سُورَةٌ اَنْزَلْنَاهَا وَفَرَضْنَاهَا وَاَنْزَلْنَا ف۪يهَٓا اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
سُورَةٌ اَنْزَلْنَاهَا وَفَرَضْنَاهَا وَاَنْزَلْنَا ف۪يهَٓا اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
İsim cümlesidir. سُورَةٌ mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri; هذه’ şeklindedir. اَنْزَلْنَاهَا fiili سُورَةٌ ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْزَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَنْزَلْنَا ف۪يهَٓا ve فَرَضْنَاهَا cümlesi atıf harfi و ‘ la makabline matuftur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَرَضْنَاهَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. اَنْزَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهَٓا car mecruru اَنْزَلْنَا fiiline mütealliktir.
اٰيَاتٍ mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar.
بَيِّنَاتٍ kelimesi اٰيَاتٍ ’in sıfatı olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar.
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî: husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
كُمْ muttasıl zamiri لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
تَذَكَّرُونَ fiili, لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. تَذَكَّرُونَ fiili نَ ’nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْزَلْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
تَذَكَّرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
سُورَةٌ اَنْزَلْنَاهَا وَفَرَضْنَاهَا وَاَنْزَلْنَا ف۪يهَٓا اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ
İbtidaiyye olarak gelen ayet-i kerîme’de geçen سُورَةٌ kelimesi هو şeklindeki mukadder bir mübtedanın haberidir. Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan اَنْزَلْنَاهَا cümlesi سُورَةٌ için sıfattır.
Aynı üslupta gelen وَفَرَضْنَاهَا cümlesi ve وَاَنْزَلْنَا ف۪يهَٓا اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ cümlesi, hükümde ortaklık sebebiyle اَنْزَلْنَاهَا cümlesine atfedilmiştir.
اَنْزَلْنَاهَا ve فَرَضْنَاهَا fiillerindeki نَا , azamet zamiridir. Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
اٰيَاتٍ ’deki tenvin tefhim ve tazim içindir. بَيِّنَاتٍ kelimesi اٰيَاتٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
اَنْزَلْنَاهَا fiilinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
سُورَةٌ - اٰيَاتٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetin başlangıcı hüsn-i ibtida sanatının güzel bir örneğidir.
Kur’an’daki surelerin başı öylesine güzeldir ki muhatabın dikkatini celb edip hemen etkisi altına alır ve devamını dinlemeye sevk eder. Bunun için ilk muhataplardan inkâr edenler, hatta inkâr bakımından en ileride olanlar bile geceleri gizli gizli Kur’an dinliyorlar, birbirlerine yakalanıyorlar, bir daha dinlememeye yemin ediyorlar ama ertesi gece yine aynı yerde bulunuyorlardı.
فرض السورة ifadesinde istiare vardır. Çünkü aslında فرض kelimesi فروض ’un tekilidir. فروض , hisse ve payların miktarlarının ayırt edilme işaretleri olarak kumar oklarına açılan kertik ve çentiklerdir. Buna göre buradaki فَرَضْنَاهَا ifadesinin manası sure için, onun şerefine delalet eden, kadrinin büyüklüğüne, şanının yüceliğine tanıklık eden işaret ve alametler koyduk demektir. فَرَضْنَاهَا şeddeli ve şeddesiz olarak kıraat edilmiştir. Şeddeli kıraat eylemin çok yapıldığını ifade eder. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
Nûr Suresi; سُورَةٌ اَنْزَلْنَاهَا وَفَرَضْنَاهَا وَاَنْزَلْنَا ف۪يهَٓا اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ şeklinde surenin önemine ve azametine işaret edecek şekilde başlamıştır. Surede şer’î hükümler, edep, aile ve toplumun ıslahıyla, Müslümanların özellikleri ve şerefiyle alakalı öğütler yer almaktadır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
سُورَةٌ kelimesi mahzuf bir mübtedanın haberi, اَنْزَلْنَاهَا (indirdiğimiz) ise sıfattır. Yani indirdiğimiz bir suredir. Yahut nitelenmiş mübteda olup haberi mahzuftur, فيما أوحينا إليك سورة أنزلناها (Sana vahyettiklerimiz içerisinde indirdiğimiz bir sure vardır.) anlamındadır. سُورَةٌ kelimesi mansub da okunmuştur. Bu, ya زيدا ضربته örneğindeki gibidir ki bu durumda اَنْزَلْنَاهَا (indirdiğimiz) cümlesinin irabda mahalli yoktur, çünkü mukadder fiilin açıklayıcısıdır, dolayısıyla onun hükmündedir. Veya دونك سورة ya da اتل سورة takdirindedir ki bu durumda اَنْزَلْنَاهَا cümlesi sıfat olur yani “indirdiğimiz bir sureyi oku” manasındadır. (Keşşâf)
سُورَةٌ اَنْزَلْنَاهَا (Bu, Allah'ın indirdiği, şan ve şerefi yüce bir suredir) ayetinde سُورَةٌ kelimesinin nekre olarak getirilmesi onun yüceliğini ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Daha önce geçmiş olan ‘indirdik’ lafzının وَاَنْزَلْنَا ف۪يهَٓا اٰيَاتٍ (O surede apaçık ayetler indirdik) cümlesinde tekrar edilmesiyle ıtnâb sanatı yapılmıştır. Bu, sureye verilen önemin büyüklüğünü göstermek içindir. Bu, önemine binaen umumdan sonra hususun zikredilmesi kabilindendir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Zuhaylî de aynı görüştedir. Bu surede zina, kazif, liân, hayrı terk etme üzerine yemin, izin isteme, gözü harama karşı yummak ziynetlerin mahrem olan ve olmayanlara gösterilmesi, bekârları evlendirme, nikâh imkânı bulamayanların iffetli olmaları, kölelerle yapılan mükâtebe sözleşmesi, genç kızların zinaya zorlanması, Resulullah’a (sav) itaat etme ve müminlere selam verme hükümleri gibi önemli konulara dair hükümler zikredildiğini söylemiştir. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’nin Tefsîru’l Münîr Adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)
Bu ayet, surede farz kılınanların farziyetinin pek kuvvetli olduğunu açıkça bildirmektedir. (Ebüssuûd)
وأنْزَلْنا فِيها آياتٍ بَيِّناتٍ sözüne gelince, önemi sebebiyle yapılan bir tekrardır ve surede geçen her ayet için bir uyarıdır ki bu ayetlerde hidayetten tevhide, İslam'ın hakikatine dair deliller ve temsiller, Allah'ın kudretinin, ilminin ve hikmetinin bolluğuyla alakalı deliller vardır. (Âşûr)
Dolayısıyla فِيها (içindeki) kelimesi dolayısıyla mekni istiare vardır. Bu surenin ayetleri; biriken ve sanki kasa ve benzeri bir şeyin içindeymiş gibi kaybolmaktan, solmaktan korunmasına hırs duyulan bir şeye benzetilmiştir. Müşebbehün bihe bir müradifiyle işaret edilmiştir. Bu müradif zarf harfi olan فِي ’dir. Burada tahyili istiare kullanılmamıştır. Çünkü burada hazineye benzer bir şey yoktur. (Âşûr)
آياتٍ kelimesi بَيِّناتٍ kelimesiyle sıfatlanmıştır. بَيِّناتٍ ; açık demektir. Mecaz-ı aklîdir. Önemi sebebiyle atıf harfiyle birlikte gerek duyulmasa da الإنْزالِ fiili tekrarlanmıştır. (Âşûr)
لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.
لَعَلَّ ’nin haberi olan تَذَكَّرُونَ ’nin, muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub; لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
لَعَلَّ gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (İbn Âşûr)
لَعَلَّ kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku: istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.
لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbni Hişam gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)