وَقُلْ لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ اَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْد۪ينَ ز۪ينَتَهُنَّ اِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلٰى جُيُوبِهِنَّۖ وَلَا يُبْد۪ينَ ز۪ينَتَهُنَّ اِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ اَوْ اٰبَٓائِهِنَّ اَوْ اٰبَٓاءِ بُعُولَتِهِنَّ اَوْ اَبْنَٓائِهِنَّ اَوْ اَبْنَٓاءِ بُعُولَتِهِنَّ اَوْ اِخْوَانِهِنَّ اَوْ بَن۪ٓي اِخْوَانِهِنَّ اَوْ بَن۪ٓي اَخَوَاتِهِنَّ اَوْ نِسَٓائِهِنَّ اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُنَّ اَوِ التَّابِع۪ينَ غَيْرِ اُو۬لِي الْاِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ اَوِ الطِّفْلِ الَّذ۪ينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلٰى عَوْرَاتِ النِّسَٓاءِۖ وَلَا يَضْرِبْنَ بِاَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْف۪ينَ مِنْ ز۪ينَتِهِنَّۜ وَتُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ جَم۪يعاً اَيُّهَ الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقُلْ | ve söyle |
|
2 | لِلْمُؤْمِنَاتِ | inanan kadınlara |
|
3 | يَغْضُضْنَ | sakınsınlar |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | أَبْصَارِهِنَّ | bakışlarını |
|
6 | وَيَحْفَظْنَ | ve korusunlar |
|
7 | فُرُوجَهُنَّ | ırzlarını |
|
8 | وَلَا | ve |
|
9 | يُبْدِينَ | göstermesinler |
|
10 | زِينَتَهُنَّ | süslerini |
|
11 | إِلَّا | ancak hariç |
|
12 | مَا |
|
|
13 | ظَهَرَ | görünenler |
|
14 | مِنْهَا | ondan |
|
15 | وَلْيَضْرِبْنَ | ve koysunlar |
|
16 | بِخُمُرِهِنَّ | başörtülerini |
|
17 | عَلَىٰ | üstüne |
|
18 | جُيُوبِهِنَّ | (göğüs) yırtmaçlarının |
|
19 | وَلَا | ve |
|
20 | يُبْدِينَ | göstermesinler |
|
21 | زِينَتَهُنَّ | süslerini |
|
22 | إِلَّا | dışındakilere |
|
23 | لِبُعُولَتِهِنَّ | kocaları |
|
24 | أَوْ | yahut |
|
25 | ابَائِهِنَّ | babaları |
|
26 | أَوْ | yahut |
|
27 | ابَاءِ | babaları |
|
28 | بُعُولَتِهِنَّ | kocalarının |
|
29 | أَوْ | yahut |
|
30 | أَبْنَائِهِنَّ | oğulları |
|
31 | أَوْ | yahut |
|
32 | أَبْنَاءِ | oğulları |
|
33 | بُعُولَتِهِنَّ | kocalarının |
|
34 | أَوْ | yahut |
|
35 | إِخْوَانِهِنَّ | kardeşleri |
|
36 | أَوْ | yahut |
|
37 | بَنِي | oğulları |
|
38 | إِخْوَانِهِنَّ | kardeşlerinin |
|
39 | أَوْ | yahut |
|
40 | بَنِي | oğulları |
|
41 | أَخَوَاتِهِنَّ | kızkardeşlerinin |
|
42 | أَوْ | yahut |
|
43 | نِسَائِهِنَّ | kadınları |
|
44 | أَوْ | yahut |
|
45 | مَا |
|
|
46 | مَلَكَتْ | sahip oldukları (köleleri) |
|
47 | أَيْمَانُهُنَّ | ellerinin |
|
48 | أَوِ | yahut |
|
49 | التَّابِعِينَ | tabi’leri (hizmetlileri) |
|
50 | غَيْرِ | bulunmayan |
|
51 | أُولِي |
|
|
52 | الْإِرْبَةِ | kadına ihtiyacı |
|
53 | مِنَ | -den |
|
54 | الرِّجَالِ | erkekler- |
|
55 | أَوِ | yahut |
|
56 | الطِّفْلِ | çocuklara |
|
57 | الَّذِينَ | onlar ki |
|
58 | لَمْ |
|
|
59 | يَظْهَرُوا | henüz anlamazlar |
|
60 | عَلَىٰ |
|
|
61 | عَوْرَاتِ | mahrem yerlerini |
|
62 | النِّسَاءِ | kadınların |
|
63 | وَلَا | ve |
|
64 | يَضْرِبْنَ | vurmasınlar |
|
65 | بِأَرْجُلِهِنَّ | ayaklarını |
|
66 | لِيُعْلَمَ | bilinmesi için |
|
67 | مَا | şeylerin |
|
68 | يُخْفِينَ | gizledikleri |
|
69 | مِنْ | -nden |
|
70 | زِينَتِهِنَّ | süsleri- |
|
71 | وَتُوبُوا | ve tevbe edin |
|
72 | إِلَى |
|
|
73 | اللَّهِ | Allah’a |
|
74 | جَمِيعًا | topluca |
|
75 | أَيُّهَ | ey |
|
76 | الْمُؤْمِنُونَ | mü’minler |
|
77 | لَعَلَّكُمْ | umulur ki |
|
78 | تُفْلِحُونَ | felaha erersiniz |
|
Ceyebe جيب : جَيْبٌ sözcüğü iyi bilinmekte olan yaka demektir. Çoğulu جُيُوبٌ şeklinde gelir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sadece 3 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli ceptir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Avera عور : عَوْرَة kelimesi insanın edep yeridir. Bu kinayeli bir kullanımdır. Aslı âr(عارٌ) sözcüğünden gelir. Bunun sebebi ise bu yerlerin açığa çıkması durumunda kişiye ilişen âr yani ayıplanma/kınanma nedeni olmasıdır. Bundan dolayı kadınlara da عَوْرَة denmiştir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim olarak 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri avret, avrat ve eğretidir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَقُلْ لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ اَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْد۪ينَ ز۪ينَتَهُنَّ اِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi mahzuf olup mahallen mansubdur. Takdiri; قل لهنّ يَغْضُضْنَ أبصارهِنَّ (O kadınlara gözlerini kapamalarını söyle) şeklindedir.
لِلْمُؤْمِنَاتِ car mecruru قُلْ fiiline mütealliktir. Cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.
يَغْضُضْنَ fiili فَ karinesi olmadan gelen mukadder şartın cevabıdır. Takdiri; إن تقل لهن اغضضن من أبصاركنّ يغضضن (O kadınlara gözlerini kapamalarını söylersen kaparlar.) şeklindedir.
يَغْضُضْنَ fiili (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.
مِنْ اَبْصَارِهِنَّ car mecruru يَغْضُضْنَ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَحْفَظْنَ atıf harfi وَ ’la يَغْضُضْنَ fiiline matuftur. يَحْفَظْنَ fiili (نَ) nûnu’n nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Faili nûnu’n nisve olup mahallen merfûdur.
فُرُوجَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَا يُبْد۪ينَ atıf harfi وَ ’la يَحْفَظْنَ fiiline matuftur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. يُبْد۪ينَ fiili (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Mahallen meczumdur. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.
ز۪ينَتَهُنَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّا istisna edatıdır. Müşterek ism-imevsûl مَا müstesna olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası ظَهَرَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. Veya ز۪ينَتَهُنَّ ’den bedeldir.
ظَهَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. مِنْهَا car mecruru ظَهَرَ fiiline mütealliktir.
يُبْد۪ينَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi بدو ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُؤْمِنَاتِ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلٰى جُيُوبِهِنَّۖ
لْيَضْرِبْنَ atıf harfi وَ ’la mukadder mekulü’l-kavle matuftur. لْ emir lam’ıdır. يَضْرِبْنَ fiili (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Mahallen meczumdur. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.
بِخُمُرِ car mecruru لْيَضْرِبْنَ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَلٰى جُيُوبِ car mecruru لْيَضْرِبْنَ fiiline mütealliktir.
وَلَا يُبْد۪ينَ ز۪ينَتَهُنَّ اِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ اَوْ اٰبَٓائِهِنَّ اَوْ اٰبَٓاءِ بُعُولَتِهِنَّ اَوْ اَبْنَٓائِهِنَّ اَوْ اَبْنَٓاءِ بُعُولَتِهِنَّ اَوْ اِخْوَانِهِنَّ اَوْ بَن۪ٓي اِخْوَانِهِنَّ اَوْ بَن۪ٓي اَخَوَاتِهِنَّ اَوْ نِسَٓائِهِنَّ اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُنَّ اَوِ التَّابِع۪ينَ غَيْرِ اُو۬لِي الْاِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ اَوِ الطِّفْلِ الَّذ۪ينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلٰى عَوْرَاتِ النِّسَٓاءِۖ
لَا يُبْد۪ينَ atıf harfi وَ ’la önceki لَا يُبْد۪ينَ ’ye matuftur. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. يُبْد۪ينَ fiili (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Mahallen meczumdur. Faili nûnu’n nisve olup mahallen merfûdur.
ز۪ينَتَهُنَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّا istisna edatıdır.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:
1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِبُعُولَتِهِنَّ car mecruru mukadder müstesnadan bedeldir. Takdiri; لا يبدين زينتهنّ لأحد من الناس إلّا لبعولتهنّ (Ziynetlerini kocalarından başka kimseye göstememelerini) şeklindedir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اٰبَٓائِهِنَّ atıf harfi اَوْ ile لِبُعُولَتِهِنَّ ’ye matuftur.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰبَٓائِ muzâf olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اٰبَٓاءِ بُعُولَتِهِنَّ atıf harfi اَوْ ile اٰبَٓائِهِنَّ ’ye matuftur. اٰبَٓاءِ muzâf olup kesra ile mecrurdur. بُعُولَتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَبْنَٓائِهِنَّ atıf harfi اَوْ ile اٰبَٓاءِ بُعُولَتِهِنَّ ’ye matuftur.
اَبْنَٓائِ muzâf olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَبْنَٓاءِ بُعُولَتِهِنَّ atıf harfi اَوْ ile اَبْنَٓائِهِنَّ ’ye matuftur. اَبْنَٓائِ muzâf olup kesra ile mecrurdur. بُعُولَتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِخْوَانِهِنَّ atıf harfi اَوْ ile اَبْنَٓاءِ بُعُولَتِهِنَّ ’ye matuftur. اِخْوَانِ muzâf olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَن۪ٓي اِخْوَانِهِنَّ atıf harfi اَوْ ile اِخْوَانِهِنَّ ’ye matuftur. بَن۪ٓي muzâf olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti ى ’dir. İzafetten dolayı ن harfi hazf edilmiştir. اِخْوَانِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَن۪ٓي اَخَوَاتِهِنَّ atıf harfi اَوْ ile بَن۪ٓي اِخْوَانِهِنَّ ’ye matuftur. نِسَٓائِهِنّ atıf harfi اَوْ ile بَن۪ٓي اَخَوَاتِهِنَّ ’ya matuftur.
نِسَٓائِ muzaf olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَا مَلَكَتْ atıf harfi اَوْ ile نِسَٓائِهِنّ ’ye matuftur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası مَلَكَتْ ’dir. Ait zamiri mahzuftur. Takdiri; ملكته (sahip olduğu) şeklindedir.
مَلَكَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. اَيْمَانُ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
التَّابِع۪ينَ غَيْرِ اُو۬لِي الْاِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ cümlesi atıf harfi اَوْ ile مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُنَّ ’ye matuftur.
التَّابِع۪ينَ mecrur olup cer alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
غَيْرِ kelimesi, التَّابِع۪ينَ ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. اُو۬لِي muzâfun ileyh olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti ى ’dir. İzafetten dolayı ن harfi hazf edilmiştir.
الْاِرْبَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مِنَ الرِّجَالِ car mecruru التَّابِع۪ينَ veya اُو۬لِي الْاِرْبَةِ ’in mahzuf haline mütealliktir.
الطِّفْلِ الَّذ۪ينَ cümlesi atıf harfi اَوْ ile مِنَ الرِّجَالِ matuftur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, الطِّفْلِ ’ın sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası لَمْ يَظْهَرُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَظْهَرُوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
عَلٰى عَوْرَاتِ car mecruru يَظْهَرُوا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. النِّسَٓاءِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يُبْد۪ينَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi بدو ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
التَّابِع۪ينَ kelimesi,sülâsi mücerredi تبع olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا يَضْرِبْنَ بِاَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْف۪ينَ مِنْ ز۪ينَتِهِنَّۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
يَضْرِبْنَ fiili (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Mahallen meczumdur. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.
بِاَرْجُلِهِنَّ car mecruru يَضْرِبْنَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِ harfi, يُعْلَمَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle يَضْرِبْنَ fiiline mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُعْلَمَ mansub, meçhul muzari fiildir. Müşterek ism-i mevsûl مَا naib-i fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يُخْف۪ينَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يُخْف۪ينَ fiili (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Mahallen meczumdur. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.
مِنْ ز۪ينَتِهِنَّ car mecruru يُخْف۪ينَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُخْف۪ينَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خفي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَتُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ جَم۪يعاً اَيُّهَ الْمُؤْمِنُونَ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir.
تُوبُٓوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اِلَى اللّٰهِ car mecruru وَتُوبُٓوا fiiline mütealliktir. جَم۪يعاً kelimesi تُوبُٓوا ’deki failinin hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nida edatı mahzuftur. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada mebni olan nekre-i gayrı maksudedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُؤْمِنُونَ bedel olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الْمُؤْمِنُونَ kelimesi, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
İsim cümlesidir. لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. كُمْ muttasıl zamir لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
تُفْلِحُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
تُفْلِحُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi فلح ’dır.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَقُلْ لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ اَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْد۪ينَ ز۪ينَتَهُنَّ اِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلٰى جُيُوبِهِنَّۖ
Ayet, istînafiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlenin mekulü’l-kavlinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.
ف karinesi olmadan gelen talebin cevap cümlesi يَغْضُضْنَ مِنْ اَبْصَارِهِنَّ , takdiri …إن تقل لهن اغضضن من أبصاركنّ [Onlara gözlerini yummalarını söylersen…] olan şartın da cevabıdır. Meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, قُلْ fiilinin mekulü’l-kavlidir. Şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber üslubunun yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Ayet-i kerimede, öncelikle gözün sakınılması emredilmiştir. Çünkü bakış, zinanın aracı ve fesadın öncüsüdür. Yani Allah, bakış tehlikesinin büyüklüğüne dikkat çekmek için harama bakmanın yasaklanmasıyla namusu korumayı bir arada zikretmiştir. Nitekim bakış, fiiliyata geçmeye davet eder. Bu sebeple hadis-i şerifte: “Bakış, İblis’in oklarından bir oktur.” buyurulmuştur. Ayrıca bu konuda şöyle denmiştir: ”Harama göz diken felakete sürüklenir."(Ruhu’l Beyan)
Aynı üslupta gelen وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ cümlesi يَغْضُضْنَ مِنْ اَبْصَارِهِنَّ cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Önceki ayetin ilk iki cümlesiyle bu ayetin ilk iki cümlesi, zamirler dışında birebir aynıdır. İki cümle arasında mukabele vardır.
وَلَا يُبْد۪ينَ ز۪ينَتَهُنَّ اِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اِلَّا istisna edatıdır. Müstesna konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan ظَهَرَ مِنْهَا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. لَا يُبْد۪ينَ ز۪ينَتَهُنَّ cümlesinden istisna edilmiştir.
Ziynet eşyalarının takıldığı yerlerin değil de kendilerinin zikredilmesi, korunma ve örtünme emrine vurgu yapmak içindir; çünkü bu ziynetler vücudun (belirli) yerlerindedir ki ayette zikredilen kimselerden başkasının buralara bakması helal değildir. Bu yerler ise kol, bacak, pazu, boyun, baş, göğüs ve kulaklardır. (Keşşâf)
Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلٰى جُيُوبِهِنَّۖ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Cümleye dahil olan لْ , emir lamıdır.
Mümin kadınlara söylenmesi gereken şeylerin sıralanması taksim sanatıdır.
Kur’an bir çok yerde zina lafzını zikretmekten kaçınmıştır. فَرَج lügatte gömlekte veya elbisede olan deliktir, iki şey arasındaki yarıktır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
خُمُرِ : Kadının başını örttüğü şey (baş örtüsü) demek olan خمَار kelimesinin çoğuludur. Bu nitelikte olmayan başörtüsü sayılmaz. جُيُوبِ ise: Başın girmesi için kesilen yer (yaka) demek olan جَيْبَ kelimesinin çoğuludur. (Ruhu’l Beyan)
ضَرْبَ الْخِمَار عَلى الجَيْبَ ifadesinde istiare vardır. Bununla kastedilen başörtülerini yakalarının açık yerlerini kapatacak şekilde aşağıya doğru salmalarıdır. Yakaların açık yerleri, boyun, gerdan, boğaz, göğüs, memeler ve saçları kapsar. (İfadedeki) الضرب ’ın asıl anlamı, Arapların ضُرِبَتُ الفُسْطةُ (çadırı kurdum) sözlerinden gelir ki direğinin dikilip kazıklarının çakılması suretiyle çadırın kaldırılıp kurulmasıdır. Şu halde burada başörtülerinin yaka üzerine vurulması, başörtülerinin baştan aşağı salınmasından, (peştemal gibi) giysilerin aşağı uzatılmasından kinaye olarak istiare edilmiştir. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
وَلَا يُبْد۪ينَ ز۪ينَتَهُنَّ [Ziynetlerini açmasınlar] cümlesinde mecâz-ı mürsel vardır. Maksat, ziynet yerleridir. Zikr-i hal irade-i mahal kabilindendir. Zemahşerî şöyle der: Burada, zînet mahallerinin söylenmeyip de zînetin söylenmesi, örtünme ve korunmayı vurgulu bir şekilde emretmek içindir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Ayette “örtme” manasında ضرب (vurma) kelimesinin kullanılması, başörtüsünün uçlarını buralara salıverip buraları iyice örtme manası kastedilmesi içindir. Ayetteki ب harf-i ceri ilsak içindir. (Ebüssuûd-Âşûr)
وَلَا يُبْد۪ينَ ز۪ينَتَهُنَّ اِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ اَوْ اٰبَٓائِهِنَّ اَوْ اٰبَٓاءِ بُعُولَتِهِنَّ اَوْ اَبْنَٓائِهِنَّ اَوْ اَبْنَٓاءِ بُعُولَتِهِنَّ اَوْ اِخْوَانِهِنَّ اَوْ بَن۪ٓي اِخْوَانِهِنَّ اَوْ بَن۪ٓي اَخَوَاتِهِنَّ اَوْ نِسَٓائِهِنَّ اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُنَّ اَوِ التَّابِع۪ينَ غَيْرِ اُو۬لِي الْاِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ اَوِ الطِّفْلِ الَّذ۪ينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلٰى عَوْرَاتِ النِّسَٓاءِۖ
Cümle وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
وَلَا يُبْد۪ينَ ز۪ينَتَهُنَّ cümlesinden istisna edilenlerin sayılması taksim sanatıdır. Önemini vurgulamak amacıyla ayette iki kez geçen bu cümlede, tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Zînet iki kısımdır. Birisi yaratılıştan gelir, diğeri ise kesbîdir. Yaratılıştan gelen ziynet kadının yüzüdür. Zînetin aslını, yaratılışın güzelliğini ve hayatiyetin manasını o ifade eder. Çünkü pek çok menfaat ve ilim edinme yolları yüzde toplanmıştır. Kesbî ziynet ise kadının kendi hilkatini güzelleştirmek için giriştiği çabalar sonucu ortaya çıkandır. Elbiseler, ziynet eşyaları, sürme, kına gibi. Yüce Allah'ın, “Her mescidde ziynetinizi alın.” (Araf Suresi, 31) ayeti da bu kabildendir. (Kurtubî - Âşûr)
لِبُعُولَتِهِنَّ mukadder müstesnadan bedel veya müstesnanın mahzuf haline mütealliktir.
Müteakip 11 isim اَوْ atıf harfiyle لِبُعُولَتِهِنَّ ’ye temâsül nedeniyle atfedilmiştir.
لِبُعُولَتِهِنَّ ’ye matuf olan müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan مَلَكَتْ اَيْمَانُهُنَّ müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَوِ التَّابِع۪ينَ غَيْرِ اُو۬لِي الْاِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ yine لِبُعُولَتِهِنَّ ’ye matuftur. غَيْرِ اُو۬لِي الْاِرْبَةِ izafeti, التَّابِع۪ينَ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. مِنَ الرِّجَالِ car mecruru, التَّابِع۪ينَ kelimesinin mahzuf olan haline mütealliktir.
اِرْبَ , bir şeye ihtiyaç hissetmek, düşkün olmak ve arzu duymak demektir. O halde اِرْبَةِ kadınlara ihtiyaç hisseden şehevi duyguları olan demektir. Bu kelime, “akıl” manasına da gelir. أرْيَب kelimesi ihtiyaç manasındadır. (Ebüssuûd)
Yine بُعُولَتِهِنَّ ’ye matuf olan اَوِ الطِّفْلِ الَّذ۪ينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلٰى عَوْرَاتِ النِّسَٓاءِۖ ibaresindeki has ism-i mevsûl الطِّفْلِ için sıfatttır. Sılası olan لَمْ يَظْهَرُوا عَلٰى عَوْرَاتِ النِّسَٓاءِۖ cümlesi menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayet-i kerimede mümin kadınlar ve onların oğullarından bahsedilirken cemi teksir olan اَبْنَٓائِ kullanılmış, fakat kız ve erkek kardeşlerden bahsedilirken cem-i müzekker-i salim olan بَن۪ٓي kullanılmıştır. Dilcilere göre kullanılan birinci masdar cemi teksirin az kullanılan bir sıygasıdır. Burada kadınların ziynetlerini kendi oğullarına ve kocalarının oğullarına göstermelerinin, zinetlerini erkek kardeşlerine ve onların oğullarına göstermelerinden daha fazla olduğuna dikkat çekilmek için isimler bu farklı sıygalarda kullanılmışlardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
غَيْرِ kelimesi istisna veya hal olmak üzere mansub da okunmuştur; sıfat olmak üzere mecrur da okunmuştur. الطِّفْلِ (çocuklar) kelimesi cins ifade ettiği için tekil olduğu halde çoğul yerinde kullanılmıştır. Ardından gelen kelimeler bununla çoğul kastedildiğini açıklamaktadır. Benzeri نُخْرِجُكُمْ طِفْﻻً [Sonra sizi bebekler olarak çıkarırız. (Hac Suresi, 5)] ifadesidir. (Keşşâf, Fahreddin er-Râzî)
وَلَا يَضْرِبْنَ بِاَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْف۪ينَ مِنْ ز۪ينَتِهِنَّۜ
…وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ cümlesine atıf harfi وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Sebep bildiren masdar ve cer harfi lâm-ı ta’lilin gizli أنْ ’le masdar yaptığı يُعْلَمَ مَا يُخْف۪ينَ مِنْ ز۪ينَتِهِنَّ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup başındaki harf-i cerle birlikte, يَضْرِبْنَ fiiline mütealliktir.
Meçhul olarak bina edilmiş يُعْلَمَ fiilinin naib-i faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası يُخْف۪ينَ مِنْ ز۪ينَتِهِنَّۜ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يُخْف۪ينَ - يُبْد۪ينَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَتُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ جَم۪يعاً اَيُّهَ الْمُؤْمِنُونَ
وَ istînâfiyyedir. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
تُوبُٓوا ’deki failden hal olan جَم۪يعاً , manayı kuvvetlendirmek için gelen ıtnâb sanatıdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
İtiraziyye olan اَيُّهَ الْمُؤْمِنُونَ cümlesi nida üslubunda talebi inşai isnaddır. Nidanın cevabının hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.
Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv” ın Kullanımı)
Bundan önce Resulullah'a (sav) yapılan hitap, burada değiştirilip bütün müminlere tevcih edilmiştir. Bu, tövbeye son derece önem verildiğini ve onun emrinin, ancak Allah'a yaraşan büyük hususlardan olduğunu göstermek içindir. Zira hiçbir mükellef, mükellefiyetlerin gereklerini layıkıyla ifa etmekte bir çeşit taksirattan uzak kalamaz. (Ebüssuûd, Âşûr)
مُؤْمِنُونَ , münadadan bedeldir. Nida harfi mahzuftur.
اَبْنَٓائِ - بَن۪ٓي , اَرْجُلِهِنَّ - رِّجَال , ظَهَرَ - يَظْهَرُوا , لْمُؤْمِنَاتِ - مُؤْمِنُونَ , اِخْوَانِهِنَّ - اِخْوَانِهِنَّ gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, بُعُولَتِهِنَّ , اٰبَٓاءِ , اَبْنَٓائِ , اِخْوَانِهِنَّ , بَن۪ٓي اَوْ , ز۪ينَتَهُنَّ , اِلَّا , يُبْد۪ينَ , يَضْرِبْنَ , النِّسَٓاءِ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Mekkî (ra) şöyle demiştir: Yüce Allah'ın kitabında bu ayetten daha çok zamir ihtiva eden bir başka ayet-i kerime yoktur. Bu ayet-i kerimede mecrur ve merfû' olmak üzere mümin hanımlara ait yirmi beş zamir vardır. Toplam zamirler ise 26 adettir. (Kurtubî)
لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.
لَعَلَّ ’nin haberi olan تُفْلِحُونَ ’nin, muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ edatı terecci içindir yani ‘ümitvar olma’ manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrûb: ‘’ لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır’’, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
لَعَلَّ gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (İbni Âşûr)
لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbni Hişam gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)