Furkan Sûresi 23. Ayet

وَقَدِمْنَٓا اِلٰى مَا عَمِلُوا مِنْ عَمَلٍ فَجَعَلْنَاهُ هَبَٓاءً مَنْثُوراً  ...

Onların yaptıkları bütün amellerine yöneldik ve onları dağılmış zerreciklere çevirdik.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَدِمْنَا önüne geçiririz ق د م
2 إِلَىٰ
3 مَا şeyi
4 عَمِلُوا yaptıkları ع م ل
5 مِنْ her
6 عَمَلٍ işin ع م ل
7 فَجَعَلْنَاهُ ve onu getiririrz ج ع ل
8 هَبَاءً toz zerreleri haline ه ب و
9 مَنْثُورًا saçılmış ن ث ر
 
Kuşkusuz –inkârcı da olsa– her insanın dünyada yaptığı iyi işler de bulunmaktadır. Fakat bunların Allah katında değer taşıması ve âhirette kurtuluşa vesile olabilmesi için onları yapanların, Allah’ın rızâsını gözeterek yapmış olmaları, bunun için de O’na iman etmeleri gerekmektedir. Halbuki o devrin kültürünü anlatan kaynaklara göre, müşriklerin yaptıkları iyiliklerin temelinde onların benlik iddiaları, gurur tatmini, başkalarının takdirini, saygısını kazanma, insanları minnet altına sokma, iyilikleriyle övülme gibi egoist duyguları ve beklentileri bulunmaktaydı. Şu halde yaptıkları iyiliklerin âhirette olumlu bir karşılığı da olmayacak, rüzgârın savurup götürdüğü toz toprak gibi boşa gidecektir. Buna karşılık 24. âyette de Allah’a ve âhiret gününe inanıp iyiliklerini Allah rızâsını ve âhiret kurtuluşunu umarak yapanların nâil olacakları güzel ortam çok kısa fakat çok kuşatıcı bir ifadeyle, “kalınacak yerlerin en iyisi, dinlenme yerlerinin en güzeli” şeklinde özetlenmektedir. Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 118
 

  Hebeve هبو:   هَبا fiili toz kalktı ve havaya yükseldi demektir. İsim olarak هَباءٌ ise ince toz ve güneş ışığının küçük bir delikten içeri sızmasıyla görülebilen zerrelerdir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de isim formunda yalnızca 2 kez geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli hebâ olmaktır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

Nesera نثر :  نَثْرٌ bir nesneyi yaymak ve dağıtmak ya da saçmaktır. Kuran-ı Kerim'de de geçen bu köke ait infial babındaki إنْتَثَرَ formu yayıldı, dağıldı ve saçıldı anlamına gelir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de iki farklı türevde 3 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri nesir ve mensurdur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

وَقَدِمْنَٓا اِلٰى مَا عَمِلُوا مِنْ عَمَلٍ فَجَعَلْنَاهُ هَبَٓاءً مَنْثُوراً

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. قَدِمْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَٓا  fail olarak mahallen merfûdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl,  اِلٰى  harf-i ceriyle birlikte  قَدِمْنَٓا  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası عَمِلُوا dur. Îrabdan mahalli yoktur.

عَمِلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْ عَمَلٍ  mahzuf hale mütealliktir. Aid zamiri mahzuftur. Takdiri,  إلى ما عملوه من عمل (Yaptıkları amellere) şeklindedir.  

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

جَعَلْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  ناَ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  هَبَٓاءً  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  مَنْثُوراً  kelimesi  هَبَٓاءً in sıfat olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْثُوراً  sülâsisi mücerredi نثر  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
 

وَقَدِمْنَٓا اِلٰى مَا عَمِلُوا مِنْ عَمَلٍ فَجَعَلْنَاهُ هَبَٓاءً مَنْثُوراً

 

وَ  istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)

Fiilin azamet zamirine isnad edilmesi tazim ifade eder.  

Mecrur mahaldeki  مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  اِلٰى  harfiyle birlikte  قَدِمْنَٓا  fiiline mütealliktir. Sılası olan  عَمِلُوا  cümlesi, müspet mazi fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Olayın, henüz gerçekleşmemiş olduğu halde mazi sıyga ile ifade edilmesi, bu fiilin kesinlikle vuku bulacağına işaret etmek içindir.

Car mecrur  مِنْ عَمَلٍ, mahzuf hale mütealliktir. Kelimedeki tenvin, nev ve tahkir ifade eder.

مِنْ عَمَلٍ  deki مِنْ, beyaniyyedir.  مَا ’daki kapalılığı açıklar.  عَمَلٍ’deki nekrelik, neviyet içindir. Hayır olan ameller demektir. (Âşûr)

وَقَدِمْنَٓا اِلٰى مَا عَمِلُوا مِنْ عَمَلٍ  ifadesinde, sebep-müsebbep alakasıyla mecâz-ı mürsel sanatı vardır.

Aynı üslupta gelen  فَجَعَلْنَاهُ هَبَٓاءً مَنْثُوراً  cümlesi, makabline  فَ  ile atfedilmiştir. Müspet mazi fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

هَبَٓاءً /Heba: Bir pencereden güneş ışığı vurduğu zaman içinde uçuştuğu görünen tozdur.

مَنْثُوراً : Saçılmış demektir. Zaten dağınık demek olan heba’yı (zerre) bir de bu şekilde nitelemek, onu bir daha saçılmış olarak tasvirdir ki o zerre hiç görülmez bir hale gelir. (Elmalılı)

هَبَٓاءً ’deki tenvin, tahkir ve taklil içindir.

مَنْثُوراً  kelimesi  هَبَٓاءً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

فَجَعَلْنَاهُ هَبَٓاءً مَنْثُوراً  cümlesinde teşbih-i beliğ sanatı vardır. Teşbih edatı ve vech-i şebeh hazf edilmiş, müşebbehün bih olan  هَبَٓاءً مَنْثُوراً  ve müşebbeh  هُ  zikredilmiştir.

Bu tip teşbihlerde mübalağa kat kat fazladır. Çünkü, edatın hazfi müşebbehin müşebbehün bihle aynı olduğunu iddia ederken, vech-i şebehin hazfi de muhatabın her şeyi vech-i şebeh olarak düşünmesine imkân tanır. Bu yüzden belâgat alimleri bu tip teşbihlere “teşbîh-i belîğ” demişlerdir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Ayette kâfirlerin durumu ve onların inkârla işledikleri amellerin durumu temsilî istiare yoluyla anlatılmıştır. (Mahmud Sâfî)

عَمِلُوا - عَمَلٍ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.  

Cenab-ı Hakk'ın  قَدِمْنَٓا  ifadesinin manası, “Biz onların amellerine yöneldik” şeklindedir. Çünkü bir şeye yönelen, ona kastediyor, varıyor demektir. Kendisine yönelinen şeyde müessir olan ise kasttır. O halde bu demektir ki mecaz üslubuyla müsebbep zikredilmiş, sebep murad edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

قدوم  ifadesinde istiare vardır. Çünkü  القدم  ancak kayıplara karıştıktan sonra geri dönmesi mümkün olan için doğru olur. Halbuki Yüce Allah gaib değil hazırdır, gidici değil kalıcıdır. Buna göre mana işlediklerine döneriz veya işlediklerine yöneliriz demektir. Bu, söz sahibinin  قام فلان بفلان فى الناس (Falanca falancayı insanlar içinde ortaya dikti) demesine benzer ki (Onun ayıp ve kusurlarını ortaya döktü) demektir. Bu sözü söyleyen, bununla adamın oturduktan sonra ayağa kalkmasını, bir yere yerleşip sakin sakin durduktan sonra dikilmesini kastediyor değildir. Sadece onu yermeye, kusurlarını ortaya dökmeye yeltenip yöneldiğini ifade eder. 

Alimlerden biri, (Ebu’l Hasen er-Rummani) bu konuda şöyle bir görüş daha zikretmiştir: Yüce Allah ayette, Onların işlediği her bir amele dönüp geldik buyurmuştur. Zira O, söz konusu insanlara, sanki (gözlerden) kaybolduktan sonra dönüp gelen kimse gibi muamele etmiştir. Çünkü uzun süre onlara mühlet ve vade vermesiyle, adeta onlardan uzaklaşıp gözlerinden kaybolan kimse gibi yapmış, sonra dönüp de onları mükellef tuttuğu işlerin tersini yaptıklarını görünce bozuk (fasit) amellerini boşa çıkarmış, onları itaatten dalalete sapmış kimseler olarak cezalandırılmıştır. Ancak birinci görüş daha güvenilirdir. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)  

Onu dağılmış toz haline getirdik cümlesinde teşbîh-i belîğ vardır. Zira buradan teşbih edatı ile vech-i şebeh kaldırılmış, böylece teşbîh-i belîğ olmuştur. Yani onu değersizliği ve faydasızlığı husu­sunda, havada dağılmış toz haline getirdik demektir. (Safvetu’t Tefasir) 

Kâfirlerin amellerinin zayi oluşu, kendisine bir faydası olmaması bakımından saçılmış toza benzetilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Burada bir temsilî istiare vardır. Şöyle ki bütün iş ve halleri isyan etmiş ve bundan dolayı idarecileri tarafından verilip bütün evrak ve tutanakları parçalanarak dağıtılıp yok edilmiş bir topluluğun haline benzetilmiştir. Veya kudüm (varmak), kasıttan mecaz olduğu gibi büsbütün yok edilmiş, hiçe indirilmiş olan amel ve işlerinin de hedeflenen gayeden uzak kalması ve bir hedefe dizilmeleri mümkün olmaması nedeniyle saçılmış zerrelere benzetilerek teşbih-i müfred suretiyle ayrı ayrı birer istiare yapılmıştır. Yani o günahkârların misafirleri konuklamak, akrabaları gözetlemek, çaresizlere yardımcı olmak, insanlığa yararlı bir iş yapmak gibi bazı işleri varsa bile, o inkârcılıkları ve azgınlıkları yüzünden hepsi yok olmuştur. Hiçbirinin karşılığında bir fayda ve iyilik görmezler. (Elmalılı)