.  جَلْدَةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَلزَّانِيَةُ  kelimesi,sülâsî mücerredi زني   olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَلَا تَأْخُذْكُمْ بِهِمَا رَأْفَةٌ ف۪ي د۪ينِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۚ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَأْخُذْكُمْ  meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

بِهِمَا  car mecruru  تَأْخُذْكُمْ  fiiline mütealliktir.  رَأْفَةٌ  muahhar fail olup lafzen merfûdur. 

ف۪ي د۪ينِ  car mecruru  تَأْخُذْكُمْ  fiiline mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  كُنْتُمْ ’un dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

تُؤْمِنُونَ  fiili,  كُنْتُمْ un haberi olarak mahallen mansubdur.  تُؤْمِنُونَ  fiili  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur. 

بِاللّٰهِ  car mecruru  تُؤْمِنُونَ  fiiline mütealliktir.  الْيَوْمِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la lafza-i celâle matuftur.

الْاٰخِرِ  kelimesi  الْيَوْمِ ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri,  إن كنتم تؤمنون بالله فعاقبوا الزانية والزاني (Allaha inanıyorsanız zaniye ve zaniyeye ceza verin.) şeklindedir.

تُؤْمِنُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


  وَلْيَشْهَدْ عَذَابَهُمَا طَٓائِفَةٌ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  ل  emir lamıdır.  يَشْهَدْ  meczum muzari fiildir. 

عَذَابَهُمَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

طَٓائِفَةٌ  muahhar fail olup lafzen merfûdur.  مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ  car mecruru  طَٓائِفَةٌ un mahzuf sıfatına mütealliktir.  الْمُؤْمِن۪ينَ nin cer alameti  ي dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.

الْمُؤْمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي 

 

Beyanî istinaf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اَلزَّانِيَةُ  cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. Bu ibarede mübteda olan  اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي  kelimelerinin muzâfı hazf edilmiştir. Takdiri;  حكم اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي (zani ve zaniyenin hükmü) şeklindedir.

Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri;  في ما يتلى عليكم (Size okunan şeyde… vardır) olan haber mahzuftur.

اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي  ifadesi, Halil ve Sîbeveyhi’ye göre mübteda olmak üzere merfû olup haberi yani  في ما يتلى عليكم (size okunan şeyde) mahzuftur. Size farz kılınanlar arasında  اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي [zinakâr kadın ve zinakâr erkek] de vardır yani bunlara vurulacak sopa hükmü... demektir. Haberin,  فَاجْلِدُوا (sopa vurun) ifadesi olması da caizdir. 

اَلزَّانِيَةُ - الزَّان۪ي  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu iki kelimenin başındaki  ال , şart manasını taşıyan  الَّذِى  manasına oldukları için haberlerinin başına  فَ  gelmiştir. Çünkü ifadenin takdiri;  اَلَّتِى زَنَتْ وَ الَّذِى زَنَى فَاجْلِدُوهُمَا  “Hangi kadın ve erkek zinâ ederse, onlara değnek vurun.” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)

الزّانِيَةُ والزّانِي  kelimelerinin başındaki tarif cins içindir. Bu da çoğunlukla istiğrak ifade eder ve teşrî’ makamı bunu gerektirir. Cins ifade eden  ألْ ’ın ism-i failin başında olması bu vasfı fiile benzemekten uzaklaştırmak içindir. Bunun için ism-i fail bu durumda şimdiki zamanı veya başka bir zamanı ifade etmez. Sadece sahibindeki vasfın hakiki olduğunu ifade eder. Bu genellemeye cariyeler ve köleler de dahil olduğu için  الزّانِيَةُ والزّانِي  (zina eden kadın ve zina eden erkek) olarak nitelendirilen kişi de buna dahildir. (Âşûr)


 فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍۖ 

 

فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Takdiri,  إن كنتم تؤمنون بالله وعاقبتموهما  (Eğer Allah’a inanıyorsanız, o ikisinin akıbeti…) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Cevap cümlesi olan  فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍۖ , emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. 

Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

وَاحِدٍ - مِائَةَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

فَاجْلِدُوا - جَلْدَةٍ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي  kelimeleri; ‘Onlara celde vurun’ manasında olmak üzere, haberleri mahzuf mübtedadırlar. Ayetteki değnek vurun kelimesinin bunların haberi olması da mümkündür. Bu iki kelimenin başındaki elif-lâmlar, şart manasını taşıyan (kim) manasına oldukları için, haberlerinin başına  فَ  gelmiştir. Çünkü ifadenin takdiri “Hangi kadın ve erkek zina ederse, onlara değnek vurun.” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)

Haberin başına  فَ  gelmesi,  اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي  kelimelerinin başındaki  ال  takısının  الذى (o ki) anlamına gelmesinden ve şart anlamı içermesinden dolayıdır. Takdir şöyledir: (O kadın ki zina eder, o erkek ki zina eder, her ikisine de sopa vurun!) Tıpkı  من زنى فَاجْلِدُوهُ  (kim zina ederse ona sopa vurun) ifadesi gibi ve  وَالَّذ۪ينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَأْتُوا بِاَرْبَعَةِ شُهَدَٓاءَ فَاجْلِدُوهُمْ  [Namuslu kadınlara zina isnadında bulunup da, sonra dört şahit getiremeyenlere de [seksen sopa] vurun. (Nûr Suresi, 4)] ayeti gibi. (Keşşâf)

جَلْدَةٍ : Deriye vurmaktır ki her vuruşa  جَلْدَةٍۖ  denir. Keşşâf’ta der ki  جَلْدَةٍۖ  sözünde şuna işaret vardır ki acı, ete geçirilmemelidir. Çünkü  جَلْدَةٍۖ , cilde vurmaktır. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Kelam; unvan ve başlıklara ayırmaya benzer bir şekilde başlamıştır. Bunun için hemen arkasından  ف  harfi gelerek arkasından gelenlerin cevap cümlesi kuvvetinde olduğuna, öncesinde zikredilenlerin de şart cümlesi kuvvetinde olduğuna işaret edilmiştir. (Âşûr) 


 وَلَا تَأْخُذْكُمْ بِهِمَا رَأْفَةٌ ف۪ي د۪ينِ اللّٰهِ 

 

Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle,  وَ ’la makabline atfedilmiştir. Cümleler arasında inşâi olmak bakımından mutabakat vardır. Aralarındaki anlam bütünlüğü aşikârdır. Car mecrur  بِهِمَا , siyaktaki önemine binaen fail olan  رَأْفَةٌ ’a takdim edilmiştir.  رَأْفَةٌ ’deki tenvin, kıllet ifadesi için olabilir.

ف۪ي د۪ينِ اللّٰهِ  ibaresindeki  فِي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın dini içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü din, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Allah’ın dinine uymak konusundaki hassasiyeti tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle  اللّٰهِ  isminde tecrîd sanatı vardır.

د۪ينِ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olan  د۪ينِ  şan ve şeref kazanmıştır. Ya da o gün başka dinlerin Allah’ın dini olarak kabul edilmeyeceği içindir. (Âşûr, Âl-i İmran Suresi, 83)


 اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۚ 

 

Fasılla gelen cümle, mukadder şart için tefsiriyye hükmündedir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Önceki cümleyi bir başka lafızla açıklayan tefsîriyye cümlesi öncesinden ne kast edildiğini açıklayan beyan cümlesidir. (Sevinç Resul, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı) 

كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cevabı mahzuf olan şart cümlesidir. Öncesinin delaletiyle cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.

Mahzufla birlikte cümlenin takdiri, إن كنتم تؤمنون بالله فعاقبوا الزانية والزاني  (Allah’a inanıyorsanız zani ve zaniyeye ceza verin) şeklindedir.

Bu takdire göre mezkûr şart ve mukadder cevaptan müteşekkil terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

كان nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve  geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

الْاٰخِرِ  kelimesi  الْيَوْمِ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ (Eğer Allah'a inanıyorsanız) cümlesi, tahrik ve teşvik ifade eder. Bu, Arapların  إن كنتم رجلا فأقدم  (Eğer erkeksen, atıl) ifadesine benzer. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)

Yüce Allah niçin, zina hususunda önce kadını; hırsızlık hususunda ise önce erkeği zikretti? Cevap: Kadının zina etmesi ve bu suçu işlemesi çok çirkin ve adidir. Dolayısıyla Yüce Allah, önce onu zikretti. Hırsızlığa ge­lince erkek onu yapmaya daha yatkındır ve daha kolay yapabilir. Do­layısıyla onda da önce erkeği zikrederek şöyle buyurdu: Hırsızlık eden er­kek ve kadının ellerini kesiniz. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, Maide Suresi 38)


وَلْيَشْهَدْ عَذَابَهُمَا طَٓائِفَةٌ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ

 

…اجلدوا  cümlesine atfedilen son cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümleye dahil olan  لْ , emir lamıdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan  عَذَابَهُمَا ’ın faile takdimi, önemine binaendir.

طَٓائِفَةٌ ’daki tenvin herhangi “bir” manasında cins içindir.

تُؤْمِنُونَ - الْمُؤْمِن۪ينَ  kelimeleri  arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Denilmiştir ki sopa için azap tabirinin kullanılması, bunun bir ceza olduğunun delilidir. Tekrarlamayı önleyeceği için buna azap denmiş olması da caizdir. Nitekim ibret alınacak cezaya da nekâl denilmiştir [Maide Suresi, 38] (Keşşâf)