وَلْيَسْتَعْفِفِ الَّذ۪ينَ لَا يَجِدُونَ نِكَاحاً حَتّٰى يُغْنِيَهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَالَّذ۪ينَ يَبْتَغُونَ الْكِتَابَ مِمَّا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ فَكَاتِبُوهُمْ اِنْ عَلِمْتُمْ ف۪يهِمْ خَيْراًۗ وَاٰتُوهُمْ مِنْ مَالِ اللّٰهِ الَّـذ۪ٓي اٰتٰيكُمْۜ وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَٓاءِ اِنْ اَرَدْنَ تَحَصُّناً لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَمَنْ يُكْرِهْهُنَّ فَاِنَّ اللّٰهَ مِنْ بَعْدِ اِكْرَاهِهِنَّ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلْيَسْتَعْفِفِ | ve iffetlerini korusunlar |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | لَا |
|
|
4 | يَجِدُونَ | bulamayan(lar) |
|
5 | نِكَاحًا | evlenme (imkanı) |
|
6 | حَتَّىٰ | kadar |
|
7 | يُغْنِيَهُمُ | kendilerini zengin edinceye |
|
8 | اللَّهُ | Allah |
|
9 | مِنْ | -ndan |
|
10 | فَضْلِهِ | lutfu- |
|
11 | وَالَّذِينَ | ve kimselerle |
|
12 | يَبْتَغُونَ | isteyen(lerle) |
|
13 | الْكِتَابَ | mükatebe (sözleşme) yapmak |
|
14 | مِمَّا | -ndan |
|
15 | مَلَكَتْ | sahip oldukları- |
|
16 | أَيْمَانُكُمْ | ellerinizin |
|
17 | فَكَاتِبُوهُمْ | mükatebe yapın |
|
18 | إِنْ | eğer |
|
19 | عَلِمْتُمْ | bilirseniz |
|
20 | فِيهِمْ | onlar hakında |
|
21 | خَيْرًا | hayırlı olduğunu |
|
22 | وَاتُوهُمْ | ve onlara verin |
|
23 | مِنْ | -ndan |
|
24 | مَالِ | malı- |
|
25 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
26 | الَّذِي |
|
|
27 | اتَاكُمْ | size verdiği |
|
28 | وَلَا | ve |
|
29 | تُكْرِهُوا | zorlamayın |
|
30 | فَتَيَاتِكُمْ | cariyelerinizi |
|
31 | عَلَى |
|
|
32 | الْبِغَاءِ | fuhşa |
|
33 | إِنْ | eğer |
|
34 | أَرَدْنَ | istiyorlarsa |
|
35 | تَحَصُّنًا | namuslu kalmayı |
|
36 | لِتَبْتَغُوا | elde etmek için |
|
37 | عَرَضَ | geçici menfaatini |
|
38 | الْحَيَاةِ | hayatının |
|
39 | الدُّنْيَا | dünya |
|
40 | وَمَنْ | ve kim |
|
41 | يُكْرِهْهُنَّ | onları zorlarsa |
|
42 | فَإِنَّ | şüphesiz |
|
43 | اللَّهَ | Allah |
|
44 | مِنْ |
|
|
45 | بَعْدِ | sonra |
|
46 | إِكْرَاهِهِنَّ | zorlanmalarından |
|
47 | غَفُورٌ | bağışlayıcı |
|
48 | رَحِيمٌ | esirgeyicidir |
|
وَلْيَسْتَعْفِفِ الَّذ۪ينَ لَا يَجِدُونَ نِكَاحاً حَتّٰى يُغْنِيَهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ
Ayet atıf harfi وَ ’la اَنْكِحُوا الْاَيَامٰى ’ya matuftur. لْ emir lam’ıdır.
يَسْتَعْفِفِ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası لَا يَجِدُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَجِدُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
نِكَاحاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. يُغْنِيَ muzari fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, حَتّٰى harf-i ceriyle يَسْتَعْفِفِ fiiline mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُغْنِيَ mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.
مِنْ فَضْلِ car mecruru يُغْنِيَهُمُ fiiline matuftur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لْيَسْتَعْفِفِ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi عفف ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
يُغْنِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi غني ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَالَّذ۪ينَ يَبْتَغُونَ الْكِتَابَ مِمَّا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ فَكَاتِبُوهُمْ اِنْ عَلِمْتُمْ ف۪يهِمْ خَيْراًۗ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَبْتَغُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَبْتَغُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
الْكِتَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl مِنْ harf-i ceriyle يَبْتَغُونَ ’deki failinin mahzuf haline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası مَلَكَتْ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
مَلَكَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. اَيْمَانُكُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَكَاتِبُوهُمْ cümlesi mübteda olan cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
فَ harfi zaiddir. كَاتِبُو fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. عَلِمْتُمْ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
ف۪يهِمْ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlün bihe müteallıktır. خَيْراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri; إن علمتم فيهم خيرا فكاتبوهم (Onlarda hayır olduğunu bilirseniz sözleşme yapın) şeklindedir.
يَبْتَغُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi بغي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَاٰتُوهُمْ مِنْ مَالِ اللّٰهِ الَّـذ۪ٓي اٰتٰيكُمْۜ
Ayet atıf harfi وَ ’la فَكَاتِبُوهُمْ ’a matuftur. اٰتُوهُمْ fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ مَالِ car mecruru اٰتُوهُمْ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الَّـذ۪ٓي müfred müzekker has ism-i mevsûl اللّٰهِ lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰتٰيكُمْ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰتٰيكُمْ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
İkinci mef’ûlün bih mahzuftur. Takdiri; آتاكموه (Size onu verdi) şeklindedir.
اٰتٰيكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَٓاءِ اِنْ اَرَدْنَ تَحَصُّناً لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ
Ayet atıf harfi وَ ’la اَنْكِحُوا fiiline mütealliktir. و , matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُكْرِهُوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَتَيَاتِ mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلَى الْبِغَٓاءِ car mecruru تُكْرِهُوا fiiline müteallıktır.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. اَرَدْنَ şart fiili olup (نَ) nûnu’n nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.
تَحَصُّناً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa “اِنْ ” kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri; إن أردن تحصّنا فلا تكرهوهنّ (İffetli olmak isterlerse onları zorlamayın) şeklindedir.
لِ harfi تَبْتَغُوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle لَا تُكْرِهُوا fiiline müteallıktır.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَبْتَغُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَرَضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Aynı zamanda muzâftır. الْحَيٰوةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةِ ’ın sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الدُّنْيَا kelimesi maksûr isimdir. Maksûr isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksûr isimler” denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى - اَلْعَصَا gibi.
Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرَدْنَ fiilleri sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsî رود ’dir.
تُكْرِهُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsî كره ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
تَبْتَغُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi بغي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَمَنْ يُكْرِهْهُنَّ فَاِنَّ اللّٰهَ مِنْ بَعْدِ اِكْرَاهِهِنَّ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.
يُكْرِهْهُنَّ şart fiili olup mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يُكْرِهْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ف ta’liliyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
مِنْ بَعْدِ car mecruru غَفُورٌ ’a mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اِكْرَاهِهِنَّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
غَفُورٌ kelimesi, اِنّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. رَح۪يمٌ ikinci haberi olup lafzen merfûdur. Cümle mukadder cevap için ta’liliyyedir. Takdiri; من يكرههنّ فإنّه يحاسب، ويغفر الله لهنّ، لأنّ الله ... غفور (Onları zorlayan hesaba çekilecektir. Allah onları affeder, çünkü Allah çok affedicidir.) şeklindedir.
يُكْرِهْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsî كره ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.وَلْيَسْتَعْفِفِ الَّذ۪ينَ لَا يَجِدُونَ نِكَاحاً حَتّٰى يُغْنِيَهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ
Ayet atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki …وَاَنْكِحُوا الْاَيَامٰى cümlesine atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümleye dahil olan لْ , emir lamıdır.
Fail konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan لَا يَجِدُونَ نِكَاحاً cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
نِكَاحاً ’deki tenvin, muayyen olmayan cinse işarettir.
Gaye bildiren harf-i cer حَتّٰى ’nın gizli أنْ ’le masdar yaptığı يُغْنِيَهُمُ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde حَتّٰى ile birlikte لْيَسْتَعْفِفِ fiiline mütealliktir.
Masdar-ı müevvel cümlesinde müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Veciz ifade kastıyla gelen فَضْلِه۪ۜ izafeti; Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan فَضْلِ için tazim ve teşrif ifade eder.
حَتّٰى kelimesi, bir şeyin başlangıcına dayanmaksızın sonunu bildirir. Kendisinden sonra gelen gizli bir اَنْ ’le muzari fiili nasb eder ve harf-i cerdir. (Süyûtî, el-İtkan)
يُغْنِيَهُمُ - فَضْلِه۪ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَالَّذ۪ينَ يَبْتَغُونَ الْكِتَابَ مِمَّا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ فَكَاتِبُوهُمْ
Cümle öncesine atfedilmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mübteda konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan يَبْتَغُونَ الْكِتَابَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi habere dikkat çekmek içindir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ , mazi fiil sıygasında gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan فَكَاتِبُوهُمْ cümlesi الَّذ۪ينَ ’nin haberidir. Habere dahil olan فَ , cümleyi tekid eden zaid harftir.
فَكاتِبُوهم ifadesinin başına فَ harfinin getirilmesi, ism-i mevsûle şartiyye manasının kazandırılması içindir. Bu haliyle sanki şöyle denilmek istenmiştir: “Eğer sahip olduğunuz köleleriniz sizinle mükatebe yapmak isterlerse, onlarla anlaşın.” İsm-i mevsûlün sılası şeklinde gelen cümlenin manasındaki hakikatin altını çizmek ve haberlerin sıralanmasını tekid etmek için bu şekilde gelmiştir. Sanki şart üstüne şartların sıralaması gibidir. (Âşûr)
مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ ibaresi köle ve cariyeden kinayedir.
كَاتِبُوهُمْ - الْكِتَابَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَالَّذ۪ينَ يَبْتَغُونَ الْكِتَابَ [mukavele yapmak isteyenler] ifadesi, mübteda olmak üzere merfûdur veya mukadder bir fiil ile mansūbdur ki bu fiili فَكَاتِبُوهُمْ [onlarla mukavele/mükâtebe yapın] cümlesi açıklamaktadır. Bu, فَضْرِبْهُُ زَيدًا (Zeyd’e vur) ifadesine benzer. Cümle şart anlamı içerdiği için (cevabın) başına فَ gelmişti. الْكِتَابَ ve ألْمُكَاتَبَ kelimeleri, األْعِتَاب ve ألْمُعَاتَبَ (azarlamak) kelimeleri gibi (masdardır).
(Keşşâf)
اَلْكِتَابَةُ kelimesinin, neden müştak olduğu hususunda şu izahlar yapılmıştır:
a) Bu kelimenin asıl manası “eklemek, bir araya getirmek” demek olan
اَلْكَتْبُ kelimesindendir.
اَلْكَتِيبَةُ (bölük, alay) kelimesi de bunun gibidir. Mükateb köleye bu adın verilmesi taksitlerini birbirine ekleyip malını da efendisinin malına ilave etmesinden dolayıdır.
b) Bu lafzın, yazmak masdarından alınmış olması da muhtemel olup bunun manası ya “Sen (bana verecek olduğun) malı, bana tastamam ödediğinde, seni azad edeceğimi, senden ötürü kendi üzerime yazdım (yani bunu üstlendim)” şeklinde yahut “Senin bunu bana tastamam ödemeni, senin aleyhine benim de lehime olarak yazdım” veyahut da “Sana o malı tastamam ödemeyi, kendime de seni azad etmeyi içeren bir senet yazdım…” şeklinde olur. Bütün bu izahları, el-Ezherî yapmıştır. (Fahreddin er-Râzî)
Mükatebe akdi, efendinin, kendi kölesine: “Dirhem olarak şu miktar üzerinde seninle mükâtebe yapıyorum; onu bana ödediğin zaman azat olursun!” demesi ve kölenin de: “Ben de kabul ettim!” demesi veya bu ifadelerin benzerleriyle gerçekleşir. Bundan sonra köle, efendisine o miktarı ödediği takdirde azad olur.
Mükâtebe emri, zorunluluk için olmayıp mendubiyet (tavsiye) içindir. Zira kitabet akdi de menfaat içermektedir. İşte bundan dolayı diğer akitler gibi bu da zorunlu değildir. (Ebüssuûd)
اِنْ عَلِمْتُمْ ف۪يهِمْ خَيْراًۗ
Cevabı mahzuf şart cümlesi, itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Takdiri, فكاتبوهم (...onlarla mukatebe yapın) olan cevap cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv” ın Kullanımı)
فَكَاتِبُوهُمْ emri ulemanın çoğunluğuna göre (vücup için değil) nedb içindir, çünkü kitabet karşılıklı alıp vermedir, köleye acımayı ifade eder. (Beyzâvî)
“Onlarda hayır görüyorsanız…” cümlesindeki hayırdan murad, emanet (güvenilirlik), rüşt, helal bir kazanç ile ödeme gücü ve azat edilip serbest bırakıldıktan sonra insanlara eza vermeyecek dürüstlük demektir. (Ebüssuûd)
وَاٰتُوهُمْ مِنْ مَالِ اللّٰهِ الَّـذ۪ٓي اٰتٰيكُمْۜ
Cümle, فَكَاتِبُوهُمْ cümlesine atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
اللّٰهِ lafza-i celâli için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl الَّـذ۪ٓي ’nin sılası olan اٰتٰيكُمْ cümlesi, müspet mazi fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Veciz anlatım kastıyla gelen مَالِ اللّٰهِ izafetinde, Allah lafzına muzâf olan مَالِ , tazim edilmiştir.
Ayette (Allah'ın size vermiş olduğu malından) malın Allah'a izafe edilmesi ve o malın, Allah'ın, kendilerine vermesiyle vasıflandırılması, emre uyup emredileni gerçekleştirmeye teşvik içindir. Nitekim “Allah'ın, sizi tasarrufta yetkili (halife) kıldığı maldan hayır için harcama yapın.” ayeti de bu kabildendir. Zira malın, Allah tarafından kendilerine ulaştığı ve gerçek malikinin Allah olduğu mülahazası, malı emredilen yönde harcanmasını gerektiren en kuvvetli sebeplerdendir. (Ebüssuûd)
Cümledeki مِنْ , ba’diyet ifade eder.
اٰتُوهُمْ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
اٰتُوهُمْ - اٰتٰيكُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette evlenmek için gerekli maddi imkânı tedarik etmekten aciz olan kimseler Allah kendilerini hazinesinden zenginleştirip evlenme imkanı verinceye kadar kendilerine haram kılınan çirkin işlerden uzak durup iffet yolunu tutmaya yönlendirilmektedir. Haramlardan uzak durup iffetli olmak müminlere vaciptir. Ayrıca ayette Allah’ın lütfuyla bu kimselere zenginlik/genişlik bahşedileceği şeklinde değerli bir vaat bulunmaktadır. Dolayısıyla insanlar ümitsiz olmasınlar ve endişelenmesinler. Efendilerinden belirli bir süre içinde belirli miktarda mal ödemek şartıyla mükâtebe akdi yapmak isteyen köleler şayet salih, takva sahibi, güvenilir, efendisi için şart koşulan malı kazanıp ödemeye güç yetirebilecek durumda iseler onlarla mükâtebe akdi yapın. Ayet-i kerimedeki فَكَاتِبُوهُمْ [onlarla mükâtebe akdi yapın] emri cumhura göre irşad, mendupluk ve müstehaplık için olup vücup emri değildir. Bilakis efendi, kölesi kendisinden mükâtebe talep ettiği zaman muhayyerdir. İsterse mükâtebe akdi yapar, istemezse yapmaz. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’nin Tefsîru’l Münîr Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)
Bu ayette nikâh kelimesi mihr manasında mecaz-ı mürseldir.
وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَٓاءِ
32. Ayetteki …أنكحوا cümlesine atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)
فَتَى erkek kölenin, فَتَاة da cariyenin kinayesidir. İşte buna binaen Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Sizden biri köle ve cariyenizden söz ederken ‘benim fetâm (gencim), benim fetâtim (genç kızım)’ desin; ‘benim kölem, benim cariyem’ demesin.” (Ebüssuûd)
لَا تُكْرِهُوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
اِنْ اَرَدْنَ تَحَصُّناً لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Cümle şart üslubundadır. Müspet mazi fiil sıygasındaki اَرَدْنَ تَحَصُّناً لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا cümlesi cevabı mahzuf şart cümlesidir.
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır:
1) Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında اِنْ gelir.
2) Bilmezden gelinen durumlarda da اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm” demesi gibi.
3) Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
Sebep bildiren cer harfi لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde لَا تُكْرِهُوا fiiline mütealliktir.
Takdiri, فلا تكرهوهنّ (... onları zorlamayın) olan cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda, talebî inşâî isnaddır.
لِتَبْتَغُوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الحَياةِ الدُّنْيا ifadesi تُكْرِهُوا fiiline mütealliktir. Bu sebepten, dünya hayatının geçici menfaatlerini elde edeceksiniz diye onları fuhşa zorlamayın, anlamına gelir. Burada kulağa hoş gelmeyen bu illet yani sebep, إنْ أرَدْنَ تَحَصُّنًا ifadesinin açıkça getirilmesi gibi vurguyu artırmak için zikredilmiştir. (Âşûr)
الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةِ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
يُكْرِهْهُنَّ - اِكْرَاهِهِنَّ - تُكْرِهُوا ile الَّذ۪ينَ - الَّـذ۪ٓي ve يَبْتَغُونَ - لِتَبْتَغُوا gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَرَدْنَ - اِكْرَاهِهِنَّ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Mana şöyledir: وَﻻَ تُكْرِهُُ اِمَٓائَكُمْ على الزِّنا إنْ أرَدْنَ تَحَصُّناً [İffetli olmak isterlerse cariyelerinizi zinaya zorlamayın]. Aslı ise إنْ يُرِدْنَ تَحَصُّناً şeklindedir. Cariyelerin iffetli olmaya olan rağbetlerini ortaya koymak için muzari yerine mâzî gelmiştir.
Zorlamanın yasaklanmasının iffetli olma isteğine bağlı olması; cariye taşkınlık yapmak isterse bu nehyin geçerli olmadığını gösterir. Zemahşerî burada إذاَ yerine إنْ gelme sebebinin, cariyelerin iffetli olma isteklerinin nadir görülmesi olduğunu söylemiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَمَنْ يُكْرِهْهُنَّ فَاِنَّ اللّٰهَ مِنْ بَعْدِ اِكْرَاهِهِنَّ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Cümle, …وَلَا تُكْرِهُوا cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
Şart üslubunda gelen cümlede şart ismi olan مَنْ , mübtedadır. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelam olan مَنْ يُكْرِهْهُنَّ , şart cümlesidir. Şart fiili يُكْرِهْهُنَّ , aynı zamanda haberdir. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
فَ karinesiyle gelmiş olan cevap cümlesi فَاِنَّ اللّٰهَ مِنْ بَعْدِ اِكْرَاهِهِنَّ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ise اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
فَ harfi, cevap için rabıtadır. (Âşûr)
اِنَّ harfi bu makamda ta’lil ifade eder. Artık lam-ı ta’lile gerek kalmaz. (Âşûr)
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla Allah lafzında tecrîd sanatı vardır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve telezzüz içindir.
İsm-i celilin iki kez zikredilmesi mehabeti artırmak, hükmün illetini bildirmek içindir.
Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
غَفُورٌ kelimesi اِنَّ ’nin birinci, رَح۪يمٌ ikinci haberidir. Müsned olan bu kelimeler
Allah’ın غَفُورٌ ve رَح۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
لَا تُكْرِهُوا - يُكْرِهْهُنَّ kelimeleri arasında ise tıbâk-ı selb sanatı vardır.
Ayetin sonundaki غَفُورٌ ismi mübalağa kalıbındadır. Yani son derece, mutlak, aşırı manalarını içerir.
Oysa رَح۪يمٌ kelimesi sureklilik ve mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbındadır. Yani her zaman, sürekli ve aşırı merhamet eden.
غَفُورٌ kelimesi bu kalıpta olsaydı insan Allah'ın surekli bağışlayan olduğunu düşüneceği için yoldan çıkabilirdi.
Ayet, muhatapta zahiren, Allah’ın zorlayana acıyıp onu mağfiret edeceği vehmini uyandırmaktadır. Fakat ilâhi mağfiret, fuhşa zorlanan kadınlar içindir.
Ayette geçen şart cümlesinde zorlayanlar da zikredildiği halde Allah'ın mağfiret ve rahmetinin bu cariyelere tahsis edilmesi, onları fuhşa zorlayanların, ilâhi mağfiret ve rahmetten tamamıyla mahrum olduklarına apaçık delalet etmektedir. Böylece sanki “O cariyeleri fuhşa zorlayanlar için Allah, gafûr ve rahîm değildir.” denilmiştir. Bu itibarla tövbe şartıyla, ilâhi mağfiret ve rahmetin, müstakil olarak yahut zorlanan cariyelerle beraber zorlayanlara da şamil kılınması, kelam-ı celilin mükemmeliyetin ihlal ve yasağın korkunç gösterildiği makamda onu hafif göstermek olur. (Ebüssuûd)
İki kelimenin, zahir anlamları bakımından birbirinin zıddı olduğu vehmini uyandırması ise îhâm-ı tezat olarak isimlendirilir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî’ Sanatları, Doktora Tezi)