وَاَنْكِحُوا الْاَيَامٰى مِنْكُمْ وَالصَّالِح۪ينَ مِنْ عِبَادِكُمْ وَاِمَٓائِكُمْۜ اِنْ يَكُونُوا فُقَـرَٓاءَ يُغْنِهِمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَنْكِحُوا | ve evlendirin |
|
2 | الْأَيَامَىٰ | bekarları |
|
3 | مِنْكُمْ | içinizden |
|
4 | وَالصَّالِحِينَ | ve iyileri |
|
5 | مِنْ | -den |
|
6 | عِبَادِكُمْ | köleleriniz- |
|
7 | وَإِمَائِكُمْ | ve cariyeleriniz(den) |
|
8 | إِنْ | eğer |
|
9 | يَكُونُوا | iseler |
|
10 | فُقَرَاءَ | yoksul |
|
11 | يُغْنِهِمُ | onları zengin eder |
|
12 | اللَّهُ | Allah |
|
13 | مِنْ | -ndan |
|
14 | فَضْلِهِ | lutfu- |
|
15 | وَاللَّهُ | ve Allahın |
|
16 | وَاسِعٌ | (mülkü) geniştir |
|
17 | عَلِيمٌ | (her şeyi) bilendir |
|
Emeve امو : أمَةٌ kulluk sahibi kadın demektir. Ümeyye (اُمَيَّة) ise أمَةٌ kelimesinin ismi tasğiridir.
Emet (أمَةٌ) ve ümm (اُمٌّ) kelimeleri arasındaki hem lafzen hem de mana bakımından uygunluk aşikardır. Her iki lafızda aynı iki harfle başlamaktadır. ''Ümm'' اُمٌّ sözcüğünün başı dammeli sahih bir harf sonu ise şeddelidir ve bu fetha ile başlayıp sonu da bir illet harfiyle biten (ancak bu harf أمَةٌ kelimesinde gizlenmiştir) ''Emet'' أمَةٌ sözcüğünün aksinedir. Ümm اُمٌّ lafzındaki damme, şeddeleme ve sahih harf faktörleri kuvvete itmi'nana, subut ave ağırlığa delalet eder. Bu durum أمَةٌ kelimesindeki fetha, illet harfi, hazif ve sondaki tâ harfinin aksinedir; zira bunlar da hafiflik, zayıflık, sarsıntı, istikrarsızlık ve hürriyet yoksunluğuna işaret eder. (Tahqiq)
Kuran’ı Kerim’de sadece 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri Emet, Emevi ve Ümeyye'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاَنْكِحُوا الْاَيَامٰى مِنْكُمْ وَالصَّالِح۪ينَ مِنْ عِبَادِكُمْ وَاِمَٓائِكُمْۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اَنْكِحُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
الْاَيَامٰى mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. مِنْكُمْ car mecruru الْاَيَامٰى ’nın mahzuf haline müteallıktır.
الصَّالِح۪ينَ atıf harfi وَ ’la الْاَيَامٰى ’ya matuf olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مِنْ عِبَادِكُمْ car mecruru الصَّالِح۪ينَ ’nin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِمَٓائِكُمْۜ atıf harfi وَ ’la عِبَادِكُمْ ’e matuftur.
اَنْكِحُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نكح ’dır.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
صَّالِح۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi صلح olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ يَكُونُوا فُقَـرَٓاءَ يُغْنِهِمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. يَكُونُوا ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. يَكُونُوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. يَكُونُوا ’nün ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
فُقَـرَٓاءَ kelimesi يَكُونُوا ’nün haberi olup lafzen mansubdur. فُقَـرَٓاءَ kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ karinesi olmadan gelen يُغْنِهِمُ cümlesi şartın cevabıdır.
يُغْنِ fiili, illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir هِمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.
مِنْ فَضْلِ car mecruru يُغْنِهِمُ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُغْنِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi غني ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. اللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. وَاسِعٌ haber olup lafzen merfûdur. عَل۪يمٌ ikinci haber olup lafzen merfûdur. وَاسِعٌ kelimesi, sülâsi mücerredi وسع olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَل۪يمٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَنْكِحُوا الْاَيَامٰى مِنْكُمْ وَالصَّالِح۪ينَ مِنْ عِبَادِكُمْ وَاِمَٓائِكُمْۜ
وَ istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ’ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”ın Kullanımı)
Ayetin ilk cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Evlendirilmesi istenenlerin sayılması taksim sanatıdır.
الْاَيَامٰى kelimesi أَيَايِم ’den kalbedilerek أَيِّم ’in çoğuludur. Eyyim, gerek bekar gerek dul olsun kocası olmayan dişiye ve karısı olmayan erkeğe denir ki biz buna bekâr diyoruz. Bundan başka eyyim, hür kadına ve bir kimsenin kızı, kız kardeşi, teyzesi gibi yakın akrabasına da denir ki bu iki manaya göre dilimizde karşılığını bilmiyoruz. Ayette bu manalara da delalet yok değildir. Köle ve cariye karşılığı bu yöne temas eder. Fakat bunlar ayrıca açıklandığından bütün müfessirlerin “الْاَيَامٰى” lafzında esas ve umumî olan evvelki manayı almışlardır. O halde meal şu olur: Siz hür müminlerden hür kadın ve erkek bekarları ve kölelerinizden, halayık ve cariyelerinizden iyileri özel ve genel velayetiniz sebebiyle evlendiriniz, nikâhlarına müsade ve yardımcı olunuz ki ihmal yüzünden fenalığa düşmesinler. Çünkü nikâh insan cinsinin devamının tutanağı olduğundan bizzat gaye olduğu gibi toplumu bozucu ve nesli yok edici sefahatten koruyan bir hayırdır, bir güzellik ve iyiliktir. Bundan dolayı kolaylaştırmak ve çoğaltmak da önemli bir hayır ve emir sahiplerine önemli bir görevdir.
Görülüyor ki burada köle ve cariyeler bölümünde “salah” yani iyilik kaydı konulmuş, hürler bölümünde konulmamıştır. Çünkü Müslümanlara yakışan ve aslolan iyiliktir. Ve burada “salah”ın manası, ahlakî iyilik ile beraber nikâha ve nikâh hukukuna kabiliyettir. (Elmalılı)
عِبَادِكُمْ - اِمَٓائِكُمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allah Teâlâ, daha önce gözleri kapamayı, ırzları namusları korumayı emredince, bundan sonra emrettiği o şeylerin, helal olmayan durumlarla ilgili olduğunu beyan etmiş ve bunun peşinden de helal yolu açıklayarak, “İçinizden bekârları evlendirin” buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
El-Ferrâ der ki: Cariyeleriniz anlamındaki kelimenin nasb ile okunması caizdir. Bu durumda onu الصَّالِح۪ينَ (salih olanlar) kelimesine atfetmektedir ve kasıt erkekler ve dişiler olur. صَّالِح۪ ’ten kasıt iman olur. “İman sahibi köle ve cariyelerinizi nikâhlayınız” demek olur. Buradaki zengin kılmanın, “nefsini zengin kılar” anlamında olduğu da söylenmiştir. (Kurtubî)
اِنْ يَكُونُوا فُقَـرَٓاءَ يُغْنِهِمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ
Beyânî istînâf (Âşûr) olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasındaki şart cümlesi يَكُونُوا فُقَـرَٓاءَ , nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ف karinesi olmadan gelen cevap cümlesi يُغْنِهِمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ , meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve tazim duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اِنْ şart edatı, gerçekleşme ve gerçekleşmeme ihtimali bulunan fiillerde, başka bir deyişle, bir olay veya eylem gerçekleşme ve gerçekleşmeme ihtimallerini eşit derecede taşıyorsa kullanılır. Eylemin gerçekleşeceği kesin bilindiğinde ise إذَا edatı kullanılır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
فُقَـرَٓاءَ - يُغْنِهِمُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
فَضْلِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan فَضْلِ tazim edilmiştir.
وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ
Ayetin son cümlesi istînâf وَ ’ıyla gelmiştir. Lafzâ-i celâl mübteda, وَاسِعٌ haber, عَل۪يمٌ ikinci haberdir. İsme isnad olan bu haber cümlesi sübut ve istimrar ifade eder. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırma kastına matuftur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı, ayetteki tekrarında ise reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Allah’ın عَل۪يمٌ ve وَاسِعٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın, aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette birinci haber وَاسِعٌ ism-i fail kalıbında gelerek bu sıfatın devamlı olduğuna işaret etmiştir. İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. İkinci haber عَل۪يمٌ, sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelmiş ve mübalağa ifade etmiştir.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Ayetin bu son cümlesi, bir çok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murat sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, s. 314)