Furkan Sûresi 53. Ayet

وَهُوَ الَّذ۪ي مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ هٰذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ وَهٰذَا مِلْحٌ اُجَاجٌۚ وَجَعَلَ بَيْنَهُمَا بَرْزَخاً وَحِجْراً مَحْجُوراً  ...

O, birinin suyu lezzetli ve tatlı, diğerininki tuzlu ve acı olan iki denizi salıverip aralarına da görünmez bir perde ve karışmalarını önleyici bir engel koyandır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَهُوَ ve O
2 الَّذِي
3 مَرَجَ birbirine salmıştır م ر ج
4 الْبَحْرَيْنِ iki denizi ب ح ر
5 هَٰذَا bu
6 عَذْبٌ tatlı ع ذ ب
7 فُرَاتٌ susuzluğu giderici ف ر ت
8 وَهَٰذَا ve bu
9 مِلْحٌ tuzlu م ل ح
10 أُجَاجٌ ve acıdır ا ج ج
11 وَجَعَلَ ve koymuştur ج ع ل
12 بَيْنَهُمَا ikisinin arasına ب ي ن
13 بَرْزَخًا bir engel
14 وَحِجْرًا ve bir perde ح ج ر
15 مَحْجُورًا kavuşmalarına engel ح ج ر
 
Araya giren çok kısa fakat son derece önemli uyarı ve bilgilerin ardından ilâhî kudretin kanıtları olan kevnî bilgilere ve delillere devam edilmektedir. 53. âyetteki bahr kelimesi, meâlinde de gösterdiğimiz gibi “deniz” anlamındadır. Ancak –Muhammed Esed’in de haklı olarak belirttiği üzere– (II, 736) Kur’an’da bu kelime yer yer nehir veya büyük su kütlesi için de kullanılmaktadır. Âyette de ifade buyurulduğu gibi yüce Allah’ın yasaları uyarınca tatlı sular, ırmaklar denizlere akmakta; bununla birlikle, günümüzde deniz araştırmalarının açıkça kanıtladığı üzere bazı denizlerde tatlı su ile tuzlu suyun karışmadığı görülmekte, âyetteki ifadeyle âdeta bu iki su kütlesinin arasında “bir engel, aşılmaz bir perde” bulunmakta; bilimin bu yeni keşfinin Kur’an tarafından çok açık ifadelerle ortaya konması Kur’an’ın açık bir mûcizesi olarak değerlendirilmektedir (bilgi için bk. Maurice Bucaille, s. 288-290). Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 131
 

  Merace مرج :  مَرْجٌ kelimesi temelde bir şeyi başka bir şeyle karıştırmak demektir. مَرِيجٌ sözcüğü karışık/düzensiz anlamında kullanılır. Kuran-ı Kerim'deki مَرْجانٌ kelimesi ise küçük incilerdir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 6 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri Meriç (nehri) ve mercandır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

Ferate فرت :  فُراتٌ tatlı su anlamındadır. Tekil ve çoğul için aynı form kullanılır.  (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de sadece isim formunda 3 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli Fırat (nehri)dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

وَهُوَ الَّذ۪ي مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ هٰذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ وَهٰذَا مِلْحٌ اُجَاجٌۚ 

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müennes has ism-i mevsûl  الَّت۪ي  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  مَرَجَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

مَرَجَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. 

الْبَحْرَيْنِ  mef’ûlun bih olup müsenna olduğu için nasb alameti  يْ ‘dir. İşaret ismi  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur.  عَذْبٌ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur.  فُرَاتٌ  kelimesi  عَذْبٌ ‘ün ikinci haberi olup lafzen merfûdur.

هٰذَا مِلْحٌ اُجَاجٌۚ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.  عَذْبٌ  -  فُرَاتٌ  -  مِلْحٌ  -  اُجَاجٌۚ  kelimeleri sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.

Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder.

Sıfat-ı müşebbehenin fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır.  2. Haber olmalıdır.  3. Sıfat olmalıdır. 

4. Hal olmalıdır. 5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 

6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.

Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir.

Bu amel şartlarından birini taşıyan sıfat-ı müşebbehe sadece fail alır. İsm-i fail mef’ûlüne muzâf olur. Sıfat-ı müşebbehe ise failine muzâf olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

  

 وَجَعَلَ بَيْنَهُمَا بَرْزَخاً وَحِجْراً مَحْجُوراً

 

جَعَلَ  atıf  harfi  وَ ‘la sıla cümlesine matuftur.  جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.  بَيْنَ  mekân zarfı, mahzuf ikinci mef’ûlün bihe mütealliktir. 

Muttasıl zamir  هُمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بَرْزَخاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  حِجْراً  atıf harfi  وَ ‘la  بَرْزَخاً ‘a matuftur.  مَحْجُوراً  kelimesi,  حِجْراً ‘nin sıfatı olup mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَحْجُوراً  kelimesi, sülâsi mücerredi  حجر  olan fiilin ism-i mefûlüdür.

 

وَهُوَ الَّذ۪ي مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ 

 

وَ , istinâfiyedir. Ayetin mübteda ve haberden oluşan ilk cümlesi sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

47 ve 48. ayetlerde olduğu gibi burada da kasr manası vardır. (Âşûr)

Bu ayet delil, temsil, tasdik ve vaat hepsini bir araya getirmiştir. (Âşûr)

Ayrıca müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsin önemini vurgulamak ve gelen habere dikkat çekmek içindir. 

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ‘nin sılası  مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)

مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ  ifadesinde istiare vardır. Bununla kastedilen, - Allahu a’lem- O’nun, tıpkı atların otladıkları ve koşup oynadıkları yerler olan çayırlara salınması gibi, iki denizi gittiği yerlerde serbest bırakması, aktığı yerlerde salıvermesidir.  ألْمُرُوج  atların otladığı çayırlık yerlerdir. Öyle görünüyor ki bu ifadenin hayret edilecek yanı Yüce Allah’ın, iki denizin aktığı ve toplandığı yerde suların birbiriyle kesişip kavuşması ve karışması hususunda onları salmış ve serbest bırakmış olmasına rağmen tuzlunun tatlıyla, tatlının da tuzluyla karışmıyor olmasıdır. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)   

 

 هٰذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ وَهٰذَا مِلْحٌ اُجَاجٌۚ 

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin işaret ismi  هٰذَا  ile marife olması, işaret edilene dikkat çekmek içindir.  

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Aynı üslupta gelerek makabline atfedilen  وَهٰذَا مِلْحٌ اُجَاجٌۚ  cümlesinin atıf sebebi tezattır.

İki denizin acı ve tatlı olması ifadelerinde mecazî isnad vardır. Acı veya tatlı olan deniz değil, denizin suyudur. Hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فُرَاتٌ  -  اُجَاجٌۚ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı ve muvazene sanatı vardır.

عَذۡبࣱ  -  فُرَاتࣱ  -  مِلْحٌ  -  اُجَاجٌۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

هَـٰذَا عَذۡبࣱ فُرَاتࣱ  cümlesi ile  وَهٰذَا مِلْحٌ اُجَاجٌۚ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

عَذْبٌ , iki zıt anlama sahip kelimelerdendir. Hem tatlı hem acı anlamları vardır.

Zemahşerî bu ayetin, belâgatın en güçlü tanıklarından ve en güzel istiare örneklerinden biri olduğunu vurgulayarak iki denizin bir taraftan birbirlerini arzulayan, öte taraftan birbirlerinden kaçınan iki arkadaş gibi şekillendiği algısıyla kelamın ete kemiğe büründüğü bir anlayış sergiler. (Zemahşerî, Keşşâf, III, 279. )

 هٰذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ  [Birinin suyu son derece tatlı ve susuzluğu giderici]  هٰذَا مِلْحٌ اُجَاجٌۚ [diğerininki son derece tuzlu ve acı] cümleleri arasında güzel bir mukabele vardır. (Safvetü’t Tefasir) 


وَجَعَلَ بَيْنَهُمَا بَرْزَخاً وَحِجْراً مَحْجُوراً

 

الَّذ۪ي ‘nin sılasına matuf olan cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümlede icaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  بَیۡنَهُمَا  car mecruru,  جَعَلَ  fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlüne mütealliktir.

Allah Teâlâ’nın, iki denizin acı tatlı sularının karışmadığını bize bildirdiği bu ifadelerde, her şeye gücü yeten yaratıcının, güç ve kudretinin ne denli azim olduğu anlamı idmâc edilmiştir. 

مَحْجُوراً  kelimesi,  حِجْراً  için sıfattır. Sıfat, mevsûfun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

حِجْراً  -  مَحْجُوراً  kelimeleri arasında iştikak cinası, bu kelimelerde ve  هٰذَا ’nın tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

İki deniz içerdikleri su bakımından bir hükümde ortaktır ama suların özellikleri açısından farklıdır. Başka bir açıdan düşünüldüğünde bu ayette iki denizin icmâlen zikredilip sonra da farklılıklarının zikredilmesinde leff ve neşr sanatı olduğu söylenebilir. 

Ayette cem’ ma’at-tefrik sanatı vardır.  جَعَلَ الْبَحرَيْنِ  ifadesinde cem’ vardır, arkadan bu iki denizin farklılıkları zikredilerek tefrik yapılmıştır. Terim olarak tefrîk, “Aynı türden olan veya bir türde birleşen övgü ve yergi gibi iki şey arasında zıtlık meydana getirmektir. (Fahreddin er-Râzî, Nihayetü’l-Îcâz, s. 178.)

Bu ayet-i kerimede bir temsil vardır. Mekke’deki İslam davetinin hali de böyledir. Müminlerle müşrikler iki deniz gibi karışıktır. Bunlardan biri tatlı su gibi olan müminler, diğeri acı su gibi olan müşriklerdir. Allah Teâlâ tatlı ve tuzlu suyu olan denizler arasına koyduğu gibi müminlerle müşrikler arasına da bir berzah koymuştur. Böylece tatlı suyun tuzla acıyla kirlenmesi engellenir bunun gibi müşriklerle müminler arasında da bir engel vardır ki müşrikler Müslümanlar arasında küfrün yayılmasına sebep olmaz. (Âşûr)

Ve bunda, Allah'ın bu dinin şirkle bulanmaya karşı destekçi olduğuna dair kinaye yoluyla bir tariz vardır. (Âşûr)

Ayetteki tatlı deniz ile bu büyük nehirler, tuzlu deniz ile de (bunların aktığı) büyük denizler kastedilmiştir. İşte Cenab-ı Hak, bu ikisinin suyunun arasında bir berzah (perde) yaratmıştır yani araya bir kara parçası sokmuştur. Bununla tevhide nasıl delil getirileceği açıktır. Çünkü tatlılık ve tuzluluk eğer toprağın veya suyun kendinden kaynaklanan bir özellik olsaydı (bütün toprak ve suların) aynı özellikte olması gerekirdi. Böyle olmadığına göre, her maddeye ayrı bir sıfat ve özellik veren bir kādir ve hakimin mutlaka bulunması gerekir. (Fahreddin er-Râzî)