Furkan Sûresi 34. Ayet

اَلَّذ۪ينَ يُحْشَرُونَ عَلٰى وُجُوهِهِمْ اِلٰى جَهَنَّمَۙ اُو۬لٰٓئِكَ شَرٌّ مَكَاناً وَاَضَلُّ سَب۪يلاً۟  ...

Yüzüstü cehenneme sürüklenecek olanlar var ya; işte onlar konumları itibariyle daha kötü, tuttukları yol itibariyle daha sapıktırlar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ olanlar
2 يُحْشَرُونَ toplanacak ح ش ر
3 عَلَىٰ üzerine
4 وُجُوهِهِمْ yüzleri و ج ه
5 إِلَىٰ
6 جَهَنَّمَ cehenneme
7 أُولَٰئِكَ işte onlar
8 شَرٌّ çok kötüdür ش ر ر
9 مَكَانًا yerleri ك و ن
10 وَأَضَلُّ ve çok sapıktır ض ل ل
11 سَبِيلًا yolları س ب ل
 
“Yüzüstü” diye çevirdiğimiz alâ vücûhihim ifadesinin tam anlamı “yüzleri üzerine” şeklindedir. Lafzından hareketle bu ifadeden inkârcıların yüz üstü sürünerek mahşer yerine toplanacakları mânasını çıkaranlar yanında bunun bir mecaz olduğunu düşünüp onların âhirette içine düşecekleri zilleti, perişanlığı, utanç ve pişmanlık duygularını anlattığını söyleyenler de vardır. Âyette sözü edilen “en kötü yer” cehennem, “en kötü yol” da cehenneme götüren yol olarak yorumlanmıştır. Bununla birlikte bu ifadeleri mecaz olarak anlamak da mümkündür. Buna göre “en kötü yer” ile inkârcıların Allah katındaki itibarsız ve değersiz konumları, “en kötü yol” ile de onların dünyada iken tutmuş oldukları yanlış ve sapkın yol kastedilmiş olabilir (Taberî, XIX, 12; Zemahşerî, III, 97; İbn Âşûr, XIX, 24). Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 124
 
Bir adam Resûl-i Ekrem Efendimize :” Ya Resûlullah! Kiyamet gününde kâfir yüzüstü nasıl haşredilecek? diye sormuş, O da:” Onu dünyada ayakları üzerinde yürüten , kıyamet gününde yüzüstü yürütmeye de kâdir değil midir” diye cevap vermiştir. ( Buhâri, Tefsir 25/1; Müslim, Kıyâmet 54).
 

اَلَّذ۪ينَ يُحْشَرُونَ عَلٰى وُجُوهِهِمْ اِلٰى جَهَنَّمَۙ 

 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُحْشَرُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يُحْشَرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

عَلٰى وُجُوهِهِمْ  car mecruru naib-i failin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri;  منكّسين (ters çevrilmiş olarak) şeklindedir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اِلٰى جَهَنَّمَۙ  car mecruru  يُحْشَرُونَ  fiiline mütealliktir. 

جَهَنَّمَ  kelimesi gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik(özel isim olma) hem de ucmelik (Arapça olmama) vasfı vardır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اُو۬لٰٓئِكَ شَرٌّ مَكَاناً وَاَضَلُّ سَب۪يلاً۟

 

اُو۬لٰٓئِكَ  işaret ismi,  اَلَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. شَرٌّ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur.  

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَكَاناً  temyiz olup fetha ile mansubdur. 

اَضَلُّ  atıf harfi  وَ ’la  شَرٌّ ’e matuftur. سَب۪يلاً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اَضَلُّ  ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَلَّذ۪ينَ يُحْشَرُونَ عَلٰى وُجُوهِهِمْ اِلٰى جَهَنَّمَۙ اُو۬لٰٓئِكَ شَرٌّ مَكَاناً وَاَضَلُّ سَب۪يلاً۟

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi habere dikkat çekmek için ve bahsi geçenlerin zikrinin kerih görülmesi dolayısıyladır.

İsm-i mevsûlün sılası olan  يُحْشَرُونَ عَلٰى وُجُوهِهِمْ اِلٰى جَهَنَّمَۙ , müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. 

Burada zamir yerine ism-i mevsûl gelmiştir ve sanki şöyle denilmek istenmiştir: هم يُحْشَرُونَ عَلى وُجُوهِهِمْ (Onlar yüzleri üzerinde haşrolacaklardır.) Bu durumda izmar makamında zamir gelerek sılada ifade edilen durumu bu zamirin ait olduğu kişilerin hak ettiğini göstermiştir. (Âşûr)

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُحْشَرُونَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

اَلَّذ۪ينَ ’nin haberi olan  اُو۬لٰٓئِكَ شَرٌّ مَكَاناً وَاَضَلُّ سَب۪يلاً۟  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ ’nin müsnedün ileyh olarak marife olması, durumun kötülüğüne dikkat çekmek içindir ve tahkir ifade eder.

جَهَنَّمَۙ , a’cemi alem olduğu için cer alameti olarak fetha almıştır.

شَرٌّ ’a matuf olan  اَضَلُّ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

مَكَاناً  ve  سَب۪يلاً۟  kelimeleri temyizdir.

شَرٌّ مَكَاناً  ve  اَضَلُّ سَب۪يلاً۟  ifadelerinde, mecâz-ı aklî sanatı vardır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada  اَلَّذ۪ينَ  zemdir, merfû veya mansubdur ya da mübtedadır, haberi de  اُو۬لٰٓئِكَ شَرٌّ مَكَاناً ’dir. (Beyzâvî) 

Yolun, sapkın olarak vasıflandırılması, mübalağa için mecazî isnad kabilindendir. Onlardan daha üstün olan (mufaddal aleyh), Resulullah'tır (sav). Sanki şöyle denilmiştir: Onları bu tekliflere sevk eden, Peygamberimizin yolunu sapık göstermek suretiyle mertebesini tahkir etmeleri ve kendi hallerinin, yerlerinin en kötü ve yollarının en sapık olduğunu bilmemeleridir. (Ebüssuûd)

شَرٌّ مَكَاناً (Yeri çok kötüdür) cümlesinde isnâd-ı mecazî vardır. Çün­kü şer mekâna nispet olunmaz, ancak mekânın sahiplerine nispet olu­nur. (Safvetü’t Tefasir)